Karısını kıskandı, işlediği cinayetin romanını yazdı!

Karısını kıskandı, işlediği cinayetin romanını yazdı!

2000 yılının soğuk bir Aralık günü, Oder Nehri'nin keskin bir şekilde kıvrılarak oluşturduğu küçük körfezde, bölgeye levrek yakalamak için gelen balıkçılar kıyıda yüzen bir şey fark etti. Kütük zannettikleri şey aslında bir cesetti. Adamın cansız bedeni öyle bir haldeydi ki, cinayet olduğu şüphesizdi. Yıllar boyunca faili meçhul kalan bi cinayet çözüldüğünde ise dünya tam anlamıyla dehşete düşecekti.

Polonya'nın güneybatı köşesinde, herhangi bir kasaba veya şehirden uzakta, Oder Nehri keskin bir şekilde kıvrılarak küçük bir körfez oluşturur. Kıyılar yabani otlarla kaplıdır, yüksek çam ve meşe ağaçlarıyla örtülüdür. Bölgeye sadece balıkçılar düzenli olarak gelir çünkü körfezin girişi levrekle doludur.

2000 yılının soğuk bir Aralık günü, bölgeye giden üç arkadaştan biri, kıyıda yüzen bir şey fark etti. İlk başta bunun bir kütük olduğunu düşündü ama yaklaştıkça saça benzer bir şey gördü. Balıkçı, nesneyi oltasıyla dürten arkadaşlarından birine bağırdı. Bu bir cesetti. Balıkçılar hemen polise haber verdi.

İŞKENCE İZLERİ TAŞIYOR


Olay yerine gelen polis ekipleri, bir adamın cesedini sudan dikkatlice çıkardı. Adamın cesedinin boynunda bir ilmik vardı ve elleri arkasından bağlanmıştı. İpin bıçakla kesilmiş gibi görünen bir kısmından anlaşıldığına göre, elleri önceden boynuna bağlıydı. Bu da ellerinin dayanılmaz bir pozisyonda bağlamış olduğunu gösteriyordu. En ufak bir kıpırdama, ilmeği daha da sıkılaştırabilirdi. Adamın öldürüldüğüne dair hiçbir şüphe yoktu. Üzerinde sadece bir sweatshirt ile iç çamaşırı vardı ve işkence izleri taşıyordu. Bir patolog kurbanın bağırsaklarında neredeyse hiç yiyecek olmadığını belirledi. Bu da öldürülmeden önce günlerce aç kaldığını gösteriyordu. Pols yetkilileri adamın önce boğulduğunu ardından da nehre atıldığını düşündü. Ancak ciğerlerindeki sıvıların incelenmesi boğulma belirtileri gösteriyordu. Bu da suya düştüğünde muhtemelen hala hayatta olduğu anlamına geliyordu.

Karısını kıskandı, işlediği cinayetin romanını yazdı

DÖRT HAFTA ÖNCE ORTADAN KAYBOLMUŞ

Uzun boylu, uzun siyah saçlı ve mavi gözlü olan kurban, yaklaşık 100 kilometre uzaktaki Wroclaw kentinde yaşayan ve kayıp olduğu ihbar edilen Dariusz Janiszewski adlı otuz beş yaşındaki işadamının tarifine uyuyor gibiydi. Karısı, yaklaşık dört hafta önce adamın kaybolduğu bilgisini polisle paylaşmıştı. Adam, en son 13 Kasım'da Wroclaw şehir merkezindeki küçük reklam şirketinden ayrılırken görülmüştü.


Polis, cesedi teşhis edip edemediğini görmek için Janiszewski'nin karısını çağırdı. Ancak kadın, eşinin cesedine bakamayacak kadar perişan durumdaydı. Onun yerine Janiszewski'nin annesi teşhis için morga geldi. Oğlunun dalgalı saçlarını ve göğsündeki doğum lekesini hemen tanıdı.

ONLARCA KİŞİ SORGULANDI AMA...

Polis korkunç cinayetle ilgili kapsamlı bir soruşturma başlattı. Tüplü dalgıçlar kanıt aramak için buz gibi nehre daldı. Adli tıp uzmanları ormanı taradı. Düzinelerce kişi sorgulandı ve Janiszewski'nin ticari kayıtları incelendi. Ancak tüm çabalara rağmen kayda değer bir şey bulunamadı. Sekiz yıl önce evlenen Janiszewski ve eşi, evliliklerinde kısa süreli sıkıntı yaşamalarına rağmen, aralarını düzeltmiş ve bir çocuğu evlat edinmek üzereydi.

Karısını kıskandı, işlediği cinayetin romanını yazdı

Janiszewski'nin görünürde ne borcu ne düşmanı ve ne de sabıka kaydı vardı. Tanıklar onu nazik bir adam, rock grubu için müzik besteleyen amatör bir gitarist olarak tanımladı. Karısı, 'İnsanları kışkırtacak türden biri değildi' dedi ve 'Kimseye zarar vermezdi' diye de ekledi.

KUSURSUZ SUÇ

Altı ay sonra, savcının raporunda belirttiği gibi “fail veya faillerin bulunamaması” nedeniyle soruşturma düşürüldü. Janiszewski'nin ailesi, cesedin bulunduğu yerin yakınındaki bir meşe ağacına bir haç astı: Polonya basınının 'kusursuz suç' olarak adlandırdığı şeyin birkaç hatırlatıcısından biri.


2003 sonbaharında bir öğleden sonra, Wroclaw polis departmanında çalışan otuz sekiz yaşındaki bir dedektif olan Jacek Wroblewski, dosyalarının bulunduğu ofisindeki kasanın kilidini açtı ve üzerinde 'Janiszewski' yazan klasörü çıkardı. Saat ilerliyor ve geç oluyordu. Birimin çoğu üyesi, Wroclaw hala Almanya'nın bir parçasıyken Almanların yirminci yüzyılın başlarında inşa ettiği kale benzeri binanın uzun taş koridorunda, kalın ahşap kapıları birbiri ardına kapatarak evlerine gidecekti.

İNSANLARA GÜVEN VERİYORDU

Gece geç saatlerde çalışmayı tercih eden Wroblewski, masasının yanında bir kahve demliği ve küçük bir buzdolabı bulunduruyordu. Polonya'nın tüm duvarı kaplayan haritaları ve resmi ziyaretçileri geldiğinde kaldırdığı, açık giyinmiş kadın takvimleriyle süslenmiş, hücreye benzer odaya sadece bunları sığdırabilmişti.

Janiszewski davası artık üç yaşındaydı ve orijinal soruşturmayı yürüten yerel polis tarafından Wroblewski'nin birimine teslim edilmişti. Wroblewski, bir türlü çözülmemiş olan bu cinayet davasına adeta çekildiğini hissetmişti. Çalışmak için üniforma yerine sıradan bir pantolon ve bir gömlek giyiyordu ve görünüşünde kendi avantajına kullandığı bir sadelik vardı: İnsanlar ona güveniyordu çünkü ondan korkmak için bir nedenleri olmadığını düşünüyorlardı.

