Pınar Işık Ardor
TBMM Genel Kurulu'ndaki sözleriyle kamuoyunda tartışmalara neden olan AK Parti'nin hukukçu milletvekillerinden Özlem Zengin'le, hem o sözlerini, hem Meclis'te görüşülmeye başlayan 'Çoklu baro' teklifini hem de çalışmaları süren 'sosyal medya' düzenlemesini konuştuk.
Kamuoyunda tartışmalara neden olan 'Çoklu Baro Yasası'nın komisyon süreci, özellikle de gece 03.00'de kabul edilmesi tepkilere neden oldu. Öncelikle bu saat konusunu sormak istiyorum? Neden gece 03.00?
“ÇALIŞMA SİSTEMATİĞİNİ BİLMEDEN KONUŞUYORLAR”
Meclisin çalışma sistematiğini bilmeyen bazı insanlar bu saatler konusunda tuhaf şeyler söylüyor. Komisyon çalışmaları her zaman böyle devam eder. Komisyonun özelliği budur. Komisyonda konuşacak insan sayısı ve süresi açısından sınırlama yok. O yüzden barolarla alakalı kanunlar hakkında tam 52 saat konuşuldu. Bin 52 sayfa fazla tutanak var. Meclis çalışmalarının en önemlisi komisyon görüşmeleridir. Komisyonda üyelerin de milletvekillerinin de söz hakkı var. Hiç kimsenin ‘benim söyleyecek sözüm vardı söyleyemedim' dememesi için önü açık görüşmeler gerçekleştirilir. Bu sebeple de sabaha karşı 3'te bitti görüşme. Ama 12'de başlamıştı. O mesajları atanlar bilmiyor ki; görüşmeler bitmeseydi sabaha kadar da sürerdi.
Peki, tartışmanın ana konusuna gelelim. Çoklu baro konusundaki tartışmalarla sürüyor. İzmir, Ankara ve İstanbul'da yürüyüşler de yapıldı. Bu çoklu baro tepkisi siyasi tepkimi yoksa gerçekten hukuki bir boşluk mu görüyorlar?
“BAROLAR ZATEN ÜLKENİN EN SİYASİ YAPILARI”
Barolar zaten siyasi yapılar. Ben 30 yılı aşkın süredir İstanbul Barosu'nun üyesiyim. Bu kadar uzun zaman içerisinde ülkenin en siyasi yapılarından biri olduğunu söyleyebilirim. Barolar şimdiye kadar hiç siyasetin içinde değildi denirse bu işin içinde olanlar bu cümleye tebessümle yaklaşacaktır. Bir defa kanunla alakalı görüşmeler yapılırken ben ve başkan vekilimiz Cahit Özkan Bey 80 baroyu temsilen bizi ziyarete gelen 40 baro başkanını ve aynı zamanda da barolar birliği üyesi arkadaşlarımızı 4 saati aşkın bir süre tek tek dinledik. Bu toplantılarda birden fazla mesele konuşuldu. İçerisinde çoklu baro sistemi de dâhil, kimisi çoklu baroya karşı olduğunu söyledi, kimisi alternatif yöntem önerdi kimi de pandemi sürecinin avukatlara yaşattığı sıkıntılardan bahsetti. Hepsini özenle uzunca bir süre dinledik. Fakat o dönemde Ankara, İzmir ve İstanbul Baro Başkanları bu görüşmelere gelmediler. Onlar da gelseydi onları da kabul ederdik. Fakat zannedersem onlar kendilerini diğer baro başkanlarının biraz üstünde görüyorlar.
“İÇERİ GİRMEDİLER SONRA MECLİS'E GİREMİYORUZ DİYE AKTARDILAR”
Ankara'ya geldiklerinde de komisyon görüşmeleri devam ederken Grup Başkanvekilimiz Bülent Turan arkadaşımız kendilerini aradı. İstanbul Baro Başkanını aradı. Metin Feyzioğlu aradı fakat telefonlara çıkmadılar. Bunun üzerine CHP Milletvekili Zeynel Emre Bey de aradı. Onun telefonuna çıktılar. Ve bir öneride bulunduk ‘sizden 3 arkadaşınızı komisyona alalım siz de buyurun. Arzu ettiğiniz arkadaşlarla gelin, komisyonda sizi dinleyelim' dedik. Ama öyle bir tavır var ki ilginç ‘biz gelirsek hepimiz geliriz yahut gelmeyiz' dediler. Fakat sürecin şartları malum pandemi sürecindeyiz. En büyük salonumuz dahi tıklım tıklım dolu. Sizin belirleyeceğiniz sizi temsil edecek 3 arkadaşınızı ağırlayalım dememize rağmen içeri gelmemeyi tercih ettiler. Daha sonra da kamuoyuna Meclis'e giremiyoruz diye aktardılar. Buradan şunu çıkarıyorum. Burada maksat içeri gelmek değil. Öncelikli niyeti 'baro' olan orada bulunurdu. Gerekirse 1 kişi gelir ve kendi meselesini anlatır, ifade ederdi. Fakat burada dikkatinizi çekmek isterim baroyla alakalı tartışmalar başladığından beri bu ‘kanunda ne olduğu' meselesidir. Burada olan siyaset yapmaktır. Ha ben bireysel olarak siyaset yapılmasına bir şey demiyorum fakat binlerce üyesi olan bir baroyu, seçimle geldiğiniz bir baroyu siyaset üretmek için kullanıyorsanız işte o zaman problem ortaya çıkıyor.
“YENİ SİSTEM İLE TÜM BAROLAR EŞİT TEMSİL EDİLECEK”
Barolar birliğinde adaletsiz bir temsil var. 3 baro bir araya geldiğinde bütün hukuk camiasıyla alakalı ne söyleneceğine onlar karar veriyorlar. Fakat bu yeni sistem ile tüm barolar eşit temsil edilecek. Ama her şeye rağmen büyük barolarımız açısından dengeyi oturtmak adına 5 bin delegeye 1 delege daha verilmiş olacak. Fakat artık bir konuyu gerçek mecrasında konuşamıyoruz çünkü süratle siyasallaşıyor. Mesele içeri girdim giremedim yürüdüm yürümedim değil. Teklifimizi kabul etselerdi ve gelselerdi.
Özellikle çoklu baroya karşı olanların ifadelerinde barolar ‘senin baron, benim barom' diye bölünecek ‘iktidarın barosu olabilecek muhalefetin barosu olabilecek' şeklinde cümleler duyuyoruz. Bu konuyu açar mısınız?
“HERKES İSTEDİĞİ BAROYA KAYDOLACAK”
Bir ilde 5 binden fazla avukat varsa birden fazla baro kurulabilecek. Bu teknik çerçevesi. Fiiliyata gelindiğinde bu yalnızca 3 ilde uygulanabilecek. O halde bu illerde 2 bin imzayı bulan kişiler kendilerine baro kurmak adına başvurabilecekler. Şimdi bu baro kurulduktan sonra herhangi bir baroya üye olan avukat arkadaşımız herhangi bir koşula bağlı olmaksızın bu baroya üye olabilecek. Herkes hangisini isterse o baroya kaydolabilecek.
Yasaya karşı çıkanlar işte bu noktayı adres gösteriyor. Barolar bölünecek diyorlar.
Tam tersi. Senin benim olabilmesi için o baronun kurulduğu fikriyatı tırnak içerisinde fikriyat diyelim, gelen kişileri kabul etmeme şansı olmalı. Fakat avukat veya stajyer arkadaş başvurduğunda baronun hayır deme şansı yok. Herkesin bireysel irade ve kanaati var kimisi yıllardır üye olduğu baroya devam edecek kimisi de kendisine yakın olmasa da çalışma sistematiğine uygun baroları seçecektir imkânlarından faydalanmak isteyecektir.
Bu durum barolar arası rekabeti getirecektir değil mi?
“AVUKATLIĞIN MESLEK ÖRGÜTLENMESİ GÜÇLENMELİ”
Evet, burada yarışacak olan ‘benim barom senin baron' değil burada yarışacak olanlar barolar olacaktır. Bana sordular hangi baroya geçersiniz? Dedim ki teklifleri bir görelim bakalım. Hangi baro hangi teklifleri öneriyor meslek örgütü olarak. Buradaki mesele zamanla görülecektir. Bana şu ana kadar avukatların en zayıf noktası nedir dediklerinde benim cevabım güçlü bir şekilde mesleki olarak örgütlenememeleridir. Avukatlara sormak lazım baronun hangi hizmetinden faydalanıyorlar. Burada avukatlara mesleki anlamda daha çok imkân ve avukatların hukukunu koruyan baroların şansı daha fazla olacaktır.
İstanbul barosu başkanı dedi ki; bu bir FETÖ projesi. Bu söze ne diyorsunuz?
“BU SÖZE CEVAP VERMEYİ ABESLE İŞTİGAL BULURUM”
Hayır, öyle değil. Bunu çok zayıf ve rahatsız edici bir itham olarak buluyorum. Bu AK PARTİ ve MHP olarak beraber yaptığımız son derece özgün bir çalışmadır. Böyle şeylere cevap vermeyi bile abesle iştigal buluyorum aslında zira AK Parti FETÖ'cülere ait herhangi bir fikri desteklemekle itham edilecek en son gruptur.
Sosyal medya konusuna geçelim. Sn. Erdoğan'ın açıklamalarının ardından tartışmalar başladı. Sosyal ağlar kapanacak dendi. Ancak biliyoruz ki kapanma değil bir hukuki düzenleme var. Dünya örneklerine mi bakıyorsunuz?
“AMACIMIZ YASAKLAMAK DEĞİL DÜZENLEME YAPMAK”
Henüz yolun başındayız ama şunu söyleyeyim. Ben de bu kanunu çalışan milletvekillerinden biriyim. Yeni başlamadık 3-4 aydır devam eden bir süreç var. Bunu kesin söylememiz lazım. Kapatma durumu değil. Mevcut hukuk mevzuatı siber dünyada yaşanan suçların hızına yetişemiyor. Bizim yapmak istediğimiz de yasaklama değil bu anlamda düzenleme yapmak. Bu düzenlemenin iki ana akdi var. Bir tanesi siber alanlarda suç işleyenlerin kendisine ceza uygulamak bir tanesi de bu anlamda mecra sağlayıcıların sorumluluğunun olmasını sağlamak. Yani hem şahıslar hem de mecralar açısından hukuken muhataplık oluşturmak.
“HERKES EMİN OLSUN ULUSLARARASI HUKUKİ DÜZENLEME OLACAK”
Ağ sağlayıcılarının mali anlamda da vergisel muhataplığını sağlayarak mali sürece dâhil olmalarını sağlamak gerekiyor. Bu konuda örnekler var. Haziran ayında Amerika düzenleme yaptı. Almanya ve Fransa'yı inceliyoruz. İngiltere'nin farklı bir çalışması var. Bu anlamda uluslararası taramalar yapıyoruz. Fakat herkes emin olsun ki uluslararası hukuka uygun bir düzenleme olacak.
Konuya dair 2005 yılında yapılan bir çalışma var ama yetersiz kalıyor. Bu anlamda amacımız yasak değil. Hiç tanımadığınız bilmediğiniz insanlardan sosyal medyada şiddete hakarete maruz kalıyorsunuz. Ben de buna maruz kaldım. En son yaşadığım olayla alakalı 100'ü aşkın davam oldu. Mevcut haliyle davaların muhataplarına yöneltilmesi ve hakkaniyete uygun sonuçlar almak çok güç. O yüzden bu sosyal mecraların işleyişine uygun, muhatapların incinmeyeceği, incindiği takdirde de incinmekten kastımız hukuken bir zararın ortaya çıkması durumudur. Fakat bazen bu durumu yargı yoluyla ortadan kaldırsanız dahi yaşadığınız ve aldığınız zararı ortadan kaldıramıyorsunuz. Çünkü yavaş işleyen bir süreç. Sosyal medyanın kendi akışıyla kıyasladığınızda hukuk mevzuatı bu anlamda yavaş kalıyor. Tüm dünyanın ihtiyaç duyduğu bir hukuk düzenlemesi ve bu konuda Türkiye'nin de çalışması var.
Bir şey dikkatimi çekiyor Özlem Hanım... Sn. Berat Albayrak'ın eşi, Sn. Demirtaş'ın eşi. Sn. Davutoğlu'nun eşi hatta bizzat siz korkunç ve kabul edilemez bir takım söylemlere maruz kaldınız. Bu bir elden çıkan bir şey mi? Yapanların amacı ne?
“SOSYAL MEDYADA ŞİDDETİN ÖNLENMESİ ADINA BİRLEŞEBİLMELİYİZ”
E tabi ki aynı yerden çıkıyor bunların çoğu FETÖ'cü hesaplar ve o hesapların organize ettiği hesaplar tarafından idare ediliyor. Bence buradaki en önemli mesele kadınlar arasına fitne sokmak. Bana sorarsanız biz Türkiye'deki kadınlar bir konuda birleşeceksek, gerçek hayatta veya sosyal medyada şiddetin önlenmesi konusunda birleşebilmeliyiz öyle değil mi?
Kesinlikle tabi ki.
“KARŞI MAHALLEDEN DE BEKLİYORUZ AMA SES YOK”
Demirtaş'ın eşiyle alakalı o çirkin hadisede çok hızlı ve aleni şekilde tepki gösterdim. Ama ben kendim sosyal medya şiddetini yaşadığımda bir tane CHP'li Hanım veya organizasyonlarından herhangi bir isim çıkıp ‘bu böyle olmaz' demedi. Kendi partimin yaklaşımını bu konuda net görüyorum. Biz bu konuda tarafsızız hangi kadına olursa olsun ister bir siyasi eşi ister kendi siyaset üreten kadın olsun yapılan saldırılarda ayrım yapmaksızın karşısında duruyoruz. İnsanların fikirleriyle mücadele ederiz ama o mücadelenin boyutu insanların onuruna, ahlakına saldırı olduğu zaman biz bunu amasız reddederiz. Ben bunu karşı mahalleden de beklerim ama var mı? Ben yaşayarak gördüm ki ses yok. Şimdi burada tehlikeli bir şey ortaya çıkıyor. Bu konuda yazılanlara bakın, benle ilgili yazılanlara da bakın; şunu görüyorsunuz ‘bu dindarların kadına yaklaşımında sorun var.' Gözüyle bakıyorlar. Bütün tezler bunun üzerine oturtulmaya çalışılıyor. O yüzden kadın meselesi konuşulmaya çalışılırken hep laf başörtüsü meselesine geliyor.
“ŞİDDET HER MAHALLENİN SORUNU”
Avukat olarak edindiğim tecrübe hem de kadın olarak gördüğüm mesele hangi hayat tarzına sahip olursa olsun kadınlar benzer problemleri yaşıyor. Şiddet her mahallenin problemi.
Şu yaşam tarzını seçerseniz şiddete daha az maruz kalırsınız haklarınız daha iyi korunur gibi bir şey asla ve kata doğru değil. Bu bakış Türkiye'deki kadınlarla ilgili meseleleri doğru okuyamamanın en önemli göstergesi. Bakın daha birkaç gün evvel bir sanatçının başrolde olduğu bir şiddet meselesi gündeme geldi.
Ozan Güven meselesinden bahsediyorsunuz değil mi?
Oradaki savunmalara baktığınızda da aynı şeyi görüyorsunuz. Hep bir normalleştirme çabası. Bu niçin yapılıyor? Bir süredir Türkiye'de kadınlar üzerinden toplumu bölmeye, ayrıştırmaya çalışan bir grup var.
Yani senin sanatçın benim sanatçım, senin kadının benim kadınım…
“KENDİLERİNİ 1.SINIF GÖRÜYORLAR”
Maalesef… İşte tam olarak bahsettiğim şey bu. Mesela söylediğim sözle alakalı medyada bir ton dayak yerken laf kıyafetime, inancıma geliyor ve tüm bunlar olurken karşı mahalleden, muhalefetten hiçbir kadında benim çocuklarıma varana kadar edilen küfürlere “a ne yapıyorsunuz” demiyor. Çünkü kendilerini birinci sınıf ve kendileri dışındaki kadınları ikinci sınıf görüyorlar. İşte ben de Meclis Genel Kurulu'nda “Ak Parti'den evvel kadın kelimesinin adı yoktu” derken “kadının adı yoktu” demiyorum.
Evet, hala yazılıyor, tartışılıyor bu cümleniz.
“E PEKİ BİZ SEÇİLEBİLİYORDUK DA NEDEN SEÇİLMEDİK?
Türkiye'de kadınların yüzde 70'i başını örtüyor ve Ak Parti gelene kadar bu yaşam tarzını benimseyen kadınlar hayatın içinde yok sayılıyordu. Yani hukuken hiçbir engel olmamasına rağmen fiilen hiçbir yere aday olamıyordu. Muhtar dahi seçilemiyor milletvekili olamıyordu. Baronun kapısından içeri başörtülü giremiyorduk. Oranın sosyal tesisleri dahi buna dâhil. Avukatlık mesleğini icra edemiyorduk. Avukatken başörtülü olmak onursuz bir hareket içerisinde olmakla eşdeğer tutuluyordu. Efendim şimdi tüm bunlar olmamış gibi benim söylediklerime binaen tutup 1934'de seçme seçilme hakkı verildi demek nedir? E peki biz seçilebiliyorduk da neden seçilmedik sebebi neydi? Siz Meclis kürsüsünde neden haykırıyordunuz bu ülkenin cumhurbaşkanının eşi başörtülü olamaz diye? Başörtülü kadının seçilmesini bir kenara koydum, başörtülü bir eşe dahi sahip olunamaz diye bağıranlar sizler değil misiniz?
“BENİM KONUŞMAMI ÖZNESİZ ALIP, ÇARPITTILAR AMA SÖYLEDİKLERİM DOĞRU”
Şimdi buradan şu noktaya varacağım siz benim konuşmamı öznesiz alır neye cevaben söylediğimi belirtmezseniz, bize hangi kadın vekiller meclis genel kurulunda neyin hakaretini etmiş sormadan bilmeden birileri o cümlemi aldı çarpıttı. Vay efendim kadın başbakan varmış kadın içişleri bakanı varmış. Evet, doğru vardı. Ben demiyorum ki yoktu. Fakat benim söylediklerimin her kelimesi doğru.
Siz başka bir gerçeği açıklamaya çalıştınız sanırım
“BİR ŞEYE HAKARET BAŞKADIR İTİRAZ BAŞKA”
Ak Parti'den önce kadınların yüzde 70'inin hayatta yapmak istedikleri şeylerin hiçbirini yapma şansı yoktu. Bugün var. Bugün de ben şunu görüyorum. Ne zaman bir problem ortaya çıksa hayatta her şey güzel giderken tabi herkes rahatça hak hukuk adalet kelimelerini güzelce söylüyor. Fakat ne zaman bir problemle karşılaşsanız benim yaşadığım gibi veya Esra hanımın karşılaştığı gibi bir bakıyorsunuz her şey aslına rücu etmiş. Yani siz itiraz ederken aslında hakaret ediyorsunuz. Bir şeye itiraz başkadır hakaret başka. Bir şeye itiraz ederken muhataplarının inancına, hayat tarzına, fikrine hakaret etmek başka bir şey. Biz itiraza evet diyoruz. Hayatın hukukun itirazlarla şekillendiğini düşünüyorum fakat hakaret başka bir şey. Bu olaylarda gördüğümüz bize tahammülsüzlüğün aynen devam ettiğidir. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanımız o gün hastane açılışında ben yoktum ama çok samimi bir şey yapıyor. Sahneye çıkıyor ve sahnede kurdeleyi keseceklerin erkek olduğunu görüyor ve bu görüntü hoş bir şey değil diye düşünüyor. Kadın milletvekilleri konusunda da en yüksek rakama sahip parti biziz biliyorsunuz. Hemen Cumhurbaşkanımız korona sebebiyle tamamı olmasa da temsilen 2 milletvekilimizin oraya gelmesini istiyor. Başka zaman olsa tüm kadın milletvekillerimize buyurun diyecek büyük ihtimal. Bu o kadar ince bir düşünce ki, fakat bu dahi hemen kesilerek kırparak çarpıtarak bambaşka bir şekle büründürülüyor. Sonrasında yapılan saldırılara maalesef şahit olduk.
“CHP'Lİ VE İYİ PARTİ'Lİ KADINLARA SORUYORUM!”
Şu soruyu kendilerine sormalarını istiyorum. CHP'nin bu yeni Grup Başkan Vekilleri de erkek. 3 başkanları var. Acaba CHP'li kadınlar kendilerine soruyor mu neden hiç kadın başkan vekilleri yok? Cevabı duymak isteriz. Hakeza aynı soruyu İyi Parti için de sorabiliriz. Bir kadın genel başkanları var. Neden kadın grup başkan vekilleri yok. Bunları bir kendilerine sorsunlar. Kadın kadın demekle olmuyor. Bal bal dedikçe bal tadı gelmiyor maalesef. Kadın kelimesini en saldırgan telaffuz edenler kadın meselesine en çok sahip çıkanlar değil asıl mesele bir partiye baktığınızda o partinin kimliğinde o siyasal hareketin ruhunda kadın var mı yok mu? Ak Parti'nin inşasında kadınlar var. Ak Parti'nin inşasında kadınların yaşadığı bugün Türkiye'de kadınlarla ilgili konuşanların yaşattığı bir grup siyasal kesimin başta CHP'nin yaşattığı travmaların neticesinde hayatları kararmış kadınların gözyaşları emekleri var. Ak parti onlarla hayat buldu. Kadınları çekerseniz ak partinin doğası, dokusu kaybolur. Ak parti her şeyiyle fikriyatıyla, hayata geçirdikleriyle, politikalarıyla önceliği kadın olan bir parti.
“HİÇ KİMSE AK PARTİ'YE KADIN KONUSUNDA PARMAK SALLAYAMAZ”
Genel kurulda da ifade ettiğim gibi bu kadar önceliği kadın olan işler yapmış, öncü işler başarmış bir parti varken hiç kimse Ak Parti'ye kadın konusunda parmak sallayamaz. Bizden daha fazla kadınları savunduğunu söyleyemez. Eğer varsa en ufak şeyleri geriye dönük olarak sayfa sayfa her seneyi tartışalım. Gelsinler cesaretleri varsa o parti neler yapmış kadınlar için Ak Parti ne yapmış kadınlar için, sadece başörtüsü meselesiyle değil; süt izninden annelik iznine kız çocuklarının okula gitmesinden kadınlara karşı işlenen cinsel suçların ceza sürelerinin arttırılmasına kadar bunların hepsinin arkasında Ak Parti var. Aile Mahkemelerinin kurulmasına kadar kalem kalem tartışalım. Ve bugüne kadar AK Parti girdiği tüm seçimlerde erkeklerden çok kadınlardan oy almış bir partidir. Ak Parti iktidarının arkasında kadın gücü vardır. Ve biliyorsunuz kadınların hayatı yönetme biçimi kar zarar şeklinden değildir kadınlar davalarına fikriyatlarına gönülden bağlanır. Kadınlar bir meseleye baktığı zaman adil ve tarafsız yaklaşır. Bu manada baktığımızda da Ak Partinin politikalarını destekleyen kadınların geleceği görme, okuma ve meselelere adil davranma konusunda muazzam bir kadın içgüdüsü olduğunu söylemem gerekir.
HİÇ KİMSE AK PARTİ'YE KADIN KONUSUNDA PARMAK SALLAYAMAZ!
"AK Parti gelene kadar kadının adı yoktu" sözleri üzerinden fırtına koparılan AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin, "O sözlerimin arkasındayım. Benim sözlerimi çarpıtanlar 'Seçme seçilme hakkı 1934'te geldi' diyor... Peki, öyleydi de biz neden seçilemedik, sebebi neydi? AK Parti'nin yaptıkları ortada, kimse kadın konusunda bize parmak sallayamaz" diye konuştu.