Demokratikleşme Osmanlı'da başladı

Demokratikleşme Osmanlı'da başladı

'Türkiye için demokratikleşme Osmanlı modernleşmesiyle başlayan bir süreçtir' diyen Yardımcı Doç. Doktor Ertan Aydın yeni kitabında demokratikleşmenin yol haritasını anlattı.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK TASFİYE ETMİŞ

Eski Başbakan Recep Peker ve yakın çevresindeki bir grup Cumhuriyet elitinin oluşturmaya çalıştıkları spesifik bir Kemalizm anlayışının, Atatürk tarafından tasfiye olunduğu halde, İnönü tarafından yeniden canlandırıldığı, 1960 darbesinden sonra ise adeta devletin resmi ideolojisi haline getirildiği savunuluyor.

Yrd. Doç. Dr. Ertan Aydın’ın Meydan Yayınları’ndan okurlarla buluşacak “Türkiye’de Demokratikleşme Çabaları ve Demokratik Açılım” adlı kitabı Türkiye’nin demokratikleşme yolculuğunu gözler önüne seriyor.

Aydın’ın, kitabında çözümsüz pek çok meselenin çözümü için tek çare olarak gösterdiği teklifi ise, Türkiye gündeminden bir türlü düşmeyen bir başka güncel tartışma konusu olan “yeni anayasa” talebi...

SUNUŞ

Türkiye’nin de-mokratikleşme çabaları aslında yeni değil. Tanzimat dönemine dayanan yenileşme çalışmaları Cumhuriyet’in tesisi ile hız kazanmış, Avrupa Birliği tam üyelik hedefi, soğuk savaş döneminin sona ermesi ile yeni bir boyuta girmiştir. Bu çerçevede insan hak ve özgürlüklerini öne çıkaran düzenlemeler başta anayasada olmak üzere hayat bulmuştur. Ancak bu çabalar, değişimi sorgulayan çevreler ile destek veren kesimler arasında halen bugün de devam eden tartışmaları da yıllar boyunca sürdüre gelmiştir. Bugün AK Parti’nin başlattığı “Demokratik Açılım” süreci de Türkiye’nin gelecek aylara ve yıllara damgasını vuracak mahiyettedir. Bu sebeple Çankaya Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ertan Aydın’ın “Türkiye’de Demokratikleşme Çabaları ve Demokratik Açılım” adlı çalışması Türkiye’de demokratikleşme tarihini merak eden mevcut tartışmalara ise yabancı kalmak istemeyen sade vatandaşlara ışık tutacak niteliktedir.

Demokratik açılım ya da hükümetin tanımlamasıyla “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”. “Türkiye için demokratikleşme yeni bir problem alanı olmayıp Osmanlı modernleşmesi ile başlayan bir süreçtir” cümlesi belki de üzerinde fırtınalar kopartılan açılım tartışmasını en iyi özetleyen tespit.
Yrd. Doç. Dr. Ertan Aydın’ın bu tespiti yakında Meydan Yayınları’ndan çıkacak olan “Türkiye’de Demokratikleşme Çabaları ve Demokratik Açılım” adlı eserinden. Aydın, demokratikleşmenin Meşrutiyetle devam ettiği, Cumhuriyetle yeni bir yola girdiğine dikkat çekiyor.
Demokratikleşme çabalarının, Cumhuriyet Tarihi’nin tamamında açıkça gözlenebileceğini vurgulayan Aydın, kitabın girişinde şöyle diyor:

KAHRAMAN VE HAİN OLMADAN KONUŞABİLMEK

“Özellikle Cumhuriyeti kuran kadroların, Osmanlı devletinin son dönemlerinde uyum sağlamaya çalıştığı yenileşme, gelişme, demokratikleşme ve özgürleşme gayretlerini, cumhuriyetle ve onun kurum ve kurallarıyla hayata geçirmeye çalıştıkları açıktır.”

Çalışmasının gayesini, “Türkiye’nin geleceğinin daha çok demokratikleşme ve özgürleşmeden geçtiğinin altını çizmek” olarak aktaran Aydın, “kahramanlar” ve “hainler” oluşturmadan konuşabilmeye örnek oluşturmak istediğini vurguluyor.

Aydın, Türkiye’nin yıllarca sonu gelmeyen “geçmiş” tartışmalarıyla zaman kaybettiğini vurgularken, “Hâlbuki demokrasi tarihimizle yüzleşmek gibi bir sorumluluğumuz vardır” diyor. Türkiye’nin gelişebilmesinin, “meselelerine çözüm üretebilmesine” bağlı olduğunu kaydeden Aydın, Türkiye’nin problemlerle yüzleşmesi gerektiğini anlatıyor.
Aydın, şöyle diyor:

TÜRKİYE PROBLEMLERİYLE YÜZLEŞMELİ

“Bu yüzden Türkiye, problem alanlarını doğru belirlemek, onlarla yüzleşmek, meselelerine sahip çıkmak, problemlerin sebeplerini anlayarak doğru metotlarla çözmek mecburiyetindedir. Bu çalışmanın iddiası Türkiye’deki demokratikleşme meselesinin acilen çözülmesi gerektiğini ve ülkenin daha fazla bu problemden kaçma lüksü olmadığını ortaya koymaktır.”

DEMOKRATİKLEŞME ZİKZAKLI AMA KARARLI ROTADA

“Türkiye’de demokratikleşme tarihi, bir yandan sancılı ve zikzaklarla dolu fakat diğer taraftan da emin adımlarla ilerleyen kararlı bir rota izlemektedir” diyen Aydın, demokrasiye olan inancın “ideolojik yelpazenin bütün renkleri tarafından” paylaşıldığını kayda geçiriyor. Ancak Aydın meselenin demokrasiye olan inancın düzeyinden ziyade algılanış biçiminde yattığını söylüyor.
Kitapta Aydın, “Türkiye’de küçümsenmeyecek bir demokratik gelenek olduğu halde, neden ufak bazı siyasi krizlerde bile anti-demokratik metotlara başvurma ihtiyacı hisseden toplumsal gruplar baş gösterebiliyor” sorusuna cevap arıyor.
Aydın, “Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, bütün dünyadaki trendlere paralel olarak oluşturulmaya çalışılan yeni bir devlet ideolojisi kurgusunun, bugün yaşadığımız demokrasiye ilişkin problemlerin kaynağını oluşturduğunu söyleyebiliriz” yargısına varıyor.

SPESİFİK KEMALİZM’İ ATATÜRK TASFİYE ETTİ

Aydın, eski Başbakan Recep Peker ve yakın çevresindeki bir grup Cumhuriyet elitinin oluşturmaya çalıştıkları spesifik bir Kemalizm anlayışının, Atatürk tarafından tasfiye olunduğu halde, İnönü tarafından yeniden canlandırıldığını, 1960 darbesinden sonra ise adeta devletin resmi ideolojisi haline getirildiğini savunuyor.

ATATÜRK DEMOKRATİKLEŞTİRDİ
Atatürk döneminde, Türkiye’nin de-mokratikleşmesi yönünde önemli adımlar atıldığını anlatan Aydın, “Cumhuriyet, tekil bir proje olarak değil, farklı projelerin rekabetinden müteşekkil bir zenginlik olarak ortaya çıktı” tespitini yapıyor.
Aydın, “Cumhuriyet’in ilanının hemen sonrasında farklı proje ve rakip grupların ortaya çıkmasında Atatürk’ün çok önemli katkısı vardır. Daha doğru ifadeyle, Atatürk bu rekabet ortamından istifade etmeyi hedeflemiş ve proje çeşitliliğinin Cumhuriyet’i daha düzgün bir rotaya sokacağını düşünmüştür. Zira Atatürk, metot olarak çoğulculuğu benimsemiş, farklı fikirlerin henüz emekleme aşamasında olan Cumhuriyete önemli katkılar yapacağına inanmıştır. Cumhuriyet’in kuruluşundan Atatürk’ün vefatına kadar ortaya çıkan bütün politik zikzakların veya farklılaşmanın arka planında Atatürk’ün demokrasi ideali bulunmaktadır. Demokrasinin görünürde en çok sekteye uğradığı zamanlarda bile, Atatürk’ün demokratik mekanizmaları hayata geçirmek konusunda sahip olduğu güçlü irade dikkat çekicidir.”

İSTİBDAT MÜESSESESİNİ BIRAKMAK İSTEMİYORDU

Aydın, burada bütün dünyada Ekonomik Buhran’ın etkisiyle demokratik kurumlar bir bir rafa kaldırılırken, Atatürk’ün tam da buhranın hemen sonrasında çok partili hayata geçmesini örnek olarak veriyor.
Atatürk’ün, dünya basınında çıkan ‘diktatörlük’ haberlerinden rahatsız olduğunu aktaran Aydın, “Bu rahatsızlığını (Ben Cumhuriyet’i şahsi menfaatim için kurmadım. Hepimiz faniyiz. Ben öldükten sonra, arkamda kalacak müessese bir istibdat müessesesidir. Ben ise millete miras olarak bir istibdat müessesesini bırakmak ve tarihe o surette geçmek istemiyorum)” dediğini aktarıyor.

