Şafak Türküsü şairi Nevzat Çelik Cihan'a konuştu: İmza günlerinde türbanlı kızları da gördüm, üniformalı askerleri de

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son grup toplantısında bazı dizelerini okuduğu 'Şafak Türküsü'nün şairi Nevzat Çelik, Cihan Haber Ajansı'na (Cihan)

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son grup toplantısında bazı dizelerini okuduğu 'Şafak Türküsü'nün şairi Nevzat Çelik, Cihan Haber Ajansı'na (Cihan) konuştu. 12 Eylül'ün toplumun üzerinden bir buldozer gibi geçtiğini söyleyen Çelik, "Şafak Türküsü'nü 22 yaşında Metris Cezaevi'nde yazmaya başladım, Sağmacılar Cezaevinde bitirdim. Binlerce on binlerce insan cezaevinde binlerce kişi idamla yargılanıyor. Sürekli baskı ve işkence var, açlık grevleri var. Her an ölümler oluyor. Çok yakıcı ve sert bir dönemde 'hayır' diyebilen; Umudu söyleyebilen bir şiirdi. " dedi. Cezaevi yıllarından sonra Şafak Türküsü kitabı ile ilgili düzenlediği imza günlerine ilginin çok yoğun olduğunu belirten Çelik, şiirin toplumda ortak bir yaraya parmak bastığını belirterek, "Cezaevinden çıktıktan sonra yoğun imza günleri oldu. Ben o imza günlerinde türbanlı kızları da görüyordum, üniformalı askerleri de görüyordum. İmza alabilmek için saatlerce bekliyorlardı. Bu da şiirin başarısıydı." ifadelerini kullandı.

12 Eylül'de hayatın baharında 20 yaşında bir üniversite öğrencisiyken tutuklanıp Dev-Sol davasında idam istemiyle yargılandınız. Hakkınızdaki iddianamede idamı gerektirecek hangi hususlar vardı?

"12 Eylül gelmeden önce 1980'de Mart ayında tutuklandım. Kimi eylemlerde benim olduğum ifade edildi. O eylemleri yaptığı iddia edilen de Devrimci Sol Örgütü'ydü. Bu ifadeleri kabul etmememe rağmen tutuklandım ve ilişkide olmadığım bir örgütün eylemlerinden ötürü yargılandım. Benim ilişkilenmediğim ve içinde olmadığım bir takım yaralama öldürme eylemleri vardı. İşin komik tarafı mahallemdeki bir vatandaşı öldürmekle suçlandım. Düşünebiliyor musunuz? Kendi mahallenizdeki bir kişiyi tutup öldürüyorsunuz ve ondan sonra dolaşıyorsunuz. Böyle bir şey yok. Aptalca iddialardı. 12 Eylül'den itibaren toplu davalar açılmaya başlandı, ilk toplu davalardan bir tanesi de Dev-Sol ana davasıydı. Ben de orada 82. sanık olarak gösterildim ve idamım istendi."

-Kaç yıl cezaevinde kaldınız?

8 yıl.

Şiirlerinizin gönlünüzden satırlara dökülmesi cezaevi dönemine mi denk geliyor?

"Şiirlere olan ilgim cezaevi öncesinden vardı. Benim kuşağımdaki arkadaşlarım edebiyatla da ilgiliydi. Kavramsal kitaplarla da ilgiliydi. Biz 14 yaşlarında da şiirler okurduk. Bir şiiri 20'li yaşlardan itibaren yazabilirsiniz. Şiiri şiir olarak yazabilmek 14 yaşında mümkün değildir. Dolayısıyla ben 19 yaşında cezaevine düştüm. O döneme denk gelmesi yaş ile ilgili bir şey. Cezaevinde olmasam da şiirle buluşurdum. Cezaevi koşulları daha farklı bir şey. Sizin kendinize erken dönmenizi de sağlıyor. Bir taraftan müthiş baskı ve işkence koşulları, bir taraftan akıl sağlığınızı ruh sağlığınızı yitirmeden o koşullarda yaşama tutunabilmek diye bir derdiniz vardı. Dolayısıyla bur şiir edebiyat bunun için de çok önemliydi. Benim için çok önemli bir tutanak oldu şiir. Akıl, ruh belki de beden sağlığı açısından kendimi koruyabilmemi sağlayan bir şeydi şiir."

Şafak Türküsü'nü ne zaman ve nerede yazdınız?

"Şafak Türküsü şiirini bitirmemle beraber aslında Şafak Türküsü dosyasını da bitirmiş oldum ben. Şafak Türküsü kitap olarak 1984'de Akademi Kitapevleri Ödülü'nü kazanarak yayınlandı ve yayınlanır. Yayınlandığında da ilk kez bir şiir kitabı liste başı oldu. O da Şafak Türküsü'dür. Şafak Türküsü'nün şiir olarak yazılma süreci 1983 Mayıs-Ekim arasında olmuştur. O dönemde ben Metris'teydim. 16-18 kişilik koğuşlarda kalıyorduk. Daha sonra oradan Sağmacılar özel tip cezaevine naklettiler. Üçer kişilik hücrelerden oluşuyordu. Dolayısıyla Metris'te başlayan Şafak Türküsü'nün yazılma süreci Sağmacılar özel tip cezaevinde tamamlandı."

12 EYLÜL TOPLUMUN ÜZERİNDEN BULDOZER GİBİ GEÇTİ"

Şafak Türküsü'ne sizi hangi duygular sürükledi?

"Şiir tamamlandıktan sonra şairin elinden çıkar. Şairin elinden çıkabilmesi için de şairin ona yabancılaşması gerekir. Artık ona hiçbir şey yapamaz hale gelir. Dolayısıyla o şiir bitmiştir. Bittikten sonra da şair, o şiirle ilişkisini okur olarak kurar. Yine okurun ondan aldığı haz ve tadları şair de alır. Çünkü şiir organiktir, yaşayan bir şeydir. Yazıldığı gibi kalmaz. Okuyanın bilgi düzeyine, yaşantısına, hayata bakışına göre sürekli zenginleşir. Bakan göz değiştikçe şiir de zenginleşir ve değişir. Bu anlamda okur olarak zaman zaman okuyorum. Ahmet Kaya söylerken, ya da bir başka arkadaşımız söylerken karşılaşıyorum. 23 yaşında çok zor koşullar yaşanırken, yasaklar ve işkenceler altında yaşanırken bu kadar bağırmadan slogan atmadan evrensel olanı yakalayabilmiş olmasını açıkçası çok başarılı buluyorum. Kendimi tebrik ediyorum. Çok daha sert şeyler yazabilirdim. O sadece anneye, sevgiliye yazılan bir mektup değildi. O herkesin alabileceği kucaklayabileceği bir şiirdi ve öyle de oldu. Bunu sağcısı da okudu, bunu türbanlısı da okudu, bunu üniformalı askerler de okudu. Cezaevinden çıktıktan sonra yoğun imza günleri oldu. Ben o imza günlerinde türbanlı kızları da görüyordum, üniformalı askerleri de görüyordum. İmza alabilmek için saatlerce bekliyorlardı. Bu da şiirin başarısıydı."

Şafak Türküsü'ne farklı kesimlerin ilgi duyduğunu söylediniz. Sizce bu farklılıkları buluşturan ortak duygu neydi şiirinizdeki?

"12 Eylül üç beş kişi ile sınırlı değildi. Bütün toplumun üzerinden buldozer gibi geçti. Ben o ilk demecimde 'Bir çağ yangını vardı, ben o yangınının tam ortasında yananları atlatmaya çalıştım şiirimde delmiştim." Bir idam olgusu var, bir anne olgusu var. Binlerce on binlerce insan cezaevinde; binlerce kişi idamla yargılanıyor. Sürekli baskı ve işkence var, açlık grevleri var. Her an ölümler oluyor. Bu koşullarda anneler mutfaklarından tarlalarından çıkıp, günlerce evlerine gitmeden cezaevleri kapılarında sıkıyönetim komutanlıklarının kapılarında dayaklar yediler. İki temel olguyu işliyordu; anne ve idam olgusunu işliyordu şiir. Çok yakıcı ve sert bir dönemde 'hayır' diyebilen. Umudu söyleyebilen bir şiirdi. İlk bölümünde umudu işaret eder. 'Ağlama' der, 'Saçlarına yıldız düşmüş koparma' der. Dolayısıyla bu senin de ruhuna hitap ediyor. Başkasının da ruhuna hitap ediyor."

Şafak Türküsü merhum Ahmet Kaya'nın sesiyle geniş kitlelere ulaştı. Uzun süre dillerden düşmedi. Teklif Ahmet Kaya'dan mı gelmişti?

"O zamanlarda biz cezaevinde yasaklar altında yaşıyorduk. Dolayısıyla o dönemde görüşler yasaktı. Bana böyle bir şeyi teklif etmesi fiziki olarak da mümkün değildi. Bildiğim şey böyle bir şey yapılıyor: O sırada benim bir arkadaşım diyor ki, 'Bu insanın annesi var, babası var, kardeşleri var, izin alın.' Şuan ki oturduğumuz apartmana geliyorlar ve böyle bir şeye karar veriyorlar. Ben bir buçuk yıl sonra dinleyebildim. Ahmet Kaya da o sıralar parlak bir kimse değildi. 'Şafak Türküsü' ile patlıyor, eli güçleniyor."

"AHMET KAYA ŞAFAK TÜRKÜSÜ İÇİN 500 LİRA TELİF ÖDEDİ"

Ahmet Kaya'dan şiirinizin telifini almış mıydınız?

Evet, çok küçük bir rakamdı.

Kaç lira telif aldınız?

Telif bugünün parası ile 400-500 Lira alınmış.

Şiirlerinizde cezaevi döneminin izlerini, hüznünü görüyoruz. Ne tür uygulamalara maruz kaldınız orada?

"Her türlü uygulamaya maruz kaldık. Şöyle düşünün: Cezaevindesiniz; askerler iktidarda. Ağızlarından çıkan her söz bir emir yasa halinde. İstedikleri gibi asabiliyorlar. Hatta Kenan Evren, 'Asmayıp da besleyecek miyiz?' dedi. Bilinen bir sözdü. Her şey yasak. Sizi sürekli teslim almak istiyorlar. Asker olarak görüyor ve askeri yaptırımlar uygulamak istiyorlar. Hazır olda durmanızı istiyorlar. Sürekli bir asker gibi İstiklal Marşı okutmak istiyorlar; uygun adım yürütmek istiyorlar. Tek tip elbise giydirmek istiyorlar, siz de bunlara 'hayır' diyorsunuz. Onun dışında görüş hakkınız var, avukat hakkınız var, banyo hakkınız, kitap okuma hakkınız var. Bunları istiyorsunuz bunları vermiyorlar. O zaman direnmek zorunda kalıyorsunuz. Açlık grevleri buradan çıktı. Durup dururken çıkmadı. Açlık grevi en dehşet verici eylemdir. Bir insanın kendisine yapabileceği en acı verici eylemdir. Yaşanan koşullar o kadar berbattı ki biz bunları yapmak zorunda kaldık. Bir kere değil, iki kere değil onlarca gün açlık grevi yapıldı. Benim şiirler kitaplar çıkmaya başladıktan sonra işim daha da zorlaştı. İki yıl boyunca bir tane mektup alamadım. Sırf bunun için 22 gün açlık grevi yapmak zorunda kaldım 1987 Nisan ayında."

Şiirlerinizde yıldızlara çok vurgu yapıyorsunuz. Yıldız, umudumu mu, özgürlüğü mü, masumiyeti mi temsil ediyor şirinizde?

"Özel anlamlar yüklememek lazım. Yeri ve zamanı geldiğinde o şiirde bir anlam ifade eder."

Başbakan Erdoğan Şafak Türküsü'nden mısralar okuduğunda ne hissettiniz?

"Şiirin kendisi bana bir şeyler hissettiriyor da... Değişik bir duygu; ama bunu olumlu olumsuz gibi bir yerden tanımlamak zor. Orada Başbakan şiir okuyor. Haberlerde de alta Ahmet Kaya'nın sesini veriyorlar, klip oluşturuyorlar. Yabancılaşıyorsunuz. 'Bu benim şiirimiydi' diye çok tanımlayamıyorsunuz. Okuyarak çok hayırlı bir şey yapmadı. Bana sorunlar getirmeye başladı. Bir Başbakan'ın şiir okuması öncelikle iyi bir şey. Bağlamından koparıp baktığımızda şiire vurgu yapması iyi bir şey olarak görünüyor. Fakat bağlamı içerisine baktığımız zaman o şiir şiir olmaktan çıkıyor, bir başka amaca yönelik bir araç haline geldiğini ve getirildiğini duyuyorsunuz. Böyle bir yerden baktığında bu hoş durmuyor açıkçası."

"ŞAFAK TÜRKÜSÜ'NÜN REFERANDUM KAMPANYASINDA KULLANILACAĞINI SANMIYORUM"

AK Parti'nin referandum kampanyasında 'Şafak Türküsü'nü kullanacağı ifade ediliyor. Ne düşünüyorsunuz?

"Bana böyle bir şey gelmedi. Gülten Kaya ile de konuştum. Ona da giden bir şey yok. Dolayısıyla ancak iki kişinin buna evet demesi ile olacak bir şey bu. Bu niye böyle bir şey var onu bilmiyorum. Bir deli kuyuya bir taş atıyor, kırk akıllı çıkaramıyor. Benim şimdiden canım sıkılmaya başladı. Bir sürü mesajlar geliyor, telefonlar geliyor. Buna yanıt vermek de çok saçma. Olmayan bir şeye yanıt vermek de saçma. Olduğunu da sanmıyorum. Olacağını da sanmıyorum."

Referandum öncesinde 'Evet- Hayır' tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

"Referandumda katılımın düşük olacağını düşünüyorum. Yüzde 60 olursa büyük katılım olur. Dolayısıyla boşa harcanmış bir zaman olacak. Evet-Hayır ile aklımı vicdanımı sıkıştırmak istemiyorum. Ben bunun dışındayım. Sandığa gitmeyi düşünmüyorum. Oy kullanmayacağım. Gündemi takip ediyorum .Bana yeni bir şey söylemiyorlar. Seçim barajını neden indirmiyorlar?"

Anayasa paketinin içeriğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

"Yaş kararları ile ilgili değişiklikler doğru bir şey; ama paketin içinde birbirleri ile alakası olmayan o kadar çok şey var ki. Sadece 12 Eylül ile hesaplaşma adına bir referandum yapılabilirdi. Gerçekten 15. madde kaldırılacak, hesap sorulacak gibi paketle bana gelmiş olsalardı, emin olun ki yüzde 80 gibi bir şeyle evet alırdı."

Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile