ANALİZ - Çin'in Savunma Bütçesi ABD'yi Rahatsız Etti

Çin ABD'nin 2019 savunma bütçesinin bir hayli gerisinde kalsa da, Rusya'nın önümüzdeki 9 yıldaki savunma harcamalarının yaklaşık yarısını yalnızca 2018 yılında yapmış olacak Çin ordusu, Güney ve Doğu Çin denizlerindeki statüsü tartışmalı kayalık ve mercan adalarına bir bir yerleşirken, buraları pistler, hangarlar, radar tesisleri ve Amerikan donanmasını takip için “akustik sensor” sistemleriyle donatıyor Çin'in konvansiyonel silahlanmayı ön plana alan savunma bütçesi, Rusya'nın uygulanabilirliği şüpheli yeni nesil nükleer silahlarından ve ABD'nin 1,2 trilyon dolarlık yeni nükleer silah programından daha gerçekçi görünüyor Kuzey Kore tehdidi bahanesiyle bölgeye çok sayıda saldırı denizaltısı ve uçak gemisi gönderen ABD'nin, dengeyi ne kadar kendi lehine sürdürebileceği, Çin'in bu savunma bütçesi karşısında sorgulananıyor Kuzey Kore'nin de nükleer silahları ve uzun menzilli füzeleriyle bölgedeki denkleme dahil olduğu bir ortamda, ABD ve bölgedeki müttefiklerinin sıcak çatışmayı göze alacakları bir günün kaçınılmaz olduğu ortada Çin'in bu büyüklükteki bir savunma bütçesinden tedirgin olan yalnızca ABD, Japonya ve Güney Kore değil. Çin tehdidi algısında onları takip eden önemli bir bölge ülkesi daha var; Hindistan

"Kapasitemizi gizleyelim ve zamanımızın gelmesini sabırla bekleyelim." Deng Şiaoping

İSTANBUL -MEHMET A. KANCI- Yeni bir nükleer silahlanma yarışının eşiğindeki ABD ve Rusya'nın ardından, küresel ekonomik güçler sıralamasında şimdilik ikinci sırada yer alan Çin Halk Cumhuriyeti de savunma bütçesi kartlarını açtı. Çin Halk Kongresi'nin 5 Mart'taki açılışında, 2018 yılı savunma bütçesinin 1,11 trilyon yuan (yaklaşık 175 milyar dolar) olduğu Başbakan Li Kıçiang tarafından duyuruldu. Savunmaya ayırdığı bu miktarla, Çin ABD'nin 2019 savunma bütçesinin (700 milyar doları bulması bekleniyor) bir hayli gerisinde kalsa da, Rusya'nın önümüzdeki 9 yıldaki savunma harcamalarının yaklaşık yarısını yalnızca 2018 yılında yapmış olacak. Çin'in ayrıntıları verilmeyen savunma harcamaları, şimdiden yalnızca ABD'yi değil, Japonya'dan Vietnam'a, Tayvan'dan Hindistan'a kadar Asya-Pasifik ve Güney Asya bölgesindeki rakiplerini ve ABD'nin ortaklarını paniğe sevk etmiş durumda.

2014 yılından itibaren savunma harcamalarını kademeli olarak azaltma yoluna giden Pekin yönetiminin, 2018 yılında bu gidişatı tersine çevirerek, 2017 yılına oranla savunma bütçesini yüzde 8,1 düzeyinde artırması, silahlanma yarışına sert bir dönüş yaptığına işaret ediyor. Ancak bu dönüş, ABD ve Rusya gibi yeni nesil nükleer silahlar üretmekten ziyade, enerji, hammadde ve gıda tedarik yollarını ve ticaret yollarını korumaya yönelik konvansiyonel silahlanmaya odaklanmış görünüyor. ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Dan Coats'ın bu konudaki yorumu, meseleye hangi açıdan bakılması gerektiğini özetler nitelikte. Coats'a göre Çin yalnızca 8 milyar doları 68 farklı ülkedeki jeostratejik pozisyonunu güçlendirmek için harcayacak. Çin söz konusu ülkelerde ekonomik ve ticari çıkarlarını korumanın ötesinde, askeri tesisler de inşa ediyor. ABD'nin bölgedeki olası bir deniz ablukasını ve Hindistan gibi bölgesel rakiplerinin meydana getireceği coğrafi engelleri aşmak isteyen Çin'in Pakistan, Sri Lanka ve Cibuti gibi ülkelerde hem üsler kurduğu hem de limanlar kiraladığı bilinen bir durum. Deniz aşırı limanlar ve üslerle etki alanını genişleten Pekin yönetimi, Güney ve Doğu Çin denizlerindeki statüsü tartışmalı kayalık ve mercan adalarına da bir bir yerleşiyor. Çin ordusu bu kayalık ve adaları savaş uçakları, pistler, hangarlar, radar tesisleri ve Pasifik okyanusundaki Amerikan donanmasının hareketliliğini takip etmek için “akustik sensor” sistemleriyle donatıyor.