İKİ KIRMIZI ÇİZGİ

Kitapta, çok partili hayata geçişin ilk denemesi olan Serbest Fırka Genel Başkanı Fethi Okyar’a Atatürk’ün yazdığı mektuptan alıntılar da çok çarpıcı. Bu mektupta Atatürk, “Senden istediğim Cumhuriyet ve laiklik ilkelerine sadık kalmandır, bu ikisi dışında yapacağın her türlü muhalefet tarafımca kabul görülecektir” diyor.

ATATÜRK PRAGMATİK BİR DEVLET ADAMI

Kitapta dikkat çeken diğer bir tespit ise şöyle: “Her şeyden önce, Atatürk güçlü bir aksiyoner, liderlik öngörüleri yüksek ve pragmatik bir devlet adamıdır. Onu bir masa başı teorisyeni, ideoloğu veya doktrineri olarak düşünemeyiz. Atatürk’ün yaptıklarını çevresindeki siyasi ve entelektüel elit gruplar belli bir teorik ve ideolojik modele dönüştürmeye çalışmışlardır. Atatürk bu çabaları zaman zaman teşvik etmiş, zaman zaman düzenlemiş, zaman zaman da frenleme yolunu tercih etmiştir. Cumhuriyet’in fikri içeriği de bu şekilde oluşmuştur. Bu içerik, dönemin şartlarından bağımsız olarak düşünülemez. Nihayetinde, Atatürk’ün zihninde ulaşmak istediği bir hedef bulunmaktadır. Bu hedefin ana başlığı, kendisinin de ifade ettiği gibi ‘muasır medeniyet seviyesi’ne ulaşmaktır.”

TARİHSEL SÜREÇ ÇARPITILDI

İsmet İnönü döneminde ve bilhassa 1960 darbesiyle birlikte Atatürkçülüğün yorumlanmasında Pekerci Kemalist anlayışın hâkim olduğunu vurgulayan Aydın, “Bu, tarihsel sürecin çarpıtılmasıdır ki, bugün Türkiye’de siyasetin bir türlü doğru zeminlerde yapılamamasının da ana sebebini teşkil etmektedir” tespitinde bulunuyor.

ADNAN MENDERES’İN SEÇİLMESİ İYİ KULLANILDI

DP’lilerin “İnönü kâbusunu” çok iyi kullandıklarını belirten Yrd. Doç. Dr. Ertan Aydın, “Türkiye’de Demokratikleşme Çabaları ve Demokratik Açılım” adlı eserinde, Adnan Menderes’in seçim zaferini “Türk demokrasisinin zafer günü” olarak tanımladığına dikkat çekiyor.

“Milli Şef” İnönü döneminde ülkeye hissedilir düzeyde “otoriter” bir zihniyet hakimdi.

AK Parti’nin iktidara gelişi “1990’ların ortaya çıkardığı maliyeti, milletin telafi girişimi”. Yrd. Doç. Dr. Ertan Aydın, demokratikleşme macerasında Atatürk’ten AK Parti’ye gelen sürece ışık tuttuğu “Türkiye’de Demokratikleşme Çabaları ve Demokratik Açılım” adlı eserinde toplumsal dönüşümde darbelerin etkisinin altını çiziyor.

İNÖNÜ DÖNEMİ OTORİTER

Aydın’ın kitabından bazı satırbaşları şöyle. Atatürk ile mukayese edildiğinde, İnönü’nün Türk siyasetinin “normalleşmesi ve demokratikleşmesine” pek katkı yaptığının söylenemeyeceğini belirten Aydın, “İmparatorluk bakiyesinden sonra bir ulus devlet kurma sürecinin mecburiyet ve zorluklarında, birçok hata yapılmış olsa da esas itibariyle Atatürk döneminde halka dayalı bir yönetim anlayışını kurumsallaştırmak için önemli adımlar atılmıştır. Ancak 1938’den sonraki “Milli Şef” döneminde hissedilir düzeyde otoriter bir zihniyet ülkeye hâkim olmuştur.” İkinci dünya savaşı sonrasında siyasal liberalizmin etki alanına Türkiye’nin de girdiğini anlatan Aydın, İnönü’yü çok partili hayata geçişe zorlayan esas unsuru iç baskılarla batılı devletlerin isteklerinin örtüşmesi olarak özetliyor.

DEMOKRASİNİN ZAFER GÜNÜ

Halkın DP’ye ilgisinin CHP’yi demokratikleşmeye zorladığını anlatan Aydın, “Milli Şef” unvanının kaldırılmasını buna örnek olarak hatırlatıyor. DP’lilerin “İnönü kâbusunu” çok iyi kullandıklarını belirten Aydın, Menderes’in seçim zaferini “Türk demokrasisinin zafer günü” olarak tanımladığına dikkat çekiyor. 27 Mayıs darbesi ve 1961 anayasasının bugüne dek etkisini sürdürecek yeni bir siyasal
denklem oluşturduğunu belirten Aydın, bu denklemi “Bürokrasinin seçilmiş hükümetin faaliyetlerini denetleyen bir misyonla iktidara ortak kılınması” olarak açıklıyor.

İKTİDARLARA “ANAYASAL” VESAYET

1961 Anayasası ile MGK ve Anayasa Mahkemesi gibi özerk kurumlar inşa edilerek, seçilmiş hükümetlerin iktidarının vesayet altına alındığını belirten Aydın’ın bir diğer tespiti ise şöyle: “Tek-parti dönemi ulus-devlet anlayışının emredici, zorlayıcı, yukardan inmeci ve toplumsal manada çeşitliliği reddeden ‘dışlayıcı’ ve kültürel manada ‘ayırıcı’ özelliklerinin 1980’de geçerliliğini koruduğunu hatırlarsak vatandaşlarımız layık oldukları şekilde bir ‘Milli Birlik ve Kardeşlik’ ikliminde yaşamaktan uzun süre mahrum bırakıldıklarını görmek zor olmayacaktır.”

DEMOKRASİYE ANAP İVMESİ

1980 darbesi sonrasında 1983’te iktidara gelen ANAP’ın askeri dönemin izlerini silmek üzere normalleşmeye dönük projeler uyguladığını anlatan Aydın, “Askeri yönetimin elini ayağını günlük hayattan çekerek, kendi kurumsal mevzilerine girmesi, ANAP‘ın işini bir bakıma kolaylaştırdı. Bu karşılıklı ilişki sayesinde Türkiye normalleşme sürecine demokratik açıdan son derece hasarlı da olsa girmiş oluyordu” dedi.

SOĞUK SAVAŞ VE DEMOKRATİKLEŞME

Aydın, bu siyasal sistemin zaman zaman sıkıntı yaşasa da soğuk savaş süresi boyunca işlevini sürdürdüğünü, ancak soğuk savaşın bitmesi, yeni toplumsal hareketlerin doğmasına ve yıllardır güvenlik kaygılarıyla bastırılan birçok kimliğin güçlenmesine yol açtığını vurguladı.

ÖZAL CESUR ARAYIŞTAYDI

“Turgut Özal, öncülüğünde hem sivil toplum hem de kamu bürokrasisi cesur tartışmaların ve arayışların içine girdi” diyen Aydın, “Güvenlik algısının yerini özgürlük algısına bırakmasıyla toplumsal hareketlerin kendilerini daha rahat ifade imkânı bulduklarının” altını çizdi.

DEP’İN FONKSİYONU

Siyasal iklimin yeni açılımlara zemin hazırladığını hatırlatarak DEP’in kurulmasını örnek gösteren Aydın, “DEP’in kurulup TBMM’de temsil edilmesi Kürt meselesinin demokratik çözümü konusundaki girişim ve açılımlara ivme kazandırdı” dedi. Alevilik tartışmalarının da 1980 sonrası dönemde yoğunluk kazandığına dikkat çeken Aydın, toplumsal problemlere duyarlı, dinamik bir siyasal programla siyaset yapan Refah Partisi’nin, kısa vadede seçmen desteğini arttırarak iktidar alternatifi olmayı başardığını hatırlattı.

90’LARA DİNAMİK GİRİLDİ ANCAK...

Aydın’ın tespiti şöyle: “Türkiye, soğuk savaş sonrası yerel ve küresel fırsatları değerlendiren ve zamanın ruhuna uyum sağlayan dinamik bir siyasal akılla 90’lı yıllara girdi. Ancak Özal sonrasında, bürokratik dirençle mücadele edebilecek bir siyasi aktörün yokluğu ve bu problemlerle yüzleşme isteği ve potansiyeli taşıyan Refah Partisi’nin, statükocu koalisyonun yürürlüğe koyduğu 28 Şubat sürecine karşı bütün enerjisini, varlığını korumaya hasredip içine kapanmasıyla bu fırsat heba edildi.”

28 ŞUBAT NORMALLEŞMEYİ TEHLİKEYE SOKTU

“Güvenliğin özgürlüğe tercih edildiği, bürokratik reflekslerin siyasal iradeyi esir aldığı bu siyasal ortamda, tartışmalar bıçak gibi kesildi ve Refah Partisi’nin yanı sıra Kürt ve Alevi kimlik talepleri de bu otoriter atmosferden nasibini aldı” diyen Aydın, 28 Şubat sürecine “hem toplumun farklı katmanlarını ideolojik reflekslerle karşı karşıya getirerek toplumsal barışı, hem de toplumun geniş kesimleriyle devleti karşı karşıya getirerek ülkenin normalleşmesini tehlikeye sokmuştur” eleştirisini getiriyor.

DARBELER VE TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM

1990’lı yılların “her ne pahasına olursa olsun” zihniyetiyle yapılan iki darbenin izleriyle dolu olduğunu vurgulayan Aydın, “Bu iki darbe 2000’li yıllarda toplumsal dönüşümde hayati bir rol oynayacaktır” tespitini yapıyor. Türkiye’nin yakın geçmişine ilişkin Aydın’ın değerlendirmeleri ise çarpıcı:

KIRILMA NOKTALARI

1990’lı yıllarda toplumsal yapımızı iğdiş, devlet düzenini ifsad ve iktisadi yapımızı altüst eden politikaların billurlaştığı iki kırılma noktası vardı. Bunlardan birincisi; Özal’ın son yıllarında çözümde belli bir mesafe kat ettiği Kürt meselesi bağlamında güvenlikçi perspektifin devlet aklını esir almasıydı. İkinci kırılma noktası ise; 28 Şubat darbesiyle bütün toplumsal insicamımıza ve kamu vicdanımıza indirilen darbeydi.

AKIL TUTULMASI TÜRKİYE’Yİ ESİR ALDI
PKK’nın 1980’lerin ortasından itibaren silahlı eylemlerini artırarak şiddet odaklı yaklaşımların bir zemin kazanmasını sağlamasıyla birlikte, neredeyse bütün devlet aygıtımız PKK tarafından esir alınarak bu topraklarda az görülür bir akıl tutulması yaşandı. Toplumsal maliyeti gözetilmeksizin, küresel dengelerin dışarıdan kurguladığı, yerel bazı odakların içerden kurguladığı bir akıl tutulması Türkiye’nin 20 yılını esir alacak bir güce dönüşecekti.

KAVGA DEĞİL ÇÖZÜM

Problemi çözmek yerine mesele ile kavga etmek gibi sığ bir yaklaşım oldukça rahat bir şekilde bütün siyasi yaklaşımları kuşattı. Bir anda, bin yıldır beraber yaşadığı vatandaşlarının varlığıyla kavga eden bir devlet görünümü bütün kamu düzenine yerleşti. Problemin farklı boyutlarını ısrarla güvenlikçi bir perspektifin dışında ele almaya yaklaşmayan, “güvenlik-demokrasi” dengesini trajik bir şekilde altüst eden yaklaşımlar özellikle koalisyon iktidarları döneminde revaç buldu.

TERÖR ZEMİN OLDU

Oluşan ortamı fırsat bilen birçok çıkar grubu, hızla güç kazanarak hukuksuzluk üzerine yaslanabilen bir faaliyet alanı oluşturdular. Oluşabilecek sosyal maliyetin ve siyasal gerilimin neredeyse hiç hesabının yapılmadığı o yıllarda, iktidar meşruiyetinin ucuz bir aracı olarak terörle mücadele kisvesi, birçok hukuksuzluğun zemini oldu.” Oluşan tahribat sonucunda 90’lı yılların Türkiye’nin kayıp yılları olarak geçtiğini vurgulayan Aydın, Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetime gelişini “AK Parti işte yukarıda aktarılan 1990’ların ortaya çıkardığı maliyetin millet adına telafi girişimi” olarak özetliyor.

TURGUT ÖZAL HER NOKTADA KALKINMA HAMLESİ BAŞLATTI

Turgut Özal sayesinde Türkiye’nin dışarıya karşı daha da atak bir siyaset izlemeye başladığını belirten Yrd. Doç. Dr. Aydın, bu gelişmelere kitabında şu şekilde yer veriyor: “Özal, öncülüğünde hem sivil toplum hem de kamu bürokrasisi cesur tartışmaların ve arayışların içine girdi”

Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile