Wikileaks belgeleri açıklandıktan sonra İbrahim Karagül'ün 'Edelman beni gazeteden attırmak istedi' diye yazması Yeni Şafak'ta deprem yarattı, Fehmi Koru'yla gazetenin yolları ayrıldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül İngiltere'de öğrenciyken aynı evi paylaştığı isim olan Fehmi Koru, canlı yayında konuştu:
"Herhalde ayrıldım, herhalde dememin sebebi kendim ayrılmak için herhangi bir talepte bulunmadım, istifamı sunmadım. Fiili olarak böyle bir durum var, künyede yayın danışmanı sıfatını taşıyordum, o çıkartıldığına göre herhalde ilişkim bitmiş demektir.
Bugün gazeteye yazı yollasam yarın baskıda çıkar mı bilmiyorum ama herhalde gazetedekiler 'Ne oldu?' diye merak ederler. Eğer istiyorlarsa da basabilirler ancak böyle bir şey olacağını sanmıyorum.
12 yıl Yeni Şafak'ta yazdım. Ne olup bittiğini kendim de anlamaya çalışıyorum. Birdenbire bir iddia ortaya atıldı, 1 Mart 2003 tezkeresinin hemen sonrasında Türkiye'ye Eric Edelman geldi. Şu günlerde de Wikileaks dolayısıyla Edelman'ın yazdığı raporlar gazetelere yansıdı. Birdenbire oraya sıçradık, gazetede yazan bir arkadaş dedi ki, 'Benim de o dönemde Edelman kellemi istemişti, bunu halen gazetemizde yazan bir gazeteci aracılığıyla yapmıştı. O yazar benim gazeteden atılmam için kulisler çevirmişti." Ben önce üzerime alınmadım, üzerime alınmam için bir sebep yok. Sonra bir takım programlarda benim ismim gündeme geldi. Dolayısıyla böyle bir ithamın muhatabı haline dönüştüm. Önce üzerime alınmadığım halde sonra ismim anılınca bunu ciddi mesele yaptım.
KUYRUKLU YALANLAR TAKILDI
Bu iddianın gerçeklerle hiçbir ilişkisi yok, ne Edelman ne de herhangi bir ABD büyükelçisi, bana gazetemin herhangi bir yazarıyla ilgili 'Bu adam atılsın' diye bir şey söylemiş değil. Veya ben gazeteme 'Bu adamı ABD büyükelçisi istemiyor, atın' demedim. Buna benzer, bunu uzaktan da çağrıştırır herhangi bir olay da olmuş değil, önce bunu söyleyeyim. Bu tamamen yalan. Sonra buna kuyruklu yalanlar da takıldı ve herkesin konuştuğu bir konu haline geldi.
EDELMAN'LA GÖRÜŞTÜ MÜ?
Ben Ankara'da gazetecilik yapan birisiyim ancak Edelman daha Türkiye'ye gelmeden yakın takibim altında olan ABD diplomatlarından biriydi. Türkiye'ye geleceğini duyar duymaz kendisiyle ilgilenmeye başladım. Geldikten sonra da birkaç vesileyle ancak hep bir vesileyle, ya temsilci konumunda olanlarla ya da yazar konumunda olanlarla ve çok sayıda olmamak üzere -Çünkü Edelman'ın özel görüştüğü yazarlar ve yayın yönetmenleri vardı o dönemde ve ben onlar arasında hiçbir zaman olmadım- bir konferans veya toplantıda gördüm. Ankara temsilcilerinin katıldığı bir toplantıda ABD büyükelçiliğine davet edildim, olay bu kadar. Edelman herhalde bunları duysa güler.
EDELMAN'IN SAĞ KOLU BANA KÜFÜR ETTİ
En son bu yılın Temmuz ayında Edelman tekrar gündeme geldi, bir darbe teşebbüsü o zaman gündemin ilk sıralarındaydı. Bir gazetemiz Edelmanla konuşmuştu, Edelman demişti ki, 'O dönemde bana da darbe olacak raporları gelmişti, sahte olduklarını tespit etmiştik.' Ben de ertesi gün yazdım, 'Edelman yanlış biliyor bu işi, ona gelen rapor şimdi tartıştığımız darbe girişimiyle ilgili değil, başka bir darbe girişimiyle ilgiliydi.' Bir gün sonra Edelman'ın sağ kolu olan birisi, bir gazeteye bana küfreden bir açıklama yaptı. O dönemde ABD büyükelçiliğinin hislerinin de bana edilen küfürden farklı olmadığını düşünüyorum.
İSPAT ETMEK KOLAY, TANIKLARIM VAR
Olmamış bir şeyin ispatı zordur, belki imkansızdır. Ama bu olayın hem ispatı kolay, hem de tanıkları var. O dönem Ankara temsilcisi olan Mustafa Karaalioğlu şu an Star gazetesinin genel yayın yönetmeni ve genel yayın yönetmeni Selahattin Sadıkoğlu şu an CINE5'te önemli bir konumda. Bu arkadaşlar eğer böyle bir şey olsa benim muhatabım olan insanlar, onların bilmesi gerekiyor, onlar çok rahat tanıklık edebilirler. Kanıtları da var, o dönem bir avuç gazeteciydik Amerikan ve savaş yanlısı dev medya içerisinde. ABD'yi bir Roma İmparatorluğu olarak tasarlayıp Türkiye'yi de uzak karakolu olarak dizayn edenlerin içimizdeki uzantılarına karşı büyük bir mücadele veriyorduk. O dönemde benim yazdığım en az 100 yazı var. Hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar televizyon programlarına çıktım, bu stüdyoda bile kimbilir kaç kez konuştum. ABD'nin bu bölgeye ait Neo-Con projelerini boşa çıkartmak ve Türkiye'nin onların yanında yer almasını önlemek ve dünyayı büyük bir beladan kurtarmak için çaba gösterdim. Ben aslında kampanyacı değilim, böyle işlerden uzak dururum ancak o dönem yüzlerce televizyon programının kayıtları da bunu gösterir. Aynı zamanda gazetenin iç işleyişindeki konumumla hiç mütenasip olmayan bu iddiaları elbette gazetemin bir biçimde kaldırmasını istedim.
28 ŞUBAT DÖNEMİNDE BİR SIĞINAKTI
Bunu kendi şahsım adına da doğrusu talep etmiş değilim. Bu konuda en çok titizlendiğim şey Yeni Şafak gazetesinin yaralanması. Niçin? Yeni Şafak, 28 Şubat sürecinde pek çok gazetecinin köşeleri ellerinden alındığında onlara kucak açmıştı, rahatça fikirlerini ifade edebilecekleri bir tür sığınak buldular. Bugün bile pek çok meslektaşım şimdi elimizde olan bu imkan yine alınırsa Yeni Şafak'a döneriz diye düşünmektedir. 28 Şubat'ta böyle bir performansın yansıdığı bir zemin Yeni Şafak. 1 Mart tezkeresi hakeza öyle... 2002 seçimlerinden önce herkes yerin dibine batırmaya çalışırken AK Parti'ye şans tanıyan, onun iktidara taşınmasında önemli roller oynayan bir gazeteydi. 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinde çok fonksiyonlar icra etmiştir. Ondan sonra da şimdilerde öğrendiğimiz darbe girişimlerine karşı çıkan bir gazetedir Yeni Şafak, etkili bir gazetedir. Dolayısıyla bana karşı yapılmış gibi görünen yalan taarruzu -çünkü orada kalmadı ki bu televizyonlarda tartışılmaya başlandı, başka platformlara taşındı- bu noktaya geldi.
BUGÜNE KADAR NİYE SUSTUM?
Ben niye bugüne kadar sustum? Bir şeyler olunca benim zihnim şöyle çalışır, bu işte başka bir iş var mı? Bana karşı görünse de Yeni Şafak'a karşı bir operasyon mu bu? Ya da ondan daha geniş bir şey mi? Benim görebildiğim kadarıyla saldırılar yeni bir şey değil, daha önceki kişiler tarafından yapılıyor, şahsen müsterihim. Yeni Şafak'taki yazarlık hayatım bitti ama ben hala ayaktayım, o saldırılar beni çok etkilemiyor.
NEO-CON'LAR 1 MART YENİLGİSİNİ UNUTMADI
Ben şöyle bakıyorum, 1 Mart tezkeresinde o bir dediğim gazeteciler arasındaydım ve baktığım zaman şimdilerde şunu görüyorum: 1 Mart tezkeresi ABD'de dünyaya nizamat vermek üzere harekete geçmiş olan, bugün etkilerini yitirmiş olsalar da her an başlarını çıkarmak üzere hazır bekleyen o Neo-Con takımının hiçbir zaman unutmadığı bir yenilgidir. Çünkü gerçekten Türkiye'nin o plan içerisinde yer almaması bugün o ABD projesini ortadan kaldırdı.
SİZE DE TETİKTE OLMANIZI ÖNERİRİM
Bakın o dönemin tek tek aktörlerine bakalım, Meclis tezkeresiydi bu ve dolayısıyla Meclis'te reddedildi. Bunu ne sağladı? Bir, Deniz Baykal'ın CHP grubunun tümüne hakim olarak bir fire vermeden tezkerenin reddine oy kullanması. İki, o dönemde Başbakan Abdullah Gül... ABD'lilerin gözünden bakarsak, AK Parti o kadar da sıkı denetim altında tutulmadığı için, medyada da benim de aralarında bulunduğum bir takım yazarlar onların projesini bombardıman edip AK Parti grubunu etki altında bulundurduğu için AK Parti'den 100 civarında hayır oyu kullandı. Üç, bir de medya ayağı var. Medyada o dönemde her gün bize hakaretler yağdıranlar, ABD düşmanlığıyla itham edenler, efendim Türkiye'nin çıkarlarının zedeneleneceğini söyleyenler onlar bugün de aynı şeyi söylüyorlar. Ben baktığım zaman bunlar arasında bir irtibat görüyorum, Yeni Şafak gazetesine şu anda yapılanları o dönemde üstlendiği misyon dolayısıyla anlamlı buluyorum. (Ruşen Çakır'a dönerek) Size de tetikte olmanızı öneririm.
KİMİNİ KASETLERLE, KİMİNİ YALANLARLA
Birileri belli ki harekete geçti, kimini kasetlerle, kimini yalanlarla... Şu yanlış anlaşılmamalı, kaset olayı veya yalan olayındaki insanların bu planın parçası olması gerekmiyor yani. Öyle bir şey oluyor ki, birileri bir sebepten bu olaya imza atıyor ancak olayın ondan sonraki safhalarına bir eller karışıyor. Bir şeyi yaparsınız siz ancak o yaptığınız şeyden sonra artık hakim olamazsınız. Deniz Baykal olayında da ben o zaman böyle bir kuşkuya kapılmıştım doğrusu, şimdi de hala kuşkum devam ediyor.
TEKLİFLERE AÇIĞIM, DUYURUYORUM
Ben böyle bir olayı daha önceden tasarlamış değilim, benim dışımda gelişen bir olay. Şunu görüyorum, gazetelerle yazarların ilişkisi bir tür karı-koca ilişkisi gibidir. Bir süre iyi götürülüyor ancak ondan sonra sorunlar çıkmaya başlıyor, ya arkadaş olacaksınız, sonuna kadar beraber yürüyeceksiniz. Ya da sorunlar çıkıyor... Bu benim için galiba 10-12 sene. Sıradanlaşınca ilişki kopma noktasına geliyor. Dolayısıyla benim planlamadığım bir şeydi yaşananlar, emri vakiyle karşı karşıyayım. Kafamda herhangi bir plan proje yoktu, şu anda da yok. Son 10 günde kendi içime kapandım, muhasebemi yaptım. Zaten iki televizyona çıkıyorum, haftada bir TRT'de programım var, hafta içi her gün Kanal 7'de yorum yapıyorum. Fikirlerimi açıklama imkanına sahibim. Ancak yazı yazmam söz konusu ise sizin aracılığınızla söyleyeyim yazı yazmayı bırakmış değilim. Yazı yazmak istiyorum, tekliflere açığım. 2011 seçimlerinin çok hayati olduğunu düşünüyorum, benim de fikirlerim var ve onları ifade etmek isterim."
ŞİMDİYE KADAR HİÇBİR GAZETEYLE GÖRÜŞMEDİM
Doğan Grubu'na yakıştırmalar var ancak herhangi bir görüşme veya temas yok. Benden yana da yok, onlardan yana da yok. Veya başka bir grupla da olmadı. Şimdiye kadar hiç kimse 'Gel bakalım kardeşim, ne oldu? Bizim grupta da sana ihtiyacımız olabilir, yazabilirsin' demedi. Ancak zaten kaç gün oldu ki ayrılalı? İnternet ortamında Cumhuriyet, Yeniçağ ve Sözcü dışında bütün gazetelerle anlaştığım yönünde haberler yer aldı ancak o zaman şunu açıklıkla söyleyeyim, keskin cümlelerle: Şu ana kadar hiçbir patronla veya temsilcisiyle, yayın yönetmeniyle hiçbir temasım veya hiçbirinin benimle teması söz konusu değil.
KIRMIZI ÇİZGİLERİM YOK, SADECE ÖZGÜRLÜK
Fikirlerimi rahatlıkla ve özgürce ifade edebileceğim her yerde yazabilirim, hiçbir kırmızı çizgim yok. Daha önce yazdığım gazeteden ayrıldığımda (Zaman), o dönemde büyük medya gruplarından bana teklifler geldi ve o zaman Yeni Şafak küçük bir gazeteydi, hiç tereddüt etmeden oradan gelen teklifi kabul ettim. Dolayısıyla küçük veya büyük olması önemli değil, ben fikirlerimi özgürce ifade edeyim, bu benim için yeterli.
BASK MODELİ TUTMAZ, EN BÜYÜK KÜRT KENTİ İSTANBUL
Gündemdeki tartışmalara gelirsek, özerklik ve iki dilli yaşam gibi konularda yaşananlar bir süreç. Dün Başbakan Erdoğan'ın Meclis kürsüsünden yaptığı açıklamalar kendisine göre varabileceği son nokta, kabul edebileceklerinin sınırlarını ifade ediyor. Gördüğüm kadarıyla Kürtlerin önünde iki seçenekten biri var. Eğer gerçekten ayrılmak, bağımsızlık gibi bir dertleri yoksa, gerçekten vatandaşlık kavramı etrafında buluşma söz konusuysa iki seçenekleri var. Ya Türklerle yan yana yaşamak veya birlikte yaşamak. Yan yana yaşamak Bask modelidir, yani sizin parlamentonuz olur, Madrid'e de milletvekili gönderirsiniz ama esas işlerinizi kendi içinizde görürsünüz, başka bayraklar olur, kendi dilinizi resmi dil yaparsınız. Bu yanyana yaşamaktır. Bu Türkiye'ye uygun değil. Çünkü en büyük Kürt kenti hangisi? Diyarbakır değil İstanbul. Batman'dan daha fazla Kürt İzmir'de yaşıyor. En ideal çözüm birlikte yaşamaktır, Kürtlerden bunu dinlemek istiyorum.
Yeni Şafak'ta yaşanan depremi anlattı
Yeni Şafak gazetesiyle yolları ayrılan gazeteci-yazar Fehmi Koru, yaşanan olayların perde arkasını NTV ekranlarında yayınlanan Yazı İşleri programında anlattı.