Kılıç konuşmasında, Türklerde Cihan Hakimiyeti Mefkûresi ve Kızılelma’dan bahsetti. Kılıç, “Orta Asya’da Türkler, Kadir-i mutlak bir Tanrı’ya ve onun cihan hakimiyetini kendilerine verdiğine inanırlardı. Bilge Kağan; “Tanrı irade ettiği için tahta oturdum, dört yandaki milletleri nizama soktum. İfadesi ile Tanrıya olan imanını ve sahip olduğu hakimiyetin semavi kaynağını ortaya koyuyordu. Kağan olacak kişi Gök Tengri tarafından seçilmiş ve kendisine kut verilmiş aynı zamanda bütün dünyaya kağan olarak tayin edilmişti. Nitekim bu anlayış Göktürk Abidelerinde “ Üstte mavi gök, altta yağız yer ve ikisi arasında kişioğlu yaratılmış; Kişi oğulları üzerinde de dedem Bumin ve İstemi kağanlar hükümdar olmuşlardı, Onlar dört tarafta bulunan düşmanları idareleri altına almışlar, savaştan vazgeçirmişler, başlılarını eğdirmişler ve dizlilerini çöktürmüşlerdi. Böylece sahipsiz ve teşkilatsız Göktürkleri nizama koyup hüküm sürmüşlerdi.” ifadesiyle kendine yer bulmaktadır. Türk devlet felsefesinde kut sahibi olmanın ilk basamağı hanedan üyesi olmaktı. Hükümranlık hanedanın her erkek üyesinin hakkıydı. Ve bu üyeler arasında zamanın şartları altında en güçlü olan Kağan olarak devleti idare etme hakkına sahipti. Kut (İktidar Sahibi Olmak), Tanrı kaynaklı olmakla beraber Türk Kağanları sadece bu hakla “Kut”lu sayılmazlardı. Kut sahibi olan Kağanların üzerlerine düşen görevler de vardı. Adaletle yönetmek, diğer Türk Beyleri arasında taraf tutmamak, açları doyurmak, üstsüzleri giydirmek, ülkeye bolluk ve bereket getirmek ve elbette bunlardan daha da önemlisi devleti ve milleti düşman tehlikesinden korumak, vatanın ve milletin birliğini devam ettirmektir. Bunları sağlayamayan hükümdar sahip olduğu kut’un gereklerini sağlayamadığından dolayı tahttan indirilebilirdi” dedi.
Türklerin Cihan Hakimiyeti mefkuresinin en önemli temsilcilerinden birisinin Büyük Hun İmparatoru Mete olduğunu dile getiren Doç. Dr. Ümit Kılıç, “Diğer Hükümdarlarla yaptığı haberleşmelerde mektuplarının başına “Tanrı’nın tahta çıkardığı Hun Milletinin büyük Tan-yu’su” ibaresini kullanırdı. Hun hükümdarları “Tengri Kutu” unvanı taşımaktaydılar. Avrupa Hunları’da aynı Cihan hâkimiyeti mefkuresini sürdürmekteydiler. Avrupa hunlarına gönderilen Bizans Elçileri, Hunların, Başlarındaki Kağan Attila’nın ilahi bir menşeden geldiğine inandıklarını ve dünyanın kendilerine ait olduğunu temel alan bir anlayış ile fetihlerde bulunduklarını söylemekteydiler. Türkler, İslamiyet sonrası devirlerde de bu anlayışı devam ettirmiştir. Selçukluların kurucusu Selçuk Bey’in Babası Dukak’ın vücudundan üç ağacın çıkarak göklere yükselmesi soyundan gelenlere cihan hakimiyetinin müjdesi olarak kabul edilmişti. Aynı şekilde Osmanlı Devleti’nin ilk padişahı Osman Bey’in, Şeyh Edebalı’nın evinde iken gördüğü vücudundan çıkan bir ağacın dünyayı sarması da yine Edebalı tarafından Osman Bey’e kendi soyundan gelecek olan Osmanoğullarına verilecek bir cihan hakimiyeti şeklinde müjdelenmişti. Cihan hakimiyeti mefkuresinin en önemli unsurlarından biri de Kızılelma olgusudur. İlk olarak Evliya Çelebi (ö. 1684) ve ünlü Osmanlı kronikçisi İbrahim Peçevî’nin (ö.1649) eserlerinde görülen Kızılelma vurgusu şifahi halk kültürü içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bu dönemde yeniçeri Gülbankları içerisinde de kendisine yer edinen Kızılelma, bazen İstanbul’u, Bazen, Roma’yı veyahut Viyana’yı ifade etmekteydi. Ancak Ziya Gökalp, Nihal Atsız, Osman Turan İbrahim Kafesoğlu gibi büyük Türk Mütefekkirlerinin görüşleri ışığında şöyle ifade edilebilir; Türkler için Kızılelma dünya hakimiyetinin, Türk ordusunun manevi hedeflerinin, Milli ahlakın ve Türk milletinin gönlündeki coğrafyanın özetle Türklerin, sosyal ve siyasal olarak ulaşmak istedikleri hedefin adı ve sembolüdür” diye konuştu.
Kılıç’a konuşmasının ardından Güneş Vakfı yönetimi tarafından katılım belgesi takdim edildi.
Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Ve Kızılelma
Güneş Vakfı tarafından geleneksel olarak düzenlenen Cuma günü konferanslarının bu haftaki konuğu Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ümit Kılıç oldu.