ANALIZ - Uluslararasi Ve Bölgesel Kosullar Degisirken Yemen
ABD'nin Yemen Özel Temsilcisi Lenderking’in Husiler ve Yemen’deki çatismaya iliskin son açiklamalari, ABD'nin sahadaki gerçekligi kabul ederek Afganistan'dan çekilme karari gibi, Yemen’de de benzer bir politikaya zemin hazirladigi seklinde okunmali Lenderking’in Husileri “mesru bir aktör” seklinde tanimlamasi ve Husilerin “Yemen’deki herhangi bir baris sürecinin ayrilmaz bir parçasi olmasi gerekecegini” ifade etmesi, Suudilerin müzakere sürecindeki kati tutumunu yumusatmaya yönelik bir baski unsuru olarak yorumlanabilir ABD, ayni zamanda Yemen’de Suudilerin en büyük düsmani olan bir yapiyi muhatap alabilecegini ifade ederek olasi bir Iran nükleer anlasmasina yönelik Suudi muhalefetini engellemeyi ve Suudileri bölgede siddeti tirmandirmama konusunda ikaz etmeyi de hedefliyor olabilir Biden’in Yemen Özel Temsilcisinin Husileri mesru bir aktör olarak tanimlayan ifadeleri, baskanligi döneminde Obama’nin Suudilere verdigi su tavsiyeyi hatirlatiyor: “Orta Dogu’yu Iranli düsmanlarinizla paylasmaniz gerekiyor”.
Uluslararasi arenada, Joe Biden döneminin baslamasiyla birlikte genelde ABD’nin dis politikasinda özelde ise Orta Dogu politikasinda önemli degisimlerin ortaya çikacagina yönelik yüksek beklentiler bulunuyordu. Kasikçi raporunun açiklanmasi, Birlesik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’a yönelik silah ambargolari ve ABD ordusunun Afganistan’dan çekilmeye baslamasi bu beklentileri bir anlamda güçlendirdi. Önümüzdeki dönemde Iran nükleer anlasmasinin ve Yemen savasini sonlandirmanin sirada oldugunu söyleyebiliriz. Orta Dogu bölgesinde son dönemde yasanan tüm bu gelismeler Biden iktidariyla degisen ABD dis politika vizyonuna ilaveten daha genis ölçekte küresel ve bölgesel kosullarda yasanan degisimle de yakindan alakali.
- Bölge siyasetinde degisim rüzgârlari
Son dönemde Orta Dogu siyaseti önemli degisim sinyalleri veriyor. 2021 yili baslarinda Katar ablukasinin sonlandirilmasiyla baslayan degisim rüzgâri Riyad yönetiminin Tahran’a yönelik sicak mesajlariyla devam etti. Her iki gelisme de bölgede rakip/düsman aktörlerin ilimli bir siyasete dogru evirildigini göstermekteyken araya Israil’in Ramazan bayraminda Kudüs ve Gazze’ye yönelik saldirgan politikalari girdi. Israil’in saldirganligi bölgede siddeti tetiklemis olsa da içinde bulundugumuz dönemde bölge siyasetindeki degisimin ivmesini korudugunu söyleyebiliriz.
Hafta basinda Misir Cumhurbaskani Abdulfettah es-Sisi Bagdat’a resmi bir ziyarette bulundu. Bu, bir Misir Cumhurbaskaninin otuz yili askin bir süredir Irak’a düzenledigi ilk resmi ziyaret olmasi sebebiyle son derece önemli bir gelisme. Uzun yillar Arap dünyasina liderlik iddiasindaki iki rakip aktör olan Misir ve Irak’in yakinlasmasi Körfez bölgesinde yeni dinamikler üretebilir. Yine geçtigimiz günlerde Suudi Arabistan’in Pakistan’a yönelik yillik bir buçuk milyar dolarlik petrol yardimini yeniden baslatma karari aldigina sahit olduk. Suudi Arabistan Bu yardim 1990’li yillarda Pakistan’in nükleer faaliyetleri dolayisiyla Bati tarafindan maruz birakildigi yaptirimlari hafifletmek için baslatilmisti ve Pakistan’in, Yemen savasina destek olmak için kara birlikleri göndermemesi sebebiyle Suudi Arabistan tarafindan askiya alinmisti.
Her iki gelisme de BAE, Suudi Arabistan ve Misir’dan olusan statükocu Arap blokunun Iran karsisinda askeri sahadaki basarisizliklarini diplomatik/ekonomik kartlar üzerinden telafi etme çabasini yansitiyor. Suudiler uzun süre hem Yemen hem de Suriye cephesinde Misir ve Pakistan kara birliklerini sahaya sürmek için çok ugrastilar. Bu amaç ugruna her iki ülkeye de cömert finansal destek paketleri açikladilar. Bugün geldigimiz noktada “çek defteri” politikasinin kendisinden beklenen faydayi saglamadigi tespitini yapabiliriz. Hem Misir’in hem de Pakistan’in, Suudilerden gelen yogun baskiya ve ciddi ekonomik avantajlara ragmen kara birliklerini sicak savasa sokmamasi sahada dengelerin Suudiler aleyhine dönmesine sebep oldu. Ortaya çikan bu sonuçta BAE’nin çatismanin ortasinda Suudileri yalniz birakmasinin ve Riyad'in en büyük destekçisi Trump’in ABD seçimlerini kaybetmesinin de önemli rolü bulunuyor.
- Suudilerin Yemen çikmazi
Yemen savasi genç Veliaht Prensin Suudi tahtina terfi etmek için düzenledigi bir halkla iliskiler çalismasiydi. Muhammed bin Selman alti aydan daha kisa bir sürede Sana’ya “fatih” olarak girecek ve bu basarisi sayesinde güçlü rakipleri/kuzenleri karsisinda Suudi tahtini elde edecekti. Çünkü Yemen Suudiler açisindan kurucu kral Abdülaziz’den beri ülke istikrari için en büyük tehdidi temsil ediyor. Hatta 1953 yilinda ölen kral Abdülaziz’in ölüm dösegindeyken ogullarina “Yemen’i zayif tutun” seklinde vasiyette bulundugu anlatilir. Ancak aradan geçen alti yili askin bir süreye, harcadiklari onca askeri/ekonomik/diplomatik çabaya ragmen Suudiler, Yemen’de kendileri lehine politik bir düzen olusturamadiklari gibi bin 600 km’yi bulan tüm güney sinirlari boyunca bir “çökmüs devlet” var ettiler.
Bugün Husiler baskenti dâhil Yemen’in çok önemli bir kismini kontrol ediyorlar ve Suudi müdahalesine ragmen kontrol ettikleri alanlari hizla genisletiyorlar. Son dönemde kritik Marib kentine yönelik artan Husi baskisi, sahadaki reel politigi yansitmasi açisindan önemli. Yemen savasinda Husilerin sahada elde ettigi basarilar ve Suudilerin askeri alanda sergiledikleri zafiyet Husileri ülke siyasetinin önemli bir aktörü haline getirdi. Lenderking’in, Husiler hakkinda “ABD onlari mesru bir aktör olarak taniyor”, “…Sahada var olan gerçeklerle ilgilenelim” seklindeki ifadeleri, daha sonradan yapilan açiklamalarla düzeltilse bile, ABD’nin Husileri Yemen savasinin galibi olarak ilan etmesinden baska bir sey degil.
Suudilerin Yemen “batakligindan” çikma konusunda çok istekli olduklari bilinen bir gerçek. Bir süredir Umman’in arabuluculugunda yürütülen görüsmeler bu amaca matuf. Umman’in Yemen savasinda Suudilere katilmayarak ve savas sirasinda Yemen halkinin yaninda durarak sergiledigi ilkeli tutum, Muskat yönetimini Husiler nezdinde sözüne itibar edilen bir aktör haline getirdi. ABD’nin de destekledigi bu tarz diplomatik girisimler her ki tarafin pozisyonlarinda makasin çok açik olmasi ve müzakerede oldukça kati bir tutum sergilemeleri sebebiyle zor ilerliyor. Lenderking’in Husileri “mesru bir aktör” olarak tanimlamasi, ülkede tirmanan siddetin tek sorumlusunun Husiler olmadigini, Suudilerin de bu durumdan payinin oldugunu ve Husilerin “Yemen’deki herhangi bir baris sürecinin ayrilmaz bir parçasi olmasi gerekecegini” ifade etmesi, Suudilerin müzakere sürecindeki bu kati tutumunu yumusatmaya yönelik bir baski olarak yorumlanabilir. Kisaca Lenderking, bu açiklamalari ile Riyad’a, “Galiplere agir sartlar dayatamazsin” diyor.
ABD’nin Husilere yönelik tavrindaki bu degisimin, yaklasmakta olan Iran nükleer anlasmasi için Iran’a yönelik ilimli bir mesaj da içerdigini kabul etmeliyiz. Bu sayede ABD, son dönemde Iran destekli yapilarin Irak ve Suriye’deki ABD üslerine yönelik saldirilarini durdurmayi da hedeflemis olabilir. Nitekim Sali gecesi Iran destekli guruplar, ABD’nin Irak ve Suriye’deki üslerine yönelik saldirilarini durdurma karari aldiklarini deklare ettiler. Necmettin Acar Ayni zamanda ABD, Yemen’de Suudilerin en büyük düsmani olan bir yapiyi resmi olarak muhatap alabilecegini ifade ederek, olasi bir Iran nükleer anlasmasina yönelik Suudi muhalefetini yumusatmayi ve Suudileri bölgede siddeti tirmandirmama konusunda ikaz etmeyi de hedefliyor olabilir.
- “Ayetullah Obama”dan Biden’a ABD’nin yeni dis politika vizyonu
Biden dönemiyle birlikte ABD’nin askeri güce dayali müdahaleci politikalari terk edecegi zaten bilinmekteydi. Aslinda ABD dis politikasinin bu vizyonunun sinirlari Biden’in uzun süre yardimciligini yaptigi Obama tarafindan çizilmisti. Suudilerin Iran nükleer anlasmasi ve ABD’nin bölgede askeri angajmanini azaltma politikasi sebebiyle “ayetullah” diye isimlendirdikleri Obama tarafindan ortaya konulan “Obama Doktrini” Biden’in seçimi kazanmasiyla yeniden ABD dis politikasinin temel düsturu olmaya basladi. Bu durumun en önemli göstergesi ABD’nin ülkeyi Taliban yönetimine birakmak pahasina tüm askerlerini Afganistan’dan çekmeye baslamasi ve Iran nükleer anlasmasina dönme noktasinda son derece hevesli olmasidir.
Bugün ABD yönetimi, ABD’nin zayiflayan askeri, ekonomik, teknolojik kapasitesine ilaveten yükselen Rusya ve Çin tehdidini dengelemeyi en önemli dis politika gündemi olarak görüyor. Basta Orta Dogu olmak üzere ABD ve müttefikleri açisindan önemli çikar alanlari olarak gördügü jeopolitik hatlar boyunca siddeti tirmandiran, ABD’nin savunma ve güvenlik yükünü artiran politikalara sicak bakmiyor. Bu tarz politikalarin, ABD müttefiki rejimlerin zayiflayarak çökmesine yol açmasi, ABD açisindan kabul edilebilir bir durum degil.
Uluslararasi arenada mesru hükümet olarak kabul edilen Hadi yönetiminin Suudi destegi olmadan ayakta kalabilmesinin mümkün olmadigi bilinen bir gerçek iken Biden yönetiminin, tipki Afganistan’da oldugu gibi, Suudileri Yemen’den çekilmeye zorlamasi, ülkenin yönetimini Husilere birakma niyetini gösteriyor. Çünkü Yemen savasi eger kisa sürede sonlandirilamazsa ABD’nin bölgedeki en önemli iki müttefikinden biri olan Suudi Arabistan’i (digeri Israil) ciddi manada istikrarsizlastirabilecek bir potansiyel tasiyor. Riyad’in ABD’nin savunma ve güvenlik yükünü artiran iddiali ve maceraci politikalara yönelmesi içinde bulundugumuz dönemde ABD yönetimi açisindan kabul edilemez riskler tasiyor. Bugün Biden’in Yemen Özel Temsilcisinin Husileri mesru bir aktör olarak tanimlayan ifadeleri, baskanligi döneminde Obama’nin Suudilere verdigi su tavsiyeyi hatirlatiyor: “Orta Dogu’yu Iranli düsmanlarinizla paylasmaniz gerekiyor.”
[Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Üniversitesi Iktisadi ve Idari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararasi Iliskiler bölümü baskanidir]
Suudi Arabistan https://www.ft.com/content/16a7387c-e905-475b-b851-ef00229d3d4d
Necmettin Acar https://www.middleeasteye.net/news/iraq-armed-groups-backed-iran-agree-halt-attacks-us-forces