Yaklaşık bir yıldır üzerinde çalıştıkları projeyle, derin devlet ve bürokratik vesayete tarihsel bir perspektiften bakmaya çalıştıklarını söyleyen Tayyar, 'Çelik Çekirdek' adını bir yapının merkezindeki yoğunlaşmayı ifade etmek, derin devleti tarif etmek için koyduklarını belirtti. Kitap çalışması bitme aşamasındayken Hanefi Avcı'nın kitabının piyasaya çıktığını hatırlatan Şamil Tayyar, Ergenekon, Balyoz soruşturmaları gibi konularda çok ağır ithamların gündeme getirilmesi sebebiyle bu iddialara açıklık getirmek istediğini söyledi.
Bu süreçte sorumluluk almış bir gazeteci olarak okuyucudan da bu yönde talepler gelmesi nedeniyle kitabın son 50-60 sayfalık bölümünde Avcı'nın iddialarına cevap vermeye özen gösterdiğini kaydeden Tayyar, Hanefi Avcı'nın farklı bir özelliğini fark ettiklerini ve bunu okuyucunun ilgisine sunduklarını söyledi. Hanefi Avcı'nın haksız bir şöhrete kavuştuğunu, 'Efsane' isminin aslında hak etmeden kendisine verildiğini ve buna neden olan Susurluk komisyonundaki rolünün de yeniden sorgulaması gerektiğini düşündüklerinin altını çizen Tayyar, 'Özü itibariyle bu kitap derin devlet, bürokratik vesayetin doğuşunu anlatan kitap. III. Selim'den bunu başlatıyoruz. Ağırlıklı olarak hep İttihat Terakki'ye vurgu yapılır. Kendi saltanatını korumak, devletin yeniden yükselmesine yönelik hem istihbarat, hem operasyon bakımından yaptığı çalışmaların zaman içerisinde devlet içerisinde küçük iktidar adacıkları oluşturduğunu ve bununda bugünkü çete tipi devlet içi kümeleşmeleri, hukuk dışı organizmaları doğurduğunu görüyoruz. Bugün olanları geçmişten bağımsız olarak değerlendirmek bizi çok yanlış ve farklı sonuçlara götürebilir. Bugünü daha iyi anlayabilmek için okurlara dünü anlatma yolunu tercih ettik.' dedi.
'DERİN DEVLET'E FİKRİ OLARAK KARŞI DEĞİLİM'
Prensip olarak derin devletin olması gerektiğini düşünenlerden birisi olduğuna dikkat çeken Şamil Tayyar, buna fikri olarak çok karşı olmadığını kaydetti. Bugün en gelişmiş demokratik ülkelerde bile, bir derin devlet yapılanmasının olduğunun görüldüğünü dile getiren Tayyar, şöyle devam etti: 'Ancak burada bizim bu kavrama yüklediğimiz anlam son derece önemli. Eğer biz bunu, bürokratik vesayetin güçlendirilmesi ve varlığını korumaya yönelik, milletle kavgalı ve devleti bu özel sınıfın gücü haline getirmek için böyle bir yapılanmaya gidersek, o zaman bu savunulabilir bir durum olmaz. Tümüyle milletten kopuk ve devleti kendi özel imtiyazları için korunak haline getiren kesimin gücünü artırır. Türkiye'deki yanlış da buradan kaynaklanıyor. Askeri ve sivil elit bürokrasi, devlet imkanlarını millet üzerinde sopa olarak kullanmış ve milletin yetkilerini gasp etmiştir. Derin devlet aslında devletin kendi varlığını korumaya yönelik bir refleksini ifade eder. İşte ülke işgal edilir ya da işgal aşamasındadır, o devletin varlığını koruması ve geleceğe taşıyabilmesi için 'derin devlet' ortaya çıkar. Bizde ise tam tersine devlet gücünü eline geçirmiş sivil ve askeri elit bürokrasi, ne zaman ki milletten gasp ettiği yetkileri devretmek durumunda kalır ve milli irade güçlenirse bu gücü hemen devreye sokmaktadır. Türkiye'deki çelişki bu. Yoksa gerçekten devlet varlığını korumaya yönelik olsa, bence doğrusu da budur. Örnek vermek gerekirse bugün Amerika'da hangi başkan o koltuğa oturursa otursun, belli güvenlik konularda ve ulusal konularda izledikleri yöntem üç aşağı beş yukarı birbirine benzer. Öyle çok farklılıklar, köklü değişiklikler olmaz. Ama o iradeyi oluşturan bir tarihsel perspektif vardır. Avrupa'da da keza bu böyledir. Onun için Türkiye'nin kendi 'çarpık derin devlet' kavramının artık değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle son yıllarda yapılan hamlelerle de Türkiye'nin giderek demokratikleştiğini ve bu yanlış derin devlet yapısının da bozulması yönünde çok ciddi bir mesafe kat edildiğini görüyorum. Eğer bu süreç böyle devam ederse işte adını koyduğumuz 'Çelik Çekirdek'in parçalanacağını ve buradan doğacak enerjinin Türkiye'nin gelişmesine ve demokratikleşmesine katkı sunacak büyük bir sinerjiyi de doğuracağını düşünüyorum.'
'ATATÜRK 1930'DAN SONRA GERÇEK MANADA İKTİDAR DEĞİLDİ'
Atatürk'ün 1930'dan sonra gerçekten iktidar sahibi olup olmadığına yönelik bir soruya üzerine Tayyar, Mustafa Kemal'in başta çok muktedir ve güçlü olduğunu vurguladı. Ama zaman içerisinde bu gücünü kaybetmeye başladığının altını çizen Tayyar, çünkü Cumhuriyetin İttihat ve Terakki'den beslenen derin devletinin Atatürk'ün gücünü büyük ölçüde törpülediğini söyledi. Hatta Atatürk'ün 1930 yılından itibaren gerçek manada iktidar olmadığının da söylenebileceğini dile getiren Tayyar, bunda derin devlet ile koalisyon kuran İsmet İnönü'nün de çok ciddi bir rolü olduğunu savundu. İttihat ve Terakki'deki Talat Paşa'nın rolünü bugünkü CHP'deki Önder Sav'a benzeten Tayyar, Atatürk'ün yıldızının hiçbir zaman Talat Paşa ve Enver Paşa ile barışmadığına dikkat çekti. Tayyar, bugün cunta geleneğinin gerisindeki fikir adamlarının Atatürk'ü İttihat ve Terakki'yle ilişkilendirerek yaptıkları yorumların ise bu yönden bakıldığında çok mesnetsiz olduğunu belirtti. Tarihe bakıldığında Mason localarının bu tür gizli örgütlenmelerde çok ciddi payı ve rolü olduğunun görüleceğini dile getiren Tayyar, Atatürk'ün bu yüzden Mason localarını kapattığını; ancak ölümünden sonra yeniden faaliyete başladıklarını ifade etti. Tayyar, bu locaların Türkiye'de her zaman iç siyasetle yakından ilgili olduklarını vurguladı.
'MUMCU VE AĞAR'I ERGİN SAYGUN İKNA ETTİ'
'Çelik Çekirdek' adlı kitapta Tayyar, Türkiye'de çok tartışılan birçok döneme de ışık tutuyor. 27 Nisan E-Muhtırası'yla ilgili dikkat çekici iddialar ortaya atan Tayyar, sözlerine Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar'ın bir gecede Meclis'e girme kararından vazgeçtiklerini hatırlatarak başladı. 'Eğer bir siyaset, bir gecede tam tersi yönde değişiyor ve farklı yoldan akmaya başlıyorsa burada bir müdahale var demektir.' diyen Tayyar, bu müdahalenin hangi odaklar tarafından gerçekleştirdiği konusunda ise kamuoyunda bir algının bulunduğunu ama çok somutlaşmadığını söyledi.
Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ergin Saygun'un hem Erkan Mumcu'nun hem Mehmet Ağar'ın ikna edilmesinde önemli rolü olduğu yönünde bir takım bilgilere ulaştıklarını açıklayan Tayyar, 'Onu söyleyebilirim. O nedenle bu kitap yayınlandıktan sonra Mumcu, Ağar ve Saygun'un kamuoyunu bilgilendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Çok yakın bir zamanda eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın Erkan Mumcu ile yaptığı telefon konuşmasının kayıtları da düşmüştü. Daha önceki 'Gölge İktidar' adlı kitabımda da bir başka generalin Mumcu'yu aradığı iddiasını gündeme getirmiştim. Gördüğümüz tablo şudur: Mumcu ve Ağar'ı ikna etmeye çalışan iradenin, AK Parti'nin kapatılacağı ve kadrolarının ceza evine atılacağı tezini çok ağırlıklı olarak işlediği yönündedir. O günleri hatırlarsak; bazı yazarlar bu dehşet senaryosunu çok sıkça dile getirmişti. Yine MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin çok yakınındaki bir isim de bunu kamuoyunda çok fazlaca dile getirenlerden birisiydi. 'Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ceza evine atılacak, bunlar hakkında kapatma davası açılacak vs gibi' çok ağır iddialar dile getirilmişti. Sanıyorum henüz daha o zaman kamuoyunda bunlar somutlaşmadan önce Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar'a bunlar ifade edilmiş, siyasette bunlara yeniden iktidar imkanının doğacağı vadedilmiştir ve bundan dolayıda tavır değiştirdiklerini düşünüyorum.' diye konuştu.
'DEMİREL, GÜREŞ VE ÇİLLER'İN İFADESİNE BAŞVURULMALI'
Türkiye ne zaman problemlerini çözme konusunda kronik bir çözüm ortaya koysa, hemen faili meçhullerin devreye girdiğini anlatan Şamil Tayyar, 1993 yılının Türkiye'nin en karanlık yıllarından biri olduğunu vurguladı. Şimdi bunların önemli bir kısmının devletin içindeki unsurlar tarafından yapıldığı konusunda hiç bir şüphe olmadığının altını çizen Tayyar, şöyle devam etti: 'Ergenekon soruşturma sürecinde geriye doğru sorgulama yapma gereği duyuldu ve Diyarbakır'da açılmış bir soruşturma var. Onun üzerinde de askeri kanattan ciddi bir baskı var. Eğer bu karanlık olayların üzerine gidilirse bir kaç kişiyle sınırlı kalmaz. Bugün orgenerallik rütbesi takmış kişileri de içine alacak şekilde büyüyebilir. Bu nedenle devlet, kendini sanık koltuğuna oturtmamak için her türlü karartmayı yapıyorlar. Bunların üzerine gidilirse Gaffar Okan, Eşref Bitlis cinayetleri çözülebilir. Bunların çözülmemesi için öcüler ortaya çıkartıyoruz. Bunlardan biri İran. Bugün Hanefi Avcı'nın kitabında da ortaya çıktı, bu işleri İran yaptı diye. Bu dosyaları kapatmak için kullanabiliyorlar. Türkiye yakın tarihi ile yüzleşmeden demokratikleşmesi zor. Balyoz ve Ergenekon davalarında soruşturma sürecinde gelinen nokta çok önemlidir. Gelinen nokta çok önemlidir. Bundan sonra faili meçhul cinayetlerin eskisi kadar kolay gerçekleşmeyeceğini, gerçekleşse bile eskisi gibi kolay kabul edilmeyeceğini gösteriyor. Ergenekon soruşturmasıyla halk sorgulamaya başladı. Türkiye gerçekten uyanmaya başladı. Ahmet Özal'ın iddiaları, Arif Doğan'ın açıklamaları gün yüzüne çıkmaya başladı. Türkiye'nin her şeye rağmen ileride olduğunu düşünüyorum. Dünü kurtarmasak bile geleceği kurtaracağımıza inanıyorum.'
Emekli Koramiral Atilla Kıyat'ın 'Faili meçhuller devlet politikasıydı' yönündeki açıklamalarını da değerlendiren Tayyar, 'Üzerine gidilmesi gereken ciddi bir iddia. Eğer bu soruşturma ciddi şekilde yapılacaksa dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, Tansu Çiller'in, Doğan Güneş'in de ciddi şekilde ifadesine başvurulmalı. 3-5 alt subay sorgulanarak ortaya çıkartılacak bir hadise değildir. En üst düzeyde askerlerinde bilgilerine başvurulmalıdır.' şeklinde konuştu.
'SELİMİYE KIŞLASI CUNTACI FAALİYETLERİN MERKEZİ OLDU'
'Çelik Çekirdek' adlı kitapta Selimiye Kışlası'nın tarihteki önemi de anlatılıyor. III. Selim'in, iktidara geldikten sonra askeri değiştirmeye çalıştığını dile getiren Tayyar, 'Asker çok güçlüydü. Selim şunu fark etti: 'Askeri düzeltmezsem benim de kellem gidecek.' Alternatif bir ordu getirdi. Ciddi kavgalar yaşandı. O tarihten itibaren Selimiye Kışlası'nın böyle cuntacı faaliyetlerin merkezi haline geldiğini görüyoruz. Selimiye Kışlası'nın o anlamda tarihsel bir misyonu vardır. Sadece Ankara karargahtan planlanmış darbe planlarının, organizasyonlarının başarıya ulaşma şansı az. İstanbul'daki Selimiye Kışlası bunun için çok önemli. Talat Aydemir Ankara kökenli bir plan yapmıştır ama İstanbul yalnız bıraktığı için tek başına girişmiş ve başarısız olmuştur. Bugüne geldiğimizde Balyoz darbe planının Selimiye'de hazırlandığını görüyorsunuz. Bu kez de Ankara destek vermediği için başarısız olduğunu görüyoruz. Darbelerin başarılı olması için Ankara ve İstanbul'un işbirliği yapması gerektiğini görüyorum. Yakın tarihle günümüzdeki darbeler benzer. Kırılma noktası Abdulhamit'in tahtan indirildiği dönem. 1960 yılında kurulan Tahkikat Kurulu'na bağlarlar darbeyi ama 1952 yılına kadar gitmektedir. Darbecilerin hatıralarına baktığımız zamanda 1955 yılına kadar uzandığını görürüz. Önceden hazırlandı ve devamı geldi. Bir de darbelerden hemen önce sıkı yönetimi ortaya çıkarmaktır. Sıkı yönetim ile birlikte darbe zemini daha kolay oluşturulur. Sıkı yönetimi, darbeye giden ara istasyon olarak görüyorum.' dedi.
'HANEFİ AVCI, HEP BAŞKANI VEDAT AYDIN'IN ÖLDÜRÜLMESİ OLAYINA KARIŞTI MI?'
'Çelik Çekirdek'in son bölümü ise Hanefi Avcı'nın ortaya attığı iddialara ayrıldı. Avcı'yı kamuoyuna tanıtan olayın Meclis Susurluk komisyonuna verdiği ifadeler olduğunu hatırlatan Tayyar, insanların dillendiremediği şeyleri dillendirdiği için 'efsane' gibi bakıldığını söyledi. 'Orada verdiği ifadesiyle olayların üzerine gidilmesini mi amaçladı yoksa Susurluk'u perdelemeye mi çalıştı?' diye soran Tayyar, şöyle devam etti: 'Susurluk'ta 6 kişi tutuklandı, en fazla cezayı İbrahim Şahin aldı. O dönemde Hanefi Avcı ısrarla JİTEM'in ismini ortaya attı. Ama JİTEM'i gündeme getirmesi çok ilginçti. Susurluk'la beraber en çok konuşulan JİTEM ve Ergenekon'du. Avcı Susurluk'u perdelemeye çalıştı. MİT müsteşarı, Avcı hakkında DGM'de dava açtı. Davalarda vahim iddialar vardı. Emekli Jandarma Albay Zahit Engin, Hanefi Avcı'nın Cem Ersever ile birlikte Diyarbakır HEP Başkanı Vedat Aydın'ın öldürülmesi olayına karıştığını, bu konuda üç tane tanık göstereceğini ifade ediyor. Albay Engin, Avcı'nın Yeşil ile ilgili ilişkileri konusunda vahim iddiaları var. 1989 yılında 2 numaralı DGM'de ifade veren Mustafa Deniz Cem Ersever'le birlikte öldürülmüştür ve Yeşil'i en iyi bilen biri Avcı'dır. Mustafa Deniz ifadesinde diyor ki 'önce Cem Ersever'in ekibinde sonra Hanefi Avcı ile beraber çalıştığını' söylüyor. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Avcı iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Son kitabımda birçok mühimmatla yapılan eylemlerle eski halini birleştiğimde olumlu bir şey şekillenmiyor. AK Parti'nin kapatılma konusunda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nda delil olarak saklanan, şu anda Konya Emniyet Müdürü olan Hüseyin Namal'ın istihbarat şefi olduğu dönemde tarikatlarla ilgili 81 ile yolladığı belgelerde vahim iddialar var. Hanefi Avcı'nın Susurluk'taki çıkışını olayı örtmeye yöneliktir. Nitekim bu son kitabında Ergenekon ve Balyoz gibi bir çok önemli belgeye dayalı mühimmat ve silaha dayalı operasyonları aklama çabasıyla, geçmiş dönemde yaptıklarını birleştirdiğimde Hanefi Avcı'nın açıkçası zihnimde oluşturduğu imaj çok olumlu değil. Hüseyin Namal'ın İstihbarat Daire Başkanı olduktan sonra Eskişehir'e giderek Hanefi Avcı ile görüştüğü, Avcı'nın bu son kitabı yazdıktan sonra İstanbul'da önemli bir MİT yöneticisiyle görüştüğü yönünde çok ciddi bilgiler var, bunları biz kitabımızda aktardık. O nedenle Hanefi Avcı'nın ben çok masum olduğu kanaatini taşımıyorum.'
'HANEFİ AVCI, KİTABINI, KENDİNE ZIRH OLUŞTURMAK KAYGISIYLA YAZDI'
Albay Dursun Çiçek imzalı 'İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın uygulama alanının Erzincan-Erzurum hattı olarak gösterildiğini dile getiren Tayyar, yapılanlara bakıldığında planın uygulandığı intibasının olduğunun görüldüğünü ifade etti. Eğer operasyon devam edebilseydi AK Parti kadrolarının önemli bir kısmının bugün içeride olabileceğini vurgulayan Tayyar, çok ciddi ve büyük bir operasyon planlandığını ama bunun akamete uğradığını belirtti.
Hanefi Avcı'nın son kitabında Erzincan'daki bu olup bitenlerin de görmezden gelindiğini ve bunun bir başka amaca hizmet ettiğini gösterdiğini anlatan Şamil Tayyar, 'Kitapta o ifadelere yer vermesini de ben açıkçası şuna bağlıyorum: Başlangıçta bu yapının içinde olduğunu düşünmüyorum ama kendisinin dinlendiğini fark edip bazı emniyet müdürü arkadaşları gibi kendisine yönelik büyük bir operasyon yapılabileceği kuşkusuna kapıldığını, bunu önlemeye çalıştığını, bazı kişilerle pazarlık yaptığını, bunu başaramayınca kendisine korunak olarak bir zırh oluşturmak kaygısıyla böyle bir kitaba sonradan cemaatle ilgili bölümün eklendiğini düşünüyorum. Çünkü o bölümde çok fazlaca bilgi ve kurgu hatası var. Eğer kendisinin doğrudan yazdığı ve uzunca süre çalıştığı proje olsaydı, bu kadar yanlışın yan yana gelmemesi gerekirdi diye düşünüyorum. Ayrıca o anılarını anlattığı birinci bölüm ile cemaat yapılanmasına ilişkin iddialarına yer verdiği bölüm arasında üslup olarak da ciddi farklar var. Farklı kalemlerden çıktığı iddiası söz konusu. Bu konuda İstanbul'da görev yapan üç gazetecinin ismi geçiyor. 'Onların Avcı ile birlikte çalıştığı ve Avcı'nın bu kitap organizasyonunu yönlendirdiği' şeklinde çok önemli bir takım bulgular var. Zaman içerisinde onların da isimleri deşifre edilebilir. Ama Hanefi Avcı'nın ciddi bir destek gördüğü anlaşılıyor. Zaten kendisiyle daha sonra yapılan röportajlarda da o ikinci bölümle ilgili içeriğe çokça vakıf olmadığı anlaşılıyor. Çünkü kendi kaleminden çıkmadığı ihtimalini güçlendiren bir durumdur bu. O konulara açıklık getiremiyor. O nedenle bir proje kitabı olarak karşımızda. Zaten bu kadar ciddi desteklenmesi ve haber yapılması da bunun çok somut ve açık bir işaretidir.' şeklinde konuştu.
'ÇELİK ÇEKİRDEK PARÇALANMAK ÜZERE'
Referandum sonrası politik arenada 'Çelik Çekirdek'te bir değişim yaşanacağını düşündüğünü ve hatta başladığını dile getiren Tayyar, 'O bizim çetelerin toplamı olarak tarif edilen Çelik Çekirdek'in parçalanmak üzere olduğunu düşünüyorum.' dedi. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin yeniden yazılacağını anlatan Tayyar, artık öyle tehditler sıralandırılmayacağını ve sanal düşman üretip onun üzerinden strateji üretilmeyeceğini söyledi. Toplumsal barışı sağlamaya yönelik uluslararası alanda bir bölgesel güç, küresel bir oyuncu olarak devreye girebilecek, ayakları sağlam yere basan, daha demokrat, kişi başına milli gelirin daha fazla düştüğü, refah seviyesi daha yüksek bir ülke olarak Türkiye'nin gelecekte yer alacağını düşündüğünü ifade eden Tayyar, şöyle devam etti: 'Referandum o açıdan çok önemli bir merhaledir ve bu aşıldı. Eğer iktidar partisi hata yapmazsa, 8 yıldır sürdürdüğü politikalara bundan böyle yine aynı kararlılıkla devam ederse, Türkiye'nin daha da şeffaflaşacağını, tümden ortadan kalkmayacağını ama önemli ölçüde bu çetelerden müteşekkil derin yapının büyük ölçüde tasfiye olacağını düşünüyorum. Ama yarın Ergenekon ile ilgili mahkemelerden kamuoyunu çok tatmin edici sonuçlar çıkmazsa, hiç kimse bundan incinmesin yada kötü düşüncelere kapılmasın. Ben her şeye rağmen mahkeme kararları ne olursa olsun gerçek amacın oluştuğunu düşünüyorum. Bir, darbe anayasal bir suçtur; iki, bu darbecilik faaliyet içine kim girerse girsin, bir gün hesabını vermek zorundadır. O nedenle artık masa başında oturup böyle kırmızı ve mavi çizgilerle Sarıkız, Ayışığı gibi darbe senaryoları yazmanın bundan sonra daha da zorlaşacağını, buna rağmen aklına estirip bu tür planlar içerisine girenlerin de hesabını vereceğini düşünüyorum.'