17 Ağustos Büyük Marmara Depremi'nin 11. Yıldönümü

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Jeofizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Jeofizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Gelişli, 17 Ağustos 2010 tarihinin büyük Marmara Depremi'nin 11. yıldönümü olduğunu belirterek "Fayların yeri değiştirilemez ve doğanın bir gerçeği olan depremler önlenemez ancak bilimsel önlemler ve eğitimle oluşacak zararlar en aza indirilebilir" dedi.
17 Ağustos Depremi'nin yıldönümü nedeniyle değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Kenan Gelişli, "Ülkemizde 17 Ağustos 1999'da çok büyük bir felaket yaşandı. Ülkemizin her tarafındaki ailelerden hemen hemen bir insanın yaşadığı, nüfus yoğunluğunun çok fazla olduğu, sanayimizin ve ekonomimizin ağırlıklı olarak yer aldığı Marmara Bölgemizde meydana gelen 7.4 büyüklüğündeki bir depremde, resmi kayıtlara göre 20 binin üzerinde insanımızı kaybettik, 30 milyar doların üzerinde maddi zarar meydana geldi" diye konuştu.
Can kayıplarının ve zararın, Japonya ve Amerika gibi deprem riski yüksek, gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında çok büyük olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Gelişli " Bunun başlıca nedeni bilim insanlarının çalışmalarına, bilimsel verilerine yeterince itibar edilmemesidir. O tarihe kadar ülkemizin doğru dürüst bir afet politikası yoktu. Konut, sanayi tesisleri yer seçimlerinde, ulaşım güzergahı seçiminde ve yapılaşmada bilimsel veriler yeterince dikkate alınmadı. Belli bir yüksekliğe kadar olan binalarda yer araştırma projesi hiç aranmadı. Ama Marmara depreminde gördük ki en güçlü müteahhitlerimizin bile zemin koşulları dikkate alınmadan yaptıkları binalar yerle bir oldu. Zemin durumu göz ardı edilmiş, kalitesiz, yeterli kontrol olmadan gerçekleştirilen yapılaşma ve halkın deprem hakkında eğitilmemiş olması bu büyük felaketi doğurdu" şeklinde konuştu.
Türkiye'nin yaklaşık yüzde 92'sinin deprem tehlikesi altında bulunduğunu, 1900'lü yıllardan bugüne kadar ülkemizde yaşanan depremlerde yaklaşık 100 bin insanımızın öldüğünü, 250 bin kişinin yaralandığını ve 600 binden fazla yapının da yıkıldığını veya zarar gördüğünü kaydeden Gelişli "Neden ülkemiz bir deprem ülkesidir? Çünkü Türkiye üç büyük levha; Avrasya, Afrika ve Arap levhaları etkisi altındadır. Bu levhalar arasındaki etkileşim nedeniyle üzerinde yaşadığımız coğrafya çok kırıklı bir yapıya sahiptir. Birbirine göre çok yavaş, insanların hissetmediği bir hızda hareket eden, kırıklarla ayrılmış plakalar üzerinde yaşıyoruz. Anadolu'nun büyük kısmının yer aldığı Anadolu levhası, Avrasya levhasının küçük bir bölümüdür. Anadolu levhasının kuzey sınırını Kuzey Anadolu Fayı, güney sınırını ise, Helenik-Kıbrıs Yayı ile Doğu Anadolu Fayı oluşturur. Arap levhasının sıkıştırması sonucu batıya kayan Anadolu levhasının sınırlarında ve Afrika levhasının Avrasya levhasının altına dalması sonucu Akdeniz'de ve Ege graben sistemi içerisinde depremler meydana gelir. Doğuda ise Kars-Erzincan-Van Hakkari arasında kalan Doğu Anadolu bloğu kuzeydoğu yönünde Kafkasya'ya doğru ilerlemektedir. Arap levhasının sıkıştırması bu bölgelerdeki hareketlenme ile tamamen telafi edilemediği için İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde de içsel deformasyonlar nedeniyle depremler olabilmektedir" bilgisini verdi.

"SADECE İSTANBUL DEPREMİ'Nİ KONUŞUYORUZ AMA BÜTÜNÜYLE BİR DEPREM ÜLKESİ OLDUĞUMUZU UNUTUYORUZ"
Prof. Dr. Kenan Gelişli, tüm bunlara ve 1999 yılından bu yana depreme hazırlık kapsamında önemli çalışmalar yapılmasına rağmen yapılanların yeterli olmadığını ifade ederek "Şu anda sadece İstanbul Depremi zaman zaman konuşulmakta ve bu yönde bazı çalışmalar yürütülmektedir. Çoğu zaman bütünüyle bir deprem ülkesi olduğumuz ve deprem tehlikesi altında bulunduğumuz unutulmaktadır. Depreme karşı yürütülecek çalışmalar deprem öncesi ve deprem sonrası olmak üzere ikiye ayrılır. Deprem anında yapılması gerekenler deprem öncesi eğitim çalışmaları ile iyice öğretilmelidir. Marmara Depremi'nde deprem sonrası; enkazın kaldırılması, yaraların sarılması, yardımlaşma ve normal hayata dönülmesi yönünden toplum olarak başarılı olduğumuz görülmüştür. Asıl olan deprem sonrası çalışmalardan ziyade deprem öncesi çalışmalardır. Deprem öncesi çalışmalarda en önemli konulardan birisi; yapılaşılacak zeminin özelliklerinin ve yeraltı yapısın jeofizik yöntemlerle ortaya konulmasıdır. Gözle görülmeyen yer altı acaba zemin midir, yoksa kayamıdır, zeminse özellikleri nedir? Derinlikle ve yanal değişimi nasıldır? Boşluk var mıdır? Yer altı suyu var mıdır? Sağlam mıdır? Üzerine gelecek yükü taşıyabilir mi? Zemin büyütme katsayısı nedir? Hakim periyodu nedir gibi pek çok soru bu araştırmalarla cevaplandıktan sonra üst yapıya geçilmelidir. Bugünün inşaat teknolojisi ile her tür ortamda yapı yapılabilir. Ancak, iyi bir mühendislik yapısı, zemin parametreleri belirlenerek ona uygun yapılmış olan yapıdır. Zemin ve yeraltı yapısının özellikleri iyi tanımlandıktan sonra konut, sanayi tesisi gibi yapılara izin verilmeli ve bu yapılar yetkililerce çok iyi kontrol edilmelidir" ifadelerini kullandı.
İmar planları için mutlaka sahaların jeolojik-jeofizik-jeoteknik etütlerinin yapılarak, ona göre karar verilmesi gerektiğine dikkat çeken Gelişli, açıklamasını şöyle sürdürdü:
"Parsel ve ada bazlı tüm yapılaşmalarda jeofizik ve jeoloji mühendislerinin birlikte yürüttükleri yer araştırma projesi yaptırılmamış hiçbir uygulamaya ruhsat verilmemelidir. Kırsal alandaki vatandaşlarımızın da yer araştırma projesi yaptırmadan konut yapmaması gerekmektedir. İnsanlarımız çoğunlukla binaya yüklü bir parayı vermeyi göze alıyor, ancak bina maliyetine göre çok az bir bedeli olan binasını nasıl bir yer üzerinde yapacağı konusunda bir mühendislik hizmeti almaktan kaçınıyor. Problem ortaya çıktıktan sonra zeminle alakalı bir mühendislik hizmeti almanın hiçbir faydası olmamaktadır. Marmara Depremi sonrası yapılan iyi işlerden birisi de yapı denetimi uygulamasıdır. Bu uygulamanın tüm yurtta yürütülmesi ve üniversitede ilgili eğitimini almış jeofizik mühendislerine de bu uygulamalarda etkin olarak yer verilmesi gerekmektedir. Depremde yitirdiğimiz canlar, sönen ocaklar için alın yazısı deyip geçemeyiz. İlgisizliğin, başıboşluğun faturasını 17 Ağustos 1999 sonrasında bütün Türk halkının ödediğini unutmayalım. Böyle büyük bir felaketi bir daha yaşamamamız için herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır. Fayların yeri değiştirilemez ve doğanın bir gerçeği olan depremler önlenemez, ancak bilimsel önlemler ve eğitim ile oluşacak zararlar en aza indirilebilir."
Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile