Tam Saha Dergisi'ne açıklamalarda bulunan Halil Altıntop, kendisine sorularan sorulara şu cevapları verdi:
-Bundesliga'da istikrarla oynamak açısından ikizin Hamit'le birlikte örnek gösterilecek iki Türk oyuncudan birisin. Bu anlamda gurbetteki Türk oyuncular için de idol olarak görünüyorsun. Öncelikle bu istikrarı neye borçlu olduğunu sormak istiyorum. Belki bu cevap birçok genç oyuncu için de yol gösterici olabilir.
Kardeşim ve ben şimdiye kadar hep daha fazla futbol için yaşadık. Belki bu istikrarı da bu nedenle sağladık diye düşünüyorum. Çünkü biz kazanmak ve takıma çok yararlı olmak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. İnsan bir şeye inanır ve her an o inandığı şey için yaşarsa mutlaka başarılı olur.
-Futbol için yaşamaktan bahsettin. Bu konuyu biraz açabilir misin?
Ne yaparsanız yapın, kafanızda her zaman az da olsa başarıyı elde etme düşüncesi yer almalı. Bir yandan da oyuncu vücudundan en iyi performansı çıkartacak biçimde yaşamalı. Bunun için antrenmanından dinlenmesine, beslenmesine kadar çok dikkat etmeli. Tabii Almanya'daki hayat da buradakinden çok daha farklı. Orada insanlar Pazartesi'den Cuma gününe kadar her sabah kalkar ve akşama kadar çalışır, ondan sonra da evlerine çekilir ve saat 19.00'da ailece yemek yenir. Türkiye'de ise hayat akşam 20.00'den sonra başlıyor ve gece yarısına kadar sürüyor. Antrenmanınız da ertesi sabah saat 10.00'da başlıyorsa ister istemez zorlanırsınız.
-Yani Türkiye'de hayatı ters mi yaşıyoruz?
Yoo... Türkiye'deki hayat çok güzel. Ama tatilde. Bu hayat tarzı profesyonel bir futbolcu için gerçekten de kolay olmayabilir.
-Kaiserslautern'de müthiş bir çizgi yakalamıştın, Schalke'deki ilk döneminde de işler iyi gidiyordu, ancak Magath'ın takımın başına getirilişinden sonra bir duraklama devri yaşadın. Sence sorun neydi?
Kulübün Magath'ı getirmesiyle çoğu oyuncunun gönderileceği belli olmuştu. Çünkü Schalke'nin finansal gücü eskisi gibi değildi ve yola daha farklı oyuncularla devam edeceklerdi. Dolayısıyla Schalke'den ayrılmam performansımla ilgili değildi. Magath'la 6 ay çalıştım. Çok olumlu bir dönemdi. Gerçekten de ondan gelecekteki futbol hayatımda yararlanacağım şeyler öğrendim.
-Eintracht Frankfurt'u tercih etmenin gerekçeleri nelerdi? Çünkü bir ara İngiltere'ye transfer olacağınla ilgili çok sayıda haber dolaştı.
Evet, gerçekten de bir-iki çok güzel teklif almıştım. Çok düşündüm ve sonunda Bundesliga'da kalmaya karar verdim. Burada da ailemle birlikte olma isteği ağır bastı. İngiltere'ye gitseydim ailemi sık sık göremeyecektim. Frankfurt'la evimin arasındaki mesafe 1.5-2 saat olduğu için böyle bir tercih yaptım.
-Peki, Frankfurt'ta nasıl bir aşama kaydedeceğini düşünüyorsun?
Zaten transferime karar verirken tercihimi Frankfurt'tan yana kullanmamın sebebi sadece ailem değildi. Benim yaptığım iş de çok önemli. Frankfurt'ta yavaş da olsa bir şeyler gelişiyor ve kulüp adım adım yükselmek istiyor. Yaptığımız görüşmelerde benim de bu yükseliş adımlarına katkı sağlayacak bir oyuncu olacağımı hissettirdiler ve tercihimi etkilediler.
