SOYALP TAMÇELİK - Kıbrıs meselesi, konuya ilişkin taraflar arasında güvenlik algılamalarının çatıştığı bir mesele olarak görülmektedir. Bu nedenle güvenlik ve garantiler konusu, Kıbrıs’ta kurulmak istenen yeni devlet sisteminde tarafların anlaşmakta zorlandıkları başlıca konular arasında yer almaktadır.
Kıbrıs’taki her iki toplumun ve anavatanların güvenlikle ilgili politikalarının başlıca kaynağı tehdittir. Örneğin Rumlar için tehdit Türkiye’den geliyorsa güvenlik politikası farklı, Kıbrıs Türklerinden geliyorsa farklı olmaktadır. Aynı durum, Kıbrıslı Türkler ve garantör devletler için de geçerlidir.
Buna göre Kıbrıs, Türkiye için Akdeniz’e açılım noktasında bulunması ve Doğu Akdeniz jeopolitiğini etkilemesi açısından önemlidir. Ada’nın Yunanistan açısından önemi siyasî ve iktisadî rasyonalitenin gerçeklemesi açısından dikkat çekicidir. İngiltere için ise bölgesel çıkarların tanzim edilebilmesiyle ve Ada’daki egemen üs bölgelerinin korunmasıyla ilgilidir.
- Üç aşamalı süreç
Bu konu, 1974 Barış Harekâtı’nın ardından üç aşamalı bir süreçten sonra olgunlaşmıştır. Birinci aşama Perez de Cuellar’ın ‘Yol Gösterici İlkeler’ (1986) ve Öneri Taslağı (1989) bazında ortaya çıkmış, ikinci aşama Butros Gali’nin Fikirler Dizisi’nde (1992) belirtilen hususlar üzerine inşa edilmiş ve üçüncü aşama Kofi Annan tarafından ortaya atılan Kapsamlı Çerçeve Anlaşması’na (2004) göre tanzim edilmiştir.
Buna göre garantiler konusunda ortaya çıkan bütün öneriler değerlendirildiği zaman “mutatis mutandis” (değişen koşullara göre) kuralı ile değişikliğe uğratıldığı ve sonunda bu anlaşmaların tamamen kaldırılması yönünde irade belirtildiği görülmüştür. Garantiler konusu; Gali Fikirler Dizisi’nde bazı değişikliklerle gölgelenmekte, Annan Planı’nda ise “mutatis mutandis” kuralıyla sınırlandırılıp daraltılmaktadır.
Günümüzdeki müzakerelerde ise BM yetkililerinin önerilene göre Garanti ve İttifak Antlaşmalarının birbirinden ayrılması ve buna göre ya birinden ya da ötekinden vazgeçilmesi istenmektedir. Ancak Rum/Yunan tarafının sunmaya hazırlandığı teklifte ise bu sistemin tamamen ortadan kaldırılması öngörülmektedir.
Aslında garantiler konusunda yapılmak istenen bu değişiklikler, Rum-Yunan siyasasının stratejik amaçlarından kaynaklanmaktadır. Rum tarafı, Ada’da bütün sorunların 1974 müdahalesiyle başladığını, bu müdahaleye 1960 Antlaşmalarının sebebiyet verdiğini ve bunun da mutlak surette değiştirilmesi gerektiğini ileri sürmekle ve garantörlük sisteminde Türkiye’yi devre dışı bırakarak, uluslararası aktörlerle mücehhez yeni bir garanti sisteminin kurulmasını veya tamamen kaldırılmasını amaçlamaktadır.
- Türkiye'nin iki hedefi
Prensip olarak Türk tarafı da 1960 Garanti Antlaşması’na göre Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün baki kalması konusunda ısrarını sürdürmekte, ancak müzakere sürecini akamete uğratan taraf olmamak için de değişen şartlara uygun olarak revize edilebileceğinin izlenimini vermektedir. Bu bağlamda Türkiye, Kıbrıs’taki “Güvenlik ve Garantiler” konusunda elde edilmesini arzuladığı iki temel hedefe uygun olarak değerlendirmeler yaptığı düşünülmektedir.
Bunlardan birincisi Kıbrıs Türk halkının bekasının ve güvenliğinin sağlaması, ikincisinin ise Türkiye’nin güvenliği açısından Ada’dan kaynaklanan karşı bir tehdit oluşturmasının önlenmesi ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz bölgesindeki hak ve çıkarlarının korunmasıdır.
Rumların reddettiği Annan Planı’na göre Kıbrıs’ta daha önce imzalanan Kuruluş, Garanti ve İttifak Antlaşmalarının yürürlükte kaldığı, ‘mutatis mutandis’in yeni düzene göre uygulandığı, Garanti ve İttifak Antlaşmaları ile yürürlüğe girmesi beklenen yeni Anlaşma’nın oluşturduğu dengeye saygı gösterilmesi gerektiği ve kurulacak ‘Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü, güvenliği ve Anayasal düzeni yanında, kurucu devletlerin de toprak bütünlüğü, güvenliği ve Anayasal düzeninin korunduğu bir yapı istenmektedir.
- 'Öznel güvenlik' sistemi çatışma riskini artıracak
İttifak Antlaşması konusunda ise Ek Protokol’le Ada’nın askersizleştirilmesi ve silahsızlandırılması kararlaştırılmıştır. Ancak Ada’da eşit ve muayyen sayıda asker bulundurulması istenmekle beraber 1960 sisteminden olan Üçlü Karargâh kurumu lağvedilmiştir. Dolayısıyla Annan Planı’na göre İttifak Antlaşması hükümlerinde de mutatis mutandis ilkesinin uygulandığı değerlendirilmektedir. Buna göre garantiler konusunda, Rum tarafı kısmen, Türk tarafı ise 1960 rejiminin korunmasıyla tatmin edilmeye çalışılmıştır. Aynı durum, İttifak Antlaşması için de geçeridir.
Esasında Kıbrıs’ta kurulmak istenen garanti sistemi, tek taraflı olarak inşa edilmesi mümkün olmadığından, tarafların genel güvenlik kapsamında uzlaşılması gerektiği şarttır. Ancak Kıbrıs’ta “öznel güvenlik” sistemi, çatışma riskini artırdığından daha çok ‘özgün güvenlik’ sistemini tercih etmesi gerekmektedir.
- Bölgesel ve küresel aktörler, Ada’da Türk askeri istemiyor
Rumlar ise Garanti Antlaşması’nda yapılacak değişikliklerle BM Şartı’nın 52. maddesine ve “VII. Bölüm: Barışın Tehdidi, Bozulması ve Saldırı Eylemi Durumunda Alınacak Önlemler” çerçevesine göre yapılandırılmak istemektedir. Bu görüşe birtakım uluslararası aktörler de destek vermektedirler.
Bölgesel dengeler ve jeopolitik duyarlılıklar nedeniyle Ada’da “yabancı kuvvetlerin” bulunmasına karşı çıkan bölgesel güçlerle küresel aktörler, Türk tezini etkisizleştirmek ve zaman içinde yalnızlaştırmak istemektedirler. Ada’nın çevresinde bulunan hidrokarbon yataklarının potansiyeli, Ortadoğu’daki yeni güç dengelerinin oluşması, küresel aktörlerin güç çatışmasına girmesi vb. hususlardan dolayı Ada’da her yönüyle donanımlı Türk askerinin bulunmasını ciddi bir tehdit olarak görmektedirler. Bu nedenle bölgesel ve küresel aktörler, Ada’da Türk askerinin bulundurulmamasını istemekte veya bu olmaz ise yetki ve hak kısıtlamasına gitmesini arzu etmektedirler. Rum tarafı da bu doğrultuda davrandığından Garanti ile İttifak Andlaşmalarını Güvenlik Konseyi’ne sunarak, bu hakkın, tamamen kaldırılmasını veya işlemez hale getirilmesini istemektedir.
Kıbrıs’ın kendi özgün şartları gereği güvenliğe en çok ihtiyaç duyan taraf Kıbrıs Türk halkıdır. Bu konuda teklif edilen uluslararası güvenlik ve garantiler sisteminin kabul edilebilirliliği ve uygulanabilirliliği mümkün görünmemektedir.
Buna göre Kıbrıs’ta güvenlik olgusu, Ada’daki Türk halkı için hayat hakkı, Rum halkı için ise travmatik korkuların tatmin edilmesi üzerine kurgulanmıştır. Olgusal bu yapı içinde Türk tarafının “Güvenlik ve Garantiler” konusunda gelebileceği en son nokta Annan Planı’ndaki müktesebat, özü itibarıyla değişmemek kaydı ile birtakım küçük değişikliklerle birlikte uygulanabileceği değerlendirilmektedir.
- 'Taviz marjı' geniş değil
“Güvenlik ve Garantiler” konusundaki Türk tezi, uluslararası hukuk açısından güçlü bir tez olarak ortada durmaktadır. Mezkûr anlaşmaların tamamı ‘yürürlükte’ ve ‘geçerliliğini’ korumaktadırlar. Bu anlaşmalar, uluslararası nitelikli olduğu için tek taraflı olarak değişikliğe tâbi tutulması mümkün değildir. Ancak Kıbrıs meselesi siyasal bir mesele olduğu için bu konuda alınacak kararın da siyasal hüviyette olacağından salt güvenlikçi bir okuma yapmanın da doğru olmayacağı değerlendirilmektedir. Buna karşın güvenlikten yoksun bir siyasal anlaşmanın yaşayabilirliliği de mümkün görünmediğinden Türkiye’nin Kıbrıs’ta imzalanmak istenen siyasal bir anlaşmanın güvenlik ve garantiler konusundaki taviz marjının çok da geniş olmadığı anlaşılmaktadır.
Buna göre gerçekleşmesi muhtemel olasılıklar üzerinde yapılan incelemeye göre Türk tarafının nihai değerlendirmesi Ada’da 1960 Garanti ve İttifak Antlaşması (üst marj) ile 2004 Annan Planı’ndaki Güvenlik ve Garantiler (alt marj) başlığı altındaki bir marjla yapma gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
- BM'nin iki opsiyonlu yeni planı
Toplumlararası müzakerelerde BM’nin sunduğu en son görüş ise bu marjı zorlar niteliktedir. İki opsiyonlu planın birinci safhası, İttifak Antlaşması’nın yürürlükte kalacağı ve üzerinde anlaşılacak sayıda askerin Ada’da bulunabileceği bir sistem inşa edilmek istenmektedir. Bu opsiyona göre Garanti Antlaşması ilga edilmekte, tek yanlı müdahale hakkı kaybedilerek “etkin garantiler” prensibi sekteye uğratılmaktadır. Türk tarafı olarak bu kaybı dengeleyebilmek için asker sayısı ve ekipman konusunda daha üst çıtadan pazarlık yapma durumunda kalınabileceği değerlendirmektedir.
İkinci opsiyon ise İttifak Antlaşması’nın sona erdiği ve Türk askerlerinin Ada’dan ayrıldığı bir durum söz konusudur. Ancak Garanti Antlaşması devam etmekte ve bu sistem içinde NATO/AB gibi uluslararası aktörlerin bulunacağı bir garantörler manzumesi oluşturulmak istenmektedir. Buna göre garanti sistemi, uluslararası garantiler mevcudiyetine dönüşmektedir. Bu opsiyona göre Ada’dan Türk askerlerinin çekilmesi açısından “fiilî”, Garanti Antlaşması’nın uluslararası garantilere dönüşmesi açısından da Türk tezinin “etkin müdahalesi” ortadan kalkmış olacaktır.
Kıbrıs’ta siyasal kurgu sistematiğinden hareketle güvenlik olgusunun ilk kez şekillendiği 1960 rejiminden bu yana Garanti ve İttifak Antlaşmaları birbirini tamamlayan bir bütünün iki parçası gibidir. Bu yüzden bunlara, ikiz anlaşmalar da denilebilir. Ada’da dış güvenliğin ve rejimin korunmasında ortaya çıkan ve uygulama alanı olarak şekillenen bu anlaşmalar, Ada’daki halkların ve rejimin güvenliği için tasarlanmış entegre bütünün bir parçası gibidir. Bu prensipten hareketle BM’nin önerdiği son plana göre bu anlaşmaları, Kıbrıs’ta kurulmak istenen devlet sisteminde “öznel” değil, daha çok “sistem analizi” çerçevesinde değerlendirilmesinin yapılması gerekmektedir.
- BM'nin teklifi ve güvenlik riskleri
Annan Planı’nda sistemsel olarak bu iki anlaşmanın var olduğu görülse de fonksiyonel olarak 1960 rejiminden farklılıklarla ve sınırlamalarla karşı karşıya kalındığı görülmüştür. Ancak BM’nin önerdiği son iki opsiyonlu teklifte ise bu hususun temelden değiştiği, bu anlaşmaları entegre bir bütünün parçası olarak değil, müstakil bir anlaşma olarak değerlendirildiği ve dar çerçeveli bir algılama sistematiğine indirgendiği anlaşılmaktadır. Böylece tarafları uzlaşabilmek için “ya onu, ya da bunu tercih et” mantığına indirgeyerek, güvenlik ve garantiler konusunda ölçek düşürüldüğü görülmüştür. Özellikle Kıbrıs’ta kurulacak yeni rejimin devamlılığının olup olmayacağı riskli bir durumken ve toplumsal çatışma potansiyeli varken, bu çeşit bir uygulamanın olması risk analizi açısından sakıncalı olabileceği değerlendirilmektedir.
Kıbrıs’ta halen devam etmekte olan müzakerelerde güvenlik ve garantiler konusunu ele alınırken, sistemsel yapı ile fonsiyonel yapının birbirini tamamlaması en önemli hususlardan birisi olarak dikkatleri çekmektedir. BM’nin önerdiği son teklif ile bu yapının sağlıklı bir şekilde kurulmadığı, dar ve fonsiyonel özelliğin sınırlandığı ve bütünden uzaklaşarak müstakil bir anlaşma metni olarak görülüp sunulduğu ve taraflara “ya o, ya da bu” şekilde tevdi edilen bir yapıya dönüştürüldüğü görülmektedir. Halbuki bu anlaşmalar, Ada’da genel güvenlik kapsamı ve siyasal denge içinde değerlendirilmesi gereken hususlardır.
Bu nedenle Kıbrıs’ta güvenlik sistemi mevzu bahis olduğunda Garanti ve İttifak Antlaşmaları birbirine entegre bir bütünün iki parçası gibi değerlendirmesi gerekmekte ve bu anlaşmalardan herhangi birinin sekteye uğraması, sınırlandırılması, yeni şartlara göre revize edilmesi veya kaldırılması, kurulacak güvenlik sistemini veya siyasal düzeni temelinden değiştireceği için riskli olabilecektir. Şayet bunlarla ilgili bir değişiklik yapılacak ise bunu genel prensipler, değerler veya sistemin dengesi içinde şekillendirilmesi ve yapılacak değişikliklerin bütünlüklü anlaşma sistematiğinin içinde ele alınması esas olmalıdır. Aksi takdirde salt bu iki anlaşma üzerinden yapılacak revizyonist çalışmalar ve köktenci yaklaşımların indirgemeci bir bakış açısıyla ele alınmasına ve amaca müteallik bir sonucun çıkmasına engel olabileceği değerlendirilmektedir.
ANALİZ - Kıbrıs Müzakerelerinde En Çetin Konu Açıklaması Güvenlik Ve Garantiler
Güvenlik ve garantiler konusu, Kıbrıs’ta kurulmak istenen yeni devlet sisteminde tarafların anlaşmakta zorlandıkları başlıca konular arasında Kıbrıs’ın kendi özgün şartları gereği güvenliğe en çok ihtiyaç duyan taraf Kıbrıs Türk halkıdır. Bu konuda teklif edilen uluslararası güvenlik ve garantiler sisteminin uygulanabilirliliği mümkün görünmemektedir BM’nin önerdiği son teklif ile bu yapının sağlıklı bir şekilde kurulmadığı, taraflara “ya o, ya da bu” şekilde tevdi edilen bir yapıya dönüştürüldüğü görülmektedir