'Neröendokrin Tümörler Son 10 Yılda Artış Gösterdi'
Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şuayib Yalçın: 'Neröendokrin tümörler nadir kanser türlerindendir fakat son 10 yılda en çok artan tümörlerdir. Diğer kanserler dünyada azalırken, bu kanserlerde artış söz konusu. En yaygın kanserlerden birisi durumunda' 'Akciğer ve sindirim sistemini en çok etkileyen tümörlerdir. Bunlar iyi huylu astım, bronşit, tansiyon, bağırsak hastalığı, gastrit gibi günlük hayatta birçok kez karşılaşılan genel yakınmalarla bir arada olduğu zaman yıllarca tanısı gecikebiliyor. İlk semptomların ortaya çıkışından tanı konana kadar 8 yıllık bir süre geçtiği rapor edilmiş. Bir tarama testi yok. Bu nedenle şüphelenmezsen yakalayamazsın' 'Her alt tümör tipinde çok etkili ilaçlarımız söz konusu. Hastalığın ileri evresinde bile yeni ilaçların ortaya çıkmasıyla sağkalımda artış oluyor'
Prof. Dr. Yalçın, 10 Kasım Dünya Neröendokrin Tümör (NET) Farkındalık Günü dolayısıyla neröendokrin tümörlerin teşhis ve tedavi yöntemleri hakkında Ortaköy'de düzenlediği basın toplantısında, 200'ün üzerinde değişik kanser türü olduğunu söyledi.
Kanserin tek bir hastalık ve tedavi gibi görüldüğünü, bunlar arasında sık görülen meme, akciğer, kolon, mide, pankreas gibi kanser türlerinin daha çok bilindiğini fakat daha nadir görülen kanser türlerinin olduğuna işaret eden Yalçın, "Neröendokrin tümörler nadir kanser türlerindendir fakat son 10 yılda en çok artan tümörlerdir. Bunun 2 nedeni var. Birincisi daha çok kolonoskopi, endeskopi, tomografi çekiyoruz, görüntüleme yapıyoruz. İkinci neden ise modern hayatlarla birlikte risk faktörlerinin artması. Diğer kanserler dünyada azalırken, bu kanserlerde artış söz konusu. En yaygın kanserlerden birisi durumunda." diye konuştu.
Büyüyen, çoğalan ve dağılan her tümörün kanser olduğunu ve bu nedenle neröendokrin tümörleri de kanser türü olarak gördüklerine dikkati çeken Yalçın, bazı tümörlerin gidişatının daha uzun seyirli olduğunu fakat ileri evrede metastaz yaptığı zamanlarda sağkalımların ve vermiş olduğu sıkıntıların diğer kanser türleriyle aynı olduğunu belirtti.
- "Akciğer ve sindirim sistemini en çok etkileyen tümörlerdir"
Prof. Dr. Yalçın, neröendokrin tümörlerin vücutta en çok görüldüğü yerlerle ilgili şu bilgileri verdi:
"Neröendokrin tümörlerin en sık köken aldığı sistem sindirim sistemidir. İnce bağırsaktan kalın bağırsağa geçiş noktasında en sık ortaya çıkıyor. Bunun dışında pankreas, mide ve 'rektum' dediğimiz kalın bağırsağın çıkışında gözüküyor. Dördüncü olarak da akciğerlerin orta kısmından görülebiliyor. Akciğer ve sindirim sistemini en çok etkileyen tümörlerdir. Bunlar iyi huylu astım, bronşit, tansiyon, bağırsak hastalığı, gastrit gibi günlük hayatta birçok kez karşılaşılan genel yakınmalarla bir arada olduğu zaman yıllarca tanısı gecikebiliyor. İlk semptomların ortaya çıkışından tanı konana kadar 8 yıllık bir süre geçtiği rapor edilmiş. Bir tarama testi yok. Bu nedenle şüphelenmezsen yakalayamazsın. Bu nedenle bu tür yakınmaları uzun süre devam eden hastalara mutlaka ayırıcı tanıda 'nero endokrin tümör olmalı' diyoruz."
Neröendokrin tümörlerin tanı ve tedavisinin sistematik hale getirilmesinin önemini vurgulayan Yalçın, bu hastalıkla yaşayan hastalara veya bu hastalığı olduğu halde henüz farkında olmayanlara neröendokrin tümörlerin farkına varabilmeleri için fırsat yaratılması gerektiğini ifade etti.
- "Her alt tümör tipinde çok etkili ilaçlarımız söz konusu"
Bu tümörlerin oluşum nedenlerinin tam olarak bilinmediğini belirten Yalçın, şöyle devam etti:
"Özellikle genç hastalarda ailesinde bu tümör olanlarda nadir bazı ailevi veya genetik sendromlar olduğunu biliyoruz. Bunların bir kısmı genetik ama neröendokrin tümörlerin büyük çoğunlukla çevresel faktörlerle bir arada olduğunu biliyoruz. Uzun süre midesinde kronik gastriti olanlarda yine iyi huylu olan neröendokrin tümörler gelişebiliyor. Bu hastaların bir kısmı ishalle, gastritle, öksürükle gelebiliyor. Bir kısmı da endekronolojik hastalılar olan şeker, diyabet, hipo veya hiper glisami gibi hastalıklarla geliyor. Endokrinologların da yine bu hastalığın tanısında, tedavisinde ve takibinde çok önemli bir rolü var. İleri evrede bu tür hastalıklarla ilgili tedavi öncelikle cerrahidir ama cerrahi dışında bunlarla oluşan semptomları gidermek için bir tedavi de uyguluyoruz."
Yalçın, neröendokrin tümörlerin sistemik tedavisinde önemli bir gelişme olduğuna dikkati çekerek, 2000'lere kadar bu hastaların semptomlar sonucu öldüğünü, şimdi ise bu semptomları başarıyla kontrol eden ilaçların olduğunu ve bu tümörlerin semptomatolojisiyle ilgili şikayetleri neredeyse kaldırabilmenin mümkün olduğunu dile getirdi.
Neröendokrin tümörlerin sistemik tedavisinde kullanılan ilaçların sayısının arttığına işaret eden Yalçın, "Bundan 5-10 yıl öncesine kadar tümörü durdurabilecek ilaç bilimsel olarak ispat edilmemişti. Şimdi liste kabarmaya devam ediyor. Her alt tümör tipinde çok etkili ilaçlarımız söz konusu. Hastalığın ileri evresinde bile yeni ilaçların ortaya çıkmasıyla sağkalımda artış oluyor. Düşük ve orta dereceli tümörlerde sağkalım daha uzun süreli. Bunların yüksek dereceli olanlarında kemoterapi gerekebiliyor ve çok fazla metastazik potansiyeli oluyor. Bu hastaların çoğunun çok uzun süre yaşadığını görüyoruz. Bu hastalarda çok iyi bir yaşam kalitesi sağlamak mümkün." dedi.
- "Küçük hücreli akciğer kanseri sigarayla bire bir ilişkilidir"
Bu tümörlerin karaciğere sıklıkla metastaz yaptığını ve buna yönelik tedavilerin geliştiğini belirten Yalçın, lokal ablasyon yöntemleri, ısı, radyoterapi, mikrodalga ve radyonüklid tedavilerle bu tümörleri yok edebilmenin mümkün olduğunu aktardı.
Prof. Dr. Yalçın, akciğerlerde neröendokrin tümörlerin 3 farklı tipi olduğuna değinerek, sözlerini şöyle tamamladı:
"Küçük hücreli akciğer kanseri neröendokrin tümörün en kötüsüdür. Tedavisi kemoterapidir. Sigarayla da bire bir ilişkilidir. Neröendokrin tümör dediğimiz grubun ise atipik ve tipik olanları var. Tipikler yavaş ilerleyen ve sigarayla daha az ilişkili olan. Atipik karsinoid ise sigarayla ilişkilidir. Bunlar da soluk borusunun hemen girişinde olduğu için bu tür durumlarda anatomik bozukluk da yapar. Bunların bağırsaklardan gelenlerin bir kısmında salgıladıkları serotonin denen maddeler var. Serotonin salgılandığında karaciğere metastaz yapıyor ve hastada ishal atakları, ateş basması ve kızarıklık görülebiliyor."