Davutoğlu, El Cezire Televizyonuna verdiği röportajda, "Suriyeli sığınmacılara şimdiye kadar 4 milyar dolar harcadınız. Vatandaşlarınızın iş fırsatlarını azaltmak, devlete maddi, siyasi ve güvenlik yükü oluşturmakla suçlanıyorsunuz. Suriyeli sığınmacılar Türkiye için bir yük oluşturmuyor mu?'' sorusuna, şöyle cevap verdi:
"Şimdi bir kere şunu görmemiz lazım. Türkiye içinde bile 2 milyon insan bir bölgeden diğer bölgeye gitse birçok problem çıkar. Aynı ülke içinde veya başka bir ülkede de. Fakat gönlünüz genişse ve o insanları kardeşiniz olarak görüyorsanız bunu bir yük gibi telakki etmezsiniz. Ancak Türkiye'de Suriyeli mülteciler dolayısıyla birçok tabii ekonomik, sosyal sorunlarla karşı karşıyayız. Fakat bizim hükümetimiz hiçbir zaman Suriyeli kardeşimizi bir yük gibi görmedi. Allah'ın bize bir emaneti olarak gördük. Bir ensar olarak onlara yaklaştık. Onlar muhacirdir, biz ensarız. Dolayısıyla 4,5 milyar doları aştı bizim yaptığımız harcamalar, ekmeğimizi paylaştık, aşımızı paylaştık. Biz büyük petrol zengini değiliz, büyük doğal kaynaklarımız yok. Halkımızdan aldığımız vergilerle Suriyeli kardeşlerimize yardımcı olmaya çalışıyoruz. Fakat halkımızdan şimdiye kadar da hiç kimse 'yanlış yapıyorsunuz' demedi."
Bu konuda bazı itiraz edenlerin çıktığını, ciddi sosyal sorunlara da sebebiyet verdiğini ifade eden Davutoğlu konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Mesela Kilis şehrinde şu anda Suriyeliler'in sayısı Kilis'in gerçekte orada oturanlardan daha fazla. Gaziantep'te yarısına yaklaşıyor. Oradaki sosyal doku da tabii bundan etkileniyor. Sadece kamplarda okula giden Suriyeli sayısı 70 bin, Suriyeli öğrenci sayısı. Dışarıda giden 450 bin. Şimdi düşünün her biri okula gidiyor. Biz kamplarda hiç kimseyi okulsuz bırakmadık. Sebep, eğer bu iş uzarsa Suriye'de bir neslin kaybolmasını istemiyoruz. Ne yaptık, kamplardaki Suriyeli öğretmenleri maaşla okullara hoca yaptık. Onlar kendi öğrencilerine ders verdi, biz onlara maaş ödedik. Suriyeli kamplarında hiçbir Suriyeli, kendi onuru zedelenmesin diye, Biz Suriyeliler'e ilk anlarda yemek veriyorduk şimdi yemek vermiyoruz, ellerine her ay kişi başına bir çek veriyoruz. Gidip pazardan kendisi malzemesini alıyor, yemeğini kendisi yapıyor ve o çeki aldığında onun izzeti korunuyor. Bir dilenci gibi muamele etmiyoruz. O parayı alıyor kendi aile hayatını sürdürecek şekilde devam ediyor. Evleniyorlar. 10 binlerce Suriyeli bebek doğdu Türkiye'de. Hatta Cenevre-2 Konferansı'nda Velid Muallim bana, yani orada komşu ülkelerde teröristler var dediğinde kendisine söyledim. 'Doğru Türkiye'de 27 bin, o zaman öyleydi, 27 bin bebek terörist doğdu' dedim. Bunlar kaçan, sığınan insanlar. Biz elimizden geldiği kadar kardeşlerimize yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bakınız üç günde 138 bin kişi girdi Ayn el-Arap'tan. Bir haftada 200 bin kişi. Kimisi akrabalarının yanına gitti, kimisini biz kampa aldık. Akrabalarının yanına gidenlere maddi katkıda bulunduk. 36 bin, sadece bu Sünnilere ya da Müslümanlara değil. 36 bin Yezidi geldi Türkiye'ye. Onlara da bakıyoruz Irak'ta.''
Başbakan Davutoğlu, gazetecinin "Irak'ta şu an yaklaşık 2 milyon Sünni Iraklı mülteci var. Birkaç bin Ezidi için bütün dünya harekete geçerken bu Sünni sığınmacılar insan yerine sayılmıyor ve onlara neredeyse bakan yok" sözleri üzerine, şu ifadeleri kullandı:
"Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bir açıklama yaptığında, Yezidiler ve Hristiyanlar diye sadece açıklama yaptı. O zaman aradım daimi üye dışişleri bakanlarından birini. 'Çok yanlış yapıyorsunuz' dedim. 'Yezidiler ve Hristiyanlara sahip çıkmak bizim görevimiz. Fakat Müslümanları dışladığınız anda Birleşmiş Milletler'in Müslümanların dertleriyle dertlenmediği, Müslümanların ölümlerinin kıymetli görülmediği gibi bir kanaat hâsıl oluyor' dedim. Maalesef uluslararası toplumun hassasiyetleri belli dönemlerde ve belli kesimlere yönelik daha fazla oluyor. Bizim için ise Yezidi, Hristiyan, Şii, Sünni hiçbir ayrım olmaz. Biz kapıya gelen misafire Tanrı misafiri deriz bizim geleneğimizde. Kim gelirse 4,5 milyar değil daha da fazla olsa masrafımız üzerimize yük, elimizden geleni yapacağız. Fakat bütün dünyanın da bunu görmesi lazım. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Gutteres Türkiye'deki kamplara geldiğinde 'mükemmel' dedi.
"
- Suriyeliler için geçici çalışma izni
Suriyeli öğrencilere tanınan imkanlara ilişkin, Türkiye'de üniversiteye girmenin çok zor olduğunu, ancak Suriyeliler başvurursa imtihan yapılmadan girdiklerini aktaran Davutoğlu, Suriyeliler'e, kendi helal rızıklarını kazanmaları için geçici çalışma izni vereceklerini belirterek, "İnşallah Suriye'ye barış geldiğinde evlerine dönerler. Sonra da Türkiye'ye dua ederler diye ümit ediyoruz. Fakat bugün iş adamlarından biri öyle söyledi.
Türkiye'de bu kadar işsiz varken, Türkiye'de işsizlik yüzde 9-10, bu yükü, bunu nasıl yapacaksınız diye sordu bugün işadamları bir toplantıda. Biz şuna inanıyoruz: Mazluma uzanan el Allah tarafından bereketlendirilir. Belki de Türkiye'nin ekonomik kalkınmasında mazlumlara uzattığımız elin hissesi vardır. Biz her şeye maddiyat içinde bakmayan bir kültürden geliyoruz. İnşallah bu yaptığımız harcamalar bizim kendi vergilerle elde ettiğimiz hazinemizi bereketlendirecek. Eğer onlara kapımızı kapatırsak Allah'ın yardımından da bereketinden de nasibimizi keseriz diye düşünüyoruz. Onun için muhacir Medine'ye geldiğinde ensarın malı eksilmedi. O sabırla o ensar daha sonra aralarından çok büyük zenginler çıktı. Fakat önemli olan muhacire kapısını açabilmek" şeklinde konuştu.
Suriyeli öğrenciler gibi Mısır'da darbe rejimi tarafından okullarından atılan öğrencilere de yardımcı olmaya çalışacaklarını dile getiren Davutoğlu, Türkiye'de yabancı öğrenciler için programların olduğunu, söz konusu programlara başvurmaları halinde ırkına, milletine bakılmayacağını söyledi.
Davutoğlu, "New York Times Gazetesi'nin Ortadoğu'daki devletlerin, küçük devletlere bölündüğünü gösteren haritayı yayımlamasının, Ortadoğu ve özellikle, Suudi Arabistan, Yemen, Irak, Suriye, Libya ve hatta belki Türkiye için çizdiği plandan bir sızıntı mıydı?" sorusunu şöyle yanıtladı:
"New York'ta oturup böyle bir harita çizmek kolay. Bölgede böylesi haritaların yol açtığı veya yol açabileceği acıların bedelini ise bölge halkları öder. Bana sorarsanız, 100 sene önce bölgemiz fazlasıyla bölündü ve gayri tabii sınırlarla bölündü. Birbiriyle, bir arada yaşayan halklar, işte bugün Türkiye sınırında olduğu gibi en yakın akrabalar, amca çocukları birbirinden koparıldı. Irak-Suriye sınırında ya da diğer sınırlarda olduğu gibi, bu bölünmelerin üstüne yeni bölünmeler ortaya çıkarsa, yani Suriye ikiye üçe bölünürse; bu bölünmelerde aileler parçalanacak, şehirler parçalanacak. Irak da aynı şekilde diğer yerler de aynı şekilde. Onun için biz kesinlikle bölge haritasının bu anlamda değişmesine karşıyız. Bir yolla bölge haritası aynı kalmak suretiyle mahiyeti değişebilir; o da Avrupa Birliği'nde olduğu gibi. Yani herkes kendi ülkesinde yaşar, herkes kendi ülkesinin sınırlarını bilir. Fakat biz öyle iyi ilişkiler geliştiririz ki ölçek büyüterek bölge bütüncül bir yapıya dönüşür. Yani pasaportların da kalktığı şekilde ülkeler birbirine seyahat ederler Avrupa Birliği'nde olduğu gibi. Yani haritanın bütünleştirici bir harita olmasına evet, parçalayıcı, bölücü aileleri ve en yakın akrabaları birbirinden koparan acı dolu parçalanmış haritaya kesinlikle 'hayır' dememiz lazım. Bu büyük bir tuzaktır. Bu tuzak, şu ana kadarki acılardan çok daha büyük acılar yaşanmasına sebebiyet verebilir. Onun için New York'ta veya herhangi bir yerde üretilecek haritalar bizim kaderimiz olamaz. Bu bölgenin kaderi bu bölge halklarının elinde olmalıdır."
Yine New York Times'ın, Irak'ın da 3 bölgeye bölünmüş haritasını yayımladığı ve bunun gerçekleştiğinin hatırlatılması üzerine Davutoğlu, "Irak'ta açık söylemek gerekirse biz Türkiye olarak her zaman federalizme bile karşı çıkmıştık. Irak'ın birliğini hep savunduk. Ancak son gelişmeler baktığımızda Irak'ın birliğini korumak için Irak'ın gelir ve gücün paylaşıldığı bir yapıda yeniden şekillenmesine ihtiyaç var. Bu ihtiyaç Irak'ın bölünmesi anlamına gelmemeli. Aksine herkes birbirine saygı duyarak belki daha fazla adem-i merkeziyet, daha fazla şehirlere, vilayetlere yetki vererek Irak'ı da bir arada tutmanın yollarına bakmak lazım" değerlendirmesinde bulundu.
- "Türkiye olarak Irak veya Suriye'nin bölünmesini istemiyoruz"
Davutoğlu, Irak ile ilgili açıklamalarına şöyle devam etti:
"Başkaları Irak'ın bölünmesini isteyebilir. Biz komşu olarak, Türkiye olarak Irak veya Suriye'nin bölünmesini istemiyoruz. Ancak herkesin Irak'ın kaynaklarından istifade etmesini istiyoruz. Irak'ta, Suriye'de veya herhangi bir ülkede eğer toplumun yüzde 12'si Suriye'de olduğu gibi toplumun yüzde 80-90'ını kontrol ederse bu ülkenin birliğini koruması mümkün değil veya ekonomik kaynakların çoğunu kontrol ederse. Olması gereken herkesin katıldığı bir siyasal sistemin kurulması. Biz bunu daha önce Irak ve Suriye yönetimine anlatmaya çalıştık ama maalesef olmadı. Ümit ederiz, Sayın İbadi, Irak Başbakanı bu yeni dönemde bu birliği ve beraberliği sağlayabilir. Suriye'de ise rejimin bu politikası ile Suriye halkının ve Suriye'nin bütünlüğünün sağlanması çok zor. Suriye halkının kendi içinde bu bölünme ve parçalanma ihtimaline karşı Irak'ın toprak bütünlüğünün ve birliğinin korunması lazım. Bu bizim temel ilkemiz. Belli kesimler Irak'ın mali kaynaklarından. Yani baktığımızda neden Musul bu hale geldi? Musul çok büyük bir şehirdi ve çok büyük kaynakları vardı, ama Musul'a bütçeden ayrılan pay, normalde ayrılması gerekenin çok gerisinde kaldı. Musul halkı kendini Irak'ın siyasal sisteminin bir parçası olarak addedemedi. Erbil, belli bir federal yapı içinde hızlı bir gelişme kaydetti.
Türkiye de destekledi. Biz Musul'u da aynı şekilde desteklemek isterdik. Fakat Musul'da, Anbar'da, Tikrit'te Selahaddin'de, bütün bu Sünni bölgelerde Şii ve Kürtlerin sahip olduğu güce ve kaynaklara sahip olmamak Sünni kesimi siyasetin dışına itti. Keşke bu olmamış olsaydı."
(Sürecek)
Davutoğlu, El Cezire'ye Konuştu (2)
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Bizim hükümetimiz hiçbir zaman Suriyeli kardeşimizi bir yük gibi görmedi, Onlar muhacirdir, biz ensarız" dedi.