'Kahvehane Kültürü' Zamana Yeniliyor
Kahveciler Odası Başkanı Erşahin: 'Kahvehaneler, insanların demli bir çay ya da acı bir kahve eşliğinde sosyalleştikleri yerlerdir. Edebiyat tartışılır, siyaset tartışılır, hayatlar paylaşılır, kahveci öyle hakir görülmemelidir. Dert ortağıdır, mahallenin ağabeyidir. Eskiden kız almaya gidilecekse ya da 'Damat kim?' diye araştırılacaksa, kahvecilerden sorulurdu' 'Kahve işletmecileri gelişen teknolojiye ayak uyduramadığı için zincir kafeler karşısında yenik düştü. Yaklaşık 500 yıllık geçmişi olan kahvehaneler neredeyse yok olma noktasına geldi' Kahveciler Odası Genel Sekreteri Şimşek: “Kahveci samimi adamdır, büyük emek vardır yaptığı işte. Aileden kahveciyim, ayrıca 1983’ten beri bizzat bu işteyim. ‘Çay getir.’ derler. Zoruna gitmez, hiç öykünmeden gün boyu bir bardak çayı 5. kata çıkarır. Tüm çabası evine ekmek götürmektir. Babacandır, dert dinler, anlayışlıdır' Erol Taş'ın muhtar yeğeni Nevin Taş: 'O zamanlar sağ, sol davası var, Nişancı, Kadırga’da solcular, bizim Cankurtaran’da da sağcılar. Öğrencilerle diyaloğu çok iyiydi amcamın. Mehmet Ali Ağca, Oral Çelik gelirdi, çay içip sohbet ederlerdi.' Erol Taş kahvesinin müdavimi Asart: '30 senedir buraya gelirim. Bir araya geldiğimizde yaşadığımızı anlıyoruz. Kahvehane müdavimliği böyle bir şey. Arkadaşların, alışkanlıkların halini alıyor bir süre sonra. Dertleşmek, yardımlaşmak, şakalaşmak ihtiyaç oluyor. Erol abi aslında filmlerindeki gibi bir adamdı dersem yalan söylemiş olmam. Buna rağmen çok etkili adamdı, herkes onu görmeye gelirdi. Bir keresinde Tarık Akan gelmişti, ‘Bundan da çay parasını alın’ diye talimat vermişti garsonlara ve çay parasını almıştı' Samatya'da kahveci Ayan: 'Buradaki çay bahçelerinde, restoranlarda millet sabahlara kadar şarkılar söyleyip otururdu. Manavları, bakkalları, berberi, kasabı, minik şaraphaneleri ile küçük bir pazar yeriydi burası. Birliği, beraberliği, mertliği, insanlığı burada öğrendik. Çay, kahve ortak tutkumuzdu. Ermeni, Rum, Türk, Kürt Arap, Laz, Çerkez ayrımı yoktu'
Bir zamanlar meddahların, hikaye anlatıcılarının, aşıkların ve şairlerin bilindik çehreleri olan kahvehaneler, sadece yenilip içilen yerler olmadı. Satranç, tavla, iskambil oyunları eşliğinde günlük, siyasi ve edebi sohbetler edildi. Örgütlü eğlencenin satın alındığı kamuya açık boş zaman değerlendirme alanları oldu.
Yorgunken, sabah açılmak için, fal bakmak ya da kız istemeye gidildiğinde mutlaka sunulan kahve, kendi etrafında oluşturduğu kültürüyle, kahvehaneye evrildi, şairlerin, felsefecilerin, hocaların, siyasilerin, talebelerin, bıçkınların, reşit gençlerin mekanı haline geldi.
AA muhabirine konuşan İstanbul Kahveciler Odası Başkanı Serdar Erşahin, kahve işletmecilerinin gelişen teknolojiye ayak uyduramadığı için zincir kafeler karşısında yenik düştüğünü, yaklaşık 500 yıllık geçmişi olan kahvehanelerin neredeyse yok olma noktasına geldiğini belirtti.
- “Kız istenecekse kahveciden sorulurdu”
Ayrıca dernek lokallerinin de kahvelerin varlığını tehdit ettiğini vurgulayan Erşahin, şunları söyledi:
“İstanbul'daki kahve sayısı bir zamanlar 30 bin civarındaydı, şimdilerde 10 binin altında. Kafelerin oyun oynattıkları kısımlarıyla, kahve olmadığı halde kahve işletmesi gibi çalıştırılan dernek lokalleriyle mücadele ediyoruz, kaymakamlıklara şikayette bulunuyoruz. Kahveyi tarihi dokusunda olduğu gibi yaşatmak istiyoruz. Bir projemiz var, tarihi yarımadada Tahtakale civarında eskiden kahve ne ise nasıl ise aynını yapacağız. Tabii o zamanlar kıraathane olarak biliniyor buralar. Osmanlı kültürüne yakın bir konsept düşünüyoruz. Muhakkak kitaplığı olacak. Kahvenin yanında lokum, çikolata olmayacak. Yaptığımız araştırmalara göre bunlar yokmuş eskiden. Kahve suyla ikram ediliyor. Oyun olarak da tavla varmış mesela. Bunlara dikkat ederek projemizi gerçekleştireceğiz, örnek olarak sunacağız. Kahve kültürü Avrupa’da yok ama bizde var. Bunu değerlendirip turizme kazandırmalıyız.”
“Kahveler, işsiz yatağı” nitelemesini meslektaşlarına saygısızlık olarak değerlendiren Erşahin, “Kahvelere sadece işsizler değil, çalışanlar, emekliler, kadınlar herkes gelir. İnsanların demli bir çay ya da acı bir kahve eşliğinde sosyalleştikleri yerlerdir. Edebiyat tartışılır, siyaset tartışılır, hayatlar paylaşılır, kahveci öyle hakir görülmemelidir. Dert ortağıdır, mahallenin ağabeyidir. Eskiden kız almaya gidilecekse ya da 'damat kim?' diye araştırılacaksa kahveciden sorulurdu. Müşterisini de mahalle sakinini de gözetmek zorundadır.' diye konuştu.
İstanbul’da kendilerine kayıtlı 8 bin kahvehane işletmesinin olduğunu belirten İstanbul Kahveciler Odası Genel Sekreteri Nihal Şimşek de bir kahvecinin kızı. Babasının yıllar önce Malatya’dan gelerek Şehzadebaşı’nda çay ocağı işlettiğini anlatan Şimşek, “Kahveci samimi adamdır, büyük emek vardır yaptığı işte. Aileden kahveciyim, ayrıca 1983’ten beri bizzat bu işteyim. ‘Çay getir.’ derler. Zoruna gitmez, hiç öykünmeden gün boyu bir bardak çayı 5. kata çıkarır. Tüm çabası evine ekmek götürmektir. Babacandır, dert dinler, anlayışlıdır.” dedi.
Şimşek, sigara yasağının kahvecilerin işini ilk başlarda olumsuz etkilediğini belirterek, artık herkesin alıştığını, zamanla böylesinin daha iyi olduğunu, artık hem kahvecilerin, hem de müşterilerinin kabullendiğini söyledi.
Bir zamanlar Orhan Veli, Abidin Dino, Rıfat Ilgaz, Bedri Rahmi, Oktay Rıfat ve Tarık Buğra gibi ünlü şair ve yazarların müdavimi olduğu, Necip Fazıl’ın “Beyazıd Camii’ne bitişik ağaçlı kahve. Arkasını verdiği caminin vakarlı duvarı ve yüzünü çevirdiği lokantanın döner kebabı..” diye eleştirdiği, 27 Aralık 1936’da 4 hamalın sırtlayıp Beyazıt’a getirdiği Akif’in çıplak tabutunu fark ederek üzerine Türk bayrağı örten üniversiteli gençlerin içerisinden çıktığı Küllük Kahvesi artık yok, ama tarihi semtlerde tutunmaya çalışan birkaç mekan hala ayakta.
- 'Taş değil, ekmek atıyorsunuz'
Demokrat Parti iktidarıyla Anadolu’dan İstanbul’a göçün hızlandığı süreçte bir tür tutunma, dayanışma görevi üstlenen bu kahvelerin en göze çarpanlarından biri, ‘kötü adam’ karakteriyle ünlenen sinema fenomeni Erol Taş’ın, Cankurtaran semtindeki kahvesi.
Yeşilçam’ın irili ufaklı 600’ü aşkın filminde rol almış Taş’ın oynadığı çokça filmin bazı sahnelerine set de olan bu kahve, bugün Erol Taş Kültür Merkezi olarak hayatını sürdürüyor.
Cankurtaran Mahallesi'nin 2002 yılından beri muhtarı olan Nevin Taş, amcası Erol Taş’ın, kahveyi meşhur olmadan önce ticaret maksadıyla açtığını belirterek, şöyle konuştu:
“Tam tarih hatırlamıyorum ama işte ilk filmini 1957’de çevirdiğini düşünürsek, o zamanlar amcamın kahvesine bir film şirketinden oturmaya geliyorlar, film teklifi sunuyorlar. Amcam kabul etmiyor, kendisinden 5 yaş büyük olan babam Halil Taş’ın zorlamasıyla ‘Tamam’ diyor. Deyiş o deyiş, ta ki yaşlanıp şeker hastalığından ayağının kesildiği güne kadar film setlerinde geçiyor hayatı. Kahveyi de babam işletiyor bu arada. Daha sonra babama da teklif geliyor, hatta bir iki filmde de rol almışlığı var ama amcam çok meşhur oldu tabii.”
Ünlü aktörlerin, hayranlarının, meraklıların amcasının kahvesine geldiğinden, hatta ‘Erol Taş’ın kahvesini görmek isteyenler için turlar düzenlendiğinden bahseden Nevin Taş, şöyle devam etti:
“İnsanlar buraya amcamı görmeye gelirdi. Amcamın mekanında bulunmak gururlu bir işti. Müdavimleri vardı, sohbet eder, dertleşirlerdi. Birbirine destek olurlardı. Çocuktum ama iyi hatırlıyorum en çok Cüneyt Arkın, Kadir Savun gelirdi, rejisörler gelirdi, mesela Metin Erksan ile ailecek görüşürdük.”
Taş, amcasının insanlar üzerinde bıraktığı etkiyi şöyle anlattı:
“Beni setlere götürürdü. Susuz Yaz filminin Antalya'daki setinde başımıza geleni unutamam. Amcamın, dere kenarında Hülya Koçyiğit’e tecavüz ettiği sahnede bir baktım taşlar geliyor. Millet eylemci gibi taş yağdırmaya başladı, aman Allah'ım. Çok korktum, sindim hemen arkasına amcamın. Söyledikleri bugün gibi aklımda, ‘Atın atın, siz bana taş değil, ekmek atıyorsunuz..' İsviçre’de yine amcamın filmlerinden birinin galasındayız, aman ne küfürler, ne hakaretler amcama. Ondan gerçek hayatında da filmlerinde de çok etkileniyorlardı.’
- “Ağca, Çelik müdavimiydi”
Amcasının kahvesinin yakınında öğrenci yurdu olduğunu belirten Taş, 'O zamanlar sağ, sol davası var, Nişanca, Kadırga’da solcular, bizim Cankurtaran’da da sağcılar. Öğrencilerle diyaloğu çok iyiydi amcamın. Mehmet Ali Ağca, Oral Çelik gelirdi, çay içip sohbet ederlerdi. Hatta Oral Çelik'i daha geçenlerde burada düğünde gördüm.” diye konuştu.
Erol Taş’ın kahvesinin müdavimlerinden esnaf Okan Asart, “30 senedir buraya gelirim. Buralar çok değişti, eskiden tren vardı, şimdi yok, taşındım evim başka semtte, ama yine de gelirim. Benim gibi birçok arkadaşım da buraya gelmeyi sürdürüyor. Bir araya geldiğimizde yaşadığımızı anlıyoruz. Kahvehane müdavimliği böyle bir şey. Arkadaşların, alışkanlıkların halini alıyor bir süre sonra. Dertleşmek, yardımlaşmak, şakalaşmak ihtiyaç oluyor.” ifadelerini kullandı.
- 'Tarık Akan'dan çay parası almıştı'
Eskiden bu mekanın bahçesinin olduğunu belirten Asart, şunları söyledi:
“Rahmetli Erol abiden sonra iki kez el değiştirdi burası. Yeri vakıflara ait. Şimdiki işletmeci de yine Erol Taş Kültür Merkezi adıyla devam ettiriyor, biz de buradan kopamıyoruz tabii. Erol abi filmleri dışındaki zamanını burada geçirirdi, beraber oyun oynardık. Aslında filmlerindeki gibi bir adamdı dersem yalan söylemiş olmam. Buna rağmen çok etkili adamdı, herkes onu görmeye gelirdi. Mesela Tarık Akan gelmişti, ‘Bundan da çay parasını alın’ diye talimat vermişti garsonlara ve çay parasını almıştı.”
Erol Taş’ın kahvesine Mehmet Gül, Mehmet Ali Ağca, Oral Çelik gibi ülkücülerin çokça geldiğini bildiklerini ifade eden Asart, “Tabii Erol Taş bu yönüyle de etkili bir adam. Geliyorlar, sohbetini dinliyorlar, seviyorlar. Espriliydi, sözünü sakınmazdı, bir gün oyun oynuyoruz masada. Hemşehrisi olduğunu söyleyen biri geldi, yan tarafta oturduğunu belirterek masalarına davet etmişti de ‘konsomatris miyim ben’ niye geleyim masanıza' diye terslemişti.” diye konuştu.
- 'Birliği, beraberliği burada öğrendik'
Tarihi yarımadada nadir de olsa hayatını devam ettirmeye çalışan eskinin yalın kahvehanelerinden Samatya’daki Emirgan Kahvesi'ni 42 yıldır işleten Derviş Ayan, baba mesleğini sürdürmeye çalışanlardan.
İstanbul’a 1965 yılında ailece Mardin’den geldiklerini anlatan 62 yaşındaki Ayan, kahveciliği Nuruosmaniye Camisi’nin yakınlarında çay ocağı işleten İmam Dayı lakaplı patronundan öğrendiğini söyledi.
Daha sonra ağabeyi ile birlikte Kapalıçarşı civarındaki Tavukpazarı’nda çay ocağı işlettiklerini belirten Ayan, 1974’te babası ve diğer kardeşleriyle Samatya’daki Emirgan Kahvesi’ni açtıklarını kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Çok fırtınalı bir gençliğim oldu, edebiyata düşkünüm hala da öyle, şiir yazmaya devam ediyorum. İlk açtığımız yıllarda kahveye insanlar sosyalleşmek için gelirdi, o eski kültür kalmadı şimdi. Buradaki çay bahçelerinde, restoranlarda millet sabahlara kadar şarkılar söyleyip otururdu. Manavları, bakkalları, berberi, kasabı, Osmanlı'dan kalma minik şaraphaneleri ile küçük bir pazar yeriydi burası. Birliği, beraberliği, mertliği, insanlığı burada öğrendik. Çay, kahve ortak tutkumuzdu. Ermeni, Rum, Türk, Kürt Arap, Laz, Çerkez ayrımı yoktu. Sokaklara karşılıklı kilimlerini sererdi komşular, Ayşe hanım börek, Fatma hanım poğaça yapmış, çaylar.. Şimdi öyle bir devir ki borç para ister mi acaba? diye kardeş kardeşe selam vermiyor.'
Bilhassa emeklilerin ‘Bir arkadaşım gelir, onun çay parasını da ödemek zorunda kalırım’ korkusuyla uzun süre oturmaktan çekindiğini ifade eden Ayan, 'Bir baba çalışıp 10 evladına bakardı eskiden, şimdi evlatlarının 10’u da çalışıyor ama 10’u da aç. Gözümüz doymaz oldu. Ayrıca ‘işsizler kahveleri doldurdu’ diye bir şey de yok artık. Herkes çalışmak zorunda. İşte, içerideki 10 masadan sadece birinin dolu olması da bunun kanıtı.” dedi.
Ayan, 4 çocuğundan 2 oğlunun yanında kahvecilik yaptığını, küçük kızını okutup öğretmen çıkarmayı başardığını sözlerine ekledi.