AKP'yi 28 Şubat yarattı

Milli Görüş'ün önemli ismi Mehmet Bekaroğlu, Yeniharman'ın son sayısında öyle bir teori ortaya attı ki, AKP çok fazla kızdıracak cinsten.. Bekaroğlu, AKP'nin 28 Şubat döneminin bir ürünü olduğunu savunarak bir tez ileri sürdü.

İşte Mehmet Bekaroğlu'nun açıklamaları:

"28 Şubat'ın bana göre iki önemli sonucu; Kemal Derviş'in ekonomik programı ile AKP'dir. Hayır, bu komplo teorisi değil, sadece geriye doğru bir okuma yapıyorum. 28 Şubat müdahalesi ve bu müdahalenin neden olduğu 2001 krizi olmasaydı AKP diye bir partinin olmayacağı açık. Bunun bir planın sonucu olduğunu, içeride ve dışarıda birileri baş başa vererek böyle bir plan hazırladıklarını iddia etmiyorum. Sadece olayları sebep sonuç ilişkisi içinde değerlendirmeye çalışıyorum.

28 Şubat sonrasında kurulan Yılmaz ve Ecevit hükümetleri döneminde, yapılan baskılar bir yana, müthiş bir yönetim zafiyeti oluşmuş, Türkiye yolsuzluk, mafya, yağma ve faiz cennetine dönüşmüştü.

2001'deki kriz günlerinde ise Türkiye çökmüştü. IMF programına rağmen borçlarını artık çeviremiyordu ve nedense faizler yüzde 7500'e yükselmesi beklendikten sonra müdahale edildi. Kemal Derviş, Dünya Bankası'ndan getirilerek ekonomiden sorumlu devlet bakanı yapıldı ve Türkiye ekonomisi teslim edildi. Uluslararası sermaye borç musluğunu açmak için Türkiye'ye ağır şartlar dayattı. Ekonominin siyasetten ayrılması amacıyla oluşturulan üst kurullar, tütün ve pancar üretiminin sınırlanması, kamu iktisadi kuruluşlarının özelleştirilmesi için alt yapının hazırlanması bu dönemde gerçekleşti. Bunlara karşılık IMF'den alınan 45 milyar doların büyük bir bölümü bu dönemde bankalara aktarıldı.

Sonuçta, bütün bu olup bitenlerde hiçbir sorumluluğu olmayan geniş halk yığınları ağır bedeller ödedi. 28 Şubat'ın toplumsal ve siyasal dokuyu parçalayan baskıları geçmeden ekonomik krizin ağırlığı çöktü. İnsanlar yerlerinden yurtlarından edildi, milyonlar büyük şehirlere akın etti, iflaslar, işsizlik ve yoksulluk kol gezmeye başladı, ülkeye büyük bir karamsarlık egemen oldu.

2001 Haziran ayında Fazilet Partisi Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı, yerine Saadet ve AK Parti olmak üzere iki parti kuruldu. 2002 ilkbaharında hastalığı dolayısıyla ayakta durmakta zorluk çeken Ecevit'in partisi karıştı, hükümet çatırdamaya başladı. Ecevit'in en çok güvendiği üç kişi; Kemal Derviş, Hüsamettin Özkan ve İsmail Cem bir anda yeni bir parti hazırlığı içine girdiler.

Bu arada bölgede de kargaşa hakim olmaya başlamıştı. 11 Eylül olmuş, ABD Afganistan'ı işgal etmiş, Irak'a da saldırı hazırlığı içindeydi.

İşte 3 Kasım 2002 seçimleri böyle bir ortamda gerçekleşti. Seçime giderken Ecevit'i arkadan vuranlardan Kemal Derviş, yola çıktığı arkadaşlarını da terk ederek, Baykal'ın CHP'sine katıldı. Kemal Derviş'in Tayyip Erdoğan'dan da teklif aldığını ama onun CHP'yi tercih ettiğini hatırlatmalıyız.

3 Kasım seçimlerinde halk, olup bitenlerden sorumlu gördüğü tüm siyasi partileri ve liderlerini tasfiye etti; bunların yerine yeni olarak görünen Kemal Dervişli CHP ve Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP'yi Meclise taşıdı. CHP'nin de katkısı ile yapılan yasal değişikliklerle Tayyip Erdoğan'ın önü açıldı. Aldığı ceza nedeniyle muhtar bile olamayacağı söylenen Tayyip Erdoğan yenilenen Siirt seçimlerinden sonra başbakan oldu.

AKP iktidarının 8. yılındayız. O günden bugüne çok şey oldu, konuşulacak çok şey var. Sözü uzatmadan şöyle bir soru soralım: Türkiye seçmeni AKP'yi niçin iktidara getirmişti, halk AKP'den ne bekliyordu? Bu sorunun tek cümlelik cevabı şudur: Halk, AKP'den 28 Şubat ile 2001 krizinin mağduriyetlerinin giderilmesini istemiştir, yani daha çok demokrasi ve özgürlük ile daha çok refah beklemiştir. Peki, 7 yıl sonra durum nedir?

Demokrasi ve özgürlüklerin neresindeyiz sorusu başka bir yazının konusu olsun. Ama şu kadarını söyleyelim ki; AKP'yi iktidara taşıyan muhafazakâr/dindar kesimlerin özgürlük talepleri (örneğin; başörtülülere eğitim hakkı) hep başka bir bahara ertelenmiştir. Refaha gelince; Tayyip Erdoğan iktidarı devraldıkları günlerde ekonomik tahribatı onarmak için 3 yıl gerektiğini, 3 yıl sonra sokaktaki insanın ekonomik olarak rahata kavuşacağını söylemiş, halkta sabırla beklemiştir. Ne var ki sokaktaki vatandaş için ekonomik açıdan da rahat günler hep başka bir bahara ertelenmektedir.

Rakamlarla başladık yine bazı rakamlarla bitirelim. 2009 yılı ilk 10 ayı bütçe gerçekleşmelerinden bazı rakamlar şöyledir: 2009 yılının ilk 10 ayında bütçe gelirleri 175.3 milyar TL, giderleri ise 218.6 milyar TL olmuştur. İlk 10 ayın bütçe açığı 43.2 milyar TL'dir. Bütçe giderlerinin büyük kısmı faiz ve sosyal güvenlik açıklarına ayrılmıştır; 10 ayda faize 50.2 milyar TL, sosyal güvenlik açıklarına 45.2 milyar TL verilmiştir. Fakir fukara için ayrılan sosyal yardım payı ise sadece 3.8 milyar TL'dir. İşsizlik oranının yüzde 14 olduğu bir ülkede garibanlar için bütçeden sadece yüzde 1.7 oranında harcama yapılmaktadır, başka bir şey söylemeye gerek var mı?

Bu arada yeni bir 28 Şubat olmadı; o halde milletin milyar dolarları nereye gidiyor? Niçin hâlâ Türkiye'de 2001 kriz bütçe rakamlarına benzer bir manzara var? Sorunun cevabı çok açık. Geniş kitleler için, halk yığınları için 2001 kriz günlerinden farklı bir şey yok. Çünkü bu ülkeden Kemal Derviş geçmiştir. Kemal Derviş'in başlattığı ve AKP'nin 7 yıldır harfiyen uyguladığı ekonomik program, ülke zenginliklerini artırmak ve halka adaletli bir şekilde dağıtmayı amaçlamıyor. Dervişle başlayan ve AKP ile devam eden şey; başıbozukların paylaşımını durdurmak, ülke zenginliklerini kayıt içine almak ve yasal bir şekilde çokuluslu şirketlere, dünya sermayesine aktarmaktır. Evet, TMSF Başkanı Ahmet Ertürk doğru söylüyor; artık ülkede bankalar batmamaktadır, Cem Uzanlar paralarımızı çalamamaktadır. Çünkü artık bankaların büyük çoğunluğu uluslar arası sermayenin elindedir. Yasalar onların istediği gibi yapılmıştır. AKP hükümeti ile Ahmet Ertürk ve diğer muhafazakâr/dindar bürokratlar uluslararası sermayenin dikte ettirdiği kuralları harfiyen uygulamaktadırlar. O nedenle kriz dolayısıyla başta ABD ve Avrupa'da olmak üzere dünyanın her tarafında bankalar zarar edip batarken Türkiye'de tüm bankalar kâr etmektedir. Ülkenin zenginlikleri yasal bir şekilde uluslararası sermayeye aktarıldığı için Türkiye'deki manzara geniş halk kitleleri için değişmemektedir.

Bir ülkede iktidar olup da onun bal tutanları parmaklarını yalamasınlar, böyle bir şey olur mu? AKP'liler de kendilerine ayrılan alanda, yerel yönetimler aracılığıyla bal yalıyorlar, belediye rantlarından zenginleşiyorlar.

28 Şubat'tan bugüne düzen değişti, Türkiye para babalarının dünyada kurmuş oldukları büyük yağma düzenine daha çok eklemlendi. Ve fakat geniş halk kitleleri için değişen bir şey yok, düzen aynı düzen.

28 Şubat ve onun sonucu olan 2001 krizi ile ülkenin çökertildiği, sonra da kurtarıcılara mahkûm edilerek dünya sistemine eklemlendiğini söylersem çok komplocu mu yaklaşmış olurum?"


Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile