RÖPORTAJ - 'Arakan Meselesinin Çözümü İçin, Adanmış Bir Uluslararası Liderliğe İhtiyaç Var'
'Özünde Arakani Müslüman kimliğine sahip olmaktan başka Myanmar halkından başka hiç bir farkları olmayan bu masum insanlara karşı yapılan muamele, Batı'nın tanımladığı gibi bir 'çatışma' değil bir 'soykırım'dır' 'Kofi Annan Komisyonu, Annan'ın BM'deki ve uluslararası kamuoyundaki itibarını kullanarak Myanmar hükümetini korumayı amaçlayan uluslararası bir kalkandır. Ben Kofi Annan'ı hiçbir zaman saygın biri olarak görmedim. Çünkü Annan'ın görevde olduğu süreçte Ruanda ve Srebrenica gibi soykırımlar yaşandı' 'Zaman zaman bazı tehditlerle karşılaşıyorum. Örneğin Brunei Sultanlığı'ndaki Brunei Üniversitesi'nde ders verirken ülkemin büyükelçiliğindeki yetkililer kovulmamı sağladı. Brunei yönetimi Myanmar hükümetiyle sıkı bir ticari işbirliği yapmak istiyordu. Müslüman bir ülke olmasına rağmen Brunei, Müslümanları desteklemek yerine onlara zulmeden Budist bir ülkeyle ticaret yapma konusunda şaşırtıcı bir şekilde hevesliydi' 'Türkiye'nin, Arakanlıların geleceklerinin yeniden inşası meselesini ele almak için uluslararası üst düzey bir zirve düzenlemesi gerekiyor. Türkiye 57 ülkeli İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi Müslüman blok ile Kanada, Fransa, Almanya ve diğerleri gibi Batılı bloklar arasındaki siyasi ilişkileri harekete geçirebilecek bir güce sahiptir'
- Arakanlı Müslümanlar yanlış bir kavramsal çerçeveye oturtuluyor
Budist bir akademisyen olarak Arakanlı Müslümanları destekliyorsunuz. Soykırım nasıl gerçekleşti? Bir Budist olarak Myanmar hükümetinin yaptıklarına neden karşı çıkıyorsunuz?
Aslında Arakanlı Müslümanları "Müslüman" oldukları için değil, diğer Myanmar vatandaşları gibi ülkemde yaşayan normal insanlar oldukları için, silahlı ayaklanma gerçekleştirmedikleri ya da herhangi bir etnik, dini bağımsızlık kazanmaya çalışmadıkları halde, sadece Myanmar'ın Arakan bölgesinde yaşayan Müslüman bir toplum olmaları nedeniyle zulüm gördükleri, ulusal güvenliğe karşı tehdit olarak görüldükleri için destekliyorum.
Bildiğiniz gibi Arakanlı bu Müslümanlar, Ortadoğu'daki bazı terörist grupların bir uzantısı gibi gösterilmeye çalışılıyor. Ayrıca Bangladeş hükümetinin Myanmar'a bağlı Arakan (Rohingya) bölgesini ele geçirme ihtimaline karşı, haksız şekilde Bangladeş'in bölgedeki yerel uzantıları olarak da görülüyorlar.
Özünde Arakani Müslüman kimliğine sahip olmaktan başka hiçbir farkları olmayan bu masum insanlar arasında (artık çaresiz kaldıkları ve sahip oldukları her şeyi kaybettiği için) Myanmar hükümetine karşı koymak isteyen genç ve öfkeli olanları da vardır. Ancak bu Myanmar ordusunun insan hakları ihlalini ve işlediği soykırımı meşru kılmaz. Eğer sesimi yükseltip karşı çıkmazsam, bir insandan daha aşağı olacağımı biliyorum. Çünkü bu tür bir soykırım, tüm insanlığın başına her an gelerek onu yok edebilir ve Myanmar iç düzeninde de ülkemin toprak bütünlüğüne tehdit oluşturur.
Arakanlı Müslümanların durumunda da, Myanmar ordusunun bu topluluğun var olmasına izin vermediği, terörle korkutup Bangladeş ve diğer ülkelere kaçmalarını sağlayarak Myanmar'daki nüfuslarının azaltılmasına karar verdiği yıl olan 1978'den beri, Arakanlıların farklı şekillerde katledilmelerine şahit olmaktayız.
Bu nedenle, özellikle de Myanmar ordusunun bu insanların geçim kaynaklarını ve hayatlarını idame ettirdikleri diğer kaynaklarını yok ettiği, yiyecek üretebildikleri çiftliklerine girmelerini yasakladığı göz önüne alınarak, dini veya ideolojik gerekçelerle gerçekleştirilen bu cinayetlere göz yumulmamalı. Ben Myanmarlı Müslümanlar konusunda hep şöyle bir düsturu izledim: “Yapılanlara karşı sesimi yükseltmezsem, olanlardan sorumluyum ve suç ortağıyım demektir”. Çok sayıda insanın katledildiği bu gibi durumlarda sessiz kalmak suça ortak olmak anlamına gelir. Tarihte Nazi Almanyasında benzer bir örneğine şahit olduğumuz gibi, bazı iyi ve düzgün Almanlar kendi hayatlarını kaybetmek korkusuyla olanlara ses çıkarmamışlardı. Yine de çok az sayıda Alman, Nazizmin Alman milleti dahil herkes için kötü olduğunu söylüyordu ve onlar, insanlar Hitler rejimi ya da SS’ler tarafından infaz edildiğinde buna karşı çıkma cesaretini gösterebildiler. Ben de buna karşı çıktıktan sonra kendi devletimin “düşmanı” addedildim ve ülkeme karşı ulusal bir “tehdit” ilan edildim. Ancak kendi çocuklarınızın da tecavüze uğrayıp öldürülmesini istemiyorsanız, diğer ailelerin çocuklarının acı çekmesini istememelisiniz.
Myanmarlı Müslümanların sayısı az değil. Burada yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalan 800 bin Arakanlı Müslümandan bahsediyoruz. Bu insanlar bir başkasının karısı, kocası, kardeşi veya öğretmeni. Onlar da bizim gibi ''sadece insan''. Ben Arakan bölgesinde yaşayan Myanmarlı Müslümanlara karşı vatandaşlık yasasını, 1982'de yeniden düzenleyen bazı insanları da bizzat tanıyorum. Ayrıca asker kökenli bir aileden geldiğimden dolayı, bu soykırımı organize eden ordunun en üst düzey liderini de tanıyorum. Bir saha araştırmacısı olarak bunları da bilmek zorundasınız zaten. Bunlara istinaden, bu insanlık dışı eylemlere karşı çıkmaktan başka hiç bir seçeneğim yok.
Yapılanların yanlış olduğunu alenen söyleyen ilk Budist benim. Myanmar hükümetinin şiddetinin zirveye ulaştığı yıl olan 2013'te bu eylemleri "suç" olarak tanımladığımda, herkes bana güldü ve öldürülen çok sayıda insanı göz ardı ederek, benim tepkimin abartıdan başka bir şey olmadığını söyledi.
- Hükümet Arakan eyaletinin kuzeyine gazetecilerin ve insani yardım kuruluşu çalışanlarının girmesini yasakladı. Bir akademisyen ve aktivist olarak, siz ne tür yasaklarla karşılaştınız? Ne tür bedeller ödediniz ve ödediğiniz bedele değdi mi?
Öncelikle, Myanmar'daki askeri hükümete karşı mücadele eden, temel insan hakları, kadın hakları ve çevre haklarını uygulamaya çalışan farklı kampanyalarda ve hareketlerde 30 yıldır aktif şekilde rol aldım. Bu anlamda, aslında Rohingya mevzusu, bir şeyler yapmak istediğim, yani işlenen soykırımı durdurmak istediğim son insani mesele. Myanmarlı seçkin ve entelektüel bir aileden geldiğim için, son 30 yılda hapis, işkence gibi uygulamalara maruz kalmadım. Ancak zaman zaman bazı tehditlerle karşılaşıyorum. Örneğin Brunei Sultanlığı'ndaki Brunei Üniversitesi'nde ders verirken ülkemin büyükelçiliğindeki yetkililer kovulmamı sağladı. Brunei yönetimi Myanmar hükümetiyle sıkı bir ticari işbirliği yapmak istiyordu. Müslüman bir ülke olmasına rağmen Brunei, Müslümanları desteklemek yerine onlara zulmeden Budist bir ülkeyle ticaret yapma konusunda şaşırtıcı bir şekilde hevesliydi. Bu nedenle, Myanmarlı Müslümanları destekleyen birkaç makale yazdığım için, baskılar sonucunda görevimden istifa etmek zorunda kaldım.
- ''Kofi Annan Komisyonu uluslararası bir başarısızlık örneği''
Eylül 2016'da, Arakanlı Müslümanların katledilmesini durdurmak ve bölgede barışı tesis etmek amacıyla Kofi Annan'ın liderliğinde bir danışma komisyonu oluşturuldu. Bu komisyonun başarılı olduğunu düşünüyor musunuz?
Kofi Annan Komisyonu, Annan'ın BM'deki ve uluslararası kamuoyundaki itibarını kullanarak Myanmar hükümetini korumayı amaçlayan uluslararası bir kalkandır. Ben Kofi Annan'ı hiçbir zaman saygın biri olarak görmedim. Çünkü Annan'ın görevde olduğu süreçte Ruanda ve Srebrenica gibi soykırımlar yaşandı.
Bildiğiniz gibi, Annan'ın New York'ta BM barış misyonunun başında olduğu dönemde ilk soykırım, 1995 yılında Srebrenica'da Bosnalı Müslümanların katledilmesiyle yaşandı. Ruanda'da 800 bin insan katledildi ve Kofi Annan Ruanda'daki barış koruma misyonu başkanlığından New York'taki ofisine gelen telgrafı gizledi. Öte yandan Güney Sudan'da insanlar rejim tarafından öldürülürken Kofi Annan sessiz kaldı. Yine de 2001 Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü.
Annan Komisyonu'nun iki yabancı üyesi vardı: Eski Hollandalı büyükelçi ve eski Lübnanlı kültür bakanı. Onların bu konudaki görevleri, insan hakları ihlallerini belgelemek ya da Burma'da bir soykırım suçu işlenip işlenmediğine karar vermek değildi. Görevleri sadece hadiseye ''çatışma-arabuluculuk ilkesiyle'' yaklaşmaktı.
Bu komisyonun bakış açısı temelde yanlış: Çünkü Arakan zulmü özünde bir ''çatışma'' değil; bu bir soykırımdır. Soykırımlar çatışma değildir. Soykırım esas olarak, çoğunluğu etnik veya dini grupların kontrol ettiği siyasi yönetimler tarafından etnik veya dini bir gruba bağlı insanların yok edilmesidir.
Myanmarlı Müslümanlar konusunda, kolluk kuvvetlerinin ve Arakan (Rohingya) bölgesini kontrol eden Budist çoğunluğun, ortak bir vatanı paylaştıkları Müslümanlardan kurtulmak istediklerini görüyoruz.
Myanmar devletinin ve onun politikalarının uluslararası suç niteliğini göz ardı ederek tüm yaşananları “çatışma çözümü” veya “çatışma yönetimi” yaklaşımıyla ele alan Kofi Annan komisyonu kavramsal olarak derinden kusurludur. Ama bu kavramsal kusurlara rağmen, komisyonun Arakanlılara vatandaşlıklarını vermek gibi bazı tavsiyelerinin de değerli olduğunu söyleyebilirim.
Öte yandan, Kofi Annan Komisyonu hiçbir zaman Myanmar askeri tarafından asla kabul görmedi. Myanmar'da ordu ve Aung San Suu Kyi hükümetinin teşkil ettiği karma bir yönetim durumu var. Ordu ve Aung San Suu Kyi, işleyişteki mevzulara göre ülkeyi ortaklaşa yönetiyorlar.
[Komisyonun gerekirse bir askeri müdahaleyle] toplu zulümleri durdurmak için koruma sağlama sorumluluğu (BM tarafından hiçbir zaman vurgulanmamış olmasına rağmen) nedeniyle, Myanmar askeri yönetimi, Kofi Annan'ın sürece dahil olmasını, onu bu muhayyel müdahaleyi davet edebilecek kişi olarak gördüğünden, hiçbir zaman kabul etmedi.
Yani kısaca, komisyonunun birinci günden itibaren başarabilme şansı yoktu. Ordu, Kofi Annan’ın katılımına karşı bir hareket başlatarak, komisyonun yolunu şaşırtmaya çalıştı. Üstüne üstlük ordu, Arakan milliyetçileriyle birlikte Kofi Annan ve komisyonu Arakan eyaletine geldiğinde protesto gösterileri düzenlemeye çalıştı. Ordu, eyalet halkını Kofi Annan ile işbirliği yapmama konusunda uyardı. Bu komisyonun tamamen başarısız olduğunu bu hadiseler çok net gözler önüne seriyor.
- 'Türkiye gibi güçlü bir devletin liderliği gerekiyor'
Türk hükümetinin resmi açıklamasına göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Myanmar'a insani yardımın ulaşmasını sağlayan ilk kişi oldu. Bildiğiniz gibi Myanmar hükümeti, Arakanlı Müslümanlara yönelik tüm BM yardımlarını engellemişti. Türkiye ezilen Rohingyalıları nasıl destekliyor?
Türkiye Arakan konusunda çok iyiydi. Türkiye baskı gören Arakan halkına her zaman öncelik verdi. Hanımefendi (Emine Erdoğan) Arakan'ı ve Cox’s Bazaar'ı ziyaret ederek Arakanlılarla bir araya geldi. Ayrıca bildiğiniz üzere TİKA, AFAD gibi kurumlar ve Türkiye'nin diğer STK'larının yardımıyla insani yardımlar sağlandı ve sahadan gelen bilgilere göre hâlâ da sağlanıyor.
Türkiye'nin bu öncü duruşunun ve Arakanlı Müslümanlara verdiği desteğin, insan hakları perspektifiyle, hakiki anlamda övgüye değer olduğunu düşünüyorum. Ancak şunu eklemeden de geçemeyeceğim. Arakan meselesinde Türkiye'nin yapabileceği iki önemli şey daha var: İlki, Arakan'a insani yardım düzeyini azami ölçüde arttırmak. Sadece Myanmar'dan Bangladeş'e göç etmiş yaklaşık 1 milyon Arakanlı Müslüman var. Ülke içinde ise yerlerinden edilmişlerin kaldığı kamplarda 200 bin Arakanlı var.
Diğeri ise Türkiye'nin, Arakanlıların geleceklerinin yeniden inşası meselesini ele almak için uluslararası üst düzey bir zirve düzenlemesi. Türkiye 57 ülkeli İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi Müslüman blok ile Kanada, Fransa, Almanya ve diğerleri gibi Batılı bloklar arasındaki siyasi ilişkileri harekete geçirebilecek bir güce sahiptir.
Benim altını çizmek istediğim en önemli husus şu: Bu insanlar doğdukları ve büyüdükleri bölgeden atıldılar. Arakanlılar eskiden 100 kilometrelik bir kıyı şeridinde yaşıyorlardı. Ancak çok sayıda Arakanlı Müslüman katledilip ve kadınlara tecavüz edilince, yaşadıkları yurtlarından kaçmak zorunda kaldılar.
Türkiye ve diğer hükümetler, Myanmar hükümetinin, Arakan'ın kuzeyindeki ''ölüm tarlalarını'' (Arakanlıları öldürerek boşalttıkları arazileri) ekonomik bölgelere çevirme planına ciddi bir şekilde karşı çıkmalıdır. Ben Türkiye'nin liderliğinin ve rolünün en önemli katkıyı sağlayacağına inanıyorum. Türkiye halihazırda gerçekleştirdiği gıda ve ilaç yardımından daha fazlasını yapabilir. Hiç kimse 1 milyondan fazla kişiyi sonsuza kadar besleyemez. Arakanlı Müslümanların esas ihtiyaç duyduğu kendi pirinç, mısır gibi ürünleri yetiştirebilecekleri ya da küçük dükkanlar açabilecekleri bir vatan. Onların bölgelerinin denize kıyısı da var. Bu çok büyük bir avantaj. Çünkü sınır ötesi ticaret yapabilirler.
İhtiyaç duyulan şey, Türkiye gibi güçlü bir devletin liderliğidir. Çünkü açıkça ifade edeyim: Batılı hükümetler sorunu ele almak için hiçbir taahhütte bulunmuyor.
Bunu bir ''çatışma'' olarak göstermeye devam ediyorlar. Ama aslında var olan, sadece o ülkede barış içinde yaşamak isteyen Müslümanlara karşı resmi bir hükümet tarafından işlenen bir soykırım. İşte bu yüzden Türkiye’nin, Batılı hükümetlerin Arakan meselesindeki hakimiyetine son vermek için daha fazla gayret içine girebileceği inancını taşıyorum.
Mütercim: Ayşe Doğru, Adem Şalvarcıoğlu, Emel Öz Gözellik