LAKABI JACK SPARROW

'Jacek' İngilizce'de 'Jack' ve wróbel 'serçe' anlamına gelir ve bu nedenle meslektaşları ona Jack Sparrow adını takmışlardı. Bu aynı zamanda ünlü 'Karayip Korsanları' serisinde Johnny Depp karakterinin adıydı. Wroblewski ise yanıt olarak 'Ben daha çok kartalım' demekten hoşlanırdı.

Wroblewski 1984'te liseden mezun olduktan sonra, kendi tabiriyle 'hayattaki amacını' aramaya başladı, çeşitli şekillerde belediye memuru, çilingir, asker, uçak tamircisi olarak çalıştı. 1994'te, Komünist rejimin çökmesinden beş yıl sonra, yeniden şekillendirilen polis teşkilatına katıldı. Polonya'daki polis memurlarının maaşları iç karartıcıydı. Wroblewski'nin bir karısı ve bakması gereken iki çocuğu vardı. Yine de sonunda kendisine uygun bir pozisyon bulmuştu. İyi ve kötünün katı bir Katolik vizyonuna sahip olan adam, suçluları kovalamaktan zevk alıyordu. Boş zamanlarını yerel bir üniversitede psikoloji okuyarak geçirdi, çünkü suçlu zihnini anlamak istiyordu.

AŞAĞILAMAK İÇİN SOYULDU

Wroblewski, Janiszewski'nin öldürüldüğünü duymuştu, ancak ayrıntılara aşina değildi ve dosyayı incelemek için masasına oturdu. Faili meçhul davalarda, suçu çözmenin anahtarının genellikle orijinal dosyaya gömülü gözden kaçan bir ipucu olduğunu biliyordu. Patoloğun raporunu ve olay yerinin fotoğraflarını inceledi. Wroblewski, vahşet seviyesinin, failin veya faillerin Janiszewski'ye karşı derin bir kini olduğunu düşündü. Ayrıca, Janiszewski'nin hırpalanmış vücudunda neredeyse hiçbir giysinin olmaması, onu aşağılamak amacıyla soyulduğunu gösteriyordu. Cinsel istismara dair hiçbir kanıt yoktu. Janiszewski'nin karısına göre, kocası yanında her zaman kredi kartı taşıyordu, ancak suçtan sonra hiçbiri kullanılmamıştı. Bu da olayın basit bir soygun olmadığının bir başka göstergesiydi.

ÖZELLİKLE ONU İSTEDİ

Wroblewski, yerel polise verilen çeşitli ifadeleri okudu. En açıklayıcı olanı, Janiszewski'nin reklam şirketinde muhasebeci olarak çalışan annesiydi. Oğlunun kaybolduğu gün, bir adamın sabah 9:30 civarında ofisi arayıp onu sorduğunu söylemişti. Arayan acil bir istekte bulunmuştu. Neredeyse billboard'lar kadar büyük üç tabela istemişti, kadına 'Seninle bu konuyu konuşmayacağım' diyerek özellikle oğlu ile görüşmek istemişti. Annesi oğlunun ofis dışında olduğunu vurgulamıştı, ancak arayan kişiye Janiszewski'nin cep telefonu numarasını verdi. Kim olduğunu açıklamayan adam telefonu kapattı. Janiszewski'nin annesi adamın sesnini ilk kez duyduğuna emindi. Konuşma sırasında arka planda bir ses duymuştu, boğuk bir kükreme. Daha sonra oğlu ofise geldiğinde, ona müşterinin arayıp aramadığını sordu ve Janiszewski o öğleden sonra buluşmayı ayarladıklarını söyledi. Janiszewski'yi canlı gören son kişi olan binadaki resepsiyon görevlisine göre, Janiszewski ofisten saat dört civarında ayrıldı. Peugeot marka aracını otoparkta bıraktı. Ailesinin söylediğine göre, bu durum oldukça sıra dışıydı.

ARAYAN FAİL MİYDİ?

Müfettişler, telefon kayıtlarını kontrol ettiklerinde, Janiszewski'nin ofisine yapılan aramanın sokağın aşağısındaki bir telefon kulübesinden geldiğini keşfetti. Wroblewski, arka plandaki gürültüyü bunun açıkladığını düşündü. Kayıtlar ayrıca, görüşme bittikten bir dakika sonra aynı umumi telefondan birinin Janiszewski'nin cep telefonunu aradığını da ortaya çıkardı. Aramalar şüpheli olmasına rağmen, Wroblewski arayan kişinin fail olduğundan emin olamamıştı, tıpkı suça kaç saldırganın karıştığını henüz söyleyemediği gibi. Janiszewski'nin boyu 1.85'e yakındı ve 90 kilogramdan daha ağırdı. Onu bu şekilde bağlayıp cesedini ortadan kaldırmak için birden fazla kişi gerekmiş olabilirdi.

KAYIP CEP TELEFONU DETAYI

Resepsiyonist, Janiszewski ofisten ayrıldığında, onları ayrıntılı olarak tarif edemese de, görünüşte onu takip eden iki adam gördüğünü bildirdi. Kaçırmanın arkasında kim varsa, son derece organize ve kurnazdı. Bunu yapan ya da yapanlar, Janiszewski'nin iş rutinini incelemiş ve onu ofisinden nasıl çıkaracağını ve onu arabaya nasıl çekeceğini biliyor olmalıydı.

Wroblewski dava detaylarını incelemeye devam etti ancak gözüne çarpan bir şey bulamadı. Birkaç saat sonra dosyayı kasasına kilitledi, ancak sonraki birkaç gün ve gece boyunca tekrar tekrar çıkardı. Bir noktada, Janiszewski'nin cep telefonunun hiç bulunmadığını fark etti. Wroblewski, telefonun takip edilip edilemeyeceğine bakmaya karar verdi. Bu pek olası değildi çünkü Polonya, teknolojik gelişmede diğer Avrupa ülkelerinin gerisinde kalmıştı. Mali açıdan sıkıntılı olan polis gücü, hücresel ve bilgisayar iletişimini izlemek için daha karmaşık yöntemler benimsemeye yeni yeni başlıyordu.

O İSİM KARŞISINA İLK KEZ ÇIKTI

Yine de, Wroblewski bu yeni tekniklerle yakından ilgilendi ve departmanın yakın zamanda işe aldığı telekomünikasyon uzmanının yardımıyla ayrıntılı bir araştırmaya başladı. Janiszewski kaybolduğundan beri telefon numarası kullanılmamış olsa da, Wroblewski cep telefonlarının genellikle üreticiden alınan bir seri numarası taşıdığını biliyordu. Bu seri numarasına ulaşan Wroblewski'yi hayrete düşüren bir gelişme yaşandı. Kendisi ve meslektaşı kısa sürede bir eşleşme buldular: Janiszewski'nin kaybolmasından dört gün sonra, bir online müzayede sitesi olan Allegro'da aynı seri numarasına sahip bir cep telefonu satılmıştı. Araştırmacıların öğrendiğine göre, satıcı ChrisB[7] adıyla oturum açmıştı. Adami Krystian Bala adında otuz yaşında Polonyalı bir entelektüeldi.

SADİST VE ÜRKÜTÜCÜ BİR KİTAP: AMOK

Böylesine iyi planlanmış bir suçu işleyen bir katilin, kurbanın cep telefonunu bir internet müzayede sitesinde satması akıl almaz görünüyordu. Wroblewski, Bala'nın onu başka birinden almış olabileceğini, bir rehinciden satın alabileceğini, hatta sokakta bulmuş olabileceğini fark etti. Bala o zamandan beri yurt dışına taşınmıştı ve ona kolayca ulaşılamıyordu, ancak Wroblewski geçmişini kontrol ederken yakın zamanda “Amok” adlı bir roman yayınladığını keşfetti. Wroblewski, kapağında Şeytan'ın eski bir sembolü olan gerçeküstü bir keçi görüntüsü olan kitabı satın aldı. Fransız romancı Michel Houellebecq'in eserleri gibi kitap da sadist, pornografik ve ürkütücüydü. Hikayeyi anlatan ana karakter, felsefe hakkında düşünmediği zamanlarda içki içip kadınlarla ilişkiye giren, canı sıkılmış Polonyalı bir entelektüeldi.
Gizli tehlike! Facebook, Metaverse oldu ama...


İLMİK DETAYI

Çoğunlukla tarih kitapları okuyan Wroblewski, romanın şiddetle Kilise karşıtı olan içeriği karşısında şoke oldu. Anlatıcının sevgilisini sebepsiz yere öldürdüğünü ve eylemi çok iyi şekilde gizlediği için yakalanmadığını not etti. Wroblewski, özellikle katilin yönteminden etkilendi: 'Boynuna ilmiği sıktım.' diye yazmıştı. Wroblewski daha sonra başka bir şey fark etti: Katilin adı Chris'ti, yani yazarın adının İngilizce versiyonu. Aynı zamanda Krystian Bala'nın internet müzayede sitesinde yayınladığı isimdi. Wroblewski kitabı daha da dikkatlice okumaya başladı.

KENDİNİ İŞ ADAMI GİBİ HİSSETMEYEN BİR ENTELEKTÜEL

Dört yıl önce, 1999 baharında Krystian Bala, Wroclaw'da bir kafede üç parçalı bir takım elbise içerisinde oturuyordu. Polonya kapitalist sisteminde yeni nesil işadamları hakkında “Genç Para” adlı bir belgeselde yer alacaktı. O zamanlar yirmi altı yaşında olan Bala, Amerika Birleşik Devletleri'nden gelişmiş makineler kullanan bir endüstriyel temizlik işine başladığı için belgesel için seçilmişti. Bala, çekim için giyinmiş olsa da, bir iş adamından çok düşünceli bir şaire benziyordu. Koyu renkli ve düşünceli bakan gözleri, kıvırcık kahverengi saçları vardı. İnce ve hassas görünüşüyle o kadar yakışıklıydı ki arkadaşları ona 'Amour' lakabını takmıştı. Bir felsefe profesörü gibi konuşuyordu ve eğitimini almış olmayı umduğu şey buydu. Bala daha sonra kendisiyle röportaj yapan kişiye, 'Kendimi iş adamı gibi hissetmiyorum' dedi ve her zaman 'akademik bir kariyer hayal ettiğini' ekledi.

FELSEFE MERAKLISI PARLAK ÖĞRENCİ

Liseyi birincilikle bitirmişti ve 1992'den 1997'ye kadar devam ettiği Wroclaw Üniversitesi'nde lisans öğrencisi olarak en parlak felsefe öğrencilerinden biriydi. Bala'nın felsefe profesörlerinden biri olan Beata Sierocka, öğrenmeye karşı doymak bilmez bir iştahı ve 'merak eden, asi bir zihne' sahip olduğunu söyledi. Wroclaw'ın dışındaki bir taşra kasabası olan Chojnow'da sık sık ailesiyle birlikte kalan Bala, eve yığınla felsefe kitabı getirdi. Kitaplar zamanla koridorları kaplamaya ve bodrum katını doldurmaya başladı. Polonya'nın felsefe bölümleri uzun zamandır, tıpkı liberalizm gibi Marksizmin egemenliğindeydi. Ancak Bala, dilin bir satranç oyunu gibi esasen sosyal bir etkinlik olduğunu savunan Ludwig Wittgenstein'ın radikal argümanlarına çekildi. Bala, Wittgenstein'dan sık sık 'ustam' diye söz ederdi. Ayrıca Friedrich Nietzsche'nin 'gerçekler yoktur, sadece yorumlar vardır' ve 'Gerçekler bizim yanılsama olduğunu unuttuğumuz yanılsamadır' şeklindeki meşhur iddiasını da benimsemişti.

Bala'nın inşaat işçisi ve taksi şoförü olan, 'Ben basit, eğitimsiz bir adamım' diyen babası Stanislaw, oğlunun akademik başarılarından gurur duyuyordu. Yine de, ara sıra Krystian'ın kitaplarını atmak isterdi. Stanislaw bazen Fransa'da çalıştı ve yaz boyunca Krystian çalışmaları için ekstra para kazanmak için sık sık onunla birlikte gitti. Stanislaw, 'Kitaplarla dolu valizler getirirdi' diye hatırlıyor ve ekliyor: 'Bütün gün çalışır ve gece boyunca okurdu.'

'UZUN YAŞAMAYACAĞIM AMA ÖFKEYLE YAŞAYACAĞIM'

O zamana kadar Bala, Jacques Derrida ve Michel Foucault gibi Fransız postmodernistler tarafından adeta büyülendi. Bala, ünlü Amerikalı filozof Richard Rorty hakkında da bir tez yazdı. Bala, 'tüm sistemlere acımasızca karşı çıkacağına' yemin eden ve bir zamanlar insan kurban etmeyi düşünen Georges Bataille'ın eserlerini silip süpürdü. Arkadaşlarına “sözleşmelerden” nefret ettiğini ve “her şeye muktedir” olduğunu söyledi ve “Uzun yaşamayacağım ama öfkeyle yaşayacağım!” diye ısrar etti.
İşlediği suçlar dehşete düşürdü! Meğer sabıkası kabarıkmış...
İlgili Haber

Bazıları bu tür açıklamalarını çocukça, hatta gülünç buldu; kimileri ise onlardan büyülendi. Ona en yakın olanlar onun hikayelerini sadece şakacı konfabulasyonlar olarak görüyorlardı. Eski profesörü Sierocka, Bala'nın aslında her zaman 'kibar, enerjik, çalışkan ve ilkeli' biri olduğunu söylüyor.

