Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, özel bir televizyon programına konuk oldu. Gündeme ilişkin açıklamalarda bulunan Bakan Avcı, dershanelerin bir tür gölge eğitim sistemi oluşturduğuna dikkat çekerek, “Dershane denilen yapılanmanın aslında bir tür gölge bir eğitim sistemi oluşturduğu ve bunun da aslında hem milli kaynaklarımızı israf ettiği, hem de aslında merkezdeki okulları, müfredatı, öğretmenleri bir anlamda işlevsizleştirmeye, itibarsızlaştırmaya başladığı, sanki bütün eğitim süreçleri belli sınavlar ve o sınavlara hazırlayan dershanelerden ibaretmiş gibi bir algının yaygınlaşmasına yol açtı; bu bir illüzyon aslında. Yani dershanenin olmazsa olmaz bir kurum olduğu yanılsaması, özellikle üretilmiş bir yanılsamadır. Sektör tarafından, daha doğrusu sektörün özellikle eğitim dışı amaçlar taşıyan bölümü tarafından üretilmiş bir illüzyon, bir yanılsamadır. Müteaddit vesilelerle bu süreç boyunca açıkladık, gerek dershanelere giden öğrenci profiline baktığımız zaman, gerek o öğrencilerin sınavlardaki başarı oranlarına baktığımız zaman bunu açıkça görebiliyoruz. Bir öğrencinin herhangi bir sınavda elde ettiği başarının ne kadarı hafta sonunda gittiği dershaneden edinilmiş kazanımlar sayesinde gerçekleştiği, ne kadarının haftanın beş günü devam ettiği okulda aldığı eğitimden kaynaklandığını test etmeniz mümkün değil. Ama yıllar boyunca dershaneler, biraz da reklam ve tanıtım imkânlarının devlet okullarına göre çok fazla olması nedeniyle bu tür başarılı öğrencileri kendilerine mal etmek konusunda, doğrusu bir kamuoyu oluşturdular. Ama dershanelere giden öğrencilerin profiline baktığımız zaman gerçekten takviyeye olan öğrencilerden ziyade, zaten herhangi bir dershane takviyesi olmaksızın da sınavda başarılı olabilecek olan öğrencilerin özellikle seçildiğini, bunların özel sınıflarda özel bir eğitimden geçirildikten sonra dershanenin reklamı için kullanıldığını, ama buna karşılık dershanede eğitim-öğretim gören diğer çocukların sınav sonuçlarının ne olduğunu bilmiyoruz” diye konuştu.
"ÖĞRENCİ PEKALA DERSHANEYE GİTMEDEN DE BAŞARILI OLABİLİR"
Müfredatı takip eden bir öğrencinin dershaneye gitmeden de başarılı olabileceğini kaydeden Bakan Avcı:"Siz sınavların niteliğini değiştirir, sınavlarda okulda kazanılan, sınıfta kazanılan becerilere endekslerseniz, o beceriler üzerinden sorular üretirseniz, o zaman okula giden, dersini takip eden, müfredatı takip eden bir öğrenci pekala dershaneye gitmeden de başarılı olabilir. Şimdi bunun bir örneğini biz kamuoyunda TEOG diye bilinen temel eğitimden ortaöğretime geçiş sürecinde gördük. Nasıl gördük? Eskiden SBS diye tek bir sınav yapılıyordu, seviye belirleme sınavı. Ortaokulu bitiren çocuklar sene sonunda bir sınava giriyorlar, bir oturumda 100 dakikada diyelim belli soruları cevaplandırıyorlar, sonra oradan aldıkları puanlarla, biraz da okuldaki başarı puanı eklenerek liselere dağıtılıyorlardı. Ama bu SBS’ye yönelik çalışmalar, daha doğrusu soru hazırlamalar hep dershaneye teknikleri üzerinden düşünüldüğü ve yapıldığı için ister istemez öyle bir algı karşılık buluyordu burada. Şimdi biz bu SBS’yi kaldırdık. Yerine sene sonunda yapılan böyle de çok belirleyici olan tek bir sınav filan koymadık. Şunu yaptık: her birimiz ortaokuldayken, lisedeyken yazılı sınavlara giriyorduk. Bugün de öyle. Çocuklarımız her dersten 1, 2, 3 yazılı yapıyorlar her dönemde. Bu yazılılardan ortaokul son sınıflarda, yani sekizinci sınıflarda yapılan yazılılardan her dönemde birer tanesini kontrollü olarak yapmaya başladık. Nasıl kontrollü? Sorular merkezden Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanıyor ve bu sorular müfredat soruları oluyor, müfredata dayalı sorular oluyor. Çocuklar kendi sınıflarında normal yazılılara girer gibi bu sınavlara giriyorlar, yani yazılılara giriyorlar aslında, sonra cevap kağıtları toplanıyor merkezde değerlendiriliyor. Sorular da dediğim gibi müfredattan çıkıyor. Yani müfredattan dediğim, bizim okulda, sınıfta okuttuğumuz derslerden. Öğretmenlerimiz biliyorlar ki çocuk şu tarihte bu yazılıya girecek, o tarihe kadar yetiştirmesi gereken bir müfredat var, işlemesi gereken konular var. Eskiden biz müfredatın zamanında yetiştirilmesi konusunda çok zorlanıyorduk. Bir okul üçüncü ünitedeyken öteki okul beşinci üniteye geliyor, bazı üniteler atlanabiliyor, bazıları üstünkörü geçiliyor, bazıları daha derin. Şimdi öyle değil, şimdi öğretmenlerimiz biliyorlar ki çocuklar bu ünitelerden, bütün Türkiye genelinde bu ünitelerden şu tarihte yazılı sınava girecekler. Dolayısıyla çocuklarını o sınava, o yazılıya iyi hazırlamak için o üniteleri gereği gibi o müfredatı işlemeleri gerekiyor. Bu öğretmenlerimize büyük bir özgüven kazandırdı. Niçin özgüven kazandırdı? Çünkü sınıfta anlattığı konuyu, sınıfta verdiği dersi öğrencinin ne kadar ciddiye aldığını görmeye başladılar. Hem öğretmenlerimiz kendi yaptıkları işi daha fazla ciddiye almaya, hem de öğrencilerimiz bu sınıf eğitimini daha fazla. 8. sınıflarda dershaneye gitme talebi yüzde 18’e düştü. Yani her 100 öğrencinden 52’si dershaneye gitmezsem olmaz derken, şimdi bu geçen sene yaptığımız uygulamaların bu seneki sonuçlarıyla görüyoruz, öğrenciler artık dershaneye gitme ihtiyacını duymuyorlar. Çünkü dershanenin bu sınavlar için yapacağı bir şey kalmadı. Sınavlar okulda, sınıfta müfredattan işlenen konulardan yapılıyor. Şimdi benzer bir şeyi lise düzeyinde de yapıyoruz, yapmaya başladık. İnşallah TEOG benzeri sınıf içi sınavları, yazılıları lise 1, lise 2, lise 3, lise 4’te de yapmaya başlayacağız” ifadelerini kullandı.
