HSYK üyelik seçimleri nedeniyle yazılı bir açıklama yapan Demokrat Yargı Yönetim Kurulu, yeni sorunlarına yeni bir bakış açısı geliştirmek yerine istisnai anlamlar yüklenerek hukuksal kavram ve kurumlara sığınılarak ısrarın sürdürüldüğünü ifade etti.
Siyasi ve etik sorunlarının yargı gücü ile çözülmeye uğraşıldığının dile getirildiği açıklamada, "Toplumun ve toplumsal kesimlerin dinamiklerine ve tercihlerine güvenmek yerine yargı kurumlarından medet ummaya devam ediliyor. Bunun en tipik örneklerinden birisi de son günlerde kamuoyuna yansıdığı kadarıyla Avukat Turgut Kazan'ın Adalet Bakanlığı bürokratlarının adaylığının hukukun olağanüstü ölçüde zorlanarak yargı (Danıştay) yoluyla engellenmesi girişimidir. Sayın Kazan, anayasada açıkça belirtildiği üzere YSK'nın kararlarını denetleme yetkisine sahip olmayan Danıştay'a başvurmak suretiyle Bakanlık bürokratlarının adaylığına ilişkin genelgenin yürütmesinin durdurulması talebinde bulunmuştur. Derneğimiz Demokrat Yargı, bakanlık bürokratlarının HSYK seçimlerine katılmaları sorununun yargı aracı kılınarak değil, seçimin asıl muhatabı olan hâkim ve savcılara güvenerek çözümlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Adalet Bakanlığı bürokratlarının adaylığı konusunda anayasal düzeyde bazı sorunlar bulunduğunu ve anayasanın 140. maddesinin lafzının şüphe oluşturacak şekilde kaleme alındığını kabul etmekle birlikte, bu konudaki asıl sorunun ve çözümün yargısal değil etik ve zihniyete dair olduğunu, bu itibarla da bakanlık bürokratlarının adaylıklarının hukuk ve yargı araç kılınarak engellenmeye çalışılmasını gayrimeşru ve kabul edilemez bulmaktadır." denildi.
Etik, siyasi ve kültürel sorumluluklar bulunduğunun dile getirildiği açıklamada, Adalet Bakanlığı bürokratlarının aday olmama gibi etik bir sorumluluklarının bulunduğuna dikkat çekildi. Adaylıkta ısrar eden bürokratların idari bağının sona erdirilmesinin ise siyasi sorumluluğun bir gereği olduğunun ileri sürüldüğü açıklamada, "Hükümetin bu konuda, en azından kendi anayasa değişikliği gerekçelerini kendi bürokrat kadroları yönünden denetlemesi zorunluluktur. Üçüncü sorumluluk ise hâkim ve savcılara düşen kültürel bir sorumluluktur. Bu noktada hâkim ve savcıların, Türk yargı kültürü ve geleneği açısından normal ve olağan olarak görülen bürokrat olabilmeleri yaklaşımının artık kabul edilemez olduğunu görmeleri ve sandıkta buna uygun bir eğilim içine girmelerini bekliyoruz. Türk yargı kültürü, bugüne kadar, gerçekte bir idari kültür olarak geliştiğinden bürokrat ile hâkim ve savcı arasındaki fark maalesef içselleştirilememekte, hatta bu mesleki pozisyonlar arasındaki neredeyse yığınsal geçişler normal ve olağan bir durum imiş gibi algılanmaktadır. Bu durum, diğer ülke örneklerinin tersine, Türkiye'deki yargı kültürünün yargıç merkezli oluşumunu engellemekte, yargı idari bir kültür alanına dönüştürmektedir. Dolayısıyla Türk yargı kültürü hâkim aleyhine gelişmiş uygulama, yorum ve değerlendirmeler alanı haline gelmekle bugün geldiğimiz bu noktada bu sürecin tersine çevrilmesi ve Türk yargısının idari kültürden koparılması gerekmektedir." ifadeleri kullanıldı.