ÇAPKINLIĞI BIRAKIP EVLENDİ

1995'te Bala, çapkın duruşunu reddederek Stasia adıyla seslendiği lise sevgilisi Stanislawa ile evlendi. Liseyi bırakan ve sekreter olarak çalışan Stasia, dile ya da felsefeye pek ilgi göstermedi. Bala'nın annesi, Stasia'nın oğlu için uygun olmadığına inanarak evliliğe karşı çıktı. “En azından çalışmalarını bitirmesini beklemesi gerektiğini düşündüm” dedi. Ancak Bala, onu her zaman seven Stasia'ya bakmak istediğinde ısrar etti ve 1997'de oğulları Kacper doğdu. O yıl, Bala üniversiteden mümkün olan en yüksek notla mezun oldu ve felsefe alanında doktora programına kaydoldu. Ailesine destek olmak için mücadele etti ve kısa süre sonra temizlik işini açmak için okulu bıraktı. Polonya'nın yeni nesil işadamlarını konu alan belgeselde Bala, 'Gerçek geldi ve kıçıma tekmeyi bastı' diyordu.

İyi bir iş adamı değildi. Ne zaman para gelse, meslektaşları, onu şirketine yatırmak yerine harcadığını söylerdi. 2000 yılına kadar iflas başvurusunda bulundu. Evliliği de çöktü. Eşi daha sonra “Temel sorun kadınlardı” dedi. 'Bir ilişkisi olduğunu biliyordum.' Stasia ondan ayrıldıktan sonra, umutsuz görünüyordu ve Polonya'dan ayrıldı, Amerika Birleşik Devletleri'ne ve daha sonra İngilizce ve tüplü dalış öğrettiği Asya'ya gitti.

'İYİ BİR YALANCIYIM ÇÜNKÜ YALANLARIMA İNANIYORUM

Tüm felsefi takıntılarını içine alan “Amok” üzerinde yoğun bir şekilde çalışmaya başladı. Hikaye, Raskolnikov'un kendi adaletini sağlayabilecek üstün bir varlık olduğuna inandığı ve sefil bir tefeciyi öldürdüğü “Suç ve Ceza”yı taklit ediyordu. Raskolnikov, Frankenstein'ın modernite canavarıysa, “Amok”un kahramanı Chris de bir postmodernite canavarıdır. Kitabın kahramanı Chris, 'Ben iyi bir yalancıyım çünkü yalanlara kendim inanıyorum' diyor.

Ahlaki, bilimsel, tarihsel, biyografik, yasal bir gerçek duygusundan bağımsız olarak Chris, korkunç bir öfke patlamasına girişiyor. Karısı onu en iyi arkadaşıyla yakalayıp terk ettikten sonra sayısız kadınla birlikte oluyor. Geleneği tersine çevirerek, çirkin kadınlara şehvet duyuyor ve onların 'daha gerçek, daha dokunulabilir, daha canlı' olduklarında ısrar ediyor. Çok içiyor. Geleneksel filozoflarla alay ediyor ve Katolik Kilisesi'ne küfrediyor. Sonunda, nihai ahlaki gerçek olarak kabul edilen şeyi reddeden Chris, kız arkadaşı Mary'yi öldürüyor. 'Bir elimle onu tutarak boynundaki ilmeği sıktım” diyor. 'Diğer elimle bıçağı sol göğsünün altına sapladım... Her şey kan içindeydi.”

ÇOCUKLARIN ERİŞEMEYECEĞİ RAFLARA KOYDULAR

Pek çok postmodern romanın türevi olan “Amok”un üslubu ve yapısı, gerçeğin bir yanılsama olduğu fikrini pekiştiriyor: Zaten roman, yalandan ve mit yaratmadan başka nedir ki? Bala'nın anlatıcısı sık sık okuyucuya hitap ediyor ve ona bir kurgu eseri tarafından baştan çıkarılmakta olduğunu hatırlatıyor.

Bala kitabı 2002'nin sonlarına doğru bitirdi. Chris'e kendi biyografisine benzer bir biyografi vermiş, yazar ile anlatıcı arasındaki sınırı bulanıklaştırmıştı. Hatta kitabın bölümlerini Amok adlı bir blogda yayınladı ve okuyucularla yaptığı tartışmalarda sanki karaktermiş gibi Chris adı altında yorumlar yazdı.


Polonya'daki bazı kitapçılar, romanın şoke edici içeriğinden ötürü onu çocukların erişemeyeceği en yüksek raflara yerleştirdi. İnternette, birkaç eleştirmen “Amok”u övdü. Biri, 'Polonya edebiyatında bu tür bir kitabımız olmadı' diye yazdı. Bir diğeri ona “illüzyon şaheseri” dedi. Yine de çoğu okuyucu, büyük bir Polonya gazetesinin belirttiği gibi, kitabı 'edebi değeri yok' şeklinde değerlendirdi. Bala'nın arkadaşlarından biri bile onu 'çöp' olarak nitelendirdi. Felsefe profesörü Sierocka onu açtığında, Bala'nın üniversitede yazdığı makalelerin basit, akıllı üslubunun antitezi olan kaba dili karşısında şaşkına döndü, kitabı 'okunması zor' bulduğunu söyledi. Bala'nın daha sonra eski bir kız arkadaşı da, kitabı okuduğunda şok geçirdiğini söyledi ve ekledi: 'O kelimeleri bana karşı asla kullanmadı. Asla müstehcen veya kaba davranmadı. Cinsel hayatımız normaldi.”

SADECE BİRKAÇ BİN KOPYA SATTI

Bala'nın arkadaşlarının çoğu, onun hayatında asla yapmadığı şeyi kendi kurgusunda yapmak istediğine inanıyordu: Her tabuyu yıkmak. Bala'nın “Amok” yayınlandıktan sonra verdiği röportajda, 'Kitabı herhangi bir geleneği umursamadan yazdım' demişti. Bala'nın kendi tahminine göre, “Amok” sadece birkaç bin kopya sattı. Ama sonunda edebiyatın büyük eserleri arasında yerini bulacağından emindi. “Bir gün kitabımın takdir edileceğine gerçekten inanıyorum” dedi: 'Tarih, bazı sanat eserlerinin tanınmadan önce uzun yıllar beklemesi gerektiğini öğretir.'

En azından bir açıdan kitap başarılı oldu. Chris gerçekten o kadar ürkütücüydü ki, rahatsız bir zihnin ürünü olduğuna; kendisinin ve yazarın gerçekten ayırt edilemez olduğuna inanmamak zordu. Bala'nın web sitesinde okuyucular onu ve çalışmalarını “grotesk”, “cinsiyetçi” ve “psikopat” olarak tanımladılar. 2003 yılının Haziran ayında bir internet sohbeti sırasında bir arkadaşı Bala'ya kitabının, okuyucuda kendisi hakkında iyi bir izlenim bırakmadığını söyledi. Bala ona kitabın kurgu olduğuna dair güvence verdiğinde, Chris'in düşüncelerinin 'sizin düşünceleriniz' olması gerektiğinde ısrar etti. Bala sinirlendi ve 'Buna ancak aptallar inanır' dedi.

TESADÜF OLAMAYACAK KADAR OLAĞANDIŞI

Dedektif Wroblewski, 'Amok'u incelerken çeşitli pasajların altını çizdi. İlk bakışta, Mary'nin cinayetiyle ilgili birkaç ayrıntı, Janiszewski'nin öldürülmesine benziyordu. En bariz şekilde, romandaki kurban bir kadındı ve katilin uzun zamandır arkadaşıydı. Dahası, Mary'nin boynunda bir ilmik olmasına rağmen, bir Japon bıçağıyla bıçaklanıyordu ancak Janiszewski bıçaklanmamıştı. Ama öyle kitaptaki bir ayrıntı vardı ki, Wroblewski'yi tepeden tırnağa ürpertmişti: Cinayetten sonra Chris, 'Japon bıçağını bir internet müzayedesinde satıyorum' diyordu. Aynı Janiszewski'nin cep telefonunun internette satılmış olması gibi. Üstelik bu, polisin asla halka açıklamadığı bir ayrıntıydı ve tesadüf olamayacak kadar olağanüstü görünüyordu.

“Amok”un bir noktasında Chris, bir adamı da öldürdüğünü ima ediyordu. Chris, cinayetle ilgili şunları ekliyordu, 'Herkes bunu bir masal olarak görüyor. Belki böylesi daha iyidir. Kahretsin. Bazen ben de inanmıyorum.'

Wroblewski, postmodernizm veya dil oyunları hakkında hiç okumamıştı. Onun için gerçekler kurşunlar kadar çözülmezdi. Ya birini öldürdün ya da öldürmedin. Görevi, reddedilemez gerçeği ortaya çıkaran mantıklı bir kanıt zincirini bir araya getirmekti. Ancak Wroblewski, bir katili yakalamak için onu oluşturan sosyal ve psikolojik güçleri anlamanız gerektiğine de inanıyordu.

KİTABI OKUYARAK İPUCU ARADILAR

Dedektif ekibinin üyelerini şaşırtan Wroblewski, romanın kopyalarını çıkarttı ve herkese dağıttı. Her bir polis memuruna 'yorumlaması' için bir bölüm verildi: Herhangi bir ipucu, kodlanmış mesaj, gerçeklikle bir paralellik bulmaya çalışmak. Bala ülke dışında yaşadığı için Wroblewski, meslektaşlarını yazarı alarma geçirebilecek hiçbir şey yapmamaları konusunda uyardı.

Wroblewski, Bala'nın periyodik olarak yaptığı gibi ailesini görmek için gönüllü olarak eve dönmezse, Polonya polisinin onu yakalamasının neredeyse imkansız olacağını biliyordu. En azından bir süre için polis, Bala'nın ailesini ve arkadaşlarını sorgulamaktan kaçınmak zorunda kaldı. Bunun yerine, Wroblewski ve ekibi kamuya açık kayıtları taradı ve Bala'nın daha uzak tanıdıklarını sorguladı, şüphelinin bir profilini oluşturdu ve daha sonra romandaki Chris'in profiliyle karşılaştırdı

ŞAŞIRTAN BENZERLİKLER

Wroblewski resmi olmayan bir puan kartı tuttu: Hem Bala hem de edebi eseri felsefe tarafından tüketildi, eşleri tarafından terk edildi, iflas etti, dünyayı dolaştı ve çok fazla içti.

Wroblewski, Bala'nın bir zamanlar polis tarafından gözaltına alındığını keşfetti ve resmi raporu aldığında, sanki daha önce okumuş gibiydi. Bala'nın kendisiyle birlikte gözaltına alınan arkadaşı Pawel'in mahkemede verdiği ifadede, 'Krystian akşam bana geldi ve içmeye başladık. Aslında sabaha kadar içtik. Alkol bitti, biz de bir şişe daha almak için markete gittik. Dükkandan dönerken bir kilisenin önünden geçiyorduk ve o anda aklımıza çok aptalca bir fikir geldi.'

Yargıç, 'Aklınıza ne geldi' diye sordu. Pawel, 'Kiliseye girdik ve St. Anthony'nin figürünü gördük ve onu aldık.' diye cevapladı. Romanda da polis, Chris ve arkadaşını St. Anthony heykelinin yanında içki içerken yakalamıştı.

Wroblewski, 'Amok'u suça giden 'yol haritası' olarak tanımlamaya başladı. Ancak bazı yetkililer, soruşturmayı oldukça şüpheli bir yöne ittiğine dair itiraz etti. Polis, Bala'yı anlamak için bir suç psikoloğundan Chris'in karakterini analiz etmesini istedi. Psikolog raporunda şöyle yazdı: “Chris'in karakteri, büyük entelektüel hırsları olan benmerkezci bir adam. Onun işleyiş biçimi psikopatik davranışın özelliklerini gösterir. Görevini gerçekten gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini görmek için sınırları test ediyor. İnsanlara saygısız davranır, onları entelektüel olarak kendinden aşağı görür, kendi ihtiyaçlarını karşılamak için manipülasyona başvurur ve cinsel arzularını hedonist bir şekilde tatmin etmeye kararlıdır.'

TEK BİR SOMUT DELİL

Psikolog, Bala ve Chris arasındaki boşanma ve felsefi çıkarlar gibi bağlantıları kabul etti, ancak bu tür örtüşmelerin 'roman yazarlarında yaygın' olduğu konusunda uyardı. Ve uyardı, 'Yazarın bir analizini kurgusal karakterine dayandırmak büyük bir ihlal olur.'

Wroblewski, romandaki ayrıntıların kanıt olarak nitelendirilmediğini biliyordu. Bağımsız olarak doğrulanmaları gerekiyordu. Şimdiye kadar Bala'yı kurbanla ilişkilendiren tek bir somut delile sahipti: Cep telefonu.

Şubat 2002'de, 'Amerika'nın En Çok Arananlar'ı gibi, suçların çözülmesinde halktan yardım isteyen Polonya televizyon programı '997' Janiszewski cinayetine ayrılmış bir bölüm yayınladı. Ardından program, soruşturmanın ilerleyişi hakkında en son haberleri Web sitesinde yayınladı ve ipuçları istedi. Wroblewski ve adamları yanıtları dikkatle analiz ettiler. Yıllar boyunca, Japonya, Güney Kore ve Amerika Birleşik Devletleri gibi uzak yerlerden yüzlerce insan web sitesini ziyaret etti. Yine de polis tek bir verimli ipucu bulamadı.

MÜZAYEDEDE BAKTIĞI KİTAP ŞOKE ETTİ

Wroblewski ve birlikte çalıştığı telekomünikasyon uzmanı, Bala'nın ChrisB[7] olarak oturum açmışken İnternette başka herhangi bir ürün satın alıp almadığını veya satıp satmadığını kontrol ettiğinde ilginç bir keşifte bulundu. Janiszewski'nin kaçırılmasından bir ay önce, 17 Ekim 2000'de Bala, Allegro müzayede sitesine 'Kazara, İntihar veya Suçlu Ası' adlı bir polis el kitabı için tıklamıştı. El kitabında, “Olgun, bilinçli, sağlıklı ve fiziksel olarak formda bir kişiyi asmak, birkaç kişi için bile çok zordur” diye yazıyor ve ilmik bağlanmasının çeşitli yollarını açıklıyordu.

Bala, Allegro hakkındaki kitabı satın almadı ve başka bir yerden edinip edinmediği belli değildi, ancak bu tür bilgileri arıyor olması, en azından Wroblewski için bir kasıt işaretiydi. Yine de Wroblewski, Bala'yı cinayetten mahkum etmek istiyorsa, topladığı ikinci derece kanıtlardan daha fazlasına ihtiyacı olacağını biliyordu: Bir itirafa ihtiyacı olacaktı.

Bala yurtdışında kaldı, seyahat dergilerinde makaleler yayınlayarak ve İngilizce ve tüplü dalış öğreterek geçimini sağladı. 2005 yılının Ocak ayında Mikronezya'yı ziyaret ederken bir arkadaşına “Bu mektubu cennetten yazıyorum” diye bir e-posta gönderdi. Sonunda, o sonbaharda Wroblewski, Bala'nın eve döneceğini öğrendi.

ÖYLE BİR HİKAYE ANLATTI Kİ...

'5 Eylül 2005 günü, eve döndükten kısa bir süre sonra, saat 14.30 civarında, Chojnow'daki Legnicka Caddesi'ndeki bir eczaneden ayrıldıktan sonra üç adam tarafından saldırıya uğradım. Biri kollarımı arkamdan büktü; bir diğeri boğazımı sıktı, böylece konuşamıyor ve zar zor nefes alabiliyordum. Bu sırada üçüncüsü beni kelepçeledi.' Bala başına gelenleri bu sözlerle anlattı.

Bala, saldırganların uzun ve kaslı, dazlak gibi kısa kesilmiş saçlara sahip olduğunu söyledi. Bala'ya kim olduklarını veya ne istediklerini söylemeden onu koyu yeşil bir araca bindirdiler ve kafasına siyah bir plastik torba geçirdiler. “Hiçbir şey göremedim,” dedi Bala. 'Yüzüstü yere yatmamı emrettiler.'

Bala, saldırganların kendisini dövmeye ve küfürler savurmaya devam ettiğini söyledi. Onu rahat bırakmaları ve canını yakmamaları için onlara yalvardı. Bala yurtdışında yaşadığı ve yazar olarak bilindiği için adamların onun zengin olduğunu varsaydığını ve fidye aradıklarını düşündüğünü söyledi. Bala, “Onlara param olmadığını açıklamaya çalıştım” dedi. Yine de ne kadar çok konuşursa, ona o kadar vahşice saldırdılar.

Sonunda araba, görünüşe göre ormanlık bir alanda durdu. Adamlardan biri, 'Bu pislik için burada bir delik açıp onu gömebiliriz' dedi. Bala plastik torbadan nefes almakta zorlanıyordu. 'Bunun hayatımın son anı olacağını düşünmüştüm ama aniden arabaya geri döndüler ve tekrar sürmeye başladılar' dedi.

Uzun bir süre sonra araba başka bir yere geldi ve adamlar onu arabadan dışarı iterek bir binaya soktu. Bala, 'Kapı sesi duymadım ama rüzgar ve güneş olmadığı için girdiğimizi sandım' dedi. Adamlar, işbirliği yapmazsa onu öldürmekle tehdit ettiler, sonra onu küçük bir odaya götürdüler, orada soydular, yemekk vermediler, dövdüler ve onu sorgulamaya başladılar. Bala, ancak o zaman polis tarafından gözaltına alındığını ve Jack Sparrow adında bir adam tarafından sorgulanmak üzere getirildiğini fark ettiğini söyledi.

STANDART PROSEDÜRLER KULLANILDI

Wroblewski ise o gün olanları, 'Bunların hiçbiri olmadı. Standart prosedürleri kullandık' diyerek açıkladı. Wroblewski ve diğer memurlara göre, Bala'yı eczane çıkışında şiddet uygulamadan yakaladılar ve onu Wroclaw'daki polis merkezine götürdüler. Wroblewski ve Bala, dedektifin sıkışık ofisinde karşı karşıya oturdu; başının üzerindeki ampul hafif bir parıltı saçıyordu ve Bala, kitabının kapağındaki resme ürkütücü bir şekilde benzeyen keçi boynuzlarını duvarda görebiliyordu.

Wroblewski başlangıçta hemen cinayetten bahsetmedi. Bala'nın işi ve ilişkileri hakkında bilgileri ortaya çıkarmaya çalıştı ve polisin suç hakkında zaten bildiği şeyi gizlemeye çalıştı. Wroblewski cinayet hakkında onunla yüzleştiğinde Bala afallamış görünüyordu. 'Dariusz Janiszewski'yi tanımıyordum' dedi ve ekledi: 'Cinayet hakkında hiçbir şey bilmiyorum.'

Wroblewski, “Amok”taki ilginç ayrıntılar hakkında ona baskı yaptı. Bala daha sonra, “Delilikti. Kitaba benim gerçek otobiyografimmiş gibi davrandı. Kitabı yüz kere okumuş olmalı. Bunu ezbere biliyordu.” dedi.

Wroblewski daha sonra en büyük kozunu oynadı: Cep telefonu. Bala onu ele geçirmişti? Bala, hatırlayamadığını söyledi, ne de olsa beş yıl önceydi. Ardından, geçmişte birkaç kez yaptığı gibi, telefonu bir rehinciden almış olması gerektiğini söyledi. Buunla da kalmayıp, yalan makinesi testi yapmayı kabul etti.

YALAN MAKİNESİNİ GEÇMEYİ BAŞARDI

Wroblewski, yalan makinesi görevlisi için soruların hazırlanmasına yardımcı oldu. Sorular şunlardı:

Dariusz Janiszewski hayatını kaybetmeden hemen önce bunun olacağını biliyor muydunuz?

Onu öldüren sen miydin?

Onu gerçekte kimin öldürdüğünü biliyor musun?

Janiszewski'yi tanıyor muydunuz?

Janiszewski'nin rehin tutulduğu yerde miydin?

Bala her soruya 'hayır' cevabını verdi. Periyodik olarak, bir tüplü dalgıç gibi nefesini yavaşlatıyor gibiydi. Yalan makinesi testi görevlisi, testi manipüle etmeye çalışıp çalışmadığını merak ediyordu. Bazı sorularda Bala'nın yalan söylediğinden şüphelendi, ancak her şeye rağmen sonuçlar yetersizdi.

Polonya'da, şüpheli kırk sekiz saat gözaltında tutulduktan sonra, davadaki savcının kanıtlarını hakime sunması ve şüpheliyi suçlaması gerekiyor. Aksi takdirde polis onu serbest bırakmak zorunda kalıyor. Bala aleyhindeki dava zayıf kaldı. Wroblewski ve polisin sahip olduğu tek şey, Bala'nın iddia ettiği gibi bir rehinciden almış olabileceği cep telefonuydu. Bir yalan makinesinin yarım yamalak güvenilmez sonuçları, Bala'nın satın almamış olabileceği bir kitap ve muhtemelen bir romana gömülü ipuçları.

İKİ YIL UĞRAŞTI AMA...

Wroblewski'nin elinde cinayet sebebi veya itiraf yoktu. Sonuç olarak, yetkililer Bala'yı yalnızca çalıntı mal (Janiszewski'nin telefonunu) satmakla ve Wroblewski'nin soruşturması sırasında ortaya çıkardığı alakasız bir ticari meselede rüşvet vermekle suçladı. Wroblewski, her iki suçlamanın da hapis cezası gerektirmeyeceğini biliyordu. O günleri, 'Bir dava oluşturmak için iki yılımı harcadım ve her şeyin çöküşünü izliyordum' diye hatırlıyordu.

Daha sonra, Wroblewski Bala'nın pasaportunu karıştırırken Japonya, Güney Kore ve Amerika Birleşik Devletleri'nden pullar fark etti. “997” adlı televizyon programının web sitesinin tüm bu ülkelerden sayfa görüntülemeleri kaydettiğini hatırladı. Bu, araştırmacıları şaşırtan bir gerçekti. Neden bu kadar uzaktaki biri, yerel bir Polonya cinayetiyle ilgilensin ki? Wroblewski, Bala'nın her ülkede olduğu dönemleri sayfa görüntüleme zamanlarıyla karşılaştırdı. Tarihler eşleşti.

ESKİ KIZ ARKADAŞI SAVUNMA KOMİTESİ KURDU

Bu arada Bala, bir anda ünlü olmuştu. Wroblewski onu cinayetten soruşturmaya devam ederken, Bala kaçırıldığını ve işkence gördüğünü iddia ederek yetkililere resmi bir şikayette bulundu. Bala, arkadaşı Rasinski'ye sanatı nedeniyle zulüm gördüğünü söylediğinde, Rasinski inanamadı, “Bir sonraki romanı için çılgın bir fikri test ettiğini düşündüm” dedi. Kısa bir süre sonra, Wroblewski, Rasinski'yi arkadaşı hakkında sorguladı. Rasinski, “İşte o zaman Krystian'ın doğruyu söylediğini anladım” dedi.

Soruşturma üzerine öfke yükselirken, Bala'nın kız arkadaşlarından biri olan Denise Rinehart onun adına bir savunma komitesi kurdu. Amerikalı bir tiyatro yönetmeni olan Rinehart, Bala'yla 2001 yılında Polonya'da okurken tanıştı ve daha sonra birlikte Amerika Birleşik Devletleri ile Güney Kore'ye seyahat ettiler. Rinehart internet üzerinden destek istedi ve şöyle yazdı: 'Krystian, 'Amok' adlı kurgusal ve felsefi kitabın yazarıdır. Acımasız sorgulaması sırasında kitabına defalarca atıfta bulundular ve onu suçluluğunun kanıtı olarak gösterdiler.'

Çok geçmeden Polonya Adalet Bakanlığı, Bala adına dünyanın dört bir yanından gelen mektuplara boğuldu. Biri, “Sn. Bala, BM İnsan Hakları Beyannamesi'nin ifade özgürlüğünü garanti altına alan 19. maddesi uyarınca haklarını hak ediyor. Kendisinin kaçırılması ve hapsedilmesiyle ilgili derhal ve kapsamlı bir soruşturma yürütüldüğünden ve sorumlu bulunanların hepsinin adalete teslim edildiğinden emin olmanızı istiyoruz.' diye yazdı.

Bu arada Polonyalı yetkililer, Bala'nın kötü muamele iddialarıyla ilgili bir iç soruşturma başlatmıştı. 2006'nın başlarında, aylarca süren araştırmadan sonra, müfettişler hiçbir kanıt bulamadıklarını açıkladılar.

ŞEYTAN AYRINTIDA GİZLİDİR

Sorgulananların çoğu Bala hakkında olumlu konuştu. Eski kız arkadaşlarından biri onun hakkında 'zeki, ilginç bir adam' dedi. Bala, kısa süre önce Polonya'daki bir İngilizce eğitim okulunda eski bir işverenden, onu 'zeki', 'meraklı' ve 'anlaşılması kolay' olarak tanımlayan ve 'keskin mizah anlayışını' öven bir referans almıştı. Referans, 'Hiçbir çekince olmaksızın, çocuklarla herhangi bir öğretim pozisyonu için Krystian Bala'yı şiddetle tavsiye ediyorum.' diyordu.

Yine de Wroblewski ve adamları 'şeytan ayrıntıda gizlidir' diye düşünerek arayışlarını derinleştirdikçe, Bala'nın hayatının daha karanlık bir resmi ortaya çıkmaya başladı. İşlerinin ve evliliğinin çöktüğü ve Janiszewski'nin öldürüldüğü 1999 ve 2000 yılları özellikle sıkıntılı geçmişti. Ailenin bakıcısı onu giderek daha fazla sarhoş ve kontrolden çıkmış biri olarak tanımladı. Karısı Stasia'yı sürekli azarladığını ve yüzüne karşı 'onu aldattığını' bağırdığını söyledi.

Birçok kişiye göre, Bala ve eşi 2000 yılında ayrıldıktan sonra, Bala ona karşı sahiplenen bir tavır takınmayı sürdürdü. Bala'ya 'otoriter bir tip' diyen bir arkadaşı, onun için 'Sürekli Stasia'yı kontrol etti ve telefonlarını dinledi' dedi. 2000 yılında bir yılbaşı partisinde, Janiszewski'nin cesedinin bulunmasından sadece haftalar sonra Bala, bir barmenin karısına asıldığını düşündü ve 'çılgına döndü'. Bala, 'zaten böyle bir adamla uğraştığını' haykırdı. O sırada Stasia ve arkadaşları onun sarhoşken yaptığı bu patlamayı görmezden geldi. Yine de Bala'yı dizginlemek için beş kişi gerekti.