"ÖSYM SINAV KOMİSYONUNDA MEB ÖĞRETMENLERİ GÖREV ALACAK"
Bakan Avcı, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Üniversiteye girerken üniversite sınavında sorulacak soruların da lisede okunan müfredattan çıkacağını, müfredat ağırlıklı ve müfredattaki kazanımları ölçmeye yönelik sorular olduğunu öğrenciler, veliler, öğretmenler gördükleri zaman o düzeyde de dershane talebinin fevkalade düşeceğini görüyoruz. Yani kısa vadede üniversite sınavı kalkacak gibi şeyler yok. Ama uzun vadede onun da bir biçim değişikliği için çalışmalarımız var. FATİH Projesi ve tablet bilgisayarların yaygınlaştırılmasıyla çocuklarımıza okullarda her an açık uçlu sorularla sınav yapabilir hale geleceğiz. FATİH Projesi, o bakımdan sadece bir tablet dağıtma projesi değil. Aynı zamanda bütün sınav ölçme-değerlendirme süreçlerini de yeniden biçimlendirecek bir proje. Ama şu aşamada yaptığımız şeylerden bir tanesi de lise düzeyinde, işte bu yıldan itibaren üniversite giriş sınavlarında sorulacak soruları bizim öğretmenlerimiz de hazırlayacaklar. Şimdi bugüne kadar üniversiteye giriş sınavlarında sorular üniversite akademisyenleri tarafından hazırlanıyordu. Akademisyenlerin hakkını yemek istemem, onları eleştirmek için söylemiyorum, ama üniversite hocasının hazırladığı soru daha çok o bilim dalının genel ilkelerine uygun sorulardır. Bir de ama o genel ilkelerin sınıfta uygulanması vardır. Sınıfta bu konunun nasıl anlatıldığını, öğrencinin bu konuyu öğrenirken nerelerde zorlandığını, dolayısıyla oraları daha iyi anlaması için ne tür eğitim stratejileri uygulanması gerektiğini en iyi bizim öğretmenlerimiz bilirler. Yani arazide çalışan öğretmenlerimiz bu soruları hazırladıkları zaman öğrenci o soruyu anlamakta da, o soruyu cevaplandırmakta da çok daha başarılı olur. Dolayısıyla şimdi ÖSYM ile yaptığımız anlaşma gereğince, biz ÖSYM ve YÖK’le bu konularda görüştüğümüzde şuna karar verdik: Bundan sonra üniversite giriş sınavlarında sorulacak soruları hazırlayan komisyonlarda akademisyenlerin yanı sıra, üniversiteden ilgili bilim dallarından hocaların yanı sıra bizim sınıfta bu işin tatbikatını yapan öğretmenlerimiz de görev alacaklar ve o soruların hazırlanma sürecine onlar da katkıda bulunacaklar. Böylece sınıfta yapılan derslerin üniversiteye giriş sınavlarında ne kadar önemli olduğunu öğrenci de görecek. O zaman dediğim gibi, bir de bu sınav süreçlerini ders yılı içinde TEOG benzeri sınavları-yazılıları da bu şekilde yapmaya başladığımız zaman lise düzeyinde de artık dershane takviyeli bir sınav sistemi kalmayacağı için o düzeyde de bu illüzyon dağılmış olacak, dağılıyor da zaten” dedi.
"Anayasa Mahkemesi’nin dershanelerle ilgili iptal kararını değerlendiren Bakan Avcı, “Öğretmen istihdamıyla ilgili kısmını cevaplandırmaya çalışayım. Bizim çıkardığımız yasada dershaneler dönüşeceği için bu dönüşüm sürecinde aslında biz dershanede çalışan eğitimcilerin çok da işsiz kalmayacaklarını, tam tersine dershaneler okula dönüştükleri zaman okullarda daha fazla eğitimciye, daha fazla öğretmene ihtiyaç olacağını öngörüyorduk. Yani dershanede 10 öğretmenle yaptığınız bir işi okulda yapamazsınız. Okul olduğunuz zaman her branş için ayrıca öğretmen filan, dolayısıyla biz bu dönüşüm sürecinin aynı zamanda atama bekleyen öğretmen adayları açısından da yeni bir kapı oluşturacağını varsaymıştık, öyle bir öngörüyle bunları da düşünmüştük. Ama buna rağmen dönüşmeyen, yani dönüşmemek mümkün mü? Evet, ben kapatıyorum, dönüşmüyorum diyebilirdi. Nitekim bizim bu dönüşüm sürecinde 400’e yakın dershane kendiliğinden kapattı, yani onlar herhangi bir okul türüne dönüşemeyeceğiz biz dediler ve kapattılar. Dolayısıyla bu tür kapanan kurumlar nedeniyle boşta kalabilecek olan öğretmenlerimizden, dershane öğretmenlerinden şartları uygun olanlarını yine bir sınavla biz Millî Eğitim Bakanlığında biz değerlendirmeyi öngörmüştük, yasa bunu öngörüyordu. Nasıl yapacaktık bu işi? Bir; 6 yıl sigortalı çalışma koşulu vardı. Fakat bu 6 yılı biz kesintisiz yapmadık. Çünkü biliyorduk ki dershanelerde çalıştırılan öğretmenler maalesef büyük bir emek sömürüsüyle. Hepsi için söylemiyorum, şimdi dershaneler deyince gerçekten eğitimcilik yapan, gerçekten bu işte eğitimin ilkelerine uygun davranan büyük bir blok da var, onları tenzih ederek söylüyorum. Ama bir bölümünde 8 aylık sözleşmelerle öğretmenler istihdam ediliyor, kıdem tazminatı yükünden kurtulmak için yaz gelince bu öğretmenlerin, eğitmenlerin işlerine son veriliyor, sonra tekrar yeni dönem başlarken tekrar işe alınıyorlar” şeklinde konuştu.
"KPSS UYGULANMAYA BAŞLANDIKTAN SONRA KPSS SINAVINA GİRMEMİŞ BİR TEK ÖĞRETMEN BİLE ATANMAMIŞTIR"
Avcı, konuşmasına şöyle devam etti:
"Tam bir emek sömürüsü, kesintili-kesintili. Madem sektörde böyle bir uygulama var, bu insanlar da mağdur olmasınlar diye biz 6 yıllık sigortalı olmak koşulunu toplamda 6 yıl, yani yasanın çıktığı tarihte toplam kesintili de olsa, 3 ay buradan, 8 ay buradan, 10 ay buradan topladığınızda eğer 6 yıllık bir sigortalılık manzarası ortaya çıkıyorsa onların müracaat edebileceği bir yöntem oluşturmuştuk. Sonra bunları sınava alıp KPSS dışında sınava alıp Millî Eğitim Bakanlığı’nın uygun gördüğü yerlerde ve uygun gördüğü koşullarda istihdam etmeyi öngörmüştük. Bunun için de müracaatlar başlamıştı aslında, yani bu durumda olan öğretmen adayları, dershaneden geçecek öğretmen adayları Millî Eğitim Bakanlığı’nın ilan ettiği takvim doğrultusunda müracaatlara başlamışlardı. Fakat Anayasa Mahkemesi bunu da iptal etti. Şimdi bunu iptal edince biz öğretmen alımını yıllardan beri, 98’den beri yanlış hatırlamıyorsam KPSS sınavlarına dayandırıyoruz. Bugünlerde bu paralel yapının bazı yayın organlarında KPSS’siz öğretmen atandığına dair yalan haberler de çıktı, bu vesileyle onu da bir kere daha vurgulayayım. KPSS sınavına girmemiş bir tek öğretmen bile atanmamıştır KPSS uygulanmaya başlandıktan sonra. Dolayısıyla bunun istisnası dershaneden gelecek olan öğretmenler olacaktı, bunu da ancak kanunla yapabilirsiniz. Yani bununla ilgili bir kanun olduğu takdirde. Aksi takdirde KPSS’ye giren ve öğretmen ataması için bekleyen insanlar başka bir kanunla atanmamış olanlarla haksız rekabete sürüklenmiş olurlar. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi bu kanunu iptal ettiği zaman bizim artık bu öğretmenleri, dershaneden gelecek öğretmenleri atamak için elimizde yasal bir dayanak kalmadı.Bu öğretmenler hangi kurumda çalışıyor idiyseler o kurumun dönüştüğü yeni kurumda vazife yapmaya devam edecekler. Dönüşmemişse dönüşecek. Yani şu ana kadar dönüşmemişse de dershane olarak devam edecek bir kurum kalmadı artık."
Bakan Avcı, ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği bir yasanın yerine yeni bir yasa ihdas edemeyeceğini bildirdi.
"2 MİLYON 600 BİN ÖĞRENCİ OKULLARDA ÜCRETSİZ TAKVİYE KURSLARINDAN YARARLANDI"
‘Dershanelerde bugüne kadar ciddi bir başıbozukluk vardı’ diyen Bakan Avcı, “Hangi dershane hangi programı uyguluyor, neye göre uyguluyor, bu belli değil idi. Şimdi bizim yaptığımız düzenlemeyle zaten bizim şoför eğitim kursunda da, kuaförlük meslek kursunda da uygulanacak eğitim programı talim terbiye kurulunun denetiminden geçer ve genel bir çerçeve program zaten vardır, her kursta nasıl bir program uygulanacağı çerçeve olarak belirlenmiştir. Onun için de siz bir kurs olarak ben ekstradan şunu da yapmak istiyorum, bunu da yapmak istiyorum dediğiniz zaman bu önerinizi verirsiniz, talim terbiye bunu değerlendirir, uygun görürse onu da koyarsınız. Şimdi burada da kursların hangi alanlarda, hangi bilim alanlarında, hangi branşlarda haftada kaç saat hangi nitelikteki eğiticiler tarafından nasıl fiziki ortamlarda verileceği ve buralarda hangi konuların müfredatla bağlantılı olarak okullarda okutulan müfredata destek olmak üzere hangi konuların nasıl okutulacağını biz belirlemiş olacağız. Talim Terbiye’den geçecek. Şimdi bakın bu düzenlemenin içerisinde hangi öğrenci hangi kursa gidiyor, hangi sınıfta, bir defa sınıf sayıları falan da onlar da ayrıca belli bir düzene kavuşturulacak inşallah. Ayrıca, hangi öğrenci hangi sınıfta hangi öğretmenden haftada kaç saat destek alıyor. Bu aldığı desteği gerçekten kursun içinde yapılacak sınavlarla kanıtlıyor mu, okulla bağlantısı ne durumda; bütün bunlar e-yaygın diye yeni bir modül oluşturuyoruz, o modül üzerinden anlık takip edeceğiz. Güzel bir özdeyiş var; tilki 40 çeşit yol bilir, kirpi bir tane yol bilir ama sağlam bir yol bilir. "Şimdi Anayasa Mahkemesi kararında, niye böyle bir karar verildi? Şunu da vurgulamamda fayda var: Anayasa Mahkemesi yaptığımız işlemi 4 kriter açısından değerlendiriyor dershanelerle ilgili olarak. Yani bir defa temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulmuş mu, dokunulmamış mı, öyle bakıyor. Burada özüne dokunmadığımızı kabul ediyor. İkincisi, bu ancak kanunla sınırlandırılabilir diyor Anayasa. Kanuna uygun olarak yapmış mı, ona da evet diyor. Demokratik ilkelere aykırı bir şey yapmış mı? Hayır, ona da evet diyor. Bir tek ölçülülük, yani siz dershaneleri dönüştürürken okul dışı eğitim alma hakkını ölçülü bir biçimde dengelememişsiniz diyor. Halbuki biz de iddia ediyoruz ki; bakın kurslarımız var, ayrıca özel okul açma hakkı vermişiz. Özel okul açmaya gücü yetmeyenler, en azından şu andaki imkanlar itibariyle özel okul kriterlerini karşılayamayacak olanlar için temel lise diye bir geçiş kurumu oluşturmuşuz. Bunlar hep okul dışı eğitim alma seçeneklerini çoğaltmak için yaptığımız düzenlemeler diye inanıyoruz ve yaptık bunları. Bu da yetmedi, ayrıca özel sektör açısından değil ama öğrencinin okul dışı, yani normal okul dersleri dışında destek alma ihtiyacını karşılamak üzere okullarımızda takviye kursları açtık biz geçen yıl. Ve 2 milyon 600 bin küsur öğrencimiz geçen yıl okullarımızda açtığımız ücretsiz takviye kurslarından yararlandılar. Bu, bu yıl da devam edecek. Yani hani dershaneye olan ihtiyaç falan meselesinde. Bir de, bizim okullarda kendi öğretmeninden yeterince istifade edememiş. Bir başka yine bizim öğretmenimiz ona hafta sonunda okulunda ücretsiz takviye dersi veriyor, bütün derslerde bu böyle. Dolayısıyla okul dışı saatlerde de öğrencinin destek alma olanaklarını genişlettiğimiz bir düzenleme yapmıştık, bunu da kamuoyu bilsin diye bir kere daha vurgulamakta fayda var” diye konuştu.
