Çelik, ''Yunus Emre Enstitüsü Türk Kültür Merkezleri Müdürleri 6. Eğitim ve İstişare Toplantısı''nda yaptığı konuşmada, Türkiye'nin kültürel zenginliğinin ve tarihi geçmişinin her anlamda dar kalıpların dışına çıkılmasını gerektirdiğini, askeri güçten, istihbarat gücünden ve ekonomik güçten çok daha fazla devletin ruhunu oluşturan asıl kuvvetin o devletin kültürel gücü olduğunu söyledi.
Türkiye'nin geçmişte büyük kültürel gücünü ortaya çıkarma konusunda bazı zaaflar yaşadığına işaret eden Çelik, ''Eğer kültürel değerlerin inkarına dayanan tahakkümcü bir anlayış oluşturulursa 2002 yılından itibaren yaşamakta olduğumuz bu kültürel çoğulculuğun elde ettiği, hem demokratik çoğulculuk hem siyasi kuvvet hem de ekonomik kuvvetin oluşturulması mümkün olmazdı. Kültürel tahakkümcülük ortadan kalktıkça siyasi alan da genişlemiş ve Türkiye özgüven içerisinde hareket etmiştir'' değerlendirmesinde bulundu.
Uluslararası düzeyde de büyük bir kültür tartışmasının sürdüğüne işaret eden Çelik, söz konusu tartışmanın Türkiye'nin bölgesel ve küresel konumunu da yakından ilgilendirdiğini belirtti.
Çelik, şöyle devam etti:
''Gelinen noktada gördük ki: Arap Baharı'nı tartışırken de oryantalizm meselesini tartışırken de islamofobiyi tartışırken de aslında görünürde bir siyaset tartışması yapıyor gibi olsak da çok derinlerde güçlü kültürel köklere sahip tartışmalar yapmaktayız. Nitekim pek çok kere Soğuk Savaş sonrasında Doğu Avrupa'ya layık görülen demokratik desteğin Arap Baharı'na yeterince layık görülmemesinin arkasında Ortadoğu'ya ait duygu ve düşüncelerin kültürel determinizm içerisinde ele alınması vardır. Küresel bazı değerlerin, örneğin demokrasinin, bu coğrafyaya uygun olmadığı gibi bir kültürel önyargı ortaya çıkmıştır. O yüzden Arap Baharı'nda ortaya çıkan halkların demokrasi talebine bir zamanlar Doğu Avrupa da yükselen demokrasi talebinde olduğu gibi güçlü bir destek, maalesef bazı Batılı ülkeler tarafından verilmemiştir. Dolayısıyla belli bir halkı ve belli bir kültürü oryantalist yaklaşım içerisinde ötekileştiren ülkeler, dünyada söyledikleri söz itibarıyla dünya barışına değil, dünyada çatışmaların daha da derinleşmesine katkı vermektedirler.''
Bölgesel ve küresel politikaların temel hedefinin ülkenin çevresinde istikrar, güvenlik ve refah kuşağı oluşturmak olduğunu vurgulayan Çelik, bunu sağlam köklere bağlamak içinse kültürel önyargıların aşılması konusunda çok daha derin çalışmalar yapılması gerektiğini ifade etti.
Devletlerin uluslararası sistem içindeki rollerini yeniden tanımladıkları ve yurt dışındaki teşkilatlarını yeniden yapılandırdıkları bir dönemde, diplomasinin de biçim değiştirdiğini anlatan Çelik, küresel ve bölgesel düzeyde birbirine yakın donanım ve insan kaynağına sahip devletler arasındaki rekabetin arttığını, bu durumun, eskiden beri var olan kültürel ilişkileri, diplomaside daha çok ön plana çıkarttığını kaydetti.
Bu kapsamda, Türk kültür merkezleri müdürlerinin de yaptığı faaliyetlerinin doğrudan doğruya bir diplomasi faaliyeti haline geldiğini ifade eden Çelik, ''Kültürümüzü, geleneklerimizi ve dilimizi öğreterek ve yaşatarak dostluklar kurulmasına olanak veren kültür merkezlerimiz bu bakımdan ülkemizin yumuşak gücünü temsil eden belli odaklar haline gelmiştir'' görüşüne yer verdi.
-''Türkçe stratejik bir unsur haline geldi''-
Dil ve edebiyatın giderek ülkeler arasındaki ilişkilerde çok daha temel bir fonksiyon icra ettiğini bildiren Çelik, şunları belirtti:
''Artık Türkçe sadece bir dil olmanın ötesine geçmiş, ülkemiz açısından stratejik bir unsur haline gelmiştir. Halihazırda 220 milyon insan tarafından konuşulan Türkçe, Çince, İngilizce, İspanyolca ve Hintçe'den sonra en çok konuşulan 5'inci dil olarak aslında ülkemizin en büyük yumuşak güç kaynağı ve ülkemiz açısından çok iyi değerlendirilmesi gereken bir stratejik unsur olmuştur. Bunun farkındayız bu bahsettiğimiz stratejik gelişmenin desteklenmesine önem vermekteyiz.''
Bu kadar yaygın olan Türkçenin edebi açıdan da tanıtılması bağlamında çeviri ve yayın destek programı TEDA'nın "Türk Edebiyatının Dışa Açılımı Projesi"yle 2005 yılından bu yana yerli eserleri ve yazarları yabancı okurlarla buluşturduklarını aktaran Çelik, TEDA projesi kapsamında 58 ülkede ve 54 dilde bin 456 eserin çeviri ve yayımına destek verildiğini bildirdi.
-''Bir dilin ilgi görmesi pek çok siyasi meselenin hallinde de önemli''-
Bakanlığın uzun yıllardır yürüttüğü ve bu yıl Yunus Emre Enstitüsünün ilk kez paydaş kurum olarak katıldığı Tarabya Türk-Alman Çeviri Ödülleri gibi mekanizmaların sayısını birlikte çalışarak arttırma kararlılığında olduklarını ifade eden Çelik, ''Bir dilin yurt dışında ilgi görmesi, o ülkenin imajına pozitif katkı sağladığı gibi aslında pek çok siyasi meselesinin hallinde de önemli bir zemin oluşturmaktadır. Bu bağlamda halklar arasında kalıcı dostluklar kurulmasına imkan veren ve geleceğe ortak pencereden bakabilmemizi sağlayan merkezler olarak görmekteyiz, sizin temsil ettiğiniz merkezleri'' değerlendirmesini yaptı.
Devletler arasındaki siyasi, askeri ve ekonomik ilişkiler ne kadar güçlü olursa olsun, bu ilişkilerin halklar ve kültürler arasında diyalog nezdinde daha da güçlendirilmesi gerektiğinin farkında olduklarını dile getiren Çelik, ''Bir ülkeyle kuracağımız insani ve kültürel bağlar, her alanda işbirliğimizin geliştirilmesi bakımından çok önemlidir. Bu açıdan biz kendimizi aslında büyük bir imkan deryasının içinde addediyoruz. Çünkü sahip olduğumuz birikim, kültürel çeşitliliğimiz ve bu kültürün çevremizdeki halklar tarafından kolay anlaşılabilir imkanlara sahip olması bizim açımızdan büyük bir imkandır'' görüşüne yer verdi.
Kültür ve Turizm Bakanı Çelik Açıklaması
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, ''Artık Türkçe sadece bir dil olmanın ötesine geçmiş, ülkemiz açısından stratejik bir unsur haline gelmiştir. Halihazırda 220 milyon insan tarafından konuşulan Türkçe, Çince, İngilizce, İspanyolca ve Hintçeden sonra en çok konuşulan 5'inci dil olarak aslında ülkemizin en büyük yumuşak güç kaynağı ve ülkemiz açısından çok iyi değerlendirilmesi gereken bir stratejik unsur olmuştur'' dedi.