ANALİZ - Trump, 'Tiplomasi' Ve Batı Dünyasında Çözülme

Twitter diplomasisi (tiplomasi) 2016’dan itibaren, çoğunlukla da Donald Trump’ın yerleşik diplomatik teamülleri altüst eden hoyrat “tweet”leri münasebetiyle yaygınlık kazandı ABD başkanının en bayağı cümleleriyle bir ülkenin azarlanışına yahut tehdit edilişine şahit olduğumuz tiplomasi, “müttefik” ya da “hasım”ları benzer üsluplarla hedef alırken, dünya düzeninin değişim ivmesini de arttırıyor ABD başkanının, dış politikaya ilişkin konuşma ve temaslarının temel noktalarını, Beyaz Saray bürokrasisi, Dışişleri ve Pentagon gibi kurumların katkılarıyla yapması esastı ama Trump tiplomasisi teknolojik yenilikler, ABD iç politikasındaki gerilimler ve dış politikadaki ideolojik dönüşüm gibi faktörlerle bu çerçeveyi işlevsizleştiriyor Trump’ın liberal/küreselci medya, sermaye, bürokrasi ve muhtelif kimlik gruplarıyla kavgası, Twitter’ı ABD başkanının günlük mecrası haline getiren sebepler arasında Trump tiplomasisi ve Batı dünyasındaki akisleri, diplomasinin dört sac ayağını da kuşatan çözülmenin (ortak değerler, çıkarlar, kurallar ve kurumlar) ivme kazandığını gösteriyor.

İSTANBUL -MEHMET AKİF OKUR- İngilizce “twiplomacy” olarak adlandırılan kavram Türkçede kendisine “twiplomasi”, “twitlomasi”, “tiplomasi” gibi karşılıklar buldu. Tiplomasi sosyal medya mecralarının devlet başkanları ve diplomatik ilişkilerde önemli rollere sahip diğer aktörler tarafından kullanımını konu edinen yeni bir kavram. 2016’dan itibaren, çoğunlukla da Donald Trump’ın yerleşik diplomatik teamülleri altüst eden hoyrat “tweet”leri münasebetiyle yaygınlık kazandı. Gün geçmiyor ki ABD başkanının en bayağı cümleleriyle bir ülkenin azarlanışına yahut tehdit edilişine şahit olmayalım. Twitter kuşunun aynı anda yüz milyonlarca ekrana taşıdığı kibir ve öfke bulutu, “müttefik” ya da “hasım”ları benzer üsluplarla hedef alırken, dünya düzeninin değişim ivmesini de arttırıyor. Tiplomasi söz konusu sürecin hem tezahürlerinden hem de hızlandırıcılarından biri. Bu yüzden de diplomasi kulvarından tiplomasiye geçişin sebep ve sonuçlarıyla incelenmesine ihtiyaç var.

Tarih boyunca diplomasi alanındaki dönüşümlerin iki ana tetikleyicisi bulunduğu görülür. Bunlar teknolojik yenilikler ve uluslararası sistemdeki değişimlerdir. Bağımsız iktidar alanları arasındaki resmî mesaj alışverişleri ve temaslar, ilk siyasi örgütlenmelerin ortaya çıkışlarından itibaren başlamıştır. Diplomasinin eski Yunan’a uzanan etimolojik kökleri, taşıyana ayrıcalıklı ve güvenlikli seyahat imkanı sağlayan bir nevi berata dayanmaktadır. Roma dönemi pasaportları sayılabilecek metal “diploma”lar, daha sonra anlam genişlemesine uğrayarak, önemli imtiyazların ya da yabancı toplumlarla ilgili düzenlemelerin kaydedildiği kıymetli evrak için kullanılmaya başlandı. Elçilik görevlerini yürütenlerden, düzenli kayıt tutmaları da isteniyordu. Bunlar gelecekteki müzakereler için gerekliydi. Raporlar, değişik biçimlerdeki notlar ve anlaşmalar devlet arşivlerinde tasnif edilip saklandılar. 17. yüzyılın sonlarına kadar diplomasi mesleği (res diplomatica) denildiğinde, devletlerin dış politikayla ilgili hafızalarını barındıran bu kayıtların üretimi, tasnifi ve muhafazası akla geliyordu. Diplomasi, bugünkü anlamıyla 18. yüzyılın sonlarında kullanılmaya başlandı.

