ANALİZ - Asya-Pasifik'teki 'Trump Şoku' Mattis'in Ziyaretiyle Yatıştı

ABD Savunma Bakanı Mattis’in Güney Kore ve Japonya ziyareti sırasında verdiği mesajlar, ABD'nin bölgedeki varlığını ve güvenlik teminatını önemseyen müttefik ülkelerde olumlu yankı buldu Mattis'in ziyaretinin, ‘Trump şokunun’ atlatılmasına ve başta Güney Kore ile Japonya kamuoyları olmak üzere bölgedeki ilgili diğer ülkelere olumlu mesaj verilmesine yönelik psikolojik bir boyutunun bulunduğunu da dikkate almak gerekiyor Mattis'in açıklamaları, ABD'de yeni yönetimin, küresel politikalara ısınma evresinde bir önceki yönetimin bıraktığı yerden işleri ele almakta olduğunu gösteriyor.

MEHMET ÖZAY - ABD yeni yönetiminin Savunma Bakanı James Mattis, ilk önemli ziyaretini geçen hafta Asya-Pasifik’e yaptı. Bakan Mattis’in bu ziyaretinin Güney Kore ve Japonya’ya yapılmış olması ABD yönetiminde güvenlik konularının yine en ön sırada yer aldığına işaret ediyor.

Bu ziyaret, bir anlamda ABD Başkanı Donald Trump’ın daha önce yaptığı bazı açıklamalara rağmen, taraflar arasında güvenlik alanındaki ilişkilerin geçen yıl kaldığı noktadan devam edeceğini ortaya koyuyor. Bakan Mattis’in önce Seul ardından Tokyo’da yaptığı görüşmelerde güvenlik işbirliğinin devamı konusunda verdiği güvence iki ülke yönetimince memnuniyetle karşılandığı gibi, ABD’nin bölgedeki varlığını önemseyen diğer ülkelerde de olumlu yankı buldu.

- Kuzey Kore'nin tehditleri

Bu çerçevede, Kuzey Kore’nin nükleer füze denemeleriyle bölge ülkeleri için güvenlik tehdidi oluşturmaya devam etmesi, Çin yönetiminin Doğu ve Güney Çin Denizi’nin büyük bir bölümünde hak iddialarından geri adım atma yönünde herhangi bir ciddi emare göstermemesi, ABD’nin bölgedeki Güney Kore ve özellikle Japonya gibi güçlü müttefikleriyle bu konuyu öncelikli olarak ele almasında temel nedenleri oluşturuyor.

ABD’de yeni yönetim, bir süredir uluslararası kamuoyuna vermeye çalıştığı ‘içe kapanmacı’ yaklaşımlara rağmen, Asya-Pasifik bölgesindeki bu ilk ziyaretin nedenlerini ABD kamuoyuna açıklama konusunda da pek zorlanmayacak. Nitekim bölgedeki mevcut güvenlik sorunu ABD’yi ve ABD halkını da yakından ilgilendiriyor. Öyle ki Kuzey Kore’nin nükleer füze denemeleri, birincil derecede Güney Kore ve Japonya’yı hedef almış gibi görünse de, Kuzey Kore liderinin defaatle dile getirdiği tehditler dikkate alınacak olursa, Amerika’nın da açık hedef olduğu ortada.

- Güvenlik işbirliği devam edecek

Bu çerçevede Bakan Mattis’in, “Tıpkı dün olduğu gibi bugün de iki ülkeyle güvenlik anlaşmaları geçerlidir” şeklindeki açıklaması, görüşmelerin özeti mahiyetindeydi. Mattis'in bu açıklaması, Kuzey Kore yönetiminin bir süredir gerçekleştirdiği nükleer füze denemelerine yakında kıtalararası denemelerle devam edeceği ve Çin’in ise Doğu ve Güney Çin Denizi’ndeki teritoryal hak iddialarından geri adım atmayacağı yönündeki açıklamalarına bir yanıt teşkil geliyor. Bu gelişme Trump’ın seçim kampanyası ve sonrasında iki ülke ile savunma işbirliğinde maliyetlerin paylaşılması taahhüdünün rafa kaldırıldığı anlamı taşımasa da, Savunma Bakanı’nın ağzından ittifak sürecinin devam edeceğinin teyidi son derece önemli bir gelişmeydi.