Uzmanlar Çin'in savunma harcamalarındaki yüzde 8,1'lik artışın yalnızca nicelik anlamında değil, nitelik anlamında da önemli adımlar getireceğine, akıllı silahlar ve elektronik sistemler anlamında Çin Halk Ordusu'nun kalitesinin yükseltilmesinin amaçlandığına işaret ediyorlar. Beşinci nesil savaş uçakları üzerinde çalışan Çin savunma sanayisinin kısa süre önce J-20 hayalet uçaklarını sahaya sürmesi, Rusya'dan satın aldığı Sukhoi-35 uçaklarını hizmete alması, ayrıca Rusya'nın teknoloji transferi olmadan S-400 yüksek irtifa hava savunma füzelerini teslim etmeye başlaması, ABD'nin dikkatle takip ettiği hamleler oldu. ABD anakarasına ulaşacak menzile ve çok sayıda savaş başlığı taşıma kapasitesine sahip DF-41 kıtalararası balistik füzelerinin 2018 yılında konuşlandırılmaya başlaması da Amerikan donanmasının manevralarını planlarken göz önüne alması gereken bir başka caydırıcı unsur. Kuzey Kore tehdidini bahane ederek bölgeye çok sayıda saldırı denizaltısı ve uçak gemisi gönderen ABD'nin, Doğu ve Güney Çin denizinde dengeyi ne kadar süre boyunca kendi lehine sürdürebileceği de Çin'in bu savunma bütçesi karşısında sorgulanan konulardan biri.

Çin'in savunma bütçesinin açıklamasının hemen ardından Vietnam'ın Da Nang limanına yanaşan USS Carl Vinson uçak gemisi ilk gözdağı işareti oldu. Bunu Amerikalı askeri uzmanların "tarihi bir an" olarak niteledikleri, F-35B tipi savaş uçağının, Pasifik okyanusunda seyreden USS Wasp gemisine dikine inişinin gerçekleştirilmesi izledi. Bu güne kadar yalnızca Harrier savaş uçakları ve helikopterlerin kullanabildiği büyüklükteki pistlere sahip olan Amerikan gemilerinin F-35 tipi savaş uçakları için hareket üssü haline gelebilmesi, Doğu ve Güney Çin denizindeki Amerikan hava üstünlüğünün korunması açısından kritik öneme sahip.

Ancak Çin Halk Cumhuriyeti de bu hava ve deniz üstünlüğüne karşı boş durmuyor. İlk Çin uçak gemisi olan Liaoning'de konuşlu savaş uçağı pilotlarının eğitim süresi tamamlanırken, Çin donanmasına gemi inşa eden CSIC (China Shipbuilding Industry Corporation) şirketinin internet sayfasında, açık kaynakları takip eden uzmanlar tarafından Şubat ayında dikkat çekici bir tespit yapıldı. CSIC donanma için nükleer güçle çalışan uçak gemisi ve denizaltılar inşa edileceğini duyuruyordu. Ancak bu konudaki ibarelerin kısa bir süre sonra internet sitesinden kaldırıldığı fark edildi.

Kısa vadede dünyanın bir numaralı ekonomik gücü haline gelmesi beklenen Çin Halk Cumhuriyeti, her fırsatta kaynaklarını uzay çalışmaları, kuantum teknolojisine dayalı iletişim sistemleri ve bugün sahip olduğundan daha hızlı trenler üretmek için harcayacağını açıklasa da, 1970 ve 1980'li yıllarda Mao'nun ardından gelen Deng Şioping'in ifade ettiği gibi, "uygun zaman için gücünü sakladığı" izlenimi veriyor. Keza 2018 Çin savunma bütçesinin açıklanmasıyla beraber, bu kaygıyı dile getirenlerden biri de ABD'nin Pasifik Filosu komutanı Amiral Scott Swift oldu. Çin Başbakanı Li Kıçiang'ın savunma bütçesi açıklamasını 6 Mart günü Singapur'daki Changi Deniz Üssü'nde değerlendiren Swift, söz konusu bütçenin yeterince şeffaf olmadığına dikkat çekti ve Çin'in bu büyüklükteki bir bütçeyle neyi amaçladığı konusunda şüpheleri olduğunu ifade etti.

Peki, bu büyüklükteki bir savunma bütçesinden tedirgin olan yalnızca ABD ve Japonya, Güney Kore ve Tayvan gibi onun bölgedeki ortakları mı? İkinci Dünya Savaşı'nın ardından yeniden, helikopter gemisi görünümü altında, donanmasına uçak gemileri inşa etmeye başlayan Japonya'yı, Çin tehdidi algısında takip eden ikinci bölge ülkesi Hindistan. 46 milyar dolarlık savunma bütçesiyle Çin'i bir hayli geriden takip eden Hindistan, ABD'nin Güney Çin denizinde algıladığı bir tehdidin benzerini, iki ülke sınırını teşkil eden Doklam platosunda yaşıyor. 2017 yılında Çin'in bölgede bir yol inşa etme girişimi üzerine 73 gün süren sınır çatışması yaşanmıştı. Hindistan Savunma Bakanı Nirmala Sitharaman, Çin Halk Cumhuriyeti savunma bütçesinin açıklandığı gün parlamentoda yaptığı bilgilendirmede, Çin Halk Ordusu'nun kış mevsimi boyunca Doklam platosunda yoğun bir altyapı inşa çalışması yürüttüğünü, siperler kazıp, helikopter pistleri inşa ettiğini söyledi. Hindistan savunma kaynaklarına göre, Doklam platosunda askeri gerilim çok hassas bir noktada ve çatışmaların yeniden tırmanışa geçme potansiyeli epey yüksek. Doklam platosunda 2017 yılındakine oranla daha büyük bir çatışmanın yaşanması yalnızca Çin ve Hindistan'ı değil, Bhutan, Nepal ve Bangladeş başta olmak üzere tüm bölge ülkelerinin istikrarını etkileyecek zincirleme reaksiyonu tetikleyebilir.

1990'larda, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'ın Çin'i izole etmek yerine küresel ticarete daha fazla entegre ederek yumuşatmayı hedefleyen politikası, halefi George W. Bush tarafından da benimsenmişti. Washington'un bu politikadan beklentisi, ekonomik refaha ulaşacak Çin orta sınıfının artan demokrasi taleplerine bağlı olarak, Pekin yönetiminin daha liberal politikalara yönelmesiydi. Ancak 2018 yılına gelindiğinde, Çin Komünist Partisi Ulusal Halk Kongresi'nde ortaya çıkan tablo, Batılı liberallerin hayallerinin çok uzağında bir manzarayı şekillendirdi. Mao döneminde gücün tek kişide toplanmasının mahzurlarını gören halefi Deng Şioping’in, iktidara geldiğinde ilk uygulamaya koyduğu reformlardan biri, liderliğin 2 dönemle sınırlandırılmasıydı. Son Çin Ulusal Halk Kongresi'nin bir numaralı gündem maddesi ise bu sınırlamanın kaldırılarak devlet başkanlığının ömür boyu yürütülmesine olanak verecek değişiklik oldu. Askeri üniformayla üsleri ziyaret eden ve Çin ordusunu 2050 yılı için hazırladığını her fırsatta ifade eden Şi'nin, anayasa değişikliği ile kavuşacağı yetkilerin, Mao'nun sahip olduklarının dahi ötesinde olacağı yorumları yapılıyor. Bu yetkililerle donanmış bir Çin devlet başkanının, ülkesinin savunma bütçesini artırarak yeni döneme geçiş yapması ise Batı dünyasında hissedilir bir panik doğurmuş durumda. Brexit ile AB'yi arkasında bırakan İngiltere'nin, Çin ile özel ticari ilişkiler kurmaya yönelmesi de korkunun boyutunu artırıyor.