-Sanırım bu transferde Skibbe'nin de seni ısrarla istemesinin etkisi vardı.
Kendisi bana çok güvendiğini her zaman gösterdi. Sezon sonunda yaptığımız konuşmada, "Yurtdışını düşünüyorum" dedim. O da bana, "Eğer gitmezsen kapımız sana her zaman açık" cevabını verdi. İnsan o durumda istenen oyuncu olduğunu düşünüyor ve bu düşünce profesyonel bir oyuncu için gerçekten de önemli.
-Sen de Hamit de sürekli olarak Türk kulüplerinin gündemindesiniz ama hiçbir zaman Türkiye'yi düşünmediniz. Bunun sebepleri ne?
Düşünmedik dersek yalan olur. Çünkü bir futbolcu için hele de İstanbul kulüplerinde oynamak güzeldir. Ancak şu anda Türkiye'ye gelmemenin kariyerim açısından daha iyi olduğunu düşünüyorum. Çünkü insan yurtdışında daha güçlü tecrübeler kazanabiliyor. Her hafta daha zorlu maçlar geçiriyorsunuz. Türk futbolu da bayağı gelişti ancak Bundesliga ya da İspanya Ligi'ndeki gibi her hafta aynı zorlukta maçlar oynamıyorsunuz. Hedefleri olan oyuncular kendilerini geliştirmek için ister istemez her hafta birbirinden zorlu maçlar oynayacakları ligleri tercih ediyor. Ben de bu nedenle tercihimi Avrupa'da kalma yönünde kullandım.
-Almanya'ya baktığımızda, özellikle son yıllarda çok sayıda Türk oyuncunun yetiştiğini görüyoruz. Bu oyuncuların çoğu da bizim Millî Takımımızın altyapısını oluşturuyor. 2-3 milyonluk gurbetçi topluluğundan bu kadar fazla sayıda kaliteli oyuncu çıkmasını nasıl açıklayabilirsin?
Burada çok farklı faktörler rol oynuyor. Bir kere hayat şartları çok farklı. Kendimden biliyorum, 17 yaşımızda Milli Takımlar için Türkiye'ye geldiğimizde, sadece futbolcu olmanın birçok kapıyı açtığını, hayatı kolaylaştırdığını gördük. Çoğu kişi sadece futbolcu olduğunuz için bir dediğinizi iki etmiyor. Ve biz bu yaptıklarımızla aslında kendimize zarar verdiğimizin çoğu zaman farkında değiliz. Ama Almanya'da durum çok farklı. Mantalite de futbola bakış tarzı da değişik. Kaliteleri Türk futbolcularına göre sınırlı olsa da Almanların daha fazla başarı elde ettiklerini görüyorsunuz. Almanya'daki Türk oyuncularına gelince, mantalite olarak Almanlar gibi davrandıkları için onlar da daha başarılı oluyor. Boşu boşuna Almancı demiyorlar yani.
-Almanya'da yetişen genç oyuncuların birçoğu orada kalıp Bundesliga'da oynamak yerine Türkiye'ye gelmeyi seçiyor. Herkes kararını kendisi verir elbette ama sen bu durumu nasıl değerlendiriyorsun? Bu oyuncuların gelişimi açısından hangi yol daha doğru?
Bence bu tercihleri doğru değil. Ama öyle bir devirde yaşıyoruz ki. herkes başarılı olduğunu göstermek istiyor. Türkiye'den gelen ilk teklifte de Süper Lig'de oynama hevesiyle buraya geliyorlar.
-Kolay yolu mu seçiyorlar yani?
Kolay yolu değil, kolay gibi görünen yolu tercih ediyorlar. Aslında bu yolun hiç de kolay olmadığını Türkiye'ye geldikten sonra fark ediyorlar. "Türkiye Ligi'nde rahatlıkla oynarım" diyenler buraya geldikten sonra yanıldıklarını anlıyor. Hem kendi gelişimleri açısından hataya düşüyorlar hem de geriye dönüşleri zorlaşıyor. Tabii herkesi aynı çekmeceye koymamak ve düşüncelerine saygı duymak gerek.
-Almanya'daki futbol ortamını yönetici-oyuncu ilişkileri açısından değerlendirdiğinde Türkiye ile arasında nasıl farklar var sence?
Şimdiye kadar oynadığım takımların yöneticilerini sadece "merhaba, merhaba" olarak tanıdım.
-Sırtınızı sıvazlayan, "Hadi koçum" diyen, soyunma odasında prim açıklayan kimse yoksa, işler nasıl yürüyor orada?
Orada hepimiz işçi gibiyiz. Kulübe geleceksiniz, antrenmanınızı yapacaksınız, disiplin kurallarına uyacaksınız. Oyuncuların sırtını sıvazlamak ise takımın içindeki tecrübeli oyunculara, menajere ya da teknik adama düşen bir görevdir. Motivasyon oyuncunun performansı açısından önemli faktörlerden birisidir ancak profesyonel bir oyuncunun kendisini motive etmek için dışarıdan destek almaya da pek ihtiyacı olmaması gerekir.
-Millî Takım'da çok verimli olduğun söylenemez. Bu senin suçun değil belki, çünkü hiçbir zaman banko oyuncu olarak düşünülmedin ve Euro 2008 kadrosunda da yer alamadın. Bunun nedenleri neydi sana göre?
Zaten uzunca bir süre takımın başında Fatih Hoca vardı. Belki bir başka teknik adam bu süreçte beni tercih de edebilirdi. Ancak ben asıl meselenin futbola bakış tarzıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Biz daha çok topla oynamayı sevdiğimiz için bireysel oynayan, çalım atan oyuncuları tercih ediyoruz. Ben de bu nedenle Millî Takım'da gerçek performansımı gösteremedim. Ancak her teknik adam başarıya giden yolda kendi inandığı biçimde yürüyor. Bu nedenle Fatih Hocanın planlarında o kadar önemli bir rol oynamadım. Ancak önemli olan Millî Takım'ın başarılı olması. Umarım gelecek senelerde ben de Millî Takımımız da daha başarılı oluruz.
-Bir de küsmeyen tarafın var senin. Euro 2008 öncesinde bir şok yaşadın ama sonrasında yine ay-yıldızlı formanın altındasın.
Hiçbir zaman kötü ve olumsuz konuşmadım ama elbette son anda kadrodan çıkarılmam benim için bir şoktu. İlk anda "Avrupa Şampiyonası'na katılırken benim de imzam vardı. Neden böyle oldu? Bundan sonra bir daha gelir miyim gelmez miyim?" diye düşünüyorsunuz. Ama bunların hepsi bir an için aklımdan geçen düşünceler oldu. Sonrasında herkesin finallere gitmek istediğini, takımda çok sayıda iyi oyuncu olduğunu ve birilerinin mutlaka dışarıda kalması gerektiğini aklıma getirerek düşüncelerime çekidüzen verdim. Burası Türkiye Millî Takımı ve böyle şeyleri gurur meselesi yapmamak gerek. Ben Millî Takımımızın başarısı için elimden geleni yaparım.
-Biraz önce santrfordan beklentilerle ilgili söylediğin bir şey vardı. Türkiye'de santrfordan başka şeyler mi bekliyoruz?
Aslında bu beklentilerdeki farklılık sadece santrforla sınırlı değil; her mevkideki oyuncu için benzer şeyleri görüyoruz. Önemli olan sizin sisteme uyup uymadığınızdır. Türkiye bu yüzden sıkıntı çekiyor. Kaliteli oyunculardan kurulu bir takım olduğumuz halde, çok ofansif düşündüğümüz için kolay gol yiyen ekiplerden birisiyiz.
-Seninle ilgili yorumlar, en iyi savunma yapan santrforlardan biri olduğun üzerinde yoğunlaşıyor. Galiba bu durum da senin biraz önce anlatmaya çalıştığın oyuna bakış felsefenle oldukça bağlantılı.
Zaten takım oyununda savunmanın hücum bölgesinde başlaması gerekiyor. Bu kadar hızlanan ve tempo kazanan oyunda tüm oyuncuların iki yönlü oynayabilmesi gerekiyor. Eğer forvet oyuncularınız savunma yapmıyorsa, o takım büyük zorluklar yaşar. Ben de çalışan, çabalayan bir santrforum ve zaten böyle olmasaydım bugünkü konumuma gelemezdim.
-Kendini pivot santrfor olarak mı tanımlıyorsun? Ya da hangi sistemle oynandığında kendini daha verimli hissediyorsun?
Kendimi sadece pivot santrfor olarak görmüyorum. Tek santrforlu sistemde de çift santrforlu sistemde de takıma yararlı bir oyuncu olabiliyorum.
-Euro 2012 elemelerinde Almanya ile aynı gruptayız... Bu eşleşmede hangi takımı avantajlı görüyorsun?
Biz daha avantajlıyız bence. Çünkü Berlin'deki maçı da biz sanki Türkiye'deymiş gibi oynayacağız.
-Sence sadece seyirci avantajı yeterli olabilir mi? Sonuçta Almanya 2010 Dünya Kupası'nın en başarılı takımlarından birisiydi.
Almanya gerçekten de takım savunmasını çok iyi yapıyor. Tüm oyuncuları bir hedefe inanıyor ve o yolda devam ediyorlar. Gerçekten de çok başarılı bir Dünya Kupası geçirdiler. Ama ben eminim ki bir-iki ufak detayı değiştirir ve geçmişteki hatalarımızı tekrarlamazsak Almanya'yı da geçebiliriz.
-Nedir bu basit hatalar ve değiştirmemiz gereken detaylar?
Benim görevim olmadığı için bu soruyu hocamıza sormanız gerekir.
-Elbette doğru söylüyorsun ama sonuçta sen de bu takımın bir parçasısın ve gördüğün eksikleri söyleyebilirsin. Mesela Arda ile yaptığım röportajda, "Taçtan gol yiyoruz" diye bir tespitte bulunmuş ve kolay gol yeme hastalığımıza dikkat çekmişti.
Oyun ne durumda olursa olsun bu kalitedeki oyuncuların kontrolünü kaybetmemesi gerekiyor. Kendimize hâkim olmamız lâzım. Eğer sinirlenirseniz, ne kadar iyi olursanız olun, öfkeniz aklınızın önüne geçiyor. Bir de çok kolay sarsılabiliyoruz. Ne kadar iyi oyuncu olduğumuzu bilmemize rağmen işler iki hafta iyi gitmezse negatif düşünmeye ve kendi kalitemizden şüphe duymaya başlıyoruz. Bu da oyuncuyu ve takımı olumsuz etkileyebiliyor.
-Mesut Özil, Serdar Taşçı gibi oyuncuların Almanya'yı tercih etmesinin altında senin ve Yıldıray'ın Millî Takım'da zaman zaman yer bulamamasının da etkisinin olduğu öne sürüldü. Bu görüşe katılıyor musun? Bu oyuncuların Almanya'da oynama garantileri mi var?
Hayır, hayır. Elbette Almanya'da oynama garantileri olamaz. Mesela Serdar Taşçı, Dünya Kupası'nda sadece 1 dakika forma şansı bulabildi. Ben Türkiye'den istedikleri ve bekledikleri ilgiyi görmediklerini düşünüyorum. Almanya Federasyonu ise oyunculara çok daha farklı yaklaşıyor. Bence daha da önemlisi, Alman Millî Takımı'nda oynayan oyuncunun piyasası çok daha yüksek oluyor. Örneğin Mesut Özil, Türkiye için oynasaydı belki Real Madrid'e transfer konusu gündeme bile gelmeyecekti.
-Peki, Mesut Özil'in oyunculuğunu nasıl değerlendiriyorsun?
Biz Mesut'la aynı şehirde doğup büyüdük. Schalke'de 17 yaşında A takıma çıktı, beraberdik yani. İlk günden itibaren farklı bir oyuncu olduğunu göstermişti. Topu çok iyi süren, sol ayağını çok iyi kullanan ve çok akıllı bir oyuncu.
-Almanlar yabancı oyuncuların millî takımda oynamasını içlerine sindirmeye başlamış görünüyor.
Almanya'da o kadar çok yabancı yaşıyor ki, bu çok doğal bence. 10-15 sene içinde insanlar bu durumu daha da içlerine sindirecek. Bu trend bizde de başladı. Aurelio oynuyor, Kazım oynuyor. Bence bir ülkede yaşıyorsanız ve o ülke size çok şeyler veriyorsa, siz de o ülkenin takımını seçebilirsiniz. Zaten birçok kişi millî takımlara kulüp takımı gibi bakmaya başladı. Dediğim gibi, herkesin hayata bakış tarzı farklı ve hepsini de saygıyla karşılamak lâzım.
-Hiddink'le yeni bir döneme başladık. Hollandalı teknik adamın Millî Takımımıza ve futbolumuza neler katacağını düşünüyorsun?
Hiddink çok büyük bir tecrübeye sahip. Çalıştırdığı millî takımlar da ortada. Her gittiği yerde de dışarıdan gördüğümüz kadarıyla başarılı oldu. Umarım burada da felsefesini ve vizyonunu ortaya koyup başarılı olur. Dünyanın dört bir yanında çalışmış ve farklı kültürlerden insanlarla sağlıklı iletişim kurmuş birisi olarak burada da kendisini kolaylıkla ifade edebileceğini düşünüyorum. İlk izlenimimle şunu söyleyebilirim, bizi çok güzel günler bekliyor.
-Biz grupta hep Almanya'yı kendimize rakip görüyoruz ama bir de Belçika ve Avusturya gibi hedefi en azından ikincilik olan takımlar var değil mi?
Benim de söylemek istediğim bu zaten. Biz Almanya'ya karşı kesinlikle süper oynarız, bundan kuşkum yok. Ama mesele Belçika veya Avusturya'ya karşı oynamakta. İşte balans konusu burada ortaya çıkıyor. Almanya'nın oluşturduğu fark da burada. En önemli faktör kendimizin ne yapabileceğimizin farkında olmak. Almanlar bunun farkında. Takım olarak iyi çalışmaları gerekiyor, çünkü bireysel açıdan o kadar güçlü değiller. Fiziksel olarak her zaman en üst düzeyde olmaları gerekiyor. Ve bunun farkında olduklarını da her seferinde kanıtlıyorlar. İşte Dünya Kupası'nda Arjantin'i pozisyon vermeden 4-0 yendiler. Çünkü bilinçli hareket ediyorlar. Topu çok iyi sektirmek ya da müthiş çalımlar atmak gibi meziyetleri yok. Arjantinliler ise bunların hepsini yapabiliyor. Ancak iş topu kaybettiğinizde ne yaptığınıza kilitleniyor. Siz topu kaybettiğinizde arkadaşlarınıza yardım etmiyorsanız başarılı olamazsınız. Alman Millî Takımı'ndaki oyuncuları çok yakından tanıyorum ve nasıl bir çabayla çalıştıklarını, futbola nasıl baktıklarını görüyorum. İyi günlerinde, kötü günlerinde nasıl hareket ettiklerini gözlemliyorum. Asla dağılmıyorlar.
-Alman takımında en çok kimi beğendin?
Bence Schweinsteinger inanılmaz bir sezon geçirdi. Sadece Dünya Kupası'nda değil, Bayern'de de müthiş bir performans gösterdi. Mesut'un futbol oynayış tarzı zaten çok hoşuma gidiyor. Klose de çok farklı bir oyuncu. Geçtiğimiz sezon ligde 1-2 golü varken Dünya Kupası'nda 6 maçta 4 gol attı. Elemelerde de en golcü oyuncu oydu. Demek ki Alman Millî Takımı'nda ona o güveni veriyorlar.
-Bundan sonraki hedeflerin arasında neler var? Ailenden ayrılmamak için sonuna kadar Bundesliga'da oynamayı sürdürecek misin?
Türkiye'de oynamayı çok isterim. Bir futbolcu olarak o derbileri yaşamak çok farklı olur. Sadece statta veya televizyonda izlerken bile derbinin ne kadar farklı ve büyük olduğunu anlıyorsunuz. Aileden ayrılmamak ise değişik bir şey. İnsan her gün geleceği için çabalıyor. Karar anı geldiğinde, "Geleceğim mi ailem mi?" diye düşündüm ve bugüne kadar hep ailem ağır bastı. Ancak bir-iki sene sonra ne olur onu bilemem. Belki ailemle birlikte Türkiye'ye gelirim.
-Süper Lig'de Bursaspor'un şampiyon olmasını nasıl yorumluyorsun? Sence bu şampiyonluk Türk futbolunda neleri değiştirebilir?
Bence Türk futbolunda çok şey değişiyor ve bu dışarıdan da rahatlıkla gözlemleniyor. Eskiden sadece derbiler vardı, şimdi kaliteli maçların sayısı artıyor. Geçmişte dört büyük takım rakiplerine kaç gol atar diye hesaplar yapılırken şimdi işler değişmiş görünüyor. Bence henüz büyük Avrupa ligleriyle kıyaslanamayacak olsa da Süper Lig'in çok iyi yolda olduğunu söyleyebilirim.
-Birçok yıldız oyuncu ve teknik adamın da ligimize gelmesi galiba bu gelişmenin bir göstergesi. Bu transferler Almanya'da da konu oluyor mu?
Elbette konuşuluyor. Almanlar zaten millî maçları gördüğünde Türkiye'nin hangi noktaya geldiğinin farkında. Herkes bizdeki potansiyeli görüyor. Hem çok iyi futbolculara sahip olduğumuzu, hem de takım halinde çok büyük şeyler yapabileceğimizi biliyorlar. Ama balansımız yok. Bir zirveye çıkıyoruz, bir alt düzeylere iniyoruz. İnsanlar bazen "Avrupa Şampiyonası'nda oynayan takım bu takım mı?" diye düşünebiliyor.
-Sen ısrarla Avrupa'da kalmayı sürdürürken o liglerde oynayabilecek pek çok Türk oyuncusu yurtdışına gitme konusunda ayak sürüyor. Sence bunun nedenleri ne?
Bence bu soruyu o oyunculara sormak gerekir. Ama gittikleri takdirde hem o oyuncuların kişisel gelişimi hem de Türk futbolu açısından çok yararlı sonuçlar ortaya çıkabilir. Bosna-Hersek takımına baktığınızda, Avrupa'nın iyi liglerinde oynayan oyuncularla çıkış yakaladıklarını görüyorsunuz. Bizim takımımızda ise bu tip oyuncuları parmakla gösteriyorsunuz.
Futbolun dışında nelerle ilgileniyorsun?
Boş vakitlerimi ailemle geçirmeye çalışıyorum. Ama yeri geldiğinde gezmekten, alışveriş yapmaktan da çok zevk alıyorum. Kitap okumayı da seviyorum. Türkçe kitaplar okusam lisanım için de iyi olacak. Çünkü halen bazı şeyleri Türkçe olarak anlatmakta zorluk çekiyorum ve bu nedenle çok dikkatli konuşmak zorunda kalıyorum.