'Kürt sorunu, yalnızca dil serbestliğiyle çözülemez'
Süleymaniye Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Saleh Kanebi, sorunun yalnızca kültürel haklarla değil, bölgesel bir özerklikle çözülebileceği görüşünde
Süleymaniye Üniversitesi’nde görevli Kürt akademisyenlerin Türkiye’de akan kanın durdurulması için ortaya attıkları düşünceler çarpıcı. Süleymaniye Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Saleh Kanebi İsmail’le birlikteyiz. Görüşmeye doktora öğrencisi M. Pişko Heme Tahir de katılıyor. Tahir’in önermeleri yer yer hocasından çok daha radikal.
Dr. Saleh, ‘Kürdistan’ın parçalanmasının tarihsel kökleri’nden başlıyor ve konuyu Türkiye’ye bağlıyor:
“Kürdistan, jeopolitik ve coğrafi özellikleri nedeniyle parçalanmaya elverişliydi. Parçalanma Osmanlılar ve Safeviler döneminde başladı. Cumhuriyet döneminde iyice belirginleşti. Buradaki parçalanmışlıkta dünyadaki süper güçlerin de rolü var. Bölgedeki zenginliklerin, özellikle de petrolün varlığı, istikrarı önlüyor. Irak, Türkiye,
Suriye ve İran da Kürtlerin bir araya gelmesini önlüyor. Bu dört ülkenin aralarında çelişkiler bulunsa bile Kürtlere karşı bir araya gelip birleşmeyi engellemek için ittifak yapabiliyorlar.
‘Dil ve kültür haktır’
Kürtler açısından Türkiye’de yaşananlardan memnun değiliz. Her insanın kendi dili ve kültürüyle yaşaması hakkıdır. Türkiye’de geçmişte Kürt elbisesi giymek bile yasaklandı. Avrupa Birliği’ne girmek istiyor Türkiye. Ama orada herkes kendi kimliğiyle bulunuyor. Kürtler de kendi kültürlerini yaşatmak, bunu özgürce yaşamak istiyorlar. Türkiye’deki bütün siyasi partiler Irak’ta yaşayan Türkmenlerin haklarını savunuyor. Anadillerini, eğitimlerini, kültürlerini, siyasi haklarını savunuyorlar. Aynı şey neden Kürtler için olmasın?
‘Özerklik çözer’ Türkiye’deki sorun sadece dil hakları, kültürel haklar ve diğer serbestliklerle çözümlenecek bir sorun değil. Kürtlerin yaşadığı mıntıkanın serbest bir bölge olması sorunun tümüyle çözümlenebilmesi için temel anahtardır. Kürt bölgesinde özerk bölgesel bir sistem kurulursa sorun çözülmüş olur. Saddam döneminde kültürel haklar bakımından iyi durumdaydık. Dil yasaklı değildi, kültürümüzü yaşatma imkânlarımız vardı. Ama ona rağmen burada yaşayan hiçbir Kürt kendini özgür hissetmiyordu. Olayın dil özgürlüğü, kültürel haklar ve giyim kuşamdan çok daha boyutlu bir yanı var: Kendi kendini yönetebilmek. Kürtler bunu istiyorlar. Tam olarak ne istediklerini anlamak için onlara ‘ne istiyorsunuz?’ diye sormak gerekir. PKK’yi ortadan kaldırmakla bu sorunun çözüme kavuşturulabileceğini düşünenler yanılıyor. PKK’yi kaldırsanız, Kürt sorunu ortada kaldıkça yeni bir PKK çıkar.
YOKSULLUK VE ASAYİŞ SORUNU DEĞİL
Doktora öğrencisi Pişko Heme Tahir de Türkiye’deki Kürt sorununu yakından takip eden isimlerden. Ona göre, Kürdistan dört değil, beş parça. Pişko’nun bu bakışı, Türkiye’de bir zamanlar ‘Beş Parçacılar’ diye bilinen Sterka Sor örgütünü anımsatıyor. Pişko’ya göre, Kürtlerin bulundukları coğrafyada beş parçaya bölünmesinin sorumlusu İngiltere ve Fransa başta olmak üzere süper güçler.
“Parçalanma Çaldıran Savaşı’ndan sonra başladı. Bir kısım Osmanlı, bir kısım da İran’ın egemenliği altına girdi. Aralarındaki lehçe farkı parçalanmanın temelini oluşturmaz. Bu tür farklar dünyanın her yerinde var. Sayks Pikot Anlaşması’yla (3 Ocak 1916’da İngilizler ve Fransızların Anadolu’nun bölüşümünü öngören anlaşmasında Kürt devletinin kurulması istenmiyordu) bu parçalanma yeni bir sürece geldi ve zamanla bugünkü halini aldı.
Kürdistan’daki siyasi yelpazede bulunan bütün partiler Kürdistan’ın parçalarının birleştirilmesi talebinde bulunuyor. Şartlar ve siyasi durum bu talebi öne çıkarır ya da çıkarmaz. Bu önemli değil. Bu yönde niyet ve istek var.
‘Otonomi sözü unutuldu’ Türkiye’nin yakın dönem tarihine baktığımızda Atatürk daha çok Kürtlerin desteği ve işbirliği ile Kurtuluş Savaşı’nı kazandı. Ama sonra verdiği sözleri yerine getirmedi. Bu sözler arasında otonomi de vardı. Kürtlerin hakları daha en baştan yok sayıldı. Daha sonraki hükümetler, döneme göre farklı tavırlar geliştirse de Kürtlerin haklarına ilişkin ciddi bir ilerleme olmadı. Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için öncelikle Kürt sorununu çözmesi gerekiyor. Bunu yapmazsa AB’ye giremez.
Türkiye’nin buradaki siyaseti bir taşla iki kuş vurmaktır. Her iki tarafı da yani hem Kürdistan’ı, hem PKK’yı zayıflatmak istiyor. Türkiye hükümetinin Kürdistan’ı resmen tanıyacağına da inanmıyorum. Burayla ilişkileri biraz ekonomik çıkarlarından ötürü gelişti. Türkiye 90’larda Kürtleri savaştırmayı başardı. Fakat o zaman Kürdistan zayıftı. Şimdi ise belli bir istikrar ve düzen var burada. Zaten Kürt örgüt ve partileri de kendi kardeşleriyle savaşmayı reddederler. PKK ile savaşmak burada yaşayan bütün Kürtlerin çıkarlarına aykırı. Asıl çözüm kendi kaderini tayin hakkıdır.
‘Yoksulluk kimin suçu’ Olay bir asayiş sorunu ya da fakirlik sorunu olarak görülüyorsa da bunun sorumlusu hükümettir. Fakirliğin ya da geri kalmışlığın sorumlusu PKK değil. Sorunun Kürt sorunu olarak değil, asayiş ya da yoksulluk sorun olarak alınması hükümetin bir taşla iki kuş vurmak istemesinden kaynaklanıyor. Hem yoksulluğun sorumluluğundan kurtulmak istiyor hem de PKK’yi etkisizleştirip Kürtlerin haklarının yok edilmesini meşrulaştırıyor. Bence PKK’nin yarattığı etkiyle Türk hükümetleri Kürtlerin sorunlarına eğildi ve sorunlarına ilişkin politikalar üretmek zorunda kaldı. “