Sınırlı ulaşım ve iletişim imkanları sebebiyle hem daimi elçilerin hem de müzakere heyetlerinin önemi çok büyüktü. Devlet başkanlarının yüz yüze görüştükleri durumlar nadirattandı. 20. yüzyılın şahitlik ettiği teknolojik ilerlemeler öncelikle bu denklemi değiştirdi. Üst düzey devlet adamlarının, artan doğrudan temaslarla, daha fazla ve görünür diplomatik rol üstlendikleri bir döneme girildi. Temsilî değerleri azalan diplomasiyle ilgili resmî örgütlenmeler, karmaşık ilişkileri rayında yürütmek için gerekli teknik bilgileri üretme ve süreçleri yönetme yeteneğine sahip uzmanlık müesseseleri olarak konumlandırıldılar. Bu vazifelerini de belirli kadroları diplomatlaşan güvenlik bürokrasisinin muhtelif şubeleriyle paylaşır hale geldiler. Devletin arşivlenmiş hafızasıyla güncel istihbaratını, çalıştıkları dosyalarda buluşturup politika seçenekleri önermek şeklindeki yüzyıllardır değişmeyen misyonlarını ise günümüze kadar korudular.

Ayrıca hem yabancı ülkelerdeki resmî muhataplara hem de dışarıdaki kamuoylarına ulaştırılacak “kamu diplomasisi” mesajlarının şekillendirilmesinde rol oynamaya devam ediyorlar. Nitekim ABD örneğinde, başkanın dış politikaya ilişkin önemli konuşmaları ve kamuoyuna kapalı temaslarının temel noktaları üzerinde Beyaz Saray bürokrasisinin yanı sıra Dışişleri, Pentagon gibi kurumların katkılarıyla çalışma yapılması esastır. Ancak Trump tiplomasisi teknolojik yenilikler, ABD iç politikasındaki gerilimler ve dış politikaya bakıştaki ideolojik dönüşüm gibi faktörlerin katkılarıyla bu çerçeveyi işlevsizleştiriyor.

Geleneksel teamüllere göre, diplomatik mesajların, şu üç önemli iletişim bağlamında, içerik ve üslup açısından farklılaşmaları beklenir. Bunlardan ilki, devlet adamlarının kapalı kapılar ardında yaptıkları görüşmelerdir. Müzakerelerin gizliliği, tarafların esnekliklerini arttırarak sonuca ulaşılmasını kolaylaştırır. Bir başka iletişim bağlamı, devlet adamlarının yabancı bir ülkedeki iç kamuoyunu etkilemek amacıyla yaptıkları konuşmalardır. Burada, hükümetler arasındaki yakın ilişkilerin toplumsal zemin kazanması istenebileceği gibi, tam tersine, kamuoyunun rakip/hasım yönetimlere karşı tahriki de hedeflenebilir. Son olarak, dış politikada atılan adımların iç kamuoyuna aktarıldığı iletişim bağlamının da kendisine mahsus özellikleri vardır. Genellikle elde edilen kazanımlar vurgulanırken, başarısızlıklar önemsizleştirilmeye çalışılır. Her üç bağlamda da ana muhatap kitlenin belli oluşu, mesajın eriştiği diğer kesimlere neyin niçin söylendiği hususunda yorum yapabilme imkanı verir. Örneğin bir devlet başkanı, seçim gezisinde başka bir ülkeyle aralarındaki ihtilaflara abartılı vurgular yaparsa, bu seçmenlere yapılmış bir konuşmadır ve seçim sonrasında daha sert bir siyasetin izleneceği anlamına gelmemektedir.

Sosyal medya teknolojilerinin sağladığı imkanlarla Trump tiplomasisi, bu üç bağlamı, ABD içindeki takipçilerin esas izleyici kitlesini teşkil ettiği yüzlerce milyonluk tribünler tarafından çevrilmiş bir arenada birleştiriyor. Bu yeni bağlam, mesajın niteliğini de etkiliyor. Twitter’ın gerilimi eksik olmayan daimi seçim meydanı atmosferinde ülkeler ve milletler aşağılanıyor, tahkir ve tehdit ediliyor. Diplomasi geleneği kayıtlı devlet hafızalarına ve anlık kabaran duygulara mesafeli bir üsluba dayanırken, tiplomasi hızını ve gücünü tarafgir duygu sağanaklarından alıyor. Öfke ve önyargı selleri üzerinde yükseliyor, yaydığı mesajlarla bunları daha fazla kabartıyor.

Kökü ABD’de olmakla birlikte, ilişki ve çıkar ağları üzerinden Atlantik ötesine uzanan gerilim hattı da tiplomasiyi besliyor. Trump’ın liberal/küreselci medya, sermaye, bürokrasi ve muhtelif kimlik gruplarıyla kavgası, Twitter’ı ABD başkanının günlük mecrası haline getiren sebepler arasında. Trump tiplomasiyle, geleneksel diplomasinin inşa sürecinde etkin olan bürokrasiyi ve medyayı geri plana iterek karar alma iradesini destekçi kitlesine gösteriyor. Bu tutum, kamu ve özel kesimlerde örgütlü ve kendisine muhalif kurumsal güçle kavgasında Trump’ın etkisizleşmeme stratejisinin bir parçası. Bu denklemde, dış politikadaki yeni ideolojik yönelim de önemli bir yere sahip. Tiplomasi, Trump’ın destekçi havuzundaki örgütlü kesimlere ait özel gündemlerle, daha geniş kitlelerin ekonomiden toplumsal meselelere uzanan bir yelpazedeki beklenti, önyargı ve reflekslerine, popüler karşılığa sahip vülger bir dille hitap ediyor. Tiplomasinin çizdiği karikatürde, müttefikler ABD’nin sırtından geçinen asalaklara benzetilirken hasımlara karşı geçmişte izlenen politikalar aşırı yumuşak bulunup eleştiriliyor. Ancak, somut politika tercihleri söz konusu olduğunda, “America First” (Önce Amerika) ilkesinin seçici pragmatizmin kaldıracına dönüştüğünü görüyoruz. Örneğin İsrail’in haksız ve aslında orta-uzun vadede ABD’nin menfaatlerine de zarar verecek istekleri söz konusu olduğunda bu ilke unutuluyor. ABD’nin ulusal çıkarları, II. Dünya Savaşı sonrasındaki yönetimlerin hegemonik iktidar vizyonuyla kıyaslandığında, dar ve kısa vadeli bir perspektifle tanımlanıyor. Tiplomasinin talep ettiği maddî, hemen elde edilen ama görece küçük kazanımların tetikleyebileceği uzun vadeli sonuçlar ise gündeme alınmıyor.

Ancak bu, tiplomasinin genel bir dünya okumasından tamamen uzak olduğu anlamına da gelmiyor. Tiplomasi ABD’nin dış politikadaki doğrudan ve somut çıkarlarını ilgilendirmeyen alanlarda kaynak harcanmasına itiraz eden bir ruha sahip. Bununla birlikte, Soğuk Savaş’tan günümüze kadar geçen dönemde ABD’nin inisiyatifiyle oluşturulmuş kurumlar ve ilişkiler ağının ne kadarının hangi ölçüde tasfiye edilmek ya da yeniden yapılandırılmak istendiğine dair istikrarlı bir resim de çizmiyor. Zikzaklar ve tutarsızlıklar arasında, son dönemde Türkiye’yi, Avrupa’yı ve Pakistan’ı hedef alan pespaye tiplomasi salvoları, bugünkünden farklı ama nihai çehresi meçhul bir geleceğin kapılarını aralıyor. Merkezinde Amerikan devlet gücünü de kullanan sermaye ve elit ağlarının yer aldığı hegemonik sistemdeki dengelerin artık ABD aleyhine işlediği iddiası, Trump’ın “egemenlik” temalı çıkışlarının genel çerçevesini oluşturuyor. Trump tiplomasisinin Avrupa ordusu tartışması dolayısıyla Fransa’yı hedef alışı, Macron-Merkel buluşmasında “Avrupa’nın egemenliği” vurgusuyla karşılık buldu. Hegemonik sistemler, aslında ikincil statüde görülseler de, resmen eşit olarak muhatap alınması gereken müttefiklerin rızalarına dayanılarak işletilebilirler. Bunun için ise kazanırken daha az da olsa kazandıran bir ilişki mantığına ve ciddi diplomatik mesaiye ihtiyaç duyarlar. Her ikisinden de vazgeçme tavrının tezahürü sayılabilecek tiplomasi, Batı dünyasının çözülüş güzergâhındaki taşları döşüyor.