KPSS ve ÖSS sınavlarında soruların çalınmasına ilişkin de açıklamalarda bulunan Bakan Avcı, “Onlarla ilgili savcılık soruşturmasını yaptıkça mahkemeye sevk ediyor zaten.Şimdi şunun bilinmesinde fayda var yalnız, KPSS sınavı ÖSYM tarafından yapılıyor, ÖSYM’nin yaptığı sınavlar Milli Eğitim Bakanlığı’yla irtibatlı değil, yani ÖSYM özerk bir kurum, YÖK’e bağlı, ama özerk bir kurum. Dolayısıyla, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı sınavlar ayrı, bizim kendi yaptığımız sınavlar ayrı, ÖSYM’nin yaptığı, KPSS de dahil olmak üzere yaptığı sınavlar ayrı. Dolayısıyla, biz o sınav süreçlerindeki suistimaller konusunda Milli Eğitim Bakanlığı olarak yapabileceğimiz bir şey yok, onlar ÖSYM yönetimi tarafından ve savcılıklarca yürütülüyor. Ama bu süreçlere müdahil olan, bu suçların işlenmesinde.Hangi kurumda olursa olsun, yani bu sınavlarla hak etmediği birtakım makamlara, mevkilere gelen insanların hemen görevlerine son verilir" ifadelerini kullandı.
Öğretmenlerin eş durumu atamaları hakkında da bilgi veren Bakan Avcı, "Son 3 yıl içinde asgari şu kadar gün sigortalı olanlar eş durumundan yararlanabilir gibi bir düzenleme Başkanlıkta, o düzenleme Başkanlık tarafından uygun görülürse bugün, yarın zannediyorum. Biz bütün atamalarımızı mümkün olduğu kadar ders yılı başlamadan önce yapmak istiyoruz. Fakat mesela en basitinden bir örnek vereyim, bizim Milli Eğitim Bakanlığı olarak öğretmenlerimizin en çok evlendikleri kesim askerler, askerlerin içinde de eş durumundan en çok, askerlerle biz çok iç içeyiz, dolayısıyla askerlerin de atama takvimi 30 Ağustos’a endeksli, şüra oluyor 30 Ağustos’ta, ondan sonra yer değiştirecekler olan askerlerin yerleri belli oluyor. Ve biz de asker eşleri de -çok büyük bir yekun teşkil ediyor onlar- mağdur olmasınlar diye onları bekliyoruz, yani önce askerler atansınlar, sonra bizim öğretmenlerimiz eş durumundan vesaire atama talebinde bulunsunlar veya biz atamaları o zamana erteleyelim ki mağduriyetler oluşmasın diyoruz. Bu tür şeyler nedeniyle maalesef istediğimiz halde, mesela bize kalsa biz Temmuz ayında bütün atamaları herkes yapsın bitsin, evini bilsin, okullar başlarken herkes yerine alışmış olarak girsin isteriz” dedi.
Nabi Avcı Açıklaması ''Dershaneye Gitmeden De Başarılı Olabilirler''
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, öğrencilerin dershaneye gitmeden de başarılı olabileceğine dikkat çekerek, “Dershaneler, biraz da reklam ve tanıtım imkânlarının devlet okullarına göre çok fazla olması nedeniyle bu tür başarılı öğrencileri kendilerine mal etmek konusunda, doğrusu bir kamuoyu oluşturdular” dedi.