Her yaptığı olay olan adam öldü

Her yaptığı olay olan adam öldü

Dünyanın önde gelen ateizm savunucularından, sert eleştirel üslubuyla tanınan İngiliz gazeteci Christopher Hitchens 62 yaşında gırtlak kanserinden hayatını kaybetti. İşte uzlaşmaz bir adamın portresi...

Cennet sonsuz övgünün, hayranlığın, mahrumiyete katlanmanın ve sefaletin mekânı. Semavi bir Kuzey Kore’ diyerek inanmadığı ölümden sonra yaşamı tasvir eden Christopher Hitchens, kanser teşhisi konulduğu 2010’un bahar aylarından beri hastalığıyla hesaplaşmasını yazılarının konusu yapmıştı. 1992’den beri yazdığı ünlü Amerikan dergisi Vanity Fair’de “Ölerek yaşadığım bu yılda en büyük tesellim, arkadaşlarımın varlığı oldu” itirafında bulunması 40 yılı aşkın meslek hayatında dünyanın en güçlü politikacılarını, dini liderlerini sivri dili ve acımasız mizahıyla sertçe eleştirmiş bir gazeteci için beklenmedik ölçüde duygusaldı.
Hayatının son bir yılında kemoterapi nedeniyle bırakmak zorunda kaldığı alkol ve sigaranın dışında elinde kalan tek büyük tutkusu gazetecilikten hiç kopmadı.

Oxford’la açılan ‘ikili yaşam’ kapısı
1949’da Portsmouth kentinde doğan Hitchens’ın kaderini annesi “Eğer bu ülkede bir üst sınıf olacaksa, Christopher bunun içinde olacak” diyerek ona Oxford Üniversitesi’nin kapılarını açacak hazırlık okuluna gönderek çizdi. Böylelikle Hitchens’ın kendi tanımıyla ‘ikili yaşamı’ başladı. Ülkesinin üst düzey yetkilileriyle kokteyl partilerinin müdavimiydi ama içten içe ‘işçi sınıfının müttefiki’ olarak.
Üçüncülük derecesiyle mezun olmasının ardından bazı sosyalist yayınlardan sonra sol görüşlü New Statesman dergisinde çalışmaya başladı. Bu yüzlerce köşe yazısını, haberi ve 19 kitabı kapsayacak verimli bir gazetecilik serüvenin başlangıcıydı.
Hitchens ödün vermeyen muhalifliğiyle Katolik Kilisesi’ne, Vietnam Savaşı’na ve Henry Kissinger’a savaş açtı. ‘Her yıl kendi ülkesinden daha şanssız bir ülkeyi ziyaret etme’ kararı onu en karışık dönemlerde Portekiz, Arjantin, Nikaragua ve Malezya’ya sürükledi. Aşığıyla intihar eden annesinin naaşını almaya gittiği Yunanistan’dan bile askeri cuntanın devrilmesinin haberlerini geçti. 70’lerin sonunda 1. Dünya Savaşı sonrası çöküntü içindeki Weimar Cumhuriyeti Almanya’sının ‘sekssiz’ haline benzettiği İngiltere’den
ABD’ye göç etti.
The Nation’la başlayıp Vanity Fair’e uzanan yazarlık sürecinde Demokrat ABD Başkanı Bill Clinton’ı yerden yere vurdu, eski bir Troçkist olarak 11 Eylül sonrası ‘İslam görünümlü faşizmle’ mücadeleyi ve Irak işgalini onaylayınca ‘tavır alamamalarından nefret ettiği’ sol düşüncenin önde gelen isimleriyle kavgaya tutuştu.

Waterboarding’i denedi, işkence dedi
Saddam Hüseyin’in devrilmesine destek verirken Amerikan işkencelerini üzerinde denedi. CIA’in Irak’ta uyguladığı ‘waterboarding’ sorgu tekniğini kendisine uygulattı, boğulma hissi yaşayana kadar suyun altında tutulduktan sonra “Bu işkence değilse nedir, bilmiyorum” dedi.
2007’de vatandaşlığına geçtiği ABD’nin gündemine aynı yıl yayınlanan “Tanrı Muhteşem Değil: Din Nasıl Her Şeyi Zehirliyor” adlı kitabıyla dünyanın dört bir yanında tutuculuğun artmasına isyan eden yeni ateizmin manifestosunu yazarak girdi. Kanser olduğu öğrenildiğinde “Cezanı çekiyorsun” diyen öfkelilere ise en hasta haliyle bile kaybetmediği keskin mizahından küçük bir parça sunarak veda etti: “Tanrı’ya küfrederken kullandığım parçamın kanserle cezalandırıldığını söyleyenler var. Boğazım günah işlerken kullandığım tek organım değildi.”
Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile