Türk Eğitim Derneği'nin, 'Ortaöğretime Ve Yükseköğretime Geçiş Sistemi' Araştırması

Türk Eğitim Derneği'nin, 'Ortaöğretime Ve Yükseköğretime Geçiş Sistemi' Araştırması

Türk Eğitim Derneği'nin, "Ortaöğretime ve Yükseköğretime Geçiş Sistemi" araştırması, 12 ilden; ilköğretimde 3 bin 870 öğrenci ve bin 895 veli; ortaöğretimde 2 bin 854 öğrenci, 944 lise mezunu ve bin 783 veliye anket uygulanarak; toplamda 11 bin 346 denek ile gerçekleştirildi

Türk Eğitim Derneği'nin, "Ortaöğretime ve Yükseköğretime Geçiş Sistemi" araştırması, 12 ilden; ilköğretimde 3 bin 870 öğrenci ve bin 895 veli; ortaöğretimde 2 bin 854 öğrenci, 944 lise mezunu ve bin 783 veliye anket uygulanarak; toplamda 11 bin 346 denek ile gerçekleştirildi.
Türk Eğitim Derneği Araştırması'na göre, Türkiyede sınav sistemi okulları eğitim öğretim amaçlarından uzaklaştırmış ve okul eğitimi ikinci planda kaldı. Okullarda dersler sınavlarda soru gelebilecek konulara indirgenerek, öğrencilerin bir bütün olarak gelişimi göz ardı edildi. Bu süreçte öğrenciler, anne-babalar ve öğretmenler milyonlarca insan çaresizlik içerisinde sınava yöneldi. Türk Eğitim Derneği bir sivil toplum örgütü olarak, 2005 yılında "Hayat=180 dk mı?" ve 2006 yılında "Hayat=195dk mı?" ile
başlatmış olduğu nesli kaybetme noktasına getiren sınavlara karşı duruşunu devam ettiriyor. Sınav isisteminin ortaya çıkardığı sorunlara çözüm getirme ve iyileştirme yerine, 2008 yılında uygulamaya konulan SBS ile sınav sorunu daha içinden çıkılmaz hale getirildi. Derneğimiz, bu durum karşısında sınavların yarattığı sorunları ortaya koymak ve çözüm üretmek amacıyla yeni bir kampanya düzenlenmesine karar verdi.
"ONLAR BİZİM ÇOCUKLARIMIZ, YAŞAMAK ONLARIN DA HAKKI" adıyla başlatılan bu kampanyaya temel teşkil etmek üzere gerçekleştirilen "Ortaöğretime ve Yükseköğretime Geçiş Sistemi" araştırması için 12 istatistiki bölge biriminden birer il seçildi. Araştırma 12 ilden; ilköğretimde 3 bin 870 öğrenci ve bin 895 veli, ortaöğretimde 2 bin 854 öğrenci, 944 lise mezunu ve bin 783 veliye anket uygulanarak; toplamda 11 bin 346 denek ile gerçekleştirildi. Araştırma bulguları çarpıcı sonuçlar ortaya koydu.

"ORTAÖĞRETİME GEÇİŞ SİSTEMİNDE SORUNLAR"
Araştırmaya göre, mevcut orta öğretime geçiş sistemi, çarpık ve çağın gereklerine uymayan ortaöğretim yapısının dikte ettiği bir sonuç. Mevcut yapılanma, gelecek için bir orta öğretim vizyonuna dayanmamakta, lise çeşitliliği 21. Yüzyılda bilgi toplumunun gereklerinden çok, 19. ve 20. Yüzyılların sanayi toplumunun gereklerine göre bir yapılandırmaya dayanıyor. Orta öğretim kurumlarının amaçları ile yapılanma biçimleri örtüşmüyor. Meslek okulları Türkiye'deki istihdam sorunu ve üniversite kapısındaki
yığılmaya büyük ölçüde çözüm olacak. Ancak, meslek okullarının büyük çoğunluğu meslek kazandırmaktan uzak, mesleğe mi, yoksa yüksek öğrenime mi öğrenci hazırladığı belli olmayan kurumlar haline dönüştü. Bu nedenledir ki, yükseköğretime geçişte meslek lisesi-genel lise çekişmesi ve ikilemi yaşanıyor. Fen liselerinin kuruluş amacı üstün nitelikli bilim insanlarının yetiştirilmesine kaynaklık etmek olduğu halde, uygulamada Fen Liseleri ile bilim insanı yetiştirme arasında hiçbir şekilde organik bir bağ
ve süreklilik olmadığı ortada. Anadolu liselerinin kuruluş amacı olan "iyi derecede yabancı dil öğretme", hazırlık sınıflarının kaldırılması ile önemli ölçüde zaafa uğratıldı. Öğrencilerin lise çağında, ilköğretimdeki başarıya göre gruplandırılması, devlet eliyle elit okullar oluşturan bir ayrımcılığa dönüştü. Kaldı ki Anadolu liselerinden mezun olan öğrencilerin yüzde 64'ünün bir yüksek öğrenim programına yerleşmiş olması, dört yıl içerisinde başarılı öğrencilerin yüzde 35'inin başarısız hale getirildiğini
gösteriyor. Anadolu liseleri ilk öğretimde önemli bir kısmı özel okullarda okuyan toplumun daha varlıklı kesiminden gelen öğrencilerin parasız okuduğu okullar haline dönüştü. İlk öğretimde toplam öğrenci sayısının sadece yüzde 1,82 si özel okullarda öğrenim görmesine rağmen Ankara, İstanbul ve İzmir'deki enyüksek puanla öğrenci alan 14 Anadolu lisesine yerleşen öğrencilerin yüzde 28'i özel ilköğretim okullarından mezun olan öğrenciler. Türkiye genelinde ise özel ilköğretim okullarından mezun olan
öğrencilerin yaklaşık yüzde 40'ı Anadolu Liselerine yerleşmeye hak kazanıyor. Sınavların oluşturduğu baskı ile sınava hazırlık sektörü sürekli büyümekte ve okulların yerini alacak bir boyuta ulaşıyor.
Rapora göre, Türkiye'de 2010 yılında 3357 Genel Liseye karşılık, dershane sayısı genel lise sayısını geçerek 4193 oldu. Dershane sayısı 2001 yılında 1864 iken, 2010 yılında 2,24 kat artarak 4193'e ulaştı. Sınava hazırlık ailelerin ekonomik güçlerine bağlı olarak satın alabildikleri ya da satın alamadıkları bir eğitim hakkına dönüştü.Not konusunda öğretmenler üzerinde oluşan baskı, yönetici-öğretmen-veli üçgeninde çeşitli sorunlara neden oluyor. Öğretmenlerin başarısının verdiği notlarla değerlendirilmesi
bir not enflasyonuna neden olduğu gibi, öğrencilerinin SBS puanı dışında kazanımlarının ikincil ve önemsiz görülmesi öğretmenlerin moral ve motivasyonlarını olumsuz etkiliyor.
Eğitimin kalitesinde okullar arasındaki eşitsizlikler, sınavlar aracılığıyla çözülemyeceği gibi daha da derinleşiyor. Kamuoyu ile paylaşılan istatistikler, yalnızca iller arasındaki makas açıklığını gösteriyor. Oysa iller arasındaki farklar, buz dağının yalnızca görünen kısmı. Gerçek eşitsizlik, her bir ilin kendi içindeki okullar arasında görülüyor. İstanbul'da en yüksek SBS okul ortalamasının en düşük okul ortalamasına oranı yüzde 145, İçel'de yüzde 141, Aydın'da yüzd e94, Bursa'da yüzde 92, Kütahya ve
Antalya'da yüzde 86, Isparta'da yüzde 81 ve Ankara'da yüzde 80.

"YÜKSEKÖĞRETİME GEÇİŞ SİSTEMİNDE SORUNLAR"
Raporda, "Yükseköğretimde özellikle örgün öğretimdeki kapasite yetersiz kalmaktadır. Türkiye'de 95'i devlet üniversitesi, 51'i vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 146 üniversite bulunmaktadır.Yükseköğrenimde öğrenci sayısının yaklaşık yüzde 62'si 13 üniversitede öğrenim görmektedir. Diğer taraftan 46 üniversite de ise toplam öğrenci sayısını yalnızca yüzde 3,63'ü öğrenim görmektedir. Yeni kurulan üniverstelerle henüz ciddi bir kontenjan artışı sağlanamamıştır.Yükseköğretimde açıköğretimin payı
giderek artmaktadır. Yükseköğretimdeki toplam öğrenci sayısının yüzde 42'si açıköğretimde öğrenim görmektedir. Türkiye'de 2008-2009 öğretim yılı itibariyle yükseköğretimdeki toplam 2.757.828 öğrencinin 1.142.536'sı açık öğretim programlarına kayıtlı öğrencilerden oluşmaktadır. Yükseköğrenim gören öğrencilerin yalnızca yüzde 38'i örgün öğretim yapan lisans programlarında öğrenim görmektedir. Yükseköğretimde öğretim elemanı sayısında yetersizlikler, eğitimin kalitesi açısından kaygı verici boyutlardadır.
Öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı; Türkiye genelinde 45, 17 üniversitede 60'ın üzerinde, 25 üniversitede ise 40-60 arasındadır. Örneğin bu oran Adıyaman Üniversitesinde 93, Iğdır üniversitesinde 84, Kırıkkale üniversitesinde 82'dir. Bu yoğunlukta bir öğrenci/öğretim elemanı ile üniversitelerde eğitim kalitesinden söz etmek imkansızdır. Bu oran OECD ülkelerinde 17,2 ve 19 AB ülkesinde 17'dir.Yükseköğretimde kapasite yetersizliği çağ nüfusunun okullulaşma oranının Dünya ortalamalarının
altında kalmasına neden olmaktadır. OECD kaynaklarına göre Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerde çağ nüfusunun tamamına yükseköğretim sağlanması hedeflenirken, Türkiye'de 18-21 yaş grubunun yalnızca yüzde 20'sine yükseköğretim sağlanabilmektedir. Yükseköğretim okullaşma oranları genellikle 18-21 yaş gurubu esas alınarak hesaplanmaktadır. 2008-2009 öğrenim yılında, yüksek öğrenim gören öğrencilerin yüzde 50'sinin, yeni kayıt yaptıran öğrencilerin ise yüzde 33'nün 18-21 yaş gurubu dışında olduğu
görülmektedir. Yükseköğretimde finansman yetersizliği kapasite artışı sağlamayı engellemektedir. YÖK ve üniversitelerin 2010 yılı toplam bütçesinin GSYH'ya oranı yüzde 0.91'dir. Yükseköğretim bütçesinin GSYH'ya oranı yıllar itibariyle yüzde 0,56 ile yüzde 0.93 arasında değişmektedir. Bu oran OECD ülkelerinde yüzde 1,40' tır. Yükseköğretime yerleştirilemeyen ya da yerleştiği yükseköğretim programından memnun olmayanlar üniversite kapısında yığılma oluşturmaktadır. Öğrenci seçme ve yerleştirme sınavlarına
girenlerin yaklaşık yüzde 42'si lise son sınıf öğrencilerinden oluşmaktadır. Yükseköğretimde istihdam edilebilirliği sağlayabilecek alanlarda kontenjan artışları sınırlı kalmıştır. Bu nedenledir ki, yükseköğretime olan talebe rağmen kontenjanlar boş kalmaktadır. 2009 yılında ek yerleştirme sonucunda bile lisans programlarında 35.018, önlisans programlarında 67.988 olmak üzere, toplamda 103.006 boş kontenjan kalmıştır" denildi.

"ALAN ARAŞTIRMASI SONUÇLARINA GÖRE SINAVLARIN EĞİTİM ÖĞRETİM SÜRECİ ÜZERİNDE ETKİLERİ"
Rapora göre, sınava hazırlık okulları boşaltıyor. Öğrenciler sınava hazırlanmak için okula devam etmek yerine dershaneyi tercih ediyor. İlköğretimde öğrencilerin; altıncı sınıfta yüzde 14'ü, yedinci sınıfta yüzde 25'i ve sekizinci sınıfta yüzde 42'si SBS'ye hazırlık amacıyla rapor alacağını ya da devamsızlık yapacağını belirtmişler. Lisede ise son sınıf öğrencilerinin yüzde 67'si, 11. sınıf öğrencilerinin yüzde 58'i sınava hazırlık için rapor alacaklarını belirtmişler. Okulların programlarında yer
alan, fakat sınav soruları içinde yer almayan dersleri işlenemez hale getiriyor. Dershaneleri okula dönüştürme iddiası bir yana, okullar dershaneye dönüşüyor. İlköğretimde öğrencilerin altıncı sınıfta yüzde 42,4'ü, yedinci sınıfta yüzde 46,5'i ve sekizinci sınıfta yüzde 50,4'ü; Liselerde ise öğrencilerin yüzde 46'sı sınavda soru çıkmayan derslerin gereksiz olduğunu ve yapılmaması gerektiğini ya da soru çıkmadığı için bu derslere ayrılan sürede sınavda soru çıkan derslerin yapılması gerektiğini düşünüyor.
İlköğretim büyük ölçüde ve giderek artan oranda sınava hazırlık sektörüne doğru kayıyor. İlköğretimde sınava hazırlık amacıyla, dershaneye giden öğrenci sayısı: 1.891.648 , özel ders alan öğrenci sayısı: 287.118, etüt ya da kursa giden öğrenci sayısı 826.111. Öğrenciler daha lise eğitimlerinin ilk yılından itibaren, okulla birlikte dershaneye de devam ediyor. Liselerde öğrenim gören öğrencilerin; 1.088.084'ü dershanelere gidiyor, 90.356'sı özel ders alıyor ve 289.360'ı üniversite sınavına hazırlık için
kurslara devam ediyor.

"ALAN ARAŞTIRMASI SONUÇLARINA GÖRE SINAVLARIN ÖĞRENCİLER VE AİLELER ÜZERİNDE ETKİLERİ"
Raporda, "Zamanlarını sınava hazırlık için harcamak öğrenciler ve veliler için bir tercih değil, sistemin onları mahkum ettiği bir sonuçtur. Öğrencilere, sınava hazırlanmak zorunda olmasalardı, sınava hazırlık için harcadıkları zamanı nasıl değerlendirmek isteyecekleri sorulduğunda, öğrencilerin yüzde 68'i bu zamanı öncelikle; okuldaki ders kitaplarını daha fazla okuyarak; roman, hikaye, araştırma, şiir gibi kitapları okuyarak; sanatsal ya da sportif bir etkinliğe katılarak geçirmek istediklerini
belirtmişlerdir. Velilerin ise yüzde 80'i çocuklarının sınava hazırlık için harcadıkları zamanı okuldaki derslerine daha çok çalışarak geçirmelerini tercih etmektedir.Sınava hazırlık için yapılan çalışmalar okul eğitimini ve öğrencilerin motivasyonunu olumsuz etkilemektedir. İlköğretimde ve liselerde öğrencilerin yaklaşık üçte ikisi sınava hazırlanmak amacıyla yapılan çalışmaların okulu sıkıcı hale getirdiğini, test çözmekten bunaldığını ya da başaramayacağını düşünerek ümitsizliğe kapıldığını
belirtmişlerdir" denildi.
Rapora göre, sınava hazırlık sektörü; dershaneler, özel dersler, etütler ve kurslar ailelere ağır bir mali külfet getiriyor. Ailelerin üniversite kapısına gelinceye kadar her bir yılda sınava hazırlık için yaptığı harcamalar; ortaöğretime geçiş sınavları için: 8.082.838.965 TL ve üniversiteye giriş sınavları için: 8.626.472.774 TL olmak üzere toplamda 16.709.311.739 TL.

"ORTAÖĞRETİME GEÇİŞ SİSTEMİ İLE İLGİLİ ÖNERİLER"
Türk Eğitim Derneği'nin raporunda şu ifadelere yer verildi: "Araştırma bulgularına g öre 6, 7 ve 8'inci sınıflarda SBS uygulamasından okuldaki eğitim her yönüyle olumsuz etkilenmiş, zorunlu eğitim "iyi vatandaş yetiştirme" amaç ve işlevinden uzaklaşarak, "test çözebilen" öğrenciler yetiştiren bir sisteme dönüşmüştür. Bu nedenle;Ortaöğretime geçişte 6 ve 7'nci sınıflarda SBS uygulamasından ivedilikle; 2010-2011 öğretim yılı itibariyle vazgeçilmelidir. Böylece 6 ve 7'nci sınıflarda SBS uygulamasının okul
eğitimi üzerinde oluşturduğu baskı ortadan kalkacak ve sınava hazırlık sektörüne yönelme azalacaktır. Ortaöğretimde Genel Liseler, Fen Liseleri ve Mesleki-Teknik Liseler olmak üzere üçlü bir yapı oluşturulmalıdır. 2011-2012 öğretim yılında bu yapılanma gerçekleştirilmelidir. Lise çeşitliliği azaltılması, ancak genel liseler içinde öğrencilere farklı alanlardaki yükseköğretim programlarına geçiş ile ilişkilendirilmiş çeşitli program seçenekleri sunulması gerekir. Yükseköğretime hazırlayan tüm Genel
Liseler aynı lise türü içinde toplanarak, tek bir lise türü oluşturulmalı ve bu liselerde Anadolu Liselerinde var olan öğretim programı uygulanmalıdır. Yükseköğretime hazırlayan tek bir lise türü oluşturulması ile liseler arasında amaç ve işlevi olmayan farklılıklar ve bu tür liselere öğrenci seçme ve yerleştirme gereği ortadan kalkacaktır.Liseler arasında eşitliği sağlayacak bir eylem planı hayata geçirilmelidir. Genel liselerin tek çatı altında toplanması ve liseler arasında farklıkların ortadan
kaldırılması ile birlikte, 8. sınıfta bir eleme sınavına gerek kalmayacağından, ortaöğretime geçişte sınavlar 2011-2012 öğretim yılı itibariyle tamamıyla kaldırılmalıdır. Sınavı gerekli kılan koşullar ve yapılar ortadan kalktığında, liselere geçiş için bir sınava da gerek kalmayacaktır. Böylece, zorunlu eğitim sınav baskısından tamamıyla kurutulacak ve ortaöğretime geçiş sistemine bağlı olarak habis bir tümör gibi büyüyen sınava hazırlık sektörü büyük ölçüde etkinliğini kaybedecektir.Okullarda öğretim
programlarının uygulanması ve eğitimin kalitesinin geliştirilmesine yönelik karar ve politikalara dayanak oluşturacak veri elde edilmesi amacıyla, 4, 6 ve 8'inci sınıflarda Türkiye genelinde öğretim programlarındaki kazanımların gerçekleşme düzeylerini belirlemek üzere tasarlanmış sınavlar yapılmalıdır. Ancak bu sınavların amacı öğrencileri elemek değil, eğitim sisteminin performansını izlemek ve yönetmek olmalıdır. Mesleki-teknik eğitim veren liselerle ile ilgili yeniden yapılandırmaya gidilerek,
mesleki-teknik eğitim veren liselerden özel yetenek gerektiren liselere öğrenci kabulünde özel yetenek sınavları düzenlenmelidir. Meslek eğitimi meslek kazandırabilecek, istihdam edilebilirliği sağlayacak bir niteliğe kavuşturulmalıdır. Fen liselerinin sayıları sınırlandırılarak, fen liselerine öğrenci seçimi üst düzey başarı ölçütlerini esas alarak yeniden düzenlenmelidir."

"YÜKSEKÖĞRETİME GEÇİŞ SİSTEMİ İLE İLGİLİ ÖNERİLER"
Raporda, "Yükseköğretimde kapasite geliştirilerek, çağ nüfusunun yükseköğretim talebi karşılanmalıdır. İstihdam edilebilirliği sağlayacak ve özellikle de toplumsal ve ekonomik kalkınmaya artı değer katacak alanlarda kontenjan artışları sağlanmalıdır. Arz kapasitesinin artırılması için, mevcut tesis donanım ve kaynakların daha rasyonel kullanımı, fiziki alt yapı ve donanım için mali kaynak planlaması ve artan arz kapasitesine eğitim verebilecek sayı ve nitelikte öğretim elemanı yetiştirilmesi
sağlanmalıdır. Mevcut Öğretim Üyesi Yetiştirme Programları nicelik ve nitelik bakımından etkin hale getirilmelidir. Doktora programlarında etkililiği artırmak için üniversiteler arası öğretim elemanı işbirliği/paylaşımı şemaları oluşturulmalıdır.Yükseköğretim kurumlarında yeni kaynak arayışlarında öncelikli olarak, öğretim sürelerinin yılda üç ya da dört dönem olarak düzenlenmesi sağlanarak, çok sınırlı bir ek kaynak kullanımı ile kapasite artışı sağlanmalıdır. Yaz okulu uygulamaları, üç dönem
uygulamasının fiili olarak birçok üniversitede uygulanışı gibi gözükse de, bu uygulama daha çok iki dönem içinde başarısız olunan derslerin yaz dönemi tekrar alınması biçimine dönüşmektedir. Yaz okulu gibi palyatif bir çözüm yerine, yükseköğretim programlarının üç ya da dört dönem olarak düzenlenmesi gerekir. Bu düzenleme ile bir öğrencinin mezuniyet koşullarını daha kısa sürede tamamlaması ve kaynakların daha etkin kullanımı sağlanır. Yükseköğretimde öğrencilerin ekonomik koşulları ile ilişkilendirilmiş
bir katkı payı sistemi ile birlikte, etkili bir burs sisteminin oluşturulması kaynak arayışlarında önemli bir çözüm olacaktır. Katkı paylarının rasyonel bir düzeye çıkarılması ile arz kapasitesi artırılarak, maddi olanaklardan yoksun öğrencilerin eğitiminin finansmanı sağlanabilir. Sınava hazırlığa harcanan kaynakların yükseköğretimde kapasite artışı ile birlikte, yükseköğretime yönlendirilmesi halinde, maddi olanaklardan yoksun daha fazla sayıda öğrenciye gerçekçi düzeyde burs/öğrenim kredisi
sağlanmalıdır. YÖK, üniversitelerin kaynak kullanımında verimliliğinin değerlendirerek, insan kaynaklarının nasıl kullanıldığını araştırmalıdır. Üniversitede doktora üretebilecek, ileri düzeyde araştırma-geliştirme çalışmalarını gerçekleştirebilecek öğretim üyelerinin çok alt düzeyde bilgi birikimi gerektiren alanlarda ders yüküne boğulduğu bilinen bir gerçektir. Daha üst düzeyde akademik çalışma yapan öğretim üyelerinin, ülkenin ihtiyacı olan lisansüstü eğitimli ve doktoralı üretmeye yönelmesi