CENGİZ TOMAR - Son dönemde bazı Arap ülkeleri devlet adamlarının paylaşımları sosyal medyada, bazı milliyetçi Arap gazetecilerin de basın ve yayın organlarında Türkiye ve Türk tarihi ile alakalı, mesnetsiz ve realiteye aykırı beyanları arka arkaya yayımlanmakta. Birleşik Arap Emirlikleri’nin üst düzey yetkililerinden Abdullah bin Zayed al Nahyan, düşmanları İngilizler tarafından bile “çöl kaplanı” olarak anılan, Medine müdafasıyla meşhur Fahreddin Paşa’yı hırsızlıkla suçlayan bir sosyal medya paylaşımı yaparken, Enver Muhammed Gargaş “Arap Dünyasına Tahran ve Ankara’ya karşı birleşin” çağrısı yapmakta. Bir Arap kanalında Tuğgeneral Hasan eş-Şehrî adlı analist “Türklerin vatanının Ortadoğu değil Maveraünnehir olduğunu, Osmanlıların bir hilafet değil sömürgeci bir dikta rejimi olduğunu, tüm Osmanlı döneminin Arap Dünyasına geri kalmışlık, katliâm, hastalık, korku ve açlıktan başka bir şey getirmediğini” iddia etti. Öncelikle bu örneklerin 23 ülkeden teşekkül eden ve 400 milyonluk bir nüfustan bahsettiğimiz Arap Dünyasının çok az bir kısmını temsil ettiğini not edelim. Nitekim birkaç Arap ülkesinde bu tür yayınlar yer almaktayken, Türkiye önemli bir Arap ülkesi olan Sudan’da Sevâkin adasını restore anlaşması yapmaktaydı.
Arap Dünyasını uzun süreçte takip edenler açısından çok da şaşırtıcı değil son zamanlarda birden bire Fahreddin Paşa’nın gündeme gelmesi. Yaklaşık bin yıldan fazla bir süre birlikte yaşayan Türkler ve Araplar, modern ulus devletlerin kurulmasının ardından ulus inşa (yapım) süreçlerinde bu tür tarihi argümanları sıklıkla kullandılar. 1980’lerden beri zayıflamaya başlayan bu tutum, özellikle Arap baharı adıverilen ve henüz nereye evrileceği belli olmayan süreçlerde tekrar diriltilmeye çalışılıyor.
1950’lerden itibaren daha ziyade seküler Arap milliyetçisi askerlerin yaptığı darbelerin ardından kurulan yönetimler, tarih ders kitaplarında, yüzyıllar boyunca Arap bölgelerinin geri kalmasının temel sebebini “sömürgeci” Türk işgaline bağladılar. Arap Edebiyatı tarihlerinde bir Türk devleti olan Memlükler devrini (1250-1517) çöküş dönemi olarak adlandırarak, 400 yıllık Osmanlı döneminden hiç bahsetmeden doğrudan “en-Nahda” ya da “Uyanış” adı altında 19. yy.'da gelişmeye başlayan modern Arap edebiyatına geçtiler. Tarih kitaplarında ise bir işgal, zulüm ve geri kalma dönemi olarak adlandırılan Osmanlı hakimiyeti ancak birkaç paragraf ve sayfadan ibaretti. Sanki 400 yıllık dönemde hiç iyi bir şey olmamışçasına, I. Dünya Savaşı esnasında meydana gelen üzücü hadiseler “Tetrîk” yani “Türkleştirme” adı altında bütün Osmanlı dönemine genelleştirilmekteydi. Cemal Paşa’nın lakabı da “seffâh” yani “kan dökücüydü” bu ders kitaplarında. Halbuki tarihsel verilere ve belgelere göre Osmanlılar, “kavm-i necib” (asil millet) olarak adlandırdıkları Araplar ve Arap kültürünü daima ayrıcalıklı bir konumda tutmuşlardı. Arapça aynı zamanda kutsal kitap Kur’an’ın dili olduğundan daima saygı gösterilen bir lisan olmuştu. Mekke, Medine ve Kudüs gibi Arapların çoğunlukta olduğu mukaddes şehirler, daima özel muamele görmüş ve Arap bölgeleri adem-i merkezi bir yönetimle idare edilmişti. Arap şehirlerinin imarı ve surre için Osmanlı bütçesinden önemli mali kaynak ayrılmıştı. Seyyid ve şeriflere daima hürmet gösterilmişti.Osmanlı Devleti, yapısı gereği zaten sömürgeci bir devlet değildi ama petrolün henüz bilinmediği dönemde özellikle Arap yarımadasında sömürülebilecek rimâl ve cimâlden (deve ve kum) başka bir şey de yoktu doğrusu. Bu dönemde telif edilen kitapların referanslarına baktığımızda da zaten 19. ve 20. yüzyılda önyargılı oryantalistler tarafından yazılmış Fransızca ve İngilizce kitaplardı ve içlerinde tek bir Osmanlıca kitap ve belgeye referans verilmemişti.
Eski düzene (ancien régime) karşı halk hareketlerinin yanında yer alan ve yeni düzeni destekleyen Türkiye’nin bu tutumuna, karşı devrimi destekleyenlerin, müflis tüccar misali eski defterleri karıştırıp, yukarıda örneklerini verdiğimiz eski argümanları temcid pilavı gibi tekrar tekrar ısıtarak cevap verdikleri anlaşılıyor. Bunun temel sebebi büyük bir devlet geleneği ile demokrasi tecrübesi ve mutedil bir İslam anlayışına sahip Türkiye’nin Arap dünyasındaki halk hareketlerinin yanında yer alması ve en son örneğinde gördüğümüz gibi İslam dünyasının ortak meselesi Kudüs ile ilgili hem İslâm İşbirliği Teşkilâtı (İİT) İstanbul zirvesinde hem de Birleşmiş Milletler (BM) genel kurulunda ezici bir biçimde kararlar aldırarak Arap Sokağını yanına çekebilmesidir.
Özellikle 1948’de İsrail’in kurulmasının ardından, İsrail karşıtlığı üzerinden 1950-1960’lı yıllarda zirvesine çıkan Arap milliyetçiliği ve Pan-Arabizm kısa bir müddet de olsa Mısır ve Suriye’nin ortaklığıyla Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştı. O dönemde Arap Dünyasının siyasi ve kültürel merkezi mesabesindeki Mısır’ın devlet başkanı Cemal Abdünnasır’ın siyasi, Mısırlı meşhur sanatçı Ümmü Gülsüm’ün kültürel liderliğini yaptığı Arap milliyetçiliği ve Pan-Arabizm, 1967 Altı Gün Savaşında birleşik Arap güçlerinin İsrail karşısında aldığı ağır hezimetin ve Kudüs’ün tamamen kaybının ardından ölümcül bir yara almış; lideri Cemal Abdünnasır’ın karizması da fena hâlde çizilmişti. Günümüzde, tatlı bir nostalji olarak, özellikle 50 yaş üzeri Araplar sabahları hâlâ Ümmü Gülsüm’ün şarkılarıyla güne başlamakla birlikte, seküler Arap milliyetçiliği, Adid Davişa’nın deyimiyle 1980’li yıllarda “son nefesini vermişti”. Son dönemde ABD ve İsrail ile anlaşan bazı Arap ülkeleri bir mevta olan Arap milliyetçiliğini ve Pan-Arabizm’i bu sefer “Arap Sokağı”nda büyük etkisi olan ve bu etkiyi de son Kudüs kararlarıyla perçinleyen, Türkiye ve Osmanlı karşıtlığı üzerinden diriltmeye çalışmaktalar. Zira Türkler, Arap Dünyasında modern temel eğitim almış Arap kollektif hafızasında olumlu ya da olumsuz önemli bir yere sahip.
İşte Birleşik Arap Emirlikleri yetkilileri ile bazı yorumcuların, Fahreddin Paşa, Osmanlılar ve Türkiye’yi suçlayan son paylaşımlarını, Arap Baharı’na karşı Körfez ülkeleri ve Mısır’da başlayan karşı-devrim süreci çerçevesinde, eski tarih anlayışına yani “öteki” üzerinden millet yaratmaya, ulus devlet süreçlerinin inşasına ve ülke içerisinde safları sıklaştırmaya yönelik bir hamle olarak algılamak gerekir. Ancak Türkiye’nin Kudüs üzerinden İİT ve BM’deki başarısı eski yöntemlerin Arap Sokağında artık bir işe yaramayacağının bir göstergesi olarak anlaşılabilir.
[Prof. Dr. Cengiz Tomar Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanlığı görevini yürütmektedir]
ANALİZ - Osmanlılar, Fahreddin Paşa Ve Arap Milliyetçiliğini Diriltmek
ABD ve İsrail ile anlaşan bazı Arap ülkeleri mevta olan Arap milliyetçiliğini, “Arap Sokağı”nda büyük etkisi olan Türkiye ve Osmanlı karşıtlığı üzerinden diriltmeye çalışmakta Bazı Arap yorumcuların, Fahreddin Paşa, Osmanlılar ve Türkiye’yi suçlayan son paylaşımlarını, Arap Baharı’na karşı başlayan karşıdevrim sürecinde, ulus devlet süreçlerinin inşasına ve ülke içerisinde safları sıklaştırmaya yönelik bir hamle olarak algılamak gerek.