Ebru Akel: 'Oyunculuk duygularımı esnetti'

Ebru Akel, rol aldığı dizi Küçük Sırlar'ı, yıllardır kendiyle bir türlü bitmeyen savaşını ve hayatının irili ufaklı heyecanlarını anlattı: “Artık reyting listelerini takip etmeyi bıraktım.”

Kariyerine baleyle başlayan, sunuculuk ve oyunculukla devam eden Ebru Akel, “Oyunculuk yaptığım her sancılı an benim için büyük heyecan” diyor: “Neyse ki çalıştığım müddetçe, her güne yeni bir heyecanla uyanıyorum, bunun sonu yok.” Ona bu yıl yaşadığı festival heyecanını, Küçük Sırlar’ı ve hayatının öteki ayrıntılarını sorduk...

* Bu yılki Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin afişinde Venüs olarak görünüyorsunuz. Siz nasıl buldunuz kendinizi?
Başta bilgisayarda oynayarak yüzümü biraz değiştirmeyi planlıyorlardı; gözlerim daha iri hale getirilecek ve yüzüm tıpkı bir Japon çizgi karakterinkine benzeyecekti. Ama o sürreel harikalar diyarı görüntüsünden vazgeçerek bendeki Akdenizli ruhunu korumayı uygun buldular. Kıyamadılar bana belki de... Çok güzel oldu, heyecanlandım.
* Geçen yıl Sıcak adlı filminiz festivalde yarışmıştı. Yaptığınız işler arasında en çok sinemayı önemsiyorsunuz. Mesela ünlülerin hocası Eric Morris’ten oyunculuk dersi almışsınız...
İnsan tanımak, farkındalığınızı artırıyor. Sizin karakter porföyünüzü zenginleştiriyor. Gördükçe, yaşadıkça, kendimi biraz daha tanıdıkça malzemem zenginleşti. Ama elimdeki malzemeden nasıl yararlanacağımı da öğrenmem gerekiyordu. Eric Morris ve diğer hocalarla yaptığım çalışmalar duygularımı esnetmeme, engellerimi aşmama, bloklarımı kırmama yaradı. Kendimde ne kadar derine gidebileceğimi, bilmediğim hangi yönlerimi keşfedebileceğimi gördüm. Zorlu ama gerçeğe ulaştıran, çok da zevkli bir süreç bu.
* Oyunculukta engelleri aşmayı öğrenmek hayatta işinize yaradı mı?
Ne istediğini, ne istemediğini keşfediyorsun bir kere. Kendine dönüyorsun, kendini tanıyorsun... Artık kimse bana istemediğim bir şeyi yaptıramaz. “Ayıp olmasın, kimse kırılmasın” diyerek bazı şeyleri gönülsüzce de olsa yapardım eskiden.
* Şimdi Küçük Sırlar’da oynuyorsunuz. Dizinin başarısı isminde gizli sanırım. Herkesin küçük sırları vardır, ya sizin?
Kendinize ait bir şeyler tutmalısınız hayatınızda. Ve evet, herkes gibi benim de sırlarım vardır.
* “Kendimle hep bir savaş halindeyim” demiştiniz...
Hayatımda hiçbir şey çok kolay olmadı, belki o yüzdendir. Belki de hayatta ne yaparsam yapayım, hep daha iyisini yapabileceğime inandığım ve bunun için çaba gösterdiğim içindir. Ne bileyim, tarih sınavına girmeden önce tarih kitabını ezberlerdim. Bir gün oyuncu olacağımı bilmiyordum tabii. Sonradan fark ettim ki, o ezber çabası, bugün oyunculukta ve sunuculukta işime çok yarayan bir şeydi aslında. Öte yandan sorunuzda haklısınız. Savaşçıyım. Kendimle, çevremdekilerle, sevdiklerimle, farkındalığımla, kendimi aşma arzumla, zayıf yanlarımla hep savaş halindeyim. Ama mesela artık reyting listelerini takip etmeyi bıraktım. Kendimi reytingler yükselsin diye değiştiremeyeceğime göre, niçin bakayım o listelere. Ekranda göbek atmadım mesela.

"ACIMIN VE KAYBIMIN YASINI HER ZAMAN TUTARIM"

* Hayatın herhangi bir anında takılıp kaldınız, aşkta ya da işte aynı hataları tekrarladınız mı hiç?
Olmuştur, ama geride bırakmayı, hatalarımdan ders almayı biliyorum. O dersi de kendime acı çektirerek alıyorum. Acımın ve kaybımın yasını tutuyorum. Hissettiğim şey neyse onu dibine kadar yaşamak için kendimi serbest bırakıyorum. Üstünü kapattığım şeylerin yeri gelince beni gene bulacağını biliyorum. Öldürmeyen her şeyin insanı güçlendirdiğine artık kesin olarak inanıyorum. Bana yanlış yapıldığında da elimden geldiğince affedip unutuyorum. Oynayan insanlar var mesela, keşke görmesem ama görüyorum. Çok sevdiğim birileri bile olsa, onları hayatımdan çıkarıyorum. Güzel bir duygu bu. Özgürlük...
* Bale, sinema ve televizyon oyunculuğu yaptınız ama size en büyük şöhreti bir yarışma programı kazandırdı: Benimle Evlenir misin? Orada bir çeşit sunuculuk maratonu yapıyordunuz. Bu ülkeyi ve insanlarını gözlemlemek, tahlil etmek adına çok büyük tecrübe kazanmış olmalısınız. Geriye dönüp baktığınızda ne düşünüyorsunuz?
O program sayesinde bol malzeme biriktirebildim. Bu kadar yakından tanıma fırsatı bulamayacağım kişilerle bire bir ilişki halinde olmak müthişti. Aslında sanki kendim değilmişim de bir karakteri canlandırıyormuşum gibiydim. Bu bile başlı başına büyük bir tecrübeydi. Ben sadece bir yarışma programı sunacağımı sanıyordum, oysa farkında olmadan başka insanların hayatlarının en gizli bölümlerine şahit olmaya başladım. Kâbus gibiydi, hiç uyanamayacakmışım gibi gelmeye başlamıştı. O malum kayıptan sonra çok üzüldüm, “Niçin göremedim bütün bunları, olabileceklerin hiç mi farkında değildim” gibi sorular sordum kendime.

Şu hayatta her şey geçer

* Kendinizi yalnız hissettiğiniz olmuyor mu hiç?
İşim gereği çok fazla insanla iletişim halindeyim ama aslında küçük bir çevrem var. Benim için önemli olan o küçük çevre, yani çok sevdiklerim, güvendiklerim. Bazen birilerine çok üzülüp kırıldığım oluyor; mesela bir gazeteci hakkımda doğru olmayan bir şey yazdığında... Daha doğrusu eskiden çok üzülüyordum. Artık birazcık buruluyorum, sonra geçiyor. Zaten ne geçmez ki şu hayatta?
* İnsanın güzel olduğunu bilmesi, bundan emin olması nasıl bir şey?
Emin miyim? Bilmiyorum. Ama şükretmesini bilen biriyim. Duygularımdaki her türlü iniş çıkışı yüzüme yansıtıyorum. O yüzden bazen kendimi hiç de söylediğiniz gibi güzel hissetmiyorum. Kendimi seviyorum ama kendime âşık değilim.

"Yeni programım başlayacak"

Aklınıza gelebilecek her konuda program teklifi geliyor. Ama çok zor kabul ediyorum. Geçen yıl yaptığım program içime sinmişti mesela, orada kendim gibiydim, önemsediğim konuklarım vardı, ben de onlara gerçekten merak ettiğim soruları soruyor ve cevaplarını “dinliyordum.” Bilgisayara veya başka bir yere bakmıyordum onlar konuşurken. Konuğunun ne anlattığıyla yüzde 20 ilgilenen bir program sahibi olmadım asla. Şimdi yeni bir programın hazırlığı içindeyim; gündemi esprili biçimde ama benim bakış açımla ele alan bir popüler kültür programı olacak.

"Jolie’nin son filmi berbat"
Ingmar Bergman’ın Persona’sını seyrettim geçen gün. Bazı filmleri yeniden seyredip fikirlerimi temize çekmeyi seviyorum. The Guitar da çok güzeldi, soluksuz seyrettim. Angelina Jolie’nin Salt adlı filmiyse harcanan onca paraya ve özel efektlere rağmen berbattı. Bağımsız filmleri daha heyecan verici buluyorum. Türk filmlerinin son yıllarda yabancı festivallerde başarılı olması da bundan, Batılılara yeni ve sahici geliyor.

"Amy Winehouse’a bayılıyorum"

Bütün yazı Tarkan ve Sertab Erener dinleyerek geçirdim. Şahane şarkılar yapmışlar, ikisini de tebrik ediyorum. Müzik zevkim değişkendir; caz dinlerim, klasik müzikten vazgeçmem. Chet Baker da severim, Erika Badou da. Amy Winehouse’a ise kelimenin tam anlamıyla ba-yı-lı-yorum.

"Osho ve Irvin Yalom okuyorum"

Ufak Şeyleri Dert Etmeyin, Hepsi de Ufak Şeylerdir ve Rezonans Kanunu diye iki kitap var, hep elimin altında. Osho’nun Korku ve Irvin Yalom’un Aşkın Celladı adlı kitapları da sırada. İnsana kendi içine dönmeyi tavsiye ediyor, ânı yaşamanın yollarını gösteriyorlar. Robin Norwood’un yazdığı Kadın Çok Severse de enteresan, her kadının altını çize çize okuması gerekir. Aşk’ı okumuştum, ama Elif imzalayıp gönderdikten sonra yeniden başladım.

Habertürk

Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile