İSTANBUL -İLHAN SAĞSEN- Jeopolitik coğrafyanın siyaset üzerinden okunmasıdır ve uluslararası sistemde birçok jeopolitik merkez bulunmaktadır. İbn Haldun’a atfedilen “coğrafya kaderdir” sözünden hareketle, coğrafya sabit kalsa da o alanın jeopolitik öneminin değişip durduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Günümüzde jeopolitik önemi artan bölgelerden biri de Arktik bölgesidir. İklim değişikliğinin yol açtığı küresel ısınmanın buzullarını eriterek erişilebilir bir bölge haline getirdiği Arktik bölgesi hem daha kısa deniz ticareti yollarıyla hem balıkçılık potansiyeliyle hem de varlığı ortaya konulan maden ve hidrokarbon enerji kaynaklarıyla yeni bir rekabet alanına ve yoğunluğu her geçen gün artan bir ilgi odağına dönüşüyor. Bu jeopolitik yükseliş ve artan ilgi “kutup çağı” kavramını gündeme getiriyor.
Bölgenin jeopolitik bir mücadele alanı haline gelişini daha anlaşılır kılmak için, Arktik bölgesinin potansiyelini bazı rakamlarla ortaya koymakta fayda var. Bölgenin rekabet alanı haline gelmesini sağlayan iki temel etken enerji kaynakları ve deniz ticaret yollarıdır. Amerika Birleşik Devletleri Jeolojik Araştırma Kurumu’nun (USGS) 2008 tarihli çalışmasına göre, bölgede 90 milyar varil petrol, 48 trilyon metre küp (1,699 trillion cubic feet) doğalgaz ve 44 milyar varil doğalgaz sıvısı olduğu tespit edilmiş. Bu potansiyel, 2018 yılının kanıtlanmış toplam üretilebilir petrol rezervi olan 1,7 trilyon varile ve 193,5 trilyon metre küp doğalgaz rezervine göre değerlendirildiğinde bölge, dünya petrol rezervinin yüzde 6’lık, dünya doğalgaz rezervinin de yaklaşık yüzde 25’lik kısmına sahip görünüyor.
Bölgeyi jeopolitik açıdan önemli kılan ikinci unsur ise buzulların erimesiyle Avrupa-Asya arasında yeni deniz yollarının ortaya çıkması. Aslında Arktik bölgesinin deniz yollarına gösterilen uluslararası ilgi günümüzde başlamış değil. Bölgeyi keşfe ve anlamlandırmaya yönelik çalışmaları milattan önceye kadar götürmek mümkün. Coğrafi keşifler ve sanayi devrimiyle beraber bölgeyi ticaret yolu olarak kullanılma girişimleri buzul engeline takılmış, kalın buzul tabakalarını aşmak kolay olmamıştı. Günümüzde ise buzulların erimesi ticaret yollarını geçmişe kıyasla daha kullanılır hale dönüştürdü. Bu durum da beraberinde yollar üzerindeki mücadeleyi gündemi getirdi. Bu rotalar mevcut yollardan daha kısa olması itibariyle de önem arz ediyor. Örneğin Avrupa’dan Doğu Asya’ya Süveyş kanalı üzerinden gidiş 21 bin kilometreyken, Arktik bölgesinden bu rota 12 bin 800 kilometreye düşüyor.
- Hâkimiyet mücadelesi verenler
Peki, böylesi önem arz eden bölgenin üzerinde hâkimiyet mücadelesi veren aktörler kimlerdir? Dokuz milyon kilometrekarelik kısmı kara alanı olmak üzere, toplamda yaklaşık 27 milyon kilometrekarelik Arktik bölgesi sekiz ülkeden oluşuyor. Bu kıyıdaş ülkeler 1996 yılında Ottawa Deklarasyonu ile çevresel koruma ve sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek amaçlarıyla hükümetler arası nitelikteki Arktik Konseyi’ni kuran devletlerdir. Konseye üye devletler Rusya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kanada, Danimarka, İzlanda, Norveç, İsveç ve Finlandiya’dır. Aslında Arktik bölgesi bu sekiz devleti kapsamasına rağmen, doğrudan Arktik okyanusuna kıyıdaş olan ülkeler Rusya, ABD, Kanada, Norveç ve Danimarka’dır (Grönland). Bu ülkeler Arktik beşlisi olarak adlandırılıyor. Bunlar dışındaki üç ülke, Arktik okyanusuna doğrudan sınırları olmamalarına rağmen, bölgeyle alakalı temel mekanizma olan Arktik Konseyi’nde bulunuyorlar. Bu ülkeler dışında, bölgeye ilgisi olan ve Arktik Konseyi’nde gözlemci statüsünde yer alan 13 bölge dışı ülke (Çin, Japonya, Güney Kore, Almanya, Fransa, Birleşik Krallık, vb.), 13 hükümetler arası ve parlamentolar arası örgüt ve 12 hükümet dışı örgüt de var. Buradan da anlaşılacağı gibi, “Arktik bölgesi jeopolitiği” denildiği zaman sadece kıyıdaş ülkeler değil, çeşitli şekillerde bölgede etkili olmaya çalışan aktörlerin denklemde olduğunu da hatırlamak gerekiyor.
Bölgede elbette Gazprom’dan Shell’e, Total’den Rosneft’e kadar birçok enerji şirketi bulunuyor. Rus petrol şirketi Rosneft ve Amerikan petrol şirketi Exxon Mobile’in yaptığı gibi, bazı şirketler de ortaklıklar kurmaktalar. Bunlar dışında bazı ilaç ve maden şirketleri de bölgede faaliyet gösteriyor.
Bölgenin jeopolitik önemine katkı yapan sektörlerden bir diğeri olan balıkçılık hem ekonomik olarak hem de çevresel etki bağlamında bölgedeki ilişkileri etkileyen bir unsur. Özellikle son yıllarda, çevresel olumsuz sonuçları engellemek için çeşitli girişimler yapılmış olsa da, balıkçılık hem bölgedeki kıyıdaş ülkeler hem de gıda şirketleri açısından ekonomik manada önem arz eden bir sektör.
- Arktik beşlisinin bölge politikaları
Bölgeye doğrudan kıyısı olan Arktik beşlisini ve politikalarını ayrıca ele almak gerekiyor. Rusya için, okyanus kıyılarının yüzde 65’ine sahip olduğu Arktik bölgesi hayati önem arz ediyor. Bölgede bulunan kaynakların yaklaşık yüzde 80’i Rusya’ya ait bölgede bulunuyor. Rusya için bölge, özellikle enerji kaynakları ve ticaret yolları açısından çok mühim; bu nedenle bölgeyi kontrolü altına almak istiyor. Rusya 2000, 2008 ve 2013 stratejik belgeleriyle belirlediği bir bölge politikasına sahip. Ayrıca 1997 yılında Birleşmiş Milletler 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni imzaladıktan sonra, bölgedeki alanını genişletmek için uluslararası hukuku kullanarak meşruiyet kazanmaya yönelik çalışmalar yaptı. Uluslararası hukuku meşruiyet kazanmak için bir araç olarak görmekle beraber Rusya, bölgedeki haklarını korumak için silahlanmakta ve askeri güç kullanma konusunda bir tereddüt etmiyor. Bu durum da doğal olarak bölgede kendi haklarını korumaya çalışan diğer kıyıdaş ülkelerle gerilimlere yol açıyor.
ABD ise 1867 yılında satın aldığı Alaska sayesinde Arktik bölgesine kıyıdaşı olmuştu. ABD 2009 yılındaki “Birleşik Devletler Arktik Politikası” belgesiyle bölge politikasını belirlemişti. 2013 yılındaki “Arktik Bölgesi İçin Ulusal Strateji” belgesiyle de önceliklerini güncelledi. ABD bölgede kendi hâkimiyet alanını artırmaya çalışırken, bir yandan da enerji kaynaklarını keşfetmek için çalışmalar yürütüyor. ABD ve Rusya birbirlerini bölgede silahlanmakla suçluyor. ABD Rusya’yı bölgedeki askeri varlığını artırmakla suçlarken, Rusya da NATO’nun etkinlik alanını kendi sınırlarına doğru genişlettiğini ve Norveç’teki tatbikattan endişe duyduğunu söylüyor.
Kanada’nın bölge politikasına bakarken, öncelikle (Rusya’dan sonra) bölgeye en büyük sınırı olan ikinci devlet olduğunu belirtmek gerekiyor. Kanada’nın bölgedeki önceliği ekonomik haklarını ve münhasır ekonomik bölgesini korumak. Bunun için (tatbikatlar da dâhil olmak üzere) çeşitli askeri ve ekonomik önlemler almaya çalışıyor. Bölgedeki politikasını belirlemek için Kanada 2009 yılında “Kuzey Stratejisi” ve 2010 yılında da “Arktik Dış Politikası” belgelerini yayımladı.
Norveç’in politikası ise 1990’lı yıllarda belirlediği stratejilerle başlamıştı. Daha sonra 2006 ve 2009 yıllarında güncellenen bu strateji belgesi, Norveç’in çıkarlarını ve egemenlik haklarını korumayı öncelik olarak belirlemişti. Arktik bölgesinin Norveç açısından önemi, temelde balıkçılık ve bölgedeki enerji kaynakları üzerindeki hâkimiyet isteğinden kaynaklanıyor. Rusya ile Norveç arasındaki temel gerilim alanı, 2010 yılında anlaşmaya vararak işbirliği halinde kullanmak konusunda uzlaştıkları Barents denizi gösterilebilir. Barents denizi Rusya ve Norveç arasındaki bölgedeki sınırı oluşturuyor. Dolayısıyla balıkçılık ve enerji kaynakları açısından sınır anlaşmazlığı önemli bir gerilime sebep olmaktaydı. Rusya tarafında anlaşmazlığın Norveç lehine çözüldüğü düşüncesi yaygın. Bu nedenle, anlaşma yapılmasına rağmen, bölge gelecekte tekrar bir gerginlik yaşanma potansiyeline sahip.
Danimarka’nın Arktik bölgesine olan ilgisi ise Grönland’dan kaynaklanıyor. Grönland bölgesi açısından Arktik balıkçılık, enerji kaynakları ve maden rezervleri açılarından önemli. Ayrıca bölgedeki maden potansiyeli nedeniyle Çin de bölgeye ilgi duydu ve madencilik şirketleri aracılığıyla Grönland’a yatırım yaptı.
- Bölgedeki potansiyel problemler
Son olarak, Arktik bölgesinin jeopolitiğini, bölgeyle ilgili potansiyel problemler açısından değerlendirmek gerekiyor. Bu değerlendirme yapılırken Soğuk Savaş dönemi ve Soğuk Savaş sonrası dönem ayrımının yapılması yerinde olacaktır. Soğuk Savaş döneminde Arktik bölgesi stratejik bir cepheleşme alanıydı. Karşılıklı silahlanma ve caydırıcılık, tarafların çıkarlarını koruma konusunda tercih ettiği yöntemdi. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise bu stratejik cepheleşme, yerini bölgede bulunan doğal kaynaklar üzerindeki rekabete, hâkimiyet sınırları konusundaki hukuki anlaşmazlıklara ve yeni bulunan deniz ticaret yollarının durumu/kullanılması gibi konulara bıraktı.
Tüm bu tartışmaların ortaya çıkması, silahlanmanın ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Arktik bölgesi konusuna taraf olanlar açısından önemli problemlerden ilki, bölgedeki ulusal çıkarlarını korumak için silahlanmak. İkinci problem ise çevresel bozulma. Hem madencilikte hem balıkçılıkta hem de enerji kaynaklarının çıkarılması ve nakledilmesinde çevreye zarar veriliyor. Bunu önlemek için bazı tedbirler almak hususunda karar verilmiş olsa da, bu durum bölgedeki problemlerden bir diğeri olarak sürüyor.
Arktik bölgesindeki temel ve kritik sorunlardan biri de özellikle kıyıdaş devletlerin bölgedeki hâkimiyet alanlarıyla ilgili. Bu durum önemli bir gerilim kaynağı oluşturuyor. Zira neredeyse her kıyıdaş devlet, sahip olduğu sınırları genişletme iddiası ve bunu hukuki bir zeminde kanıtlama çabası içinde.
- Yeni ticaret yollarıyla kısalan mesafeler
Arktik bölgesindeki temel problemlerden bir diğeri ise yeni bulunan ticaret yollarıyla ilgili. Bölgedeki bu yeni ticaret yolları mevcut yollarla karşılaştırıldığında daha kısa mesafeler sunuyor. Bu da maliyetleri düşüreceği için bölgeyi cazip hale getiriyor. Bölgede her ne kadar iklim değişikliği sebebiyle buzullarda erime söz konusu olsa da, yılın belli dönemlerinde geçişleri olumsuz etkileyecek bir buzlanmayla yine de karşılaşılıyor. Yıllık geçiş süresini arttırabilmek için ülkeler buz kırıcı gemiler kullanıyorlar. Bu durum çevreye (iklim değişikliği yüzünden zaten yaşanmakta olan buzul erimelerine ek olarak) fazladan zarar verecektir. Bunun olumsuz etkileriyse sadece bölgeyle sınırlı kalmayacak, küresel çapta hissedilecektir.
- En büyük gerilim: Enerji kaynakları
Bölgedeki en büyük gerilim ise enerji kaynakları üzerinden yaşanıyor. Günümüzde hemen her ülke enerjiye çok büyük ihtiyaç duyduğu için, garanti altına alınmaya çalışılan en mühim unsur enerji güvenliği oluyor. Bu nedenle Arktik bölgesinde bulunan enerji kaynakları bölgeyi jeopolitik bir enerji merkezi haline getirmiş, aktörlerin egemenlik konusunda mücadeleye girişmelerine neden olmuştur. Tüm bunlar değerlendirildiğinde, jeopolitik bir merkez halini alan Arktik bölgesi hakkındaki tartışmaların ve egemenlik mücadelesinin daha uzunca bir süre gündemi meşgul edeceği anlaşılıyor.
[Dr. Öğretim Üyesi İlhan Sağsen Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde enerji ve enerji jeopolitiği alanında çalışmalarını yürütmektedir]
ANALİZ - Arktik Bölgesi Jeopolitiği
Arktik bölgesinde 90 milyar varil petrol, 48 trilyon metre küp (1,699 trillion cubic feet) doğalgaz ve 44 milyar varil doğalgaz sıvısı olduğu tespit edilmiş durumda. Bölgeyi jeopolitik açıdan önemli kılan ikinci unsur ise buzulların erimesiyle AvrupaAsya arasında yeni deniz yollarının ortaya çıkması Avrupa’dan Doğu Asya’ya Süveyş kanalı üzerinden gidiş 21 bin kilometreyken, Arktik bölgesinden bu rota 12 bin 800 kilometreye düşüyor Arktik bölgesi jeopolitiği denildiği zaman sadece kıyıdaş ülkeler değil, çeşitli şekillerde bölgede etkili olmaya çalışan aktörlerin denklemde olduğunu hatırlamak gerekiyor