Yunanistan’daki derin ekonomik kriz Avrupa Birliği’nin güney ülkelerine veba salgını gibi yayılıyor. Portekiz ve İspanya’nın kredi notunun düşürülmesinden sonra sıra herhalde İtalya’ya gelmiş olacaktır. Berlusconi’nin şapkasında bu duruma da uygun bir tavşan bulunup bulunmadığı henüz belli değil. İngiltere bile salgının kendisine bulaşmasından kaygılı.
Ortak para sistemindeki diğer ülkelerin de bu durumda sağlıklı kalmaları pek kolay değil. Ortak para sisteminin yıkılması ihtimali bile ciddiye alınarak tartışılıyor.
Bir yanıyla baktığımızda tıpkı İzlanda’daki Eyjafjallajokull yanardağının patlaması sırasındaki aczi görüyoruz AB’nin davranışında. Politikalar koordine edilemiyor, doğru dürüst bir kriz yönetimi sistemi kurulamıyor. Ortaklar meseleye kendi çıkarları açısından yaklaşıyor, dolayısıyla da AB bir birlik olarak hareket edemiyor.
Yunanistan krizinde Almanya’nın, daha doğrusu Şansölye Merkel’in tutumu Avrupalılara saçlarını başlarını yolduruyor. Hatta kendi Maliye Bakanı dahi Merkel’in tutumu karşısında tavır alarak bir an önce Yunanistan’ı kurtarma operasyonunun başlamasını talep ediyor. Önünde zorlu bir eyalet seçimi olan Merkel, Almanların Yunanistan’ın tembelliğinin bedelini ödemek istememesini göz önünde bulundurarak yardıma yanaşmıyordu.
Bu tabloda görülen şu: Yunanistan’ın durumunun ne feci olduğunu fark etmemiş bir AB bürokrasisi ve bu ülkenin imkânlarının çok üstünde yaşadığı gerçeğine gözünü yummuş bir Avrupa devletler sistemi. Girişi ülkelere kan kusturan ancak bir kere girildikten sonra kuralların kolayca ve cezasız ihlal edilebileceği siyaset üretme özürlü bir kulüp.
Bundan da önemlisi kendi ulusal çıkarını giderek daha fazla AB’nin ortak çıkarının önüne koyan bir Almanya. Bir bakıma tek başına Avrupa adına karar verecek güçte ve artık bunu yapmaya kararlı bir Almanya profili ortaya çıkıyor.
Para birliği Almanya’nın birleşmesinin olası sonuçlarından korkulması nedeniyle aceleye getirilerek yapılmış bir işti. Fransızlar Almanya’yı bir şekilde zapt etmek istiyorlardı. Almanya’nın o dönemdeki Şansölyesi Helmut Kohl, ülkesinin yüz yıllık tarihine bakıp Avrupa’nın ve NATO’nun kurumsal yapısına bağlanmanın maceracılığın önüne geçmenin tek yolu olduğuna hükmetmişti. Euro sistemine bu siyasi bakış açısıyla ve işin önü arkası pek düşünülmeden geçildi. O zaman da bu hamleye karşı çıkanlar siyasi birlik gerçekleşmeden parasal birliğin başarılı olamayacağını ekonomi politikalarının koordinasyonunun gerçekleşemeyeceğini söylemişlerdi. Kulak asan olmadı.
Şimdi o zamanlar söylenenlerin doğruluğu acı şekilde anlaşıldı. Bunun bir sonucu krizin atlatılmasının ardından Almanya’nın önderliğinde AB’nin farklı bir yapılanmaya, siyasi birliğe yakın bir mimariye doğru ilerlemesidir. Zaten Avrupa Merkez Bankası’nın sonraki Başkanı da 8 yıllığına bir Alman olacaktır.
Almanya’nın bu tür bir siyasi liderliği üstlenmesi ve bunu yönetebilmesi halinde, Avrupa’nın yeni hamle yapması da mümkündür.
Avrupa ekonomisi de göründüğünden daha sağlıklı bir yapıya sahiptir. AB’nin dünya ihracatındaki payı yüzde 17 dolaylarında sabit kalmıştır. Özellikle Avrupa firmaları küresel dönemde başka gelişmiş ülkelerin firmalarına göre daha başarılı performans sergilemiştir. Dünyanın önde gelen çokuluslu şirketleri listesindeki Avrupa firması sayısı 1991’de 57 iken geçen yıl sayı 61’e çıkmıştır. Dünyadaki en rekabetçi onbeş ülkeden onu Avrupa’dadır.
Bu tablo Avrupa ve AB açısından yeni bir geleceğin kurulabileceğini gösteriyor. Bunun yapılıp yapılamayacağı Yunanistan’ın iflasıyla başlayan krizin buradan sonra nasıl yönetileceğine ve Almanya’nın siyasi dirayetine bağlıdır.
Özel: AB krizi atlatırsa
HaberTürk yazarı Soli Özel AB ve Yunanistan'daki krizini köşesinde yazdı.