Bununla birlikte Bakan Mattis’in bu iki ziyaretinde Tokyo ayağı, iki ülke arasında son dönemdeki gelişmelerin belirli bir süreçte ilerlemekte olduğunu da ortaya koyuyor. Japonya Başbakanı Şinzo Abe, özellikle Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA) konusunda doğan belirsizlik ve güvensizlik ortamını gidermeye yönelik olarak seçimlerden hemen sonra Washington’da Trump’la iki saatlik bir görüşme yapmıştı. Başbakan Abe, önümüzdeki hafta yine Washington’da Trump ile bir kez daha görüşecek.

- Asya-Pasifik'teki Trump tedirginliği

Savunma Bakanı Mattis’in Tokyo ziyareti, Abe’nin ilk ve ikinci ziyaretleri arasında bir bütünlük sağlamaya ve iki lider arasındaki buluşmayı daha da 'anlamlı kılmaya' dönük bir işlev görüyor. Mattis’in ziyareti, ikinci Trump-Abe görüşmesi öncesinde iki ülke arasındaki ilişkilerin hangi alanlarda derlenip toparlanabileceğini belirlemeye yönelikti. Ayrıca, Savunma Bakanı’nın ziyaretinin, ‘Trump şokunun’ atlatılmasına ve başta Güney Kore ile Japonya kamuoyları olmak üzere, bölgedeki tüm ilgili ülkelere olumlu bir mesaj verilmesi gibi psikolojik bir boyutunun olduğunu da dikkate almak gerekiyor.

Savunma Bakanı'nın, Başbakan Abe ve Dışişleri Bakanı Tomomi Inada’yla görüşmelerinde ABD’nin ‘dış tehditler’ karşısında Japonya’nın ulusal savunmasına desteğinin süreceğini açıklaması önemli bir gelişmeydi. Bu noktada, Bakan Mattis, iki ülke arasındaki ortak savunma anlaşmasının 5. Maddesi’ne atfen, “Bir yıl önce, beş yıl önce olduğu gibi, bundan on yıl sonra da geçerliliğini koruyacaktır” açıklaması Japon yöneticilerin yüreğine su serpmiş olmalı. Üstüne üstlük Doğu Çin Denizi’nde Çin’le yaşanan adalar krizinin de bu madde kapsamında değerlendirilmesi Japonya nezdinde memnuniyeti bir kat daha arttırdı.

- ABD'nin bölgedeki askeri varlığı

Öte yandan Japonya’nın savunması için bugüne kadar ABD’nin yüklendiği ‘mali külfetin’ ne kadarının Tokyo yönetimince karşılanacağına dair bir bilgi mevcut değil. Ancak bölgedeki ABD askeri varlığı salt ‘gider hanesiyle’ de ilintili bir husus değil. Bu güvenlik ağı ya da kuşağı sayesinde ABD, ilgili ülkelerde siyasi rejimleri kendisine ‘müttefik’ kıldığı gibi, ABD’li şirketler vasıtasıyla ekonomilerini canlandıracak yatırımlara kapı araladı.

Dolayısıyla, Trump’ın daha önce yaptığı açıklamalar, ABD’nin askeri varlığının bölgeden çekileceği şeklinde algılanmış olsa da, bu yöndeki bir adımın pratikte sorunlar yumağı haline gelecek bir politika olacağına kuşku yok. Bu nedenle, Güney Kore ve Japonya yönetimlerinin, ABD destekli savunma süreçlerini tek başlarına ne kadar sürdürebilecekleri sorusu orta ve uzun vadede kayda değer bölgesel güvenlik açığına işaret edecek.

- İlişkilerin ekonomik boyutu

Başkan Trump’ın TPPA’dan çekilme kararının ardından bölgede oluşacak yeni hareketlilik çerçevesinde Başbakan Abe’nin, bölge ülkeleriyle alternatif ticari anlaşmalar ve birliktelikler oluşturulması konusundaki niyeti hala gündemde bir olasılık olarak yerini koruyor.

Öte yandan, ikili ticari ilişkiler noktasında Trump’ın Japon otomotiv sektörü başta olmak üzere iki ülke arasındaki ticari ve yatırım ilişkilerini ABD menfaatlerine dönük olarak yeniden gözden geçirme kararının pratiğe nasıl yansıyacağını biraz daha bekleyip görmek gerekecek.

Başbakan Abe’nin bu hafta Trump’la yapacağı görüşme bu sürece dair ipuçları verecek. Kaldı ki, Abe’nin geçen hafta otomotiv sektörünün güçlü ismi Toyota’nın başkanı Akio Toyoda ile görüşmesi, ABD ziyaretine hazırlık anlamı taşıyordu. Öte yandan, Toyota başkanının gelecek beş yıllık süre zarfında ABD’ye 10 milyar dolarlık yatırım yapılacağı yönünde geçen ay yaptığı açıklama, Trump yönetimine gönderilen önemli bir mesajdı.

- ABD'nin Asya-Pasifik'teki yeni rolü

Japonya hükümetinin hem TPPA hem de ulusal ve bölgesel güvenlik konusunda ABD ile bu denli yakın temasta bulunma arzusu, en basit ifadesiyle 1945 sonrası oluşan dünya sistemi alışkanlığının devam ettirilmesinden kaynaklanıyor. Bu alışkanlığı oluşturan da ABD’nin bizatihi kendisi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında önce Sovyet Rusya ardından Komünist Çin ve bir ölçüde de Endonezya ve Hindistan’ın başını çektiği ‘Bağlantısızlar’ girişimi karşısında rol alan ve bölgeye rol biçen ABD yönetimi, hem ekonomi modelleri hem güvenlik çemberi olgularıyla bölgede kayda değer bir yer edindi.

ABD yönetimlerinin bölgeyle ilgili belki de karşı çıktıkları tek unsur çeşitli ülkelerde ortaya çıkan diktatöryal rejimler, ajandasında demokratikleşmeyi rafa kaldıran devletler, insan hakları yaklaşımlarına kulak asmayan hükümetlerdi. Ancak zaten Lee Kuan Yew, Dr. Mahathir Muhammed gibi liderlerin bizatihi gündeme taşıdıkları 'Asyalılık değerleri' savunusu şeklinde ‘haklı’ bir gerekçeye dayandırılarak Batıdan gelen eleştirilere pek de kulak asılmıyordu.

- Japonya-ABD ilişkilerinin geleceği

Ancak durum bu kadar da basit değil. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yeniden oluşan küresel dengeler içerisinde mağlup Japonya, galip ABD eliyle dünya kapitalist sistemine eklemlendi. Bu çerçevede, Japonya hem ekonomik yapılanması hem de piyasa düzeni ve tüketim toplumu özellikleriyle bölgede bir atardamar rolü üstlendi. Öte yandan Japonya, askeri savunma sistemlerinin ülke sınırları dışında rol almasına mani olunarak sınırlı bir askeri varlığa mahkum edilirken, aslında ABD ile Japonya öyle kolay kolay aşılabilmesi mümkün olmayan sıkı bağlarla birbirine bağlanmış oldu.

Japonya’nın dış tehditler karşısında savunma hattını ABD garanti altına alırken, Japonya’da kurulan ekonomik sistem bu ülkeyi, ABD merkezli kapitalist yapılanmanın Doğu Asya’daki temsilcisi olmak kadar, bir yandan da üreticisi ve tüketicisi konumuna getirdi. Temelde bu nedenlerden ötürü, yeni başkan Trump’ın ABD’yi TPPA’dan çekmesi, savunma harcamalarında kesenin ağzını kapayacağını ifade etmesi Japonya tarafında soğuk bir duş etkisi yarattı.

- Çin faktörü

Japonya ve Güney Kore başta olmak üzere bölgedeki diğer bazı ülkeleri de Amerikan’ın varlığına ‘muhtaç kılan’ unsurlardan öne çıkan bir diğer olgu ise, Çin’in bölge ülkelerine güven vermeyen ve bu güveni verebileceğini ortaya koyan bir çaba içinde olduğuna tanık olunmaması. Çin de 1980’lerden başlayarak küresel kapitalist sistemin gereklerine uyacağına söz vermiş olsa da, Çin’in, bir model ülke konumunda ele alınmasına imkan verecek sosyal, kültürel ve de yönetimsel program ve pratikleri bulunmuyor. Bu nedenle örneğin Endonezya ve Malezya gibi ülke yönetimlerinin ekonomi ve yatırım ilişkileri çerçevesinde Çin’le yakınlaşma eğilimi gösterdiğinde, ülke halkları tarafından halen ‘komünist’ ideolojiyle anılan Çin’e teslimiyet olarak yorumlanabiliyor.

Bakan Mattis’in Asya-Pasifik ziyareti, ABD yeni yönetiminin küresel politikalara ısınma evresinde bir önceki yönetimin bıraktığı yerden işleri ele almakta olduğunu gösteriyor. Bu sürecin benzer ziyaretlerle olgunlaştırılıp olgunlaştırılmayacağını ise zaman gösterecek.
Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile