Türkiye adım adım 12 Eylül darbesine doğru ilerlerken 1978’lerin sonları, 79’ların başlarında Ortadoğu’da bir başka ülke de tam anlamıyla içten içe bir karmaşa içindeydi.
İran toplumunu baştan sona değiştiren İran İslam Devrimi 20’nci yüzyılın en önemli dönüm noktalarından birisi oldu. Devrim öncesinde İran’da Şah Rıza Pehlevi iktidardaydı. Ülke yönetimi, Şah’ın yakın akrabaları ve dostları arasında paylaşılmıştı. 1970’lerde İran’da zengin ve yoksul arasındaki uçurum büyüdü. Şah Rıza Pehlevi’ye karşı muhalefet, Paris’te yaşayan Şii dinadamı Ayetullah Ruhullah Humeyni çevresinde toplandı. 1970’lerin sonuna yaklaşıldığında, Şah Rıza Pehlevi’nin rejimine karşı tüm İran’da geniş kapsamlı şiddet eylemleri düzenlendi.
İşte tam da bu dönemde Türkiye’de Alevi kökenli vatandaşların katledildiği Maraş olayı Türkiye’yi olduğu kadar İran’ı da sarstı. Tahran’daki İngiliz Büyükelçiliği, olayların haberlerini alır almaz hemen İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na bir mesaj gönderdi. 29 Aralık 1978 tarihli mesajda şu çok ilginç ifadeler yer alıyordu:
Maraş gibi bölgelerde sıkıyönetim ilan edilmesine neden olan “mezhep” çatışmalarından birşeyler öğrenmek ilgimizi çeker. Buradaki Kum Ayetullahları’ndan (Kum kentinde yaşayan ve İran toplumunun en büyük din adamları olarak nitelendirilen kişiler) ileri gelenlerinden birisinin ismi de “Maraşi”, büyük ihtimalle Maraş kökenlidir. Eğer Şii muhalifler, Türkiye’de din eksenli bir eylem ve ayaklanma için destek görürlerse bu gerçekten çok önemli bir olay olur.
Yani İran’daki elçilik bir yandan İran’daki Şii muhalifleri izlerken bir yandan da Maraş olaylarıyla İran’da yaşananlar arasında bağlantı olup olmadığı konusunda şaşkınlık yaşıyordu.
Türkiye’deki elçilik şu notu gönderdi:
Türkiye’de Aleviler ve Sünniler yüzyıllarca yanyana yaşadılar. Bu nedenle uzmanlar mezhep farklılıklarının çatışmanın gerçek sebebi olduğunu düşünmüyor. Politik radikaller bazı bölgelerde mezhep farklılıklarını kendi çıkarları doğrultusunda kışkırtıyor. Maraş’ta yaşananların din odaklı olduğu yönünde kanıtımız yok.
İran Şahı Pehlevi ise olaylardan 1 ay sonra, 1979’un Ocak sonunda “uzun bir istirahat” için Tahran’dan ayrıldı. Bir daha geri dönemedi. Ayetullah Humeyni liderliğinde İran İslam Devrimi gerçek olmuştu...
KAHRAMANMARAŞ’TA NE OLMUŞTU?
Türkiye’de olayların fitili 22 Aralık 1978’te ateşlendi. Kahramanmaraş’ta 5, Ankara’da 3, İstanbul’da 2, Malatya, Adana ve Eskişehir’de birer kişi öldürüldü. Aynı gün eski CHP Kahramanmaraş Senatörü Hilmi Soydan suikasta uğradı. 23 Aralık 1978 tarihinde ise Kahramanmaraş’ta Alevi kökenli 33 kişi öldü. 300’ün üstünde kişi yaralandı, evler ateşe verildi. Olaylar 3 gün sürdü ve toplam 98 kişi öldü. Olaylardan sonra 13 ilde sıkı yönetim ilan edildi. Bu olaylar tarihe Maraş katliamı olarak geçti.
Demirel yine iktidar olursa Türkiye faşizme doğru gider
Ecevit, iki Milliyetçi Cephe deneyiminden sonra Türkiye’de 1978 başında yeniden iktidarı devralmıştı. Demirel ise muhalefetin dozunu her geçen gün artırdı. Bu durumu yakından izleyen İngilizler, Demirel’in bir kez daha başbakanlık koltuğuna oturması durumunda “Türkiye’nin Hitler’i” olacağını öngörüyordu.
Türkiye için 1970’li yılların sonu siyasetin en çalkantılı dönemlerinden biri oldu. Süleyman Demirel başkanlığındaki Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti, ardından gelen İkinci Milliyetçi Cephe hükümeti ve güvensizlik oyu ile Demirel’in iktidardan uzaklaşmasının ardından siyaset tarihine “11’ler olayı” olarak geçen transferle başbakanlığı bir kez daha aldı. 5 Ocak 1978’de Ecevit AP, CGP ve DP’den ayrılan 11 milletvekili ve bağımsızların desteğiyle 11’ler Hükümeti’ni kurdu ve baraj oyunu sadece 3 oyla geçerek 229 oyla güvenoyu aldı. Ancak 1978’in sonlarına doğru Demirel’in Ecevit hükümetine yönelik muhalefetinin şiddeti giderek artıyordu. Bu durum batı dünyasında da yakından izleniyordu. İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Ankara’daki büyükelçiliğine Türkiye’de iktidar ve muhalefetin durumunu derinlemesine inceleyen bir rapor hazırlattı. 15 Kasım 1978 tarihli raporda siyah kalemle altı çizili olarak verilen mesaj çok netti: “Demirel bir daha iktidar olursa Türkiye’de şiddetin önü alınamaz.”
İşte o rapordan satırbaşları
Süleyman Demirel’in liderliğindeki Adalet Partisi’nin 2 yılda bir yapılan kongresine gittim ve genel olarak iç karartıcıydı. Partinin durağan olduğu açık. Toplantıda yerel iş adamlarının sayısı oldukça düşüktü ve açıkça Milliyetçi Hareket Partisi’ne ait olan gençlerin (özellikle de genç çetelerin) sayısı artmıştı. Kimse partinin önceki seçimleri neden kaybetiğini tartışmadı ve Kamran İnan’ın düşünceli eleştirilerine cevap verilmedi. En şaşırtıcı olan ise AP’nin neo-faşistlerle bağını asli olarak kabul etmesiydi. Konuştuğun tüm parti üyeleri 1981’de yapılacak seçimlerde “Milliyetçiler”in (AP ve MHP) kazanmasını beklediklerini söylediler. Bu durum 450 koltuklu parlamentoda çoğunluğa sahip olmayı yalnızca 30 koltukla kaçırarak 190 üyesini meclise sokan bir parti için rahatsız edici.
Çıkardığımız sonuç şöyle: Demirel’in liderliğindeki Adalet Partisi artık Türkiye için uygun bir demokratik alternatif oluşturmamaktadır ve yeniden iktidara gelmesi durumunda ülke hızla Hitler’inkine benzer bir faşist rejime kayacaktır. MHP’nin ağır bastığı bir rejim, Türkiye’de Avrupa’nın 1940’lı yıllardan bu yana şahit olmadığı kadar çok kan dökülmesine yol açabilir. Kongrenin en rahatsız edici bölümü ise parti yönetimine üyelerini parlamentodan çekme hakkının verilmesi oldu. Demirel 1973’te yılında asker tarafından iktidarın elinden alınmasının ardından bana bu durumu “siyasi intihar” diye tanımlamıştı. Şu anda neden iç savaş politikası izliyor anlayamıyoruz.
AP’nin başına İnan’ı istiyorlardı
İngilizler’in Adalet Partisi için Demirel’e alternatif olarak gördüğü tek isim vardı. “Ilımlı” olarak nitelendirdikleri Kamran İnan... Raporda bu konuda şu yorumlara yer verildi:
Türkiye siyasetinde merkezi sağın cesarete ihtiyacı var. Bu Kamran İnan gibi bir moderatörün muhafazakar desteği ve Demirel’in neo-faşistlerle yakınlaşmasının kınanmasıyla sağlanabilir. Öte yandan tüm tehlikelere rağmen Türkiye siyasetinin geleceğinde CHP, iktidarda kalmayı sürdürecek ve sallantıda olan Adalet Partisi’ni başbakanlık ofisinden uzakta tutmakta zorlanmayacak gibi görünüyor. Bu, Türkeş ve MHP’nin bir noktada artık şiddete başvurabileceği anlamına geliyor. Partinin polis tarafından yavaş yavaş dağıtılan bazı kolları ve mahkemeler onların çaresizce şiddet yoluna başvurmasına yol açabilir. Avrupa’daki merkez sağcı siyasetçilerin bunu anlaması önemlidir.
MC iktidarında bakandı
Ancak İngilizler 31 Ekim 1978’deki Adalet Partisi Kurultayı ve Demirel’in yeniden liderliğe seçilmesi ile hayalkırıklığına uğradı. Demirel beklentilerin çok üzerine çıkarak yüzde 95 oyla Adalet Partisi’nin genel başkanı olarak koltuğunu korudu. İngiliz elçiliğinden iletilen mesajda şu ifadeler yer aldı: Partinin amblemi olan ay Demirel’in tek binicisi olduğunu kabul etmiş görünüyor. At ile Demirel arasında duygusal bir bağ göze çarpıyor.
Halen hayatta olan Türk siyasetinin ve dış politikasının duayen isimlerinden Kamran İnan, Demirel’in başbakanlığındaki 2’nci MC hükümetinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak görev aldı. 1979’dan başlayarak Cenevre’deki Birleşmiş Milletler Örgütü’nde Türkiye’nin daimi temsilcisi oldu. 1983’e değin bu görevinde kaldıktan sonra yeni kurulan Milliyetçi Demokrasi Partisi’ne katıldı ve Bitlis milletvekili seçildi. 1987 başlarında Anavatan Partisi’ne geçti ve bu partiden milletvekili seçildi. Turgut Özal, Yıldırım Akbulut ve Mesut Yılmaz hükümetlerinde devlet bakanı olarak görev aldı.
Fransa’nın kendisine verdiği Ligion d’honneur ödülünü, 2006 yılında Ermeni soykırımı yasa tasarısı gerekçe göstererek iade etti. Avrupa Parlamentosu Altın Madalyası sahibi İnan, 2002 seçimlerinde aktif siyaseti bıraktı.
Ecevit Bangladeş liderine benziyor
Aynı raporda Ecevit hakkında ise şu ifadelere yer veriliyordu:
Görüştüğüm Türklerin büyük bir kısmı iktidardaki hükümeti destekliyor, partinin ülkenin içinde bulunduğu koşullarda tek uygun seçenek olduğunu düşünüyor ve 1981’deki seçimlere kadar iktidarda kalacağını tahmin ediyorlar. Muhafazakar Tercüman gazetesi tarafından yapılan bir kamuoyu anketinin bugün seçimler yapılsa Ecevit’in destekçilerinin büyük farkla kazanacağını ortaya koyduğu için yayınlanmasına engel olunduğuna dair sağlam otoritelere dayandırılan haberler var. Genel olarak halkın beklentileri bana sınırlı ve geçekçi göründü. Ancak hükümetin yaptığı birçok hatanın farkında oldukları ortada. Ecevit’in alternatiflerinin durumu da bilindiği için bu hatalar genellikle bağışlanıyor.
Hükümetin en büyük hataları, kendi yandaşlarını yeteneklerinden daha yüksek konumlara getirmeleri. (Ancak yakın zaman önce Economist’deki Merkez Bankası İdareciliği haberi en iyisi gözardı edilmeli.) Bu durum, hükümetin Eğitim Bakanlığı ve diğer devlet kurumlarının içine geçen yıl yerleştirilen çılgın faşist serserilerden temizlenmesi için genişletilen çabaların biraz olsun dikkate alınmasıyla dengelenebilir. Elde ettikleri en büyük başarı buymuş gibi görünüyor. Ancak hükümetin güçsüzlüğü biraz da komik bir olayla aktarılabilir. Parlamento kütüphanesinin başında görev alan neo-faşistin yerine geçmesi için atanan adam, daha sonra doğu bölgelerinde Ecevit’in kendi parti merkezlerinden birini bombalamaya çalışırken tutuklandı.
Başka ciddi idari hatalar da var. Bu yıl petrol fiyatları çok uzun süre aşağıda tutuldu. Ancak diğer projeler çok daha ilgi çekici, özellikle de kırsal kesimde ilerlemeyi hızlandırmak ve köylerden büyük kentlere göçü önlemek için geliştirilen kırsal gelişim projeleri. CHP’nin belediye başkanları büyük şehirlerdeki kentsel hizmetler konusunda büyük ilerleme kaydediyor. Yerel yönetimler şu anda Türkiye’de ciddi bir ilerlemenin kaydedildiği tek alan. Benim uzun vadedeki endişem ulusal hükümetin kurumlarının güçsüzlüğü ile ilgili. Yönetimin kalibresi o kadar düşük ki ülkenin günlük işlerini nasıl sürdürdüğünü anlamak çok zor geliyor. Bir işi gerçekleştirmek için ülkenin en etkili adamı olan Ecevit’e gitmek gerekiyor. Bu durum Şeyh Mucib Ür-Rahman’ın yönetimi altındaki Bangladeş’i hatırlatıyor. (El Rahman Bangladeş’in Pakistan’dan bağımsızlığına liderlik eden siyasi lider. Ülkenin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı. Ancak daha sonra kendisine muhalif diğer partileri yasaklaması yüzünden dikta rejimi kurmakla suçlandı ve ordudaki subaylar tarafından suikastla öldürüldü.)
'Demirel faşizme götürür'
Türkiye Maraş katliamının şokunu üzerinden atamadan, İran'da gelişmeleri dikkatlice izliyordu.