David Bowie'nin dişisi
19 yıl önce Uludağ'daki bir diskotekte jet sosyeteye seksi şovlar eşliğinde konser veren Grace Jones, bu akşam Caz Festivali'nde sahneye çıkacak. Jones, kafa karıştırıcı, dönüştürücü, arıza kadın kahramanların belki de ilkiydi. Madonna, Lady Gaga onu izleyerek bugüne geldi
DERYA BENGİ
Bundan 19 sene önce Uludağ’daki bir diskotekte jet sosyeteye konser vermeye geldiğinde, gazeteler ayyaşlığından, küstahlığından, limuzininden, birkaç saat için alıp götürdüğü milyonlarca liradan ve birazcık da seksi şovundan başka anlatacak bir şey bulamamıştı. Bu sefer, tıkır tıkır işleyen bir reggae ve rock orkestrası eşliğinde, müziğin ve dansın saf aşkına, deyim yerindeyse bir ‘halk konseri’ne, Caz Festivali’ne geliyor.
Olsun. Grace Jones her yerde Grace Jones’tur. Gün olur, çok özel partilerde, üç-beş çok özel davetlinin karşısında söyler şarkılarını. Hatta kimi zaman üzerinde hiçbir şey yoktur, boynundan sarkan kemikten bir Afrika kolyesinden başka... Gün olur, Avrupa’nın en büyük açıkhava rock festivallerinden Danimarka’daki Roskilde’de konser verir veya Massive Attack’çilerin çağrısıyla Londra’nın saygın Meltdown Festivali’ne katılır. Aslında tam olarak hiçbirine ait değildir. Hiçbir yerin yerlisidir.
Cinsiyet tanımını silip yok etti
Grace Jones bütün cinsiyet ve ırk tanımlarının sınırlarını silip yok ettiği sanat hayatına, podyumlarda sert adımlarla yürüyen bir manken olarak başladı. İlk plağını yayınladığı 1977’de dünya disko çağına girmişti. Adı Gloria Gaynor’larla, Donna Summer’larla yan yana yazılsa da onlardan farklıydı. Sanki David Bowie’nin dişisiydi. Nina Hagen, Amanda Lear, Annie Lennox gibi etrafa soru işaretleri yayan, kafa karıştırıcı, dönüştürücü, arıza kadın kahramanların belki de ilkiydi. Michael Jackson, Madonna, Lady Gaga onun hayat çizgisini bir ders kitabı gibi okuyarak bugünlere geldi.
Picasso, Afrika sanatından esinlenerek kübizmi nasıl var ettiyse, Grace Jones da benzer bir etkiyi sahneye nakletti. Ama bu sefer tablo da, heykel de kendisiydi, kendi yüzü, kendi vücuduydu. Saçlarını kah kazıttı, kah çim biçer gibi tepesinden dümdüz kestirdi. Bu işlerden iyi anlayan Attilâ İlhan bir yazısında “Grace Jones’un vahşi dazlak güzelliğini anlata anlata bitiremiyorlar” diyor ve onu geleceğin kadınının habercileri arasında gösteriyordu.
12 yaşında Jamaika’dan New York’a göçmüştü. Sahne hayatına atıldığında önce gay kulüplerinin, sonra bütün yeraltının kraliçesi oldu. Andy Warhol, Keith Haring, Robert Mapplethorpe gibi sanatçılarla kalıcı dostluklar kurdu. Her New York’lu gibi ABD’den çok Avrupa’da el üstünde tutuldu. Oğlunun babası Fransız fotoğrafçı Jean-Paul Goude ondan bir Afrika maskı, bir Bengal kaplanı, bir Muhammed Ali, esaretten kurtulmuş bir Kunta Kinte yarattı.
Dönemin bir numaralı mabedi, New York’taki Studio 54 onun şovuyla açıldı. Bir din görevlisi olan muhafazakâr babanın utangaç kızı, artık halka halka skandallar zincirinde yaşıyor, gecenin kanunu ne emrediyorsa onu yapıyordu. Iggy Pop’tan geçtiği ‘Nightclubbing’ şarkısı o günlere ait bir deklarasyondu. Yıllar sonra bir TV programında aynı şarkıyı ikisi karşılıklı taş gibi yorumladı. Klibi internette var: 1.70’lik Iggy ile 1.80’lik Grace Jones’un halini bir görmelisiniz.
Marlene Dietrich kadar buzlu, Patti Smith ve Jim Morrison kadar buharlı sesiyle yorumladığı şarkılar arasında, ‘La vie en rose’, ‘Les feuilles mortes’ gibi şanson, ‘Love is The Drug’ gibi rock standartları, ayrıca kendi yazdıkları da bulunuyor. Bob Marley’i Bob Marley yapan Chris Blackwell’in plak şirketiyle çalışması, 80’lerin ortalarına kadar özgünlüğünün ve özgürlüğünün başlıca teminatıydı. Grace Jones deyince akla gelen ilk şarkı, ‘I’ve Seen That Face Before’ sözleriyle yorumladığı Astor Piazzolla klasiği ‘Libertango’ oldu her zaman: Sinemaseverler, Roman Polanski filmi ‘Frantic’teki, Harrison Ford’la Emmanuelle Seigner’nin o tedirgin dans sahnesinde çalınan şarkıyı herhalde unutmamıştır.
Dönüşü geri dönüşsüz!
Grace Jones bugün 62 yaşında. Genç değil, ama hiç geç değil. 2008 albümü ‘Hurricane’in dumanı hâlâ tütüyor: Reggae ustaları Sly & Robbie’nin yanıs ıra Tricky, Tony Allen ve Brian Eno’nun da katkılarıyla zamansız, yurtsuz, bağımsız bir başyapıt bu. 20 senelik uzun bir moladan sonra, böylesine iyi bir albümle geri dönmek zor iştir. ‘Hurricane’deki dokuz şarkının ardına bir de ‘Soufi’yi eklemek lazım: İki deli birbirini mıknatıs gibi çekti, 2009’da Brigitte Fontaine ve Grace Jones bu şarkıyı birlikte seslendirdi. Umarız bu güzel şarkıların devamı gelir, Grace Jones’un geri dönüşü geri dönüşsüz olur.
Randevu, bu akşam... Geçmişteki en baba şarkılarından biri, ritmi sevmeyi, ritmi yaşamayı, ritme kul köle olmayı salık verir. Grace Jones söylüyorsa, bu bir emirdir.
Emirates’in sponsorluğundaki Grace Jones konseri bugün 21.00’de Harbiye Açıkhava’da.
Radikal