ANALİZ - Trump'ın Yeni Şahinlerinin Gözü İran'da
ABD Başkanı Trump'ın yeni Dışişleri Bakanı adayı Pompeo ile yeni Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton, özellikle İran ve Kuzey Kore konusundaki şahin fikirleriyle öne çıkıyor 10 günde kabinesindeki en önemli isimlerden ikisini değiştiren Trump'ın, Pompeo ve Bolton gibi iki şahinin katkısıyla Amerikan dış politikasını daha fazla 'askerileştireceği' savunuluyor Trump'ın özellikle İran konusunda Tillerson ve McMaster'dan umduğu 'sertliği' Pompeo ve Bolton'da bulabilmesi oldukça yüksek ihtimal olarak görünüyor Trump'ın Pompeo ve Bolton ile daha rahat ve eşgüdüm halinde çalışacağını söylemek mümkün, zira her iki isim de seleflerine kıyasla Trump'la daha uyumlu söylemlere sahip; ancak bunun özellikle İran'a karşı daha sert kararlar almada hissedilecek bir eşgüdüm olacağı belirtiliyor.
ABD Başkanı Trump'ın son iki kabine değişikliği, yeni isimlerle daha sert bir dış politika sinyali verilmesi sebebiyle ülkede tartışmalara yol açtı.
13 Mart'ta Twitter'da yaptığı açıklamayla Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'ın yerine mevcut ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü Mike Pompeo'nun geleceğini duyuran Trump, 22 Mart'ta yine Twitter'dan yaptığı açıklamayla 9 Nisan'dan itibaren mevcut Ulusal Güvenlik Danışmanı Korgeneral Herbert Raymond McMaster'ın yerine ABD'nin eski BM Daimi Temsilcisi John Bolton'ın görevi devralacağını ilan etti.
10 günde kabinesindeki en önemli isimlerden ikisini değiştiren Trump'ın, özellikle Bolton gibi Amerikan kamuoyunda "savaş yanlısı" görüşleriyle tanınan bir ismi Beyaz Saray'daki en önemli danışma makamına getirmesi dikkat çekti.
2005-2006 yılları arasında dönemin Cumhuriyetçi ABD Başkanı George W. Bush döneminde ülkesini BM'de temsil eden Bolton, özellikle İran ve Kuzey Kore konusunda savaş ve rejim değişikliği önerecek düzeyde "şahin" söylemleriyle biliniyor.
Amerikan Askeri Akademisi mezunu olan Pompeo ise, kongre ve CIA tecrübesinin ardından diplomasinin merkezi olan Dışişleri Bakanlığında da şahin görüşlerini muhafaza edecek gibi görünüyor.
Bu iki isim de savundukları yaklaşımlarla halihazırdaki kısmen "askerileşen" Amerikan dış politikasını daha da fazla askerileştirecek isimler olarak görülüyor.
- Trump'ın Tillerson memnuniyetsizliği
Trump'ın Tillerson'ı gönderirken kamuoyuna en fazla yansıyan şikayetlerinin başında eski Exxon CEO'sunun "İran'la nükleer anlaşmanın bozulmasına karşı çıkması" ve "Kuzey Kore ile diplomasi seçeneğine vurgu yapması" gösteriliyordu.
Trump, her ne kadar son dönemde Pyongyang ile adeta diplomasi baharı yaşasa da tam da Tillerson'ın bu yöndeki bazı girişimleri yüzünden onu kamuya açık şekilde eleştirmiş, "boşa uğraşmakla" suçlamış ve daha da kötüsü Tillerson'ın istifa edeceği haberleriyle yıpranmasına zemin hazırlamıştı.
- Amerikan dış politikası "askerileşiyor"
Koltuğa oturduğu günden itibaren Amerikan dış politika yapım süreçlerini önemli ölçüde Pentagon'a bırakan ve Dışişleri Bakanlığının önceki ağırlığını de facto olarak azaltan Trump, kabinesine asker kökenli birçok ismi getirerek tüm dünyaya "ben komutanlarıma herkesten fazla güveniyorum" mesajı vermişti.
Amerikan dış politikasındaki bu "askerileşme" eğilimi, sorunların diplomasi kanallarıyla değil de yine askeri yol ve yöntemlerle çözülebileceği kanısını Washington'da daha fazla oturttu.
Washington'daki bu yeni denge Tillerson'ın diplomasi ve müzakere alanını görece olarak daraltırken, bakanlığın bütçesinin de kesintiye uğraması (ve buna mukabil Pentagon'un bütçesinin kayda değer ölçüde artırılması), Trump'ın dış politikaya nasıl baktığını açıkça ortaya koyuyordu.
Böyle bir ortamda İran'la nükleer anlaşmayı çöpe atabileceğini söyleyen Trump'a karşı çıkan ender kişilerden biri olan Tillerson, son olarak Kuzey Kore'ye aşırı yüklendiğini düşündüğü Başkan'a bu noktada da yan gözle bakarak "istenmeyen adam" noktasına geldi.
Buna mukabil Trump'ın bugüne kadarki eylemleri, onun diplomatlardan ziyade askerlerle daha iyi çalışabileceğini ve buna uygun dış politika adımları atabileceğini ortaya koymuş durumda.
- Hedef ülke İran
Trump'ın İran ve Kuzey Kore konusunda Tillerson'dan beklediği sertliği Pompeo'da ve Bolton'da bulabilmesi oldukça yüksek ihtimal olarak görünüyor. Tillerson'dan farklı olarak İsrail yanlısı ve İran karşıtı söylemleriyle meşhur olan Pompeo eğer ABD İran'la savaş düzeyinde karşı karşıya gelirse Trump'ı durdurmayacak bir isim.
Öte yandan Pompeo'nun, Tillerson'dan farklı olarak Washington'da azalan Dışişleri Bakanlığı ve diplomasi alanını genişleteceğine da kesin gözüyle bakılıyor. Fakat yine de bu durumun Amerikan dış politika yapım süreçlerine daha fazla diplomasi olarak yansıyacağını söylemek için henüz çok erken.
Pompeo'nun Kongre ve devlet tecrübesinin diplomasiye ne derece yapıcı ve olumlu yansıyacağını görmek için birkaç ay daha beklemek gerekiyor.
İran söz konusu olduğunda ise ABD'nin Ortadoğu politikalarında bundan sonra İsrail'in ağırlığının daha fazla hissedileceği bir sürece girilmesi muhtemeldir. Zaten Kudüs kararıyla İsrail konusunda nerede durduğunu tüm dünyaya gösteren Trump, İran'la nükleer anlaşmayı sona erdirecek ve Tahran'la kafa kafaya gelecek bir sürecin kapısını Pompeo ve Bolton ile daha kolay açabilir.
- Trump'ın kulağına "neo-muhafazakar" Bolton fısıldayacak
Öte yandan Amerikan kamuoyunda son iki değişikliği ele alan analizlerin çoğunda Bolton için "akıllı ve çok tehlikeli" nitelemesi yapılıyor.
Trump'ın Tillerson gibi McMaster'dan da İran ve Kuzey Kore konularında memnun olmadığı ve kendi çizgisine daha yakın ve sert bir ismi getirmeyi düşündüğü konuşuluyordu. Ancak Bolton gibi ABD'nin 2003'teki Irak işgaline doğrudan destek vermiş, İran ve Kuzey Kore'de açıkça rejim değişikliğini savunan ve İran'la nükleer anlaşmaya başından beri karşı olan bir isim, Cumhuriyetçi çevrelerde bile kısmen şaşkınlıkla karşılandı.
McMaster "askeri stratejiler" konularındaki becerileriyle kamuoyunda bilinirken, Bolton ise daha ziyade neo-muhafazakar görüşleriyle öne çıkıyor. ABD'nin Irak'ı işgaline verdiği güçlü destekle hatırlanan Bolton'ın 2015 yılındaki "İran’ın bombasını durdurmak istiyorsan İran’ı bombala” açıklaması hala hafızalarda.
- Trump'la İran konusunda söylemleri aynı
Trump'ın Pompeo ve Bolton ile daha rahat ve "eşgüdüm" halinde çalışacağını söylemek mümkün, zira her iki isim de seleflerine kıyasla Trump'la daha uyumlu söylemlere sahip; ancak bunun özellikle İran'a karşı daha sert kararlar alma noktasında ortaya çıkacak bir rahatlık olacağına dikkat çekiliyor.
Buna mukabil, bu eşgüdümün Amerikan dış politikasına daha fazla diplomasi, müzakere, müttefiklerle işbirliği ve uluslararası konularda çok taraflı karar alma süreçlerine katılım anlamına geleceğine ilişkin fazla emare görünmüyor.
Beyaz Saray'da Trump'ın kulağına en fazla fısıldayacak kişi olarak Bolton'ın seçilmiş olmasının belki de başka "hikmetleri" vardır; ancak şu anda Washington'da bu tercihin İran konusunda daha sert dış politika için atılmış bir adım olduğunu düşünenlerin sayısı oldukça fazla.
- Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkiler?
Kuşkusuz bu iki yeni şahin kabine üyesinin Türk-Amerikan ilişkilerine nasıl bir soluk getireceği Türkiye açısından çok daha önemli. Özellikle Pompeo'nun daha önce Kongrede Türk-Amerikan dostluk grubu üyesi olması, Türkiye'yi tanıması ve CIA Direktörü olunca ilk ziyaretini Ankara'ya yapmış olması, onun Türkiye'nin stratejik önemini anladığını gösteren emareler olarak okunabilir.
Bu bakımdan Pompeo'nun göreve başladıktan sonra ilk birkaç ayındaki performansı, onun Türk-Amerikan ilişkilerinde Tillerson'dan daha iyi bir "sorun çözücü" olup olmadığını gösterecektir.
Buna ilaveten Bolton'ın neo-muhafazakar görüşlerini ve Türkiye ile ilgili bazı olumsuz söylemlerini Beyaz Saray'a ne ölçüde taşıyacağını görmek için de zamana ihtiyaç var.
Ancak tamamen kötü bir dönem geçirdikten sonra toparlanma evresine giren Türk-Amerikan ilişkilerine bu iki önemli ismin yapacağı olumlu ve olumsuz her katkı ikili ilişkilerin kaderini doğrudan etkileyecektir.