TELEFON KONUŞMASININ İZİNİ SÜRDÜLER

Wroblewski ve adamları bir gerekçe bulmaya çalışırken, ekibin diğer üyeleri, Janiszewski'nin kaybolduğu gün ofisine ve cep telefonuna yapılan iki şüpheli telefon görüşmesinin izini sürmek için çabalarını hızlandırdı. Her iki görüşmenin de yapıldığı umumi telefon kartla çalıştırıldı. Her kart, kullanıldığı zaman telefon şirketine kaydedilen benzersiz bir numarayla gömülüydü. Bala serbest bırakıldıktan kısa bir süre sonra, Janiszewski davasındaki telekomünikasyon uzmanı, arayanın kartındaki numarayı belirleyebildi. Polis bu bilgiyi aldıktan sonra, yetkililer aynı kartla çevrilen tüm telefon numaralarını izleyebildi. Üç aylık bir süre içinde otuz iki arama yapıldı. Bala'nın anne babasına, kız arkadaşına, arkadaşlarına ve bir iş ortağına yapılan aramaları içeriyordu. Wroblewski, 'Gerçek gitgide netleşiyordu,' dedi.

Wroblewski ve ekibi kısa süre sonra kurban ve şüpheli arasındaki başka bir bağlantıyı ortaya çıkardı. Stasia'nın bir arkadaşı olan Malgorzata Drozdzal polise 2000 yazında Stasia ile birlikte Wroclaw'daki Crazy Horse adlı bir gece kulübüne gittiğini söyledi. Drozdzal dans ederken Stasia'nın uzun saçlı ve parlak mavi gözlü bir adamla konuştuğunu gördü. Onu kasabadan tanımıştı. Adı Dariusz Janiszewski'ydi.

KİLİT TANIK: ESKİ EŞİ STASIA

Wroblewski'nin sorgulaması gereken son bir kişi vardı: Stasia. Ama o kararlı bir şekilde işbirliği yapmayı reddetmişti. Belki de eski kocasından korkuyordu. Belki de Bala'nın polis tarafından zulme uğradığı iddiasına inanıyordu. Ya da belki bir gün oğluna babasına ihanet ettiğini söyleme fikrinden korkuyordu.

Wroblewski ve adamları tekrar Stasia'ya ulaştı ve bu kez onun Bala ile ayrıldıktan sonra yayınlanan ve onun hiç yakından bakmadığı “Amok” bölümlerini gösterdiler. Polonyalı yetkililere göre Stasia, Chris'in karısı Sonya ile ilgili bölümleri inceledi ve karakterin ona olan benzerliklerinden o kadar rahatsız oldu ki sonunda konuşmayı kabul etti.
Sırrı çözülemiyor! İki yerde görüldü, 'peri çemberleri' daha da yayılabilir...
İlgili Haber
Sırrı çözülemiyor! İki yerde görüldü, 'peri çemberleri' daha da yayılabilir...

Stasia, Janiszewski ile Crazy Horse'da tanıştığını doğruladı. kadın, 'Patates kızartması sipariş etmiştim ve barın yanındaki bir adama patates kızartmasının hazır olup olmadığını sordum' dedi. 'O adam Dariusz'du.' Bütün geceyi konuşarak geçirdiklerini söyledi ve Janiszewski ona telefon numarasını verdi. Daha sonra randevulaştılar ve bir motele yerleştiler. Ama hiçbir şey olmadı, Janiszewski evli olduğunu kabul etti ve gitti. Stasia, 'Kocası kendisine ihanet eden bir eş olmanın nasıl bir şey olduğunu bildiğim için bunu başka bir kadına yapmak istemedim' dedi. Janiszewski'nin evliliğindeki zorluklar kısa sürede sona erdi ve o ve Stasia bir daha asla birlikte olmadılar.

ÖZEL DEDEKTİF TUTMUŞ

Stasia, Janiszewski ile randevusundan birkaç hafta sonra Bala'nın sarhoş bir hiddetle evine geldiğini ve Janiszewski ile bir ilişkisi olduğunu itiraf etmesini talep ettiğini söyledi. Özel bir dedektif tuttuğunu ve her şeyi bildiğini haykırdı. Stasia, 'Ayrıca Dariusz'un ofisini ziyaret ettiğinden bahsetti' dedi ve ekledi: 'Sonra hangi otele gittiğimizi ve hangi odada olduğumuzu bildiğini söyledi.'

Daha sonra Janiszewski'nin ortadan kaybolduğunu öğrendiğinde Stasia, Bala'nın bununla bir ilgisi olup olmadığını sorduğunu ve hayır dediğini söyledi. Bala'nın tüm çalkantılı davranışlarına rağmen cinayet işleyemeyeceğine inanarak konunun peşine düşmedi.

MAHKEME SALONUNA AKIN ETTİLER

Bala'nın davasının ilk günü olan 22 Şubat 2007'de seyirciler Wroclaw'daki mahkeme salonuna akın etti. Postmodernizmin sonuçları üzerine birbirleriyle tartışan filozoflar vardı; polis teşkilatının yeni soruşturma tekniklerini öğrenmek isteyen genç avukatlar; ve her cezbedici ayrıntıyı kaydeden muhabirler.

Lodz merkezli haftalık Angora gazetesinde yayınlanan makalede, “Öldürmek yirmi birinci yüzyılda pek bir etki bırakmıyor, ancak iddiaya göre öldürüp bir romanda bunun hakkında yazmak birinci sayfa haberidir” diye yazıldı.

Yargıç Lydia Hojenska, mahkeme salonunun başında, beyaz Polonya kartalının ambleminin altında oturuyordu. Polonya yasalarına göre, başkan yargıç, başka bir yargıç ve üç vatandaşla birlikte jüri görevini üstlendi. Savunma ve iddia makamı, iki sade ahşap masada oturdular; savcıların yanında Janiszewski'nin dul eşi ve annesi, oğlunun bir resmini tutan anne babası vardı. Halk odanın arkasında toplandı ve son sırada, kendi hayatı tehlikedeymiş gibi görünen, kısa kızıl saçlı, şişman, gergin bir kadın vardı. Bala'nın annesi Teresa'ydı; babası gelemeyecek kadar perişandı.

HAYVANAT BAHÇESİ GİBİ

Görünüşe göre herkesin dikkati, mahkeme salonunun ortasına yakın, hayvanat bahçesindekilere benzeyen kafese çevrilmişti. Neredeyse 3 metre yüksekliğinde, 6 metre uzunluğundaydı ve kalın metal çubukları vardı. Ortasında duran, takım elbise giymiş ve gözlüğünün arkasından sakince bakan Krystian Bala vardı. Yirmi beş yıla kadar hapis cezasıyla karşı karşıyaydı.
Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile