TEDMEM 2018 Eğitim Raporunu Açıkladı

Türk Eğitim Derneğinin düşünce kuruluşu TEDMEM, 2018 Eğitim Değerlendirme Raporu’nu açıkladı. Eğitim sistemi, sınavların öğrenci, okul ve aileye etkisi, öğretmenler, Türk eğitim sisteminin uluslararası arenadaki yeri gibi 9 farklı başlıkta toplanan raporda, eğitime ilişkin analizler ve çözüm önerileri dikkat çekiyor.

2023 Eğitim Vizyonu Belgesi’nde belirtilen hedefler doğrultusunda hareketlenen eğitim sistemi, öğretmen yetiştirmedeki arz-talep dengesizliği, Türk eğitim sisteminde nitelik tartışması, öğrenci devamsızlıklarının gerçek nedenleri gibi konuların ele alındığı raporda öğrencilerin okul odaklı eğitimden uzaklaştığına dikkat çekildi. Bu konuda TEDMEM, orta ve uzun vadede okulda öğrenme-öğretme süreçlerinin niteliğinin geliştirilmesi konusunda adım atılması gerektiğinin altını çizerken, Liselere Geçiş Sistemi’nde (LGS) sınava giriş zorunluluğunun kaldırılmasına karşın her 100 öğrenciden 81’inin sınava girdiğini ve sınava giren öğrenci sayısında beklenen azalmanın gerçekleşmemiş olduğunu vurguladı. 127 bin 480 kişilik boş kontenjan olmasına rağmen bazı okullara öğrencilerin gitmek istemediği gerçeğine dikkat çekilen raporda, tercih edilmeyen okulların merkezi yerleştirmeye dahil edilmesinin çelişki oluşturduğunun da altı çizildi. İşte verilere dayalı analiz ve çözüm önerilerinin bulunduğu rapordan dikkat çeken noktalar:

Eğitim payı hedefleri gerçekleştirmek için yetersiz: 2017 yılına göre MEB bütçesinin merkezi yönetim bütçesi içindeki payı yaklaşık yüzde 1 azalmıştır. Yatırım ödeneğinin MEB bütçesi içindeki payı ise yüzde 8,36 olarak belirlenmiştir. Bu haliyle yatırıma ayrılan payın erişime yönelik fiziksel ve altyapı ihtiyaçlarının yanı sıra, niteliği artırmaya yönelik hedeflerin gereği olarak oluşacak harcamaları karşılama yeterliğinde olmadığı açıktır. Eğitime ayrılan kaynaklar Türkiye’nin üst politika belgelerindeki eğitim hedeflerinin gerçekleştirilmesi için yeterli değildir.

Okul yöneticiliğinde yaklaşım sorunu var: Okul yöneticiliği ile ilgili politikalarda bir yaklaşım sorunu olduğu görülmektedir. Okul yöneticiliğinin geçici bir görev olarak tanımlanması, yöneticiliğin hem algısal olarak hem de mesleki ve yasal boyutlarıyla bir uzmanlık işi olarak ele alınmasını engelleyen bir niteliğe sahiptir. Okulların yönetim kapasitesinin geliştirilmesi için öncelikle yönetici yeterliklerinin tanımlanması, bu yeterlikleri kazandırmaya yönelik hizmet öncesi eğitimlerin ve mesleki gelişim çalışmalarının tasarlanması ve nihayetinde eğitim liderliğinin gerektirdiği birikim ve donanıma sahip olma düzeyini adil ve objektif bir şekilde ölçümleyebilecek bir seçme ve atama sürecinin oluşturulması gerekmektedir.

Öğretmen açığı 4 yılda kapanabilir: Öğretmen yetiştirmede arz-talep dengesizliği devam etmektedir. MEB, 2018 yılında toplam öğretmen ihtiyacını 97 bin 31 olarak ifade etmiştir. Oysa sadece Eğitim/Eğitim Bilimleri Fakültelerinde öğrenim gören öğrenci sayısı 217 bin 645’tir. Bununla birlikte Pedagojik Formasyon Eğitimi Sertifika Programı kontenjanlarının belirlenmesi üniversitelere bırakıldığından bu yana her yıl 50 binin üzerinde kişinin bu eğitimleri aldığı tahmin edilmektedir. Türkiye’nin öğretmen olarak atanabilecek durumda olan mezunlarla, halen öğretmen yetiştirme programlarında öğrenim gören sayının toplamı kadar öğretmeni önümüzdeki 10 yıl içinde bile ataması mümkün olmayacaktır. Ancak bu ihtiyaç önceki atama bantlarına erişilmesi halinde iki yılda 25 bin bandında devam ederse 4 yılda kapatılacak bir ihtiyaçtır.

Mevcut öğretmen kadroları etkin kullanılamamaktadır: Bazı bölgelerde önemli sayıda öğretmen fazlası bulunurken, bazı bölgelerde öğretmen açığı bulunmaktadır. Örneğin Ankara’da norm kadro sayısı 53 bin 36 iken, öğretmen sayısı 53 bin 606’dır. Ancak dengesiz dağılım sebebiyle Ankara’da 5 bin 739 öğretmen norm fazlasıdır. Diğer yandan ihtiyaç duyulan öğretmen sayısı ise 5 bin 169’dur. Öğretmen dağılımındaki dengesizlikleri ortadan kaldıracak bir atama ve yer değiştirme sistemi geliştirilmelidir.

Ücretli öğretmenlik uygulamasına son verilmelidir: Sistemdeki ücretli öğretmen sayısı yaklaşık 92 bin olarak tahmin edilmektedir. İki yıllık meslek yüksekokulu mezunlarının sınıf öğretmeni, branş öğretmeni ve hatta özel yetkinlikler ve hassasiyetler gerektiren özel eğitim (zihinsel-görme-işitme) öğretmenleri olarak görevlendirilmesinin hiçbir makul açıklaması bulunmamaktadır.

Öğretmenlik Meslek Kanunu tartışmaları 3600 ile sınırlı kaldı: 2023 Eğitim Vizyonu belgesi kamuoyuyla paylaşıldıktan sonra öğretmenlerle ilgili en çok gündem oluşturan hedef de Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun hazırlanması ile ilgili hedef olmuştur. Bunun en önemli sebeplerinden biri öğretmenlik mesleği ile ilgili bütüncül bir yasal düzenlemeye duyulan ihtiyaç konusunda toplumsal mutabakatın çok öncesinde sağlanmış olmasıdır. Vizyon belgesinde öğretmenlerin ihtiyaçlarına cevap verecek bir meslek kanununun hazırlanmasının hedef olarak belirlenmesi oldukça önemlidir. Ancak, Cumhurbaşkanlığı İkinci 100 Günlük İcraat Programı’nda öğretmenlerle ilgili belirlenen hedeflerden birinin “Öğretmenlerin ek göstergelerinin 3600’e yükseltilmesi” olarak ifade edilmesiyle kamuoyunda öğretmenlik meslek kanunu ile ilgili gerçekleştirilen tartışmalar ek gösterge tartışmaları sınırlılığında kalmıştır.

Matematik öğretmeninin matematik ile imtihanı: Öğretmenlik yapmak isteyenlerden temel eğitim testinde 80 soru içinde doğru yanıt ortalaması 39. Alanı ilköğretim matematik öğretmenliği olanların 50 matematik sorusundaki doğru yanıt ortalaması 12,48 olurken, kimya branşında da 50 sorudan ortalama doğru sayısı 12,84’te kaldı.

154 bin çocuk okul dışında: Temel eğitimde olması beklenen 6-13 yaş aralığında yaklaşık 154 bin çocuk okul dışında kalmıştır. Her ne kadar net okullaşma oranları 6-9 yaş grubunda yüzde 98,35, 10-13 yaş grubunda ise yüzde 98,62 olarak oldukça yüksek değerler gibi gözükse de toplamda 6-13 yaş aralığında 153 bin 895 çocuğun okul dışında kaldığı görülmektedir.

Okul öncesi eğitimde öğretmen atamaları ve derslik sayıları hedeflerle uyumlu değil: 2013-2014 eğitim öğretim yılında 5 yaş grubu için yüzde 42,54 olan net okullaşma oranı, 2017-2018 eğitim öğretim yılında yüzde 66,88’e yükselmiştir. Mevcut durumdaki derslik sayıları henüz okul öncesi eğitimde 5 yaş grubu öncelikli olarak okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması için yeterli değildir. Ayrıca 2017-2018 örgün eğitim istatistiklerine göre bir öğretmene ortalama 21 çocuk düşmekte olup, 5 yaş için okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması halinde öğretmen ihtiyacı daha da artacaktır. Okul öncesi eğitimde öğretmen ihtiyacının karşılanması için gerekli tedbirlerin alınması yanında, bir öğretmene ortalama 21 çocuğun düştüğü dikkate alınarak uygun niteliklere sahip yardımcı personelin temini de önem arz etmektedir.

Ortaöğretimde eğitime erişim bölgeler arası farklılık gösteriyor: Ortaöğretimde net okullaşma oranı 2008-2009 eğitim öğretim yılında yüzde 58,5 iken, ortaöğretimin zorunlu eğitim kapsamına dâhil edilmesinin bir sonucu olarak 2017-2018 eğitim öğretim yılı itibarıyla yüzde 83,6’ya yükselmiştir. Ortaöğretimde eğitime erişimde bölgesel farklılıklar bir hayli yüksektir. Yüzde 100 okullaşmanın sağlandığı il de, neredeyse her iki öğrenciden birinin okula erişiminin olmadığı il de mevcuttur. İller ve bölgeler arasındaki bu farklılıklar, okullaşma oranının düşük olduğu bölge ve illere yönelik özel tedbirlerin geliştirilmesi gerektiğine işaret etmektedir.

Devamsızlık nedeni sınav kaygısı: PISA uygulamasının yapıldığı tarihten önceki iki hafta içinde tam gün devamsızlık yapan öğrenci oranı 2015 yılında OECD ortalamasında yüzde 20 iken, Türkiye’de yüzde 47’dir. Bu oran Türkiye’nin 53 ülke arasında devamsızlığın en yüksek olduğu 6. ülke olduğunu göstermiştir. Üniversite sınavına hazırlık için yapılan devamsızlıklar da önemli bir sorun alanıdır. Sınava hazırlanan 12. sınıf öğrencilerinin birçoğu geçmişten bu yana özürlü ve özürsüz devamsızlık haklarını sonuna kadar kullanmakta ve devamsızlık yaptıkları süre içinde dershane, kurs ve/veya özel ders gibi okul dışı kaynaklara yönelmektedir. 12. sınıflar için geçmiş yıllarda devamsızlık haklarının arttırılması ve 2018 yılında da getirilen devamsızlık afları gibi uygulamalar, öğrencilerin devamsızlık konusunda daha rahat davranmasına sebep olmuş, okul dışı kaynaklara yönelmeyi de dolaylı olarak desteklemiştir. Bu uygulamalar soruna çözüm olmaktansa devamsızlık yapmaya teşvik edici bir nitelik taşıyarak durumu daha da karmaşıklaştırmaktadır. Getirilecek tek çözüm öğrencilerin üniversite sınavı için okul dışı zamana ihtiyaç duymaması ve okul dışı kaynaklara yönelmesinin önlenmesidir. Gelecek kaygısı ile yapılan devamsızlıkların ötesinde, ailevi ve ekonomik sorunlar nedeniyle geleceğini planlayamayan da pek çok öğrenci bulunmaktadır.

Açık öğretim lisesi alternatif olmayı sürdürüyor: 2008-2009 eğitim öğretim yılında açık öğretim lisesine kayıtlı öğrenci sayısı 508 bin 42 iken, 2017-2018 eğitim öğretim yılında bu sayı 1 milyon 395 bin 621’e yükselmiştir. Bu artışın bir kısmının son yıllarda ortaöğretime yerleştirme sorunlarından kaynaklı olduğu, bir kısmının ise yükseköğretime geçiş sınavına hazırlık amacıyla örgün öğretim kurumlarından ayrılmalardan kaynaklandığı bilinmektedir.

Öğrenci meslek lisesi istemedi: Mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarında boş kontenjanların bulunması, bu alanda bir arz-talep dengesizliğine ve mesleki eğitim-işgücü piyasası ilişkisinin yetersizliğine işaret etmektedir. 2017-2018 eğitim ve öğretim yılında Anadolu meslek programlarında 214 bin 34 kontenjan boş kalmıştır. Kontenjanların boş kalması aynı zamanda mesleki ve teknik eğitim ile işgücü piyasası ilişkisinin sağlıklı bir şekilde kurulamadığının göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Öğrenciler LGS’den vazgeçmiyor: Liselere Geçiş Sistemi (LGS) uygulamasının ilk yılında sınava girme zorunluluğu kaldırılmasına rağmen sınava giren öğrenci sayısında beklenen azalma gerçekleşmemiştir. Toplam kontenjanın yüzde 10’una sınav sonucuna göre yerleştirilme yapılması öngörülürken, öğrencilerin yüzde 81,46’sının yani her 100 öğrenciden 81’inin sınava girmiş olması ortaöğretime geçiş sürecindeki temel sorunlarla açıklanabilir. Kontenjanı boş kalacak kadar tercih edilmeyen bir ortaöğretim kurumuna sınavla öğrenci almak, en iyimser değerlendirmede dahi gerçekçi olmayan, gereksiz bir rekabet ortamı ve sınav odağı oluşturmak anlamına gelmektedir.

Temel matematik becerisinden yoksun: Ortaöğretime geçişte uygulanan LGS’de 8. sınıf öğrencilerinin temel matematik bilgisinden yoksun olduğu gözlenmiştir. Buna göre matematik testinin başarı oranı 100 üzerinden 24,77 ile diğer alt testler arasında en düşük değere sahiptir. Matematik testinde öğrencilerin doğru cevap ortalaması ise 20 soruda 4,95’tir.

Matematik hep sorun: 2018 yılında ilk kez uygulanan Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nda (YKS) yer alan testlerin herhangi birinden Türkiye genelinde yüzde 50 başarı dahi yakalanamamıştır. İki aşamalı YKS’de bir lisans programı tercih edebilmek için katılımın gerekli olduğu ikinci aşama olan Alan Yeterlik Testi’ne (AYT) katılan öğrencilerin ortalama puanları matematikte 40 soruda 3,923; fizikte 14 soruda 0,467; kimyada 13 soruda 1,109; biyolojide 13 soruda 1,669’dur. Özellikle fen bilimleri alanında elde edilen bu sonuçlar bugüne kadar gerçekleştirilen yükseköğretime geçiş sınavlarında elde edilen en düşük ortalamalar olmuştur.

Bakanlığın destekleme programı olumlu: Gelir gruplarına göre eğitim hizmetlerine yapılan harcama dağılımındaki uçurum, alt gelir gruplarındakilerin eğitiminin desteklenmesini zorunlu kılmaktadır. 2017 yılı verilerine göre eğitim için yapılan özel harcamaların yaklaşık yüzde 66’s üst yüzde 20’lik gelir diliminde olanlar tarafından yapılmaktadır. En alt yüzde 20’lik gelir grubunun yaptığı harcamaların toplam özel harcamalar içindeki payı ise yüzde 2,8; ikinci yüzde 20’lik gelir grubundakilerin payı ise yüzde 5,2’dir. Bakanlığın eğitim ve öğretim desteklerini kademeli olarak kaldırmakla ve bu destekleri dezavantajlı durumdaki okulların nicel ve nitel gelişimine yönlendirmekle ilgili yaklaşımı, eğitim ve öğretim desteklerini gündeme getiren süreç bir bütün olarak ele alındığında oldukça olumlu bir değişim olarak değerlendirilebilir.

12 yıl okuyor ama 9 yıl eğitim almış gibi okuldan çıkıyor: İnsan Sermayesi Endeksi Raporu (Dünya Bankası) verilerine göre Türkiye’de doğmuş bir çocuğun, eğitim ve sağlık hizmetlerinden bütünüyle yararlanabildiği durumda bile potansiyelinin yalnızca yüzde 63’ünü gerçekleştirebileceği öngörülmektedir. Raporda en dikkat çekici bileşenlerden biri öğrenmeye göre uyarlanmış ortalama eğitim süresi hesaplamasıdır. Buna göre, Türkiye’de öğrenciler ortalama 12,1 yıl okulda kalmalarına rağmen sadece yaklaşık 8,9 yıla eşdeğer bir eğitim almaktadır.

Üniversiteli işsiz sayısı lise mezunu olmayanlardan fazla: Bir Bakışta Eğitim 2018 (OECD) raporuna göre Türkiye’de 25-34 yaş aralığındaki genç yetişkinlerin neredeyse yarısı ortaöğretim mezunu değildir. Her ne kadar bu oran son yıllarda azalmış olsa da hâlâ diğer ülkelere kıyasla çok yüksektir. 25-34 yaş aralığında olup üniversite mezunu olanların oranı ise son 10 yılda neredeyse ikiye katlanarak yüzde 32 olmuştur. Ancak işsizlik oranları incelendiğinde, Türkiye’de yükseköğretim mezunlarının işsizlik oranının ( yüzde 13,1), eğitim düzeyi ortaöğretimin altında olan yetişkinlerin işsizlik oranından ( yüzde 11,7) daha yüksek oluşu dikkat çekmektedir.

Ne eğitimde ne istihdamdalar peki neredeler: Eğitimsiz ve işsiz gençlerin oranı OECD ortalamasından 2,14 kat daha yüksek. Türkiye’de 18-24 yaş aralığındaki her 100 kadından 43’ü, her 100 erkekten 19’u ne eğitimde ne de istihdamdadır. 18-24 yaş aralığındaki nüfusa bakıldığında ise OECD ülkelerinde yüzde 14,5 olarak belirlenen ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin oranı Türkiye’de yüzde 31,1’dir. Bu oran kadınlar için yüzde 43,5, erkekler için ise yüzde 19,1 olarak kaydedilmiştir. OECD ülkelerinde cinsiyete göre oranlar arasındaki fark yaklaşık yüzde 2 iken, Türkiye’de yüzde 20’nin üzerindedir.

Annenin eğitimi çocuğu etkiliyor: Raporda anne babanın eğitim düzeyi ile merkezi sınav puanı ile yerleştirilen öğrencilerin sınav puanları arasındaki ilişki de incelenmiştir. Annelerinin eğitim düzeyleri ilkokul olan öğrencilerin sınav puan ortalaması 329,38 iken, annesi ortaokul mezunu olanların ortalaması 336,30, lise mezunu olanların 354,99 lisans mezunu olanların 383,17 ve lisansüstü olanların ise 390,13’tür. Annesi ilkokul mezunu olan öğrencilerle annesi lisansüstü düzeyde eğitim görmüş öğrencilerin merkezi sınav puanları arasında yaklaşık 62 puanlık bir fark söz konusudur. Annelerin eğitim düzeyine benzer şekilde öğrencilerin babalarının eğitim düzeyi arttıkça merkezi sınav puanları da artış göstermektedir.
Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile