MÜSİAD, genel merkezinde gerçekleştirdiği toplantı ile 2010 yılındaki ekonomik gelişmeleri değerlendirerek 2011 yılı beklentilerini kamuoyuyla paylaştı. Toplantıda konuşan MÜSİAD Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan, Türkiye'nin 2009 yılını yüzde 4.7'lik bir küçülme ile kapattığını ancak 2010 yılında büyüme ve istihdam cephesindeki göreceli kayıplarını hızla telafi ettiğini söyledi. 2011 yılında da, 2009'dan 2010'a gelişte olduğu gibi hızlı bir büyüme beklemediklerini dile getiren Vardan, yüzde 5-6 civarında
dengeli ve mütevazi bir büyümenin gerçekleşeceğini düşündüklerini kaydetti.
Vardan, "Önemli olan, bu dalgalı süreçte gemiyi istikrarlı bir şekilde yüzdürmeye devam ettirebilmek ve elde etmiş olduğumuz küresel aktör durumumuzu pekiştirmektir" dedi.
Vardan, 2011 yılında büyümenin yüzde 5-6, ihracat artışının yüzde 13-14, cari açığın yüzde 5, enflasyonun yüzde 5-6.5, bütçe açığının yüzde 3, işsizliğin yüzde 12 olarak gerçekleşeceğini tahmin ettiklerini belirtti.
"Durgunluk, finansal darboğazlar, rekabetçi devalüasyonlar, tarife dışı engeller gibi bir takım sıkıntılar önümüzdeki yıl bizleri beklemektedir" diyen Vardan, buna ilaveten ikinci dalga söylemlerinin de mevcut olduğuna işaret etti. Bununla birlikte 2011 Haziran ayında yapılacak olan genel seçimlerin de üzerinde dikkatle durulması gereken bir başka konu olduğuna değinen Vardan, "Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz dönemde yakalanan 28 çeyrek büyümenin, önce duruşa ve sonra da düşüşe geçtiği zamanlar, siyasi
ve ekonomik istikrarı kaybettiğimiz, 2007 seçimleri öncesi ve 2008'deki parti kapatma davası dönemleriydi. Bu nedenle küresel krizden çıktığımız şu günlerde yakaladığımız 4 çeyrektir devam eden büyümenin sürdürülebilir kılınabilmesi için ülkemizde güven ve istikrar ortamının devam etmesi oldukça önemlidir" diye konuştu.
Ömer Cihad Vardan, elde edilen başarıları sürdürebilir kılmak için yapılması gerekenleri ise şöyle sıraladı:
"Ülkede güven ve istikrar ortamı korunmalıdır. Referandum sonucunda demokratikleşme adına yakalanan olumlu tablonun, kapsamlı bir sivil anayasa, ilave ikinci nesil reformlar ve iyileştirme çalışmalarıyla devam ettirilmesi gerekir. Seçime girecek tüm partilerin herhangi bir popülizme girmeden, mali disiplini bozacak ve ileride ülkeyi tekrar sıkıntıya sokabilecek, afaki ve hayali vaatlerde bulunmaması elzemdir. Aynı kapsamda, halihazırda TBMM'nde çıkmayı bekleyen, TTK, Borçlar Kanunu gibi ticaret hayatı
açısından elzem olan kanunların herhangi bir siyasi rekabete kurban gitmeden çıkarılması lazımdır. Bunlar pazarlık konusu yapılmamalıdır. Yıllardır ihtiyacı duyulan ve önümüzdeki günlerde açıklanacak olan Sanayi Strateji Belgesinin, somut başarı kıstasları tanımlanmış olarak uygulamaya konulması oldukça önemlidir. Yılsonunda süresi dolacak olan mevcut yatırım teşviklerinin en az 2 yıl daha uzatılması gerekmektedir. Bugüne kadar verilmiş olan teşviklere ilişkin etki değerlendirmeleri açıkça
göstermiştir ki; yatırımlar genelde birinci bölge dışına kaymakta ve yüksek katma değer oluşturan yatırımlar da artmaktadır. Ancak, teşvik süresi uzatılırken, daha etkin bir koordinasyon için yeni Sanayi Strateji Belgesi de dikkate alınmalıdır. 2023 vizyonuna ulaşmada gerekli olduğunu düşündüğümüz, rekabet gücümüzü artırmaya yönelik çalışmalara da öncelik verilmesi gerekmektedir. Bu vesileyle, Türkiye'nin ihracatında halihazırda düşük paya sahip, ileri teknolojinin geliştirilmesi için, ithalata,
fasonculuğa ve montajcılığa değil, yerli üretime dayalı bir ihracat modelinin benimsenmesi de, yeni dönemin stratejilerinden olmalıdır. Bu nedenle, Ar-Ge, inovasyon ve markalaşmayı önceleyerek, yüksek katma değerli, ileri teknolojili imalat stratejilerinin geliştirilmesi ve bu yönde yapılan desteklere devam edilmesi büyük önem arz etmektedir. Özellikle KOBİ'lerin geliştirilmesi ve 2023 hedeflerine ulaşmada katkı sağlamaları amacıyla KOSGEB'in değişen yüzü ve nitelikli destekleri artırılarak devam etmelidir.
Büyük projelere odaklı ve doğrudan yabancı yatırımcıyı çekmeye yönelik çalışmalara ağırlık verilmelidir. Bu doğrultuda, 26 merkezde kurulmuş olan Kalkınma Ajanslarının aktif olarak ve karşılıklı işbirliği içerisinde devreye girmesi de oldukça önemlidir. Ulusal İstihdam Stratejisinin yürürlüğe konularak işsizliğin azaltılmasına devam edilmesi ve Uzmanlaşmış Meslek Edindirme çabalarının dikkatle takip edilmesi gerekmektedir. Beşeri sermayenin güçlendirilmesi yönünde çalışmaların yapılması ve gençlerimize,
geleceğin sektörlerine yönelik eğitim verilmesi ve yönlendirme yapılması aciliyet teşkil etmektedir. Kriz sonrasında istihdam konusunda gösterilen hassasiyet, ulusal tasarrufların artırılması konusunda da gösterilmelidir. Bu, cari açık meselesinin çözülmesinde de başlıca ödevlerimizdendir. Öte yandan, cari açığın en büyük müsebbiplerinden olan enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmak adına, yenilenebilir enerji ve özellikle nükleer santral projelerinin bir an önce hayata geçirilmesi gereklidir. Buna ilaveten,
uygulanan para politikaların etkinliğini artırmak üzere, Maliye Bakanlığı, yakalanan performanstan da yararlanarak, uzun vadeli tahvil ihraç etmelidir. Türkiye, 2002 yılından beri enflasyonla mücadele odaklı olarak sürdürülen büyüme modelinden tümüyle vazgeçmeden, işsizlik ve cari açığın belli düzeyde tutulmasını da çıpa olarak önceleyen bir ekonomik yapılanmayı 2011 yılında da sürdürmelidir."
2010 yılı ile ilgili ekonomik verileri de değerlendiren Vardan, 2010 yılında ABD, Japonya ve AB ülkeleri gibi gelişmiş birçok ekonominin yüzde 1 ila 4 arasında bir bantta büyüme sergilerken Türkiye'nin ilk üç çeyreği yüzde 8.9 oranında bir büyüme ile kapattığını kaydetti. Bu rakamla Türkiye'nin dünyada Çin'den sonra en büyük ikinci büyümeyi gerçekleştirdiğini vurgulayan Vardan, sözlerine şöyle devam etti:
"Öncelikle, son yüzyılın en büyük ikinci krizi olarak kayıtlara geçen 2008-2009 küresel krizinin esas etkilerini gösterdiği 2009 yılında, Çin hariç tüm dünya ekonomilerinde bir daralma yaşandığını görüyoruz. Yılın son çeyreğinde yüzde 6'lık bir büyümeyle krizin etkilerinden kurtulmaya başlayan Türkiye, yine de 2009 yılını yüzde 4,7'lik bir küçülme ile kapamıştır. 2010 yılında ise, gelişmekte olan ülkelerde hızlı bir iyileşme görülürken, krizin merkez üssü olan ülkeler yavaş ve kırılgan bir toparlanma
içerisinde olmuşlardır. ABD, Japonya ve AB ülkeleri gibi birçok gelişmiş ekonomi, yüzde 1 ila yüzde 4 arasındaki bir bantta büyüme sergilerken, Türkiye, büyüme ve istihdam cephesindeki göreceli kayıplarını hızla telafi ederek, ilk 3 çeyreği yüzde 8,9 oranında bir büyüme ile kapatmıştır. 2010 yılında dünya çapında görülen bu tedrici iyileşmeye rağmen, özellikle AB ve ABD gibi gelişmiş ülkelerdeki kronik durumlar dikkate alındığında, ilerisi için yine de 'temkinli iyimser' olmamızı gerektirecek bir takım
kırılganlıkların devam ettiğini söyleyebiliriz."
Dikkat çeken ilk nokta; AB'de "PIGS" diye tanımlanan Portekiz, İrlanda, Yunanistan ve İspanya'nın durumlarının, dünyadaki havayı olumsuz etkilediğidir. Bunlarla beraber yine İngiltere ve İtalya gibi ülkelerdeki olumsuz durum ile ABD'nin devamlı para basarak ekonomiye müdahale etmesi, bu endişeli bekleyişi devam ettirmektedir. Öyle ki, adı geçen bu ekonomiler güven verici bir şekilde kalkışa geçmeden, tam anlamıyla bir düzelmeden bahsedilememektedir."
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin büyümelerindeki ayrışmanın, aynı zamanda para politikalarına da yansıdığını dile getiren Vardan, gelişmiş ekonomilerde çok büyük boyutta parasal genişlemenin halen mevcut olduğunu kaydetti. Vardan, "Bu piyasalarda uzun süredir düşük faizler ve bol likidite durumu hüküm sürmektedir. Diğer bazı gelişmekte olan ülkelerde de olduğu gibi, krizde alınan önlemlerin ülkemizde de büyük ölçüde geri çekilmiş durumda olması sevindiricidir" diye konuştu.
Küresel işsizliğe, kriz öncesi ve sonrası rakamlarla bakıldığında ise birçok gelişmiş ülkede korkunç oranlarda artış gözlemlediklerini dile getiren Vardan, İspanya için yüzde 66, ABD için yüzde 55, İngiltere için yüzde 30 olan bu artış oranının Türkiye için sadece yüzde 5.5 olarak gerçekleştiğine işaret etti.
Vardan, "Dolayısıyla, geçtiğimiz yılda, büyümenin istihdama yansıması, Türkiye'nin dünya sistemi içinde ortaya koyduğu ikinci bir pozitif ayrışma hikâyesini teşkil etmiştir. Zira işsizlik göstergelerinde kriz öncesi seviyeye ancak 2-3 sene gibi bir sürede dönebileceği öngörülürken, Türkiye bunu çok kısa sürede başarmış ve en çok istihdam oluşturan ülkelerin açık ara önünde yer almıştır. Bu nedenle, 2009 Şubat ayında yüzde 16,1'e ulaşan işsizlik oranının, 2010 Eylül ayında yüzde 11,3'e düşmüş olmasını
kayda değer bir gelişme olarak değerlendirmeliyiz. Yine son açıklanan Eylül işsizlik rakamının geçen senenin aynı dönemine göre 2,1 puanlık bir düşüş sergilemiş olması da gayet anlamlıdır" dedi.
2010 Türkiye ekonomisine daha yakından ve detaylı olarak bakıldığında yılbaşından bu yana kesintisiz ve istikrarlı bir büyümeye şahit olunduğunu ifade eden Vardan, "İthal bir kriz olmasına rağmen Türkiye'nin başarıyla yönettiği 2008-2009 krizinin ardından, 2010'un ilk dokuz ayında kaydedilen yüzde 8,9 oranındaki yüksek büyümenin kaynaklarına bakıldığında, iç talebin lokomotif görevi gördüğü ifade edilebilir. Bunun alt bileşenleri içinde özel kesim yatırımlarının ve tüketimin çok ağırlıklı bir yerinin
olduğu görülmektedir. Talebin canlılığı, geleceğe yönelik beklentilerin ne kadar iyimser olduğunun da bir göstergesidir. Zira talep ve karlılık beklentilerinin pozitif olmasının, piyasadaki motivasyonu olumlu yönde etkilemekte olduğunu görüyoruz" diye konuştu.
Bunu son çeyrek GSYH verilerinin de açıkça ispatladığını ifade eden Vardan, üçüncü çeyrekte GSYH'da yüzde 75'lik bir paya sahip olan hane halkı tüketiminde yüzde 7.6'lık ve yüzde 22'lik paya sahip özel sektör yatırımlarında da yüzde 34.4'lük artışların olmasının dikkat çektiğini kaydetti. Vardan, büyümenin sektör bazındaki lokomotifinin ise inşaat, enerji ve imalat sanayi sektörlerinin olduğunu vurgulayarak, "Büyümeye genel olarak bakıldığında, 2010'un ilk 9 ayında, 2010 büyümesinin orta vadeli plana
uyum gösterdiğini ve hatta beklenen 4. çeyrek büyümesiyle, yılsonu rakamının, yüzde 6,8 olan yıllık hedefin çok daha üzerinde gerçekleşeceğini görmek de memnuniyet vericidir" şeklinde konuştu.
GSYH'nın yüzde 22'lik bir payını oluşturarak büyümeye önemli bir etkisi olan sanayiye de değinen Vardan, 2010 göstergelerinin, imalat sanayinin ve kapasite kullanımının istikrarlı bir şekilde büyümekte olduğunu ortaya koyduğunu söyledi.
Vardan, "Ülkemizde sanayi üretimi, krizle yaşadığı düşüşten sıyrılmayı başarmış, hatta kriz öncesi rakamlarını bile aşmaya başlamıştır. Ekim 2010'da ise son yılların en yüksek seviyesine ulaşmayı başararak rekor kırmıştır. Aynı zamanda kapasite kullanım oranı, 2009'un ilk çeyreğinde yüzde 60,3 iken, 2010 3. çeyrekte yüzde 73,6'ya yükselmiştir. Bir sanayici ve işadamları derneğinin başkanı olarak, tüm bu verileri, temsil ettiğimiz sanayi sektörünün de krizi tamamen geride bıraktığını göstermesi açısından
önemsiyorum" dedi.
Diğer önemli ekonomik göstergelerden biri olan kamu maliyesinde Türkiye'nin çizmiş olduğu olumlu tabloya da dikkat çeken Vardan, 2009'da vergi gelirlerindeki düşüşler ve genişleyici mali politika nedeniyle, bütçe açığı arttığını hatırlatarak, sözlerine şöyle devam etti:
"Krizden çıkışla birlikte kamu maliyesinde 2009 sonundan itibaren başlayan toparlanmanın, en son açıklanan 2010 Kasım verilerinde de devam ettiğini gözlemliyoruz. Nitekim son 11 ayda, bütçe açığında, geçen yıla göre yüzde 49,3 oranında bir küçülme gerçekleşmiştir. 2008 yılına kadar yüzde 1,8'e kadar düşürülen bütçe açığının GSYH'ya oranı, krizin etkisiyle 2009 yılı sonunda yüzde 5,5'a ulaşmıştı. Bu oran, 2010 yılındaki ilk üç çeyrek sonunda tekrar yüzde 2,7 gibi bir orana gerileyerek Maastricht kriteri
olan yüzde 3'ün altına inmiştir. Halbuki AB'de bu rakam, neredeyse yüzde 8'ler seviyesindedir. Yine aynı şekilde, önemli bir gösterge olan kamu borçlarının GSYH'ya oranı, bugün Türkiye'de %43'lerdeyken bu rakam AB'de ortalama yüzde 100'lere yaklaşmıştır. O nedenle Türkiye'nin, bugün AB ülkesi olsaydı, onlara yük olmak bir yana, AB ekonomisinin motor gücü olabileceğini rahatlıkla tespit edebiliyoruz."
Para politikasına da işaret eden Vardan, görüşlerini şöyle ifade etti:
"TCMB, aslında ekonominin toparlanmasıyla birlikte, krizden çıkış stratejisi uyarınca gelişmelerin de seyrine göre esnek bir duruşla 2010 yılı içerisinde parasal politikasını normalleştirme sürecine girmiş, başarılı bir likidite idaresi yapmış ve bu arada zorunlu karşılık oranlarını da arttırmıştır. Öte yandan iç talepteki artışın, dış talepteki artıştan daha hızlı olması, TL'deki değerlenme baskısı ve hızlı kredi genişlemesi nedeniyle, cari açık giderek büyümektedir. Ayrıca, kriz öncesinde olduğu gibi dış
ticaretin, ithalat yönünde ağırlık kazanması, dış ticaret açığının artmasına ve yine ülkemizin cari açık sorunuyla karşı karşıya gelmesine en önemli etkenlerden olmuştur."
Türkiye'nin, son yıllarda serbest ticaret anlaşmaları, vizesiz ticaret gibi birçok koldan ihracatın artması yönünde önemli gayretler sarf ederken, 2010 yılında ancak dünya ihracatlarındaki ortalama yüzde 12'lik artışı yakalayabildiğini, ancak ithalatın dünya ortalamasının çok üzerinde artmasına da engel olamadığını söyleyen Vardan, "Bilindiği üzere, mali disiplin içinde, istihdam yaratan, yüksek düzeyde büyüme ve karlılık sayesinde, pozitif yönde ayrışan Türkiye'nin kredi notlarının artması ve risk
göstergelerinin en düşük düzeye gerilemiş olması, ülkemizi sermaye girişleri için güvenli bir liman haline getirmektedir. ABD'nin ve AB ülkelerinin önümüzdeki dönem için aldıkları parasal genişleme yönündeki son kararlarla da, sıcak para girişlerinin hacmini büyüteceğini göstermektedir. Bu gelişmeler doğrultusunda, TCMB'nin geçtiğimiz günlerde, başlıca hedef parametresi olan fiyat istikrarının sağlanması önceliklerinden kopmadan, finansal istikrarın bozulmasını önleyici yönde yeni bir para politika
çerçevesi belirlemesi ve ezber bozan kararların altına imza atmış olması son derece isabetlidir" diye konuştu.
Belirlenen strateji doğrultusunda, hem daraltıcı, hem genişletici politikaları içinde barındıran, çok amaçlı ve çok araçlı karma bir strateji uygulanacağını söyleyen Vardan, böylelikle sıcak paranın girişinin kontrol edilmesinin öngörüldüğünü kaydetti. Vardan, bu şekilde TL'nin aşırı değerlenmesi önleneceğini ve cari açığın büyümesinin yavaşlatılacağını belirterek, "Sonuçta, dış şoklara karşı dayanıklılık pekişecektir. Merkez Bankası, bu son kararlarıyla, ayrıca, Türkiye'de hakim olan kısa vadecilik
kültürüne küçük de olsa bir neşter atmış, kısa vadeli kazanç aşkına uzun vadede oluşacak vade uyumsuzluğu, aşırı borçlanma ve sert bir sermaye çıkışı durumunda ortaya çıkabilecek döviz açığına ince bir ayar getirmiştir. Bütün bunların yanı sıra, hepimizin de yakından takip ettiğimiz üzere, 2010 yılındaki nekahet döneminde, Türkiye'de bankalar ve İSO-1000 sanayi şirketleri, önemli ölçüde kar açıkladılar. Yine Merkez Bankası, 2009 yılından beri dünyada en çok politika faizi indiren bankaların başında
geldi. Bu dönemde, faiz harcamalarının GSYH'dan, bütçeden ve vergi gelirlerinden aldığı pay giderek gerilerken, bütçe bileşenleri içinde sağlık, eğitim, enerji, ulaşım sektörlerinin payındaki artış da dikkat çekici bir seviyeye ulaştı" diye konuştu.
(CY-CY-E)
Müsiad Başkanı Vardan: '2011 Türkiyesi İçin Güzel Bir Resim Görüyoruz'
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan, 2011 yılı Türkiye'si için dengeli ve mütevazi bir büyümenin gerçekleşeceği güzel bir resim gördüklerini belirtti.