Bu noktada, olan biteni ve muhtemel sonuçlarını anlamlandırmak bakımından, bir başka çalışmada Mehmet Akif Okur daha kapsamlı biçimde ele aldığımız “dünya” kavramına değinmemiz lazım. “Dünya” ile somut tarihsel formları değişiklik arz eden, devlet yapılarını aşkın bir inanç ve normlar, ilişkiler, dayanışma ve ilerleyen safhalarında yönetişim/yönetim sistemini kastediyoruz. Dünyalar yeni inşâ edilebilecekleri gibi, daha önce var olmuş, sonra parçalanmış bir dünyanın yahut dünyaların tarihsel mirası üzerinde de yükselebilirler.

20. yüzyılın başlarına kadar ABD, açık Avrupalı köklerine rağmen kendisini, olumsuz anlamlar yüklediği Avrupalılığın temsil ettiklerinin dışında bir millet halinde inşaya çalışmıştı. Elbette Avrupa ile arasında doğal bir ortak kimlik ve eski dünyalardan miras kalan bir medeniyet zemini mevcuttu. ABD Avrupalı göçmenler tarafından kurulmuş bir devletti. Fakat ABD’nin bağımsız bir siyasi özne olarak varlığını anlamlı kılma gayretindeki Amerikan elitleri, yeni devletin ve toplumun kimliğini farklılıkların altını çizerek tarif ettiler. Bu safhada önemli olan kültürel değil siyasi özneydi. Kültürel ortaklıkları vurgulamak, siyasi öznenin bağımsız olma/kalma hedefini köstekleyecekti. I. Dünya Savaşı’na girilirken ise büyük ve ortak düşmana karşı Atlantik’in iki yakasını bir bütünün parçası sayan “Batı medeniyeti” tahayyülünün yaygınlaştırıldığını görürüz. Bu değişim, müşterek tarih, kültür ve değerlerden oluşan “düne ait” medeniyet mirasının, millet esasında örgütlenmiş devletler tarafından, somut ihtiyaçlar doğrultusunda, “yarını hedefleyen” güncel işbirliklerini besleyici bir zemine dönüştürülebildiğini göstermektedir. Söz konusu evreyi, siyasi öznelerin varlıklarına yönelik somut tehdidi bertaraf edebilmek için müşterek medeniyet mirasının temsil ettiği kültürel özneye başvurmaları olarak tasvir edebiliriz.

Bir sonraki aşama, II. Dünya Savaşı’nın ardından ABD’nin hegemonik liderliğinde inşa edilen “Batı ittifakı”dır. ABD Batı’yı ortak tehdide karşı güvenlikten ekonomiye kadar pek çok alanda somut kurum ve mekanizmalarla yapısallaşmış işlevsel bir dünya halinde örgütlerken, kültürel özneyi de dönüştürerek hedefleri için seferber etmiştir. Düne ait miras, Hristiyanlığın yanına Yahudilik de eklenerek yeniden yorumlanmış, Batı’nın güncel tezahürü ise liberal demokrasi ve kapitalist piyasa ekonomisine dayalı seküler bir ideolojik formasyona oturtulmuştur.

Teşekkülünden bu yana, farklı tarihsel konjonktürlerde yaşadığı bunalımları aşınarak aşarken iç ahengini kademeli olarak yitiren Batı dünyası, günümüzde varoluşsal bir krizle sarsılıyor. Bir dünyanın ayakta kalabilmesi, lider ülkelerin yönetici seçkinlerinin ve diğer etkin unsurlarının şu dörtlü üzerindeki mutabakatlarını sürdürmeleriyle mümkündür: ortak değerler, çıkarlar, kurallar ve kurumlar. Trump tiplomasisi ve Batı dünyasındaki akisleri, dört sac ayağını da kuşatan çözülmenin ivme kazandığını gösteriyor. Türkiye’yi ise Batı’dan Doğu’ya, çözülen ve yayılan dünyalar arasında, dünyasının peşine düşeceği zorlu bir gelecek bekliyor.

[Prof. Dr. Mehmet Akif Okur Yıldız Teknik Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü başkanıdır]

Mehmet Akif Okur Mehmet Akif Okur. “Güvenlik Çalışmaları, Büyük Kararlar ve ‘Dünyalar içindeki Dünyamız’: Tarihsel Kırılma Sürecinin Düşündürdükleri”, Güvenlik: Kargaşa ve Belirsizlik Çağından Nereye? içinde. (ed.) Mehmet Akif Okur. İstanbul: KOCAV Yayınları, 2018. s.11-50.

Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile