İSTANBUL -HAKKI UYGUR- 2015 Temmuz’unda İran’la Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) üyesi beş ülkenin yanı sıra Almanya’dan oluşan 5+1 ülkeleri arasında bir uzlaşıya varıldığının açıklanması, kelimenin tam anlamıyla tarihi bir andı. Zira her ne kadar (İngilizce kısaltması JCPOA olan) “Kapsamlı Ortak Eylem Planı” (KOEP) olarak adlandırılan anlaşmada çok sayıda ülkenin imzası bulunsa da herkes müzakerelerin ve uzlaşmanın, temelde İran ve ABD arasında gerçekleştiğini biliyordu. Zaten müzakerelerin son günlerinde Cevad Zarif ve John Kerry’nin birlikte verdiği resimler bu durumu ortaya koyuyordu.
Kasım 79’daki elçilik baskınından beri diplomatik ilişkisi bulunmayan ve birbirlerini 80’li yıllarda karşılıklı olarak yüzlerce kişinin ölümünden sorumlu tutan iki ülke ilişkileri açısından bu anlaşma gerçekten de bir dönüm noktasıydı. İran açısından kırk yıldır resmi ideoloji olan Amerikan karşıtlığı ve “büyük şeytan” söylemleri paranteze alınmış ve ülkenin son otuz yılına damga vuran güçlü lider Hamaney “kahramanca esneklik” göstererek ABD ile müzakerelere hem izin vermiş hem de sonrasında anlaşmanın saatler içinde meclisten geçmesini sağlamıştı. İlginçtir bugün KOEP için “o anlaşma hataydı” diyen İran Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Amiral Ali Şemhani, o dönemde muhafazakar bazı milletvekillerinin itirazına rağmen teamülleri ihlal ederek meclisten hızla onay çıkmasında en etkili figürlerden birisiydi.
- Değişen hava: Trump ve şahinleri
Yine de konu Orta Doğu olarak adlandırılan bölge olunca “tarihi” anların yaşanması fazla uzun sürmüyor. Nitekim İran’da anlaşmadan sonra halk ve yetkililer arasında oluşan beklenti ve umutlar, Trump faktörünün ortaya çıkmasıyla birlikte yerini önce endişeli bir bekleyişe, ardından ise yeni ve daha büyük bir krize bıraktı. Bu durumun iç politikaya da etkileri oldu ve “ABD ile dahi anlaşabiliyorsak içerideki muhaliflerle niye anlaşamayalım” diyerek yaklaşık on yıldır ev hapsinde olan muhalif liderler Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi’nin serbest bırakılmasını sağlamaya çalışan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, kendi tabiriyle “KOEP2-3” söylemlerini rafa kaldırmak zorunda kaldı ve iç politikadaki “değişim” söylemlerinden tamamen vazgeçti.
Trump’ın adaylık dönemi söylemlerine hükümetin verdiğinden daha sert tepki, anlaşmayı kerhen kabul etmiş görünen muhafazakar cepheden geliyordu. Özellikle Devrim Lideri Hamaney Trump’ı eleştirerek “anlaşmayı yırtacağını söylüyormuş, onlar yırtarsa biz de yakarız” diyerek İran’ın böyle bir durumda misliyle mukabelede bulunacağını açıklamıştı. Trump’ın 2016 yılında seçilmesi bu anlamda İran için kötü haber oldu. Zira Trump’ın İsrail ve Suudi Arabistan gibi İran’ın bölgesel hasımlarıyla olan irtibatı ve maddi ilişkileri biliniyordu. İran’da endişeleri artıran asıl unsur, Trump’ın etrafında oluşturduğu kadro oldu.
Trump, hakkındaki fevri olduğu yönündeki nitelemeleri boşa çıkaracak şekilde başkan olur olmaz anlaşmadan çıkmasa da Mike Pompeo ve John Bolton gibi uzun yıllardır İran karşıtlığıyla bilinen şahin isimleri kilit mevkilere getirmesi Tahran’daki endişe seviyesinin artmasına neden oldu. Gerçekten de Trump’ın son üç yıllık İran politikaları incelendiğinde, dikkatli düşünülmüş adımlar attığı görünüyor. Öyle ki Trump’ın uyguladığı politikalar sayesinde “tek yanlı” ilan ettiği petrol yaptırımları Obama döneminden daha etkili olmuş ve Almanya ve BAE gibi o dönemde İran ile ticari ilişkilerini önemli ölçüde sürdüren ülkeler bile Trump’ın politikalarına isteyerek ya da istemeyerek de olsa destek vermişlerdir. Trump’ın oluşturduğu ekiple ilgili son olarak İran’a askeri bir operasyona en çok karşı çıkan kurumlardan birisi olan Savunma Bakanlığının başına Pompeo’nun sınıf arkadaşı ve Bolton’a yakın görüşlere sahip olduğu belirtilen Mark Esper’i getirmesi, yapbozun parçalarının tamamlanması anlamına geliyor. Zira daha önce bazı İranlı yetkililer Savunma Bakanlığının stratejik önemine dikkat çekerek oradaki kurumsal direnişi etkisizleştirecek bir atama olması halinde hükümet içi dengeler açısından askeri bir operasyonu engelleyecek bir mekanizma kalmayacağını belirtiyordu.
- İran’ın yumuşak karnı: Petrol satışları
Trump’ın aslında diplomasiye fırsat tanımak amacıyla Mayıs 2018’e kadar anlaşmada kalması herhangi bir somut sonuç sağlamadı. Bu tarihten sonra İran’a yönelik baskıları iyice artıran ABD’nin bir yıl sonra Tahran’ın petrol alıcılarına sağladığı muafiyetleri bitirmesi krizi yeni bir aşamaya soktu. Muafiyetler sonlanmadan önce Trump yönetimiyle ekstra sorun yaşamak istemeyen önemli alıcıların İran ekonomisi için can damarı mesabesinde olan petrol ihracatı yasağına uyacaklarını Tahran’a bildirmeleri, İranlı yetkililerin söylemlerini sertleştirmelerine ve sürekli olarak “İran petrol satamazsa kimse satamaz” benzeri açıklamaların gelmesine neden oldu. Nitekim İran’ın büyük beklentileri olduğu Avrupa merkezli INSTEX mekanizmasının petrol gelirlerini dışarıda bırakması, mekanizmanın yeterli birikimi sağlamasını imkansız hale getiriyor ve pratikte fazla bir işe yaramıyor. Petrol satışı meselesi o kadar hassas bir hale geldi ki İran Petrol Bakanlığı konuyla ilgili istatistik yayınlamıyor ve uluslararası basında meselenin artık istihbarat örgütlerinin kovalamacasına dönüştüğü yönünde değerlendirmeler çıkıyor.
Mayıs ayından sonra artan gerginlik, tarafların krizde ekonomi dışı araçlara başvurmasıyla yeni bir seviyeye ulaştı. İran karşıtı politikaların bölgesel ayağını oluşturan Suudi Arabistan ve BAE’deki petrol tesislerine ve tankerlere yönelik saldırıları, ABD ordusuna ait bir insansız hava aracının (İHA) İran sınırlarını ihlal ettiği gerekçesiyle İran ordusu tarafından düşürülmesi izledi. İngiliz donanmasının Cebel-i Tarık’ta İran’a ait bir petrol tankerine el koymasının ardından İran da Körfez’de bir İngiliz tankerine el koydu. İran’ın bu hamlelerinden sonra ABD ve İngiltere’den gerilimi düşürmeye yönelik adımlar geldi. ABD’nin İHA konusunda İran’a misillemede bulunmaması, İngiltere’nin de İran tankerini serbest bırakması gerilimin bir süreliğine düşmesine neden oldu. Söz konusu gelişmeler BAE’nin tavırlarında da gözle görülür değişime yol açtı ve BAE Yemen’deki Husi karşıtı koalisyondan ayrılarak Suudi Arabistan’ı yalnız bırakırken İran ile de bir deniz güvenliği anlaşması imzaladı.
- Riskli hamleler
Her ne kadar tarafların başvurduğu, söz konusu gerilimi artırma politikası paradoksal şekilde gerilimin düşmesine neden olduysa da bu durumun geçici ve yaklaşımın riskli olduğu aşikar. Özellikle Körfez bölgesinde yoğun bir şekilde bulunan tanker ve askeri gemilerin varlığı sürtüşme ihtimalini artırırken, ABD’nin oluşturmaya çalıştığı askeri koalisyon gibi adımlar diplomasinin alanını daraltıyor. Nitekim İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in de ABD yaptırım listesine alınması oldukça sembolik değere sahip. Bu şekilde Trump bir yandan diplomasi kanalını iyice daraltırken diğer yandan Ruhani hükümeti yerine doğrudan Hamaney ile görüşmek istediği mesajını iletmiş oluyor.
Aslında İran içinde ve dışında uzun süredir Zarif’in dış politikada bir etkisinin kalmadığı konuşuluyordu. Özellikle Beşşar Esed’in Tahran ziyaretinden haberdar edilmemesi, Zarif için bardağı taşıran son damla olmuş ve istifa kararından ancak ısrarlı ricalar ve istekler sonunda dönmüştü. Dolayısıyla Trump’ın sonuç odaklı politikaları açısından doğrudan Tahran’daki asli güç odaklarıyla muhatap olmak istemesi normal. Ancak hesaba katmadığı husus, İran içi dengeler ve birçok etkili ismin Bolton’un kafasındaki bir anlaşmayı kabul etmektense savaşmayı tercih edecekleridir. Nitekim son yapılan açıklamalar değerlendirildiğinde Hamaney liderliğindeki elitlerin yeni ve Trump’ın istediği gibi bir anlaşmaya kolaylıkla teslim olmayacağı anlaşılıyor. Daha önce benzer anlaşmaları yapan ve tüm kitle imha silahlarını ve nükleer programlarını yok eden Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi örnekleri ortadayken İranlı liderlerin böyle bir anlaşmayı kabul edeceklerini düşünmek gerçekçi olmayacaktır.
Bu noktada belirtilmesi gereken temel bir nokta da İran’da asıl endişe konusunun Trump’ın şahsından ziyade etrafında topladığı kişiler olduğudur. Kuzey Kore ve Kuzey Suriye konusunda Trump’ın verdiği sözlerin pratikte bir anlam taşımadığını savunan İranlılar, gerçek müzakereleri bu isimlerle yapmak istemiyorlar.
- KOEP'in ihlali gerilimi artırabilir
İran-ABD arasındaki gerginliğin önümüzdeki dönemde de artarak sürmesi bekleniyor. Zamanın aleyhine işlediğini bilen Tahran yönetimi, ABD’nin ekonomik ve politik baskılarına karşı nükleer faaliyetlerini artırarak ve bölgede Amerikan müttefiklerine karşı pratik adımlar atarak cevap verecek gibi görünüyor.
Bu noktada Trump’ın 2020 seçimlerine karşı savaş istemediği argümanı İran’ın temel motivasyonlarından birini oluşturacaktır. Ancak özellikle önümüzdeki günlerde açıklayacağı yeni nükleer faaliyetlerin KOEP’i ihlal etmesi durumunda mesele iyice karmaşık bir hal alacaktır. Bu durumda Obama dönemindekini andırır şekilde zamana karşı bir yarış başlaması ve ağır yaptırımların altındaki İran’ın nükleer faaliyetlerinin kapsamını sınırsız genişletmesi mümkündür.
[Dr. Hakkı Uygur İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) başkan yardımcısıdır]
ANALİZ – İran-ABD Geriliminde Son Durum
Zamanın aleyhine işlediğini bilen Tahran yönetimi, ABD’nin ekonomik ve politik baskılarına karşı nükleer faaliyetlerini artırarak ve bölgede Amerikan müttefiklerine karşı pratik adımlar atarak cevap verecek gibi görünüyor Trump'ın hesaba katmadığı husus, İran içi dengeler ve birçok etkili ismin Bolton’un kafasındaki bir anlaşmayı kabul etmektense savaşmayı tercih edecekleridir İran'ın önümüzdeki günlerde açıklayacağı yeni nükleer faaliyetlerin KOEP’i ihlal etmesi durumunda mesele iyice karmaşık bir hal alacak.