Oyuna neden bu ismin verildiğini anlamak çok da güç değil. Zaten bizim gönlümüz her zaman Hannah Arendt’den yana. Sebebini anlamak için ise ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ kitabını dikkatlice okumak gerekiyor.
BİR yanda Martin Heidegger, diğer tarafta Hannah Arendt. İlki, Hitler’le birlikte boynuna geçirdiği ağır halkayı ömür boyu sürükleyecek bir Nazi sempatizanı. Diğeri ise Hitler’in ortadan kaldırmayı düşündüğü bir Yahudi. Birisi profesör, diğeri öğrencisi. Arendt, sonuna kadar Heidegger’e bağlı, eserlerinin Amerika’da tanınması için her türlü çabayı gösteriyor. Heidegger ise Arendt’in yazdığı tek satırı bile okumaya tenezzül etmeyen bir burnu büyüklük içinde. Buna rağmen Arendt 7 Şubat 1950’de Almanya’ya geldiği zaman Heidegger’i arayacak ve iki büyük filozof 25 yıl sonra bir geceyi daha birlikte geçireceklerdir.
1933’te ne oldu
İşte bu inanılmaz ikilinin aşkları, Paris’te Comedie des Champs Elysee Tiyatrosu’nda sahneleniyor. Oyun, bu iki insanın 25 yıl sonra karşılaşıp hesaplaşması üzerine kurulmuş. Ama Arendt asıl hesaplaşmasını, İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilerin gettolara ve toplama kamplarına sevk edilmesinden sorumlu Otto Adolf Eichmann’ın Kudüs’te yargılanması esnasında yapacaktır. Doğrusunu söylemek gerekirse hiç de kolay değildir bu. Çünkü Arendth, bir Yahudi olduğu için Hitler iktidara gelince ülkesini terkederek önce Fransa’ya, arkasından da ABD’ye sığınmıştır.
Dolayısıyla, Nazi zulmünden payına düşeni almıştır. Buna rağmen, Eichmann yargılanırken, çoklarını çileden çıkaran bir nesnel tutum takınabilecektir. Eichmann, “Ne yaptıysa, yasalara bağlı bir vatandaş olarak yapmıştı. Polise ve mahkemeye tekrar tekrar anlattığı gibi, görevini yapmıştı; sadece emirlere değil yasalara da uymuştu (s.142).”
Görevini yapmak
Arendt’i asıl çarpan ise Eichmann’ın, “Üstüne basa basa hayatı boyunca Kant’ın ahlak kurallarına ve özellikle de Kant’ın görev tanımına uygun yaşadığını” ilan etmesidir.
Oysa, Nazi örgütü ODESSA’nın yardımıyla, bir İtalyan rahipten sahte kimlik edinerek Buenos Aires’e uçtuğunda Nürnberg’de adı hayli sık telaffuz ediliyordu. Ama o, Arendt’in ifadesiyle, ‘Katolik, bekâr, devletsiz’ biriydi. Bu durum, İsrail Gizli Servisi, onu 23 Mart 1960’ta yakalayana kadar sürecektir. Aslında bu yakalanma işi de biraz şaibelidir. Arendt’e göre, bu yakalanmanın arka planında, Eichman’ın ‘devletsiz’ olmasının önemli bir rolü vardır: “Kendi kariyerinden, devletsiz insanlara ne isterseniz yapabileceğinizi gayet iyi biliyordu. Yahudilerin yok edilmelerinin yolunu açan da devletsiz bırakılmaları olmuştu (s.246)”
Galibin dili
Ne var ki, Kudüs’teki yargılama, Hannah Arent’i hayal kırıklığına uğratacaktır. Sebebi de basittir bunun: “...Kudüs mahkemesinin başarısızlığı, Nürnberg Mahkemesi’nin kurulmasından beri yeterince bilinen ve yaygın olarak tartışılan üç temel meseleyle başa çıkamamasından kaynaklanıyordu: Kazanan devletlerin mahkemesinde adaletin zarar görmesi, ‘insanlığa karşı suçun’ meşru bir tanımının yapılamaması ve bu suçu işleyen yeni suçluların kim olduğunun açıkça ortaya konulamaması (s.279).”
Türkiye’de yargının bu kadar gündemde olduğu bir dönemde, büyük bir dikkatle okunması gereken bir kitap. Üstelik, mesele sadece hukuk ve hukukçularla da ilgili değil, insanlıkla, galiplerin diliyle de ilgili...
GÜNÜN AJANDASI
Yasmin Levy İKSV’de
İKSV’nin Şişhane’deki yeni binasında bir de performans merkezi var: Salon. 16 Ocak Cumartesi akşamı Salon’da The Bad Plus konser verecek. Salon’un Ocak ayı programında The Bad Plus’ın yanı sıra Yasmin Levy ve Emiliana Torrini konserleri ile Studio Oyuncuları’nın Karanlık Korkusu adlı oyunu yer alacak.
Türk Sinematek Derneği
LİBRA’dan yeni bir kitap. 25 Ağustos 1965’de Fransız Sinematek Derneği ve Henri Langlois ile birlikte bir grup sinema sevdalısı genç tarafından kurulan Türk Sinematek Derneği’nin ilginç öyküsü. Sinematek ne tek başına bir sinema salonu, ne artistik bir atölye, ne de bir çalışma grubuydu. Dernek, üyelerinin hem sinema, hem de politikaya dair istek ve beklentilerinin bir araya geldiği ve bu yönde üretimlerin yapıldığı bir mekândı. Türkiye’de Sinema ve Politik Tartışma, Hakkı Başgüney, Libra yayıncılık.
Gümüşlük senaryosu
GÜMÜŞLÜK Akademisi, kış dönemi etkinlikleri kapsamında yeni bir atölye çalışması düzenliyor. 11 Ocak-16 Ocak 2010 tarihleri arasında yazar, çevirmen ve senarist Zeynep Avcı yönetiminde bir senaryo atölyesi açılacak. Akademi tesislerinde yapılacak ve altı gün boyunca günde (sabah ve öğleden sonra ikişer saat olmak üzere) dört saatlik seanslar halinde sürecek olan bu çalışmada elde edilecek gelir, Gümüşlük Akademisi’ne bağış olarak kaydedilecek. Tel: 0252 394 43 01 – 0507 302 84 30. www.gumuslukakademisi.org
Assos’ta felsefe günleri
10 yıldır düzenli olarak gerçekleşen Assos’ta Felsefe’nin bu yılki ulusal toplantısı 5-6 Şubat 2010 tarihlerinde yapılacak. Toplantının konusu “Varlık Felsefesi / Varoluş Felsefesi / Varoluşçuluk.” Toplantıda Soren Kierkegaard, Friedrich Nietzsche, Karl Jaspers, Gabriel Marcel, Martin Heidegger ve Jean-Paul Sartre’ın felsefeleri ele alınacak. Afşar Timuçin, Turhan Ilgaz, Oruç Aruoba, Doğan Özlem, Sabri Büyükdüvenci, Örsan K. Öymen, Kaan H. Ökten, Elif Çırakman, Özge Ejder Johnson ve Nebil Reyhani toplantının konuşmacıları olacaklar. Katılım herkese açıkr. Ayrıntılı bilgi ve on-line kayıt için: www.philosophyinassos.org
‘Suda Seken Hayat’
ŞAİR Nevzat Çelik, “Suda Seken Hayat” adını verdiği etkinliklerine bugünden itibaren Taksim Kemancı Rock Bar’da başlıyor. Her çarşamba akşamı 20.00-23.00 saatleri arasında sürecek olan etkinliğe edebiyat, müzik, sinema dünyasından tanınmış konuklar katılacak ve doğaçlama performanslar sunacak. Nevzat Çelik’in bu akşamki ilk konuğu şair Ataol Behramoğlu olurken, ocak ayı Vedat Sakman, Yaşar Kurt ve Mazlum Çimen’le tamamlanacak. Daha sonraki aylarda da sürecek olan “Suda Seken hayat” etkinliklerinde izleyicinin yabancılaşma duygusu yaşamadan katılımcı olması hedefleniyor.
‘Çılgın Tanrıçalar’
HEYKEL sanatçısı Gül Erali’nin Çılgın Tanrıçalar adlı sergisi bugün saat 18.00’de Hobi Sanat Galereisi’nde açılıyor. 6 Şubat 2010 tarihine kadar devam edecek sergide geniş kalçalı, dolgun memeli Anadolu Ana Tanrıça figürleri sanatçı tarafından İ.Ö. 7000’li yıllardan günümüze getirildiler. Yolculukları sırasında bir hayli değişime uğrayan tanrıçalar, yuvarlak, yumuşak çizgileri, dişi formları ve güleç mimikleri ile sanatseverleri gülümsetiyorlar. Tanrıça kavramını ironik bir bakış açısı ve günümüz değerlerine göre yorumlayan Erali, Çılgın Tanrıçalarını, zaman geçirmek için günümüz dünyasını gözlemlerken buluyor.
Filozofların aşkı
Paris'te Comedie des Champs Elysee Tiyatrosu'nda 20. yüzyılın iki büyük filozofunun, Hannah Arendt ile Martin Heidegger'in aşklarını anlatan bir oyun sahneleniyor: 'Hannah'ın Şeytanı.'