Rektör Prof. Dr. İbrahim Özdemir, Hz. Mevlana'nın önemi ve eşsizliğinin ise, 'aşkı varlığın, varoluşun ve yaratılışın merkezine alan; bu niteliğiyle de tüm insanları ve tüm mahlukatı kucaklayan antropokozmik (kainat merkezli) dünya görüşü olduğunu belirtti.
Rektör Özdemir, Mevlana ile ilgili olarak şu ifadelere yer verdi: "Küçük Celaleddin daha 12 yaşındayken ailesi Moğol istilasından ve yıkımından kaçarak Belh'ten ayrıldı. Aile hac vazifesini yerine getirmek için Mekke'ye gitmiş ve uzun yolculuklardan sonra Selçuklu İmparatorluğu'nun başkenti olan Konya'ya yerleşmiştir. Dört yıl süren bu yolculuk boyunca Celaleddin sadece büyük şehirlerde, heybetli dağlarda, güzel ovalarda ve topraklarda dolaşmamış; aynı zamanda çağının iyi tanınan sofi ve alimleri ile de tanışmış; onlardan farklı bakış açıları ve yeni şeyler öğrenmiştir. Zamanın büyük alimlerinden olan babasından ilk eğitimini almış olmasına rağmen; kelam, fıkıh, felsefe, tefsir, mantık ve benzeri klasik ilimler onun ruhunun ve kalbinin susuzluğunu gidermeye yetmemiştir. Engin ruhunun susuzluğunu gidermek, K. Jaspers'in tabiriyle; Mevlana hakikati aramak ve bulmak için sürekli ‘yolda’ idi. Ona göre geleneksel ilimler şekilcilikle doluydu ve varlığın özüne inemiyorlardı. Bir gün öğrencileri ile ‘yolda’ yürürken onu baştan aşağıya sarsacak ve değiştirecek ‘gözün ışığı, aklın berraklığı, ruhun parlaklığı ve kalbin aydınlığı’ diye tanımladığı Şems-i Tebrizi (1185-1247) ile karşılaştı. Mevlana, Şems ile tanıştıktan sonra adeta yeniden doğdu ve aşkı kainatın canlı gücü olarak keşfetti." "17 Aralık 1273 yılında büyük bir aşkla bağlı olduğu ‘dosta’ yürüdüğünde, şehirde yaşayan Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar, kısaca herkes cenazesine eşlik etti. O gün bugündür o sadece Müslümanların değil, tüm dünyanın Mevlana'sı (Efendisi) olarak kabul edilmekte; okunmakta ve anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, kullandığı zengin ve sembolik dil vasıtasıyla herkese ulaşabilmesi, sultanlardan sıradan insana kadar herkese hitap etmesi olabilir. Bu nedenle 21. yüzyılda başta ABD olmak üzere birçok ülkede hala yoğun bir ilginin merkezi olması ve okunması, üzerinde dikkatle durulması gereken bir olgu olarak karşımızda durmaktadır" diyen Özdemir, UNESCO'nın Mevlana'nın 800'üncü doğum yıldönümünü tüm dünyada kutlamasının, bu bağlamda büyük bir fırsat verdiğini vurgulayarak, sözlerine şöyle devam etti: "Onun mesajının çağdaş insana sunduğu imkan ve bakış açılarını yeniden düşünme ve ortaya koymamız için bir zemin olmuştur. Burada sorulması gereken soru şudur; 21. yüzyılda yaşayan bizlere, 13. yüzyılda yaşamış bir bilge insan ne söyleyebilir ve nasıl yardımcı olabilir? Bunu anlamak için öncelikle kendimize ve içinde yaşadığımız dünyaya bakmamız gerekmektedir. Öncelikle de en büyük sorun/sorunlarımızın neler olduğunu tespit etmek durumundayız. En büyük sorunumuzun ne olduğunun cevabı size veya bize göre değişebilir. Ama dünyanın önde gelen bilim insanlarının bu soruya verdikleri nesnel ve kesin bir cevap var. Şubat 2007 yılında Paris'te bir araya gelen çeşitli disiplinlere mensup 2 bin 500 bilim insanı, küresel anlamda en büyük sorunumuz olarak 'küresel ısınma' ve sonuçlarına tüm dünyanın dikkatini çektiler. Dahası bu sorunların büyük oranda insan faaliyetlerinin sonucu olduğunu da özellikle vurguladılar. Çağdaş medeniyet tarihçisi Jared Diamond çevre sorunlarının dikkate alınmadığında nasıl yıkıcı sonuçlara neden olduğunu; medeniyetlerin, imparatorlukların ve ülkelerin yıkılıp yok olmasındaki rolünü bilimsel olarak ortaya koymuştur." İnsanı ve tabiatı yeni bir bakış açısıyla anlama, anlamlandırma ve insan-alem ilişkilerini yeniden belirlemede Mevlana'nın yardımcı olabileceğini, bilim ve teknolojideki tüm gelişmelere rağmen insan olmanın olmazsa olmaz şartlarının ve tabiatın niteliğinin değişmediğini belirten Özdemir, "Tabiatla ilgili bilgilerimiz nitelik olarak artmasına rağmen, nicelik olarak tabiatı ve insanı anlama konusundaki bilgilerimizde ciddi sıkıntılar olduğu bugün genel bir kabul görmektedir. Bu nedenle Konfüçyüs, Buda, Sokrates ve Mevlana gibi insanlığın yetiştirdiği büyük şahsiyetlerin ve düşünürlerin bize yardımcı olabileceği düşünülmektedir. İkinci önemli sorun ise ‘birlikte ve barış içinde yaşamakla’ ilgili olup, tüm çağdaş toplumları yakından ilgilendirmektedir. Küreselleşen dünyanın bir sonucu olarak başta siyasi ve ekonomik nedenlerden kaynaklanan göçler sebebiyle günümüzde birçok insan doğduğu veya vatandaşı olduğu ülkeden farklı bir ülkede yaşamaktadır. Bu nedenle 21. yüzyılda cevap bulmamız gereken ikinci soru 'birlikte' yaşama sorunudur. Mevlana'nın kişisel ve küresel anlamda birlikte yaşama ve bunun bir sonucu olarak da yine bireysel ve küresel anlamda barışın sağlanmasında bizlere yardımcı olabilecek bir şahsiyet olarak karşımızda durmaktadır. Dahası, doğu ve batıdaki okuyucuları arasında ortak bir dil ve bilinç oluşturarak buna en büyük katkıyı yapmaktadır. Aslında kültür tarihimizin büyük simaları Hacı Bektaş-ı Veli, Hoca Ahmet Yesevi ve Yunus Emre de benzer bir dil ve ortak anlayış geliştirmede bizlere yardımcı olabilirler. Erick Fromm çağdaş insanın karşı karşıya bulunduğu durumu, daha doğrusu zaaf ve hastalıklarını birinci elden bilen biri olarak; bir yandan bunların nedenlerini sorgulamış, diğer yandan da kendi düşüncelerini oluşturmuştur. İnsanın kendini ve ‘ötekini’ algılayış biçiminin hayatımızı derinden nasıl etkilediğini vurgulayan Fromm, daha 1960'lı yıllarda şu tespiti yapar; ‘Bizler insan ırkının nükleer savaş, insanın kendisine, birlikte yaşadığı insanlara ve doğaya yabancılaşmasının sonucu olan manevi çöküntü ile tehdit edildiği bir dönemde yaşamaktayız’. Küreselleşen dünyada farklı kimliklerin ve ‘ötekinin’ bir sorunsal olarak ortaya çıktığı günümüzde bu tespit daha da önem kazanmaktadır. Aslında Fromm'un Mevlana'ya ilgi duyması da buradan kaynaklanmaktadır. Zira Rönesans hümanizminin fikirlerini 200 yıl önce ortaya koymuş; 13. yüzyıl gibi erken bir dönemde ‘kesrette vahdeti’ ortaya koyarak; farklı kültür, din, inanç ve ırk mensuplarının birlikte yayabileceklerini derin bir kavrayış ile göstermiştir. Ona göre birlikte yaşamanın ve hoşgörünün ilk şartı ‘insan olma bilincimizi’ keşfetme ve ‘ötekileri’ bu bilinçle anlamaya çalışmak olarak ortaya çıkmaktadır. Erasmus ve Nicholas de Cusa da bulunan dini hoşgörü fikirleri ile Ficino'nun aşkın ‘temel yaratıcı güç’ olma fikrini onlardan çok önceleri Mevlana tarafından dile getirildiğini ve vurgulandığını görüyoruz. Mevlana'nın son yolculuğuna uğurlanırken, Konya'da mevcut farklı din mensuplarının da ona eşlik etmesi bu bağlamda yeniden hatırlanmalıdır. Fromm bundan hareketle ısrarla, insanın doğası, farklı kimlikler, çok kültürlülük, birlikte yaşama; önce iç barış sonra da toplumsal barışı inşa etmek isteyenlere, toplumun çeşitli katmanları arasındaki uçurumları doldurma ve gerginlikleri azaltmayla ilgilenenlere Mevlana'nın söyleyeceği çok şey bulunduğunu ısrarla vurgulamaktadır" ifadelerini kullandı.
Mevlana'yı tanımanın, aynı zamanda insanlığın yetiştirdiği en büyük hümanistlerden birinin fikirlerini ve kişiliğini tanımak da olduğuna dikkat çeken Özdemir, "İçinde yetiştiği ve beslendiği kültürel kimliğini aşarak, ‘aşkta ve yaratıcılıkta yeniden doğmayı’ başaran Mevlana, bunun yolunu tüm insanlara göstermiş ve göstermeye devam etmektedir. Bundan dolayı, Mevlana'yı ve düşüncelerini tanımak, aynı zamanda kendimizi, yani insanı tanımaktır. Bunu için yapılması gereken onun çağlar üstünden gelen ‘kim olursanız olun’ davetine sadece ‘evet’ demektir. Dünyanın uzak ülkelerinden on binlerce insanın her yıl akın akın Mevlana'ya gelmesinin nedeni de budur. Mevlana'ya göre farklı din, kültür ve kimliklere ait bir toplumdaki çatışma ve kavgaların temelinde kendimiz ve varlıkla ilgili cehaletimiz yatmaktadır. Sokrates'in ‘cehaleti’ her tür kötülüğün kaynağı ve kökü olarak gördüğü gibi, düşünürümüz de insanlığını gerçekleştirememiş bireylerin toplumdaki farklılığı çatışma ve kavga nedeni olarak görebileceğini vurgular. Ona göre halkın ihtilafının nedeni de budur. Çare eğitim ve aydınlanmadır. Ancak bu aydınlanmanın 18. yüzyıldan bu yana tanıdığımız aydınlanmadan farklı olduğunu unutmamalıyız. Mevlana, toplumdaki farklı dil, din ve kültürleri arasındaki farklılıkların doğru anlaşılmadığında çatışmaya neden olacağını çok etkileyici bir hikaye ile bize göstermektedir. Bu hikayede onun içerisinde yaşadığı çok kültürlü ortamla ilgili ipuçları da bulunmaktadır. Sonuç olarak, Mevlana çağdaş insanın karşı karşıya bulunduğu ciddi sorunları anlamasında ve çözmesinde bizlere yeni bakış açıları ve zengin bir dil sunmaktadır. Dahası başta çevre merkezli sorunlar olmak üzere, çok kültürlü bir dünyada yaşamanın sebep olduğu toplumsal ve kültürel sorunları aşmada bizlere yardımcı olabilecek potansiyel bir güçtür. Zira onun düşüncesinde maneviyat, akılcılık ve evrensel ahlak sağlıklı bir sentez kurmakta; Allah, evren ve insanlık yaratıcı aşk görüşünde bir araya gelmektedir. Mevlana tabiattaki biyolojik zenginliği Rabbinin ‘cemal, celal ve kibriyasının’ bir tezahürü olarak görüp üzerinde titrerken; toplum hayatındaki kültürel çoğulculuğu da yine onun bir hikmeti olarak görmüş ve yorumlamıştır. Bize düşen tabiattaki biyolojik zenginlik gibi kültürel zenginliği ve farklılıkları anlamak, bunu insanlığın gelişmesi ve yücelmesi için bir kaynak olarak görmektir. Kısacası, hepimiz Mevlana'nın gel çağrısına olumlu cevap verme ve bu çağrının gerektirdiği yeniden doğuş ve dönüşüme hazır olup olmadığımıza karar verme durumundayız. Ancak değişim ve dönüşüm o kadar da kolay değildir. İnsanlık durumu olarak ‘zayıf, arığ ve çaresiz’ olabiliriz. Bu insanlık durumunun farkında olan Mevlana, ‘biz Ademoğullarını üstün kıldık’ ilahi emrinden hareketle iyimserdir ve umut doludur. Bu ilahi sesin inayet eserlerini duyduktan sonra ‘ne zayıfım ne arığım, ne de çaresizim, dünyanın çaresini bulurum ben’ demektedir. Mevlana'nın mirasçıları olarak, biyolojik ve kültürel çeşitliliğin tehdit ve tehlike altında olduğu, dahası savaş ve çatışmalara neden olduğu bir dünyada; tüm mahlukatla olduğu gibi toplumla da barış, huzur ve mutluluk içinde yaşamanın formülünü Mevlana'nın öğretisinde bulmak ve tüm dünyayla paylaşmak durumunda olduğumuzu düşünüyorum" şeklinde konuştu.
Mevlana'nın Çağdaş İnsana Mesajı Anlatıldı
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özdemir, İslam aleminin yetiştirdiği en büyük sofilerden olan Muhammed Celaleddin, 1207 yılında Belh şehrinde doğduğunu, Müslüman dünyasının onu ‘efendimiz’ anlamına gelen 'Mevlana' adı ile onurlandırdığını söyledi.