ABD'nin 2017 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde Çin'e ayrılan kısımları bu noktada hatırlamakta fayda var. Belgede Çin’e Asya-Pasifik bölgesinde ABD için bir askeri tehdit olarak işaret edilirken, Afrika ve Avrupa'daki faaliyetleriyle de ABD'nin ekonomik çıkarlarını baltaladığı vurgulanıyordu. Demir ve deniz ipek yollarıyla ekonomik nüfuz alanını genişleten, İngiltere'yi kendi yanına çeken, Rusya'yı kendisine bağımlı kılma yönünde stratejiler izleyen, Doğu Afrika'da sıfır faizle borçlandırma yoluyla altyapı yatırımları yapan Çin'e, ABD'nin bugün verebildiği tek cevap ise çelik ithalatına vergi koymak gibi korumacı yöntemlerin arkasına sığınmaya çalışmak. Askeri ve ekonomik alanda dengeyi kendi lehine çevirmek için aceleci davranmayan Çin Halk Cumhuriyeti'nin konvansiyonel silahlanmayı ön plana alan savunma bütçesi, Rusya'nın uygulanabilirliği şüpheli yeni nesil nükleer silahlarından ve ABD'nin 1,2 trilyon dolarlık yeni nükleer silah programından daha gerçekçi görünüyor. Ticaret yollarını güven altına alarak ABD'ye karşı denizde ve havada kurduğu savunma hattını mümkün olan en uzak noktaya taşımaya çalışan Çin, 2018 yılında öngördüğü yüzde 6,5 oranındaki ekonomik büyümeyi yakalaması halinde, 2019 yılında silahlanmaya ayıracağı payı daha da artıracaktır. Japonya'daki Fukui Üniversitesi'nden Profesör Yoichi Shimada'ya göre, Çin'in halihazırda savunmaya ayırdığı bütçenin açıkladığının da üzerinde olduğu herkes tarafından bilinen bir "sır". Profesör Shimada hem ABD hem de Çin'in savunma harcamalarında yüksek artışa gittiklerine, ancak artış oranının Çin'de çok daha yüksek olmasının üzerine düşünülmesi gereken bir nokta olduğuna dikkat çekiyor. Şi Cingping'in giderek daha fazla Mao tarzı bir liderliği benimsediğine de dikkat çeken Shimada, doğası itibarıyla saldırgan bir yapıya sahip olan Çin yönetiminin, komşuları için her geçen gün daha ciddi bir endişe kaynağı haline geleceğini vurguluyor.

Peki bu endişe kaynağı, günün birinde bir sıcak çatışmaya yol açabilir mi?

1955'ten 1996'ya kadar aralıklarla devam eden "Tayvan boğazı krizleri", Pekin yönetiminin bölgesel krizlerde silaha ve sıcak çatışmaya başvurmaktan çekinmediğini gösterdi. 1955'teki ilk krizde, ABD nükleer silah kullanmanın eşiğine kadar gelse de, dönemin başkanı Eisenhower, ordusunun komuta kademesinden gelen bu yöndeki baskılara karşı durdu. 1955 ve 1958 krizlerinde askeri güç kullanarak kazançlı çıkan Çin Halk Cumhuriyeti oldu. O günden bugüne ABD'nin Tayvan'a verdiği desteğin her geçen gün azaldığını göz önüne alırsak, ABD askeri gücünün Çin üzerindeki caydırıcılığının kan kaybettiğini söylemek mümkün. Kuzey Kore'nin de nükleer silahları ve uzun menzilli füzeleriyle bölgedeki denkleme dahil olduğu bir ortamda, ABD ve bölgedeki müttefiklerinin sıcak çatışmayı göze alacakları bir günün kaçınılmaz olduğu ortada. Bu yazının yazıldığı saatlerde Yeni Zelanda Dışişleri Bakanı Winston Peters'in Sydney'deki Lowy Enstitüsü'nde yaptığı konuşma, ABD Başkanı Trump'ın baş ekonomi danışmanı Gary Cohn'ın istifa edeceği haberleri nedeniyle pek az kişinin dikkatini çekti. Yeni Zelanda Dışişleri Bakanı Peters, Çin'in bölgedeki ekonomik ve stratejik hakimiyetini artırmaya yönelik bir çizgi izlediği gerekçesiyle, ülkesinin "Bir Kuşak Bir Yol" inisiyatifinden çekilebileceğini açıkladı. Yeni Zelanda'nın bu hamlesi, hiç şüphesiz, Çin'in artan ekonomik ve askeri etkisini sınırlamak isteyecek diğer bölge ülkeleri için de örnek teşkil edecektir. Pekin yönetiminin, ticaret yollarını güvence altına almak için başlattığı projeyi hedef alan bu girişimlere karşı hoşgörülü olmayacağını öngörmek zor değil. Hammadde, gıda ve enerji tedarik yollarının tehdit edilmesini beka sorunu olarak gördüğü anlaşılan Çin'in, Yeni Zelanda'yı takip edecek ülkelere karşı sıcak çatışmaya girmekten ya da bugünlerde Maldiv Adaları'nda olduğu gibi rejim değiştirme girişimlerine katkıda bulunmaktan kaçınmayacağı ortada.

Artış miktarı dışında savunma bütçesi bir kapalı kutu olan Çin Halk Cumhuriyeti'nin silahlanma yarışında izleyeceği yol, yakın gelecekte potansiyel çatışma alanlarının ve bu çatışmaların yöntemlerinin ne olacağı konusunda da belirleyici rol oynayacaktır.

[Ankara'da ikamet eden gazeteci Mehmet A. Kancı, Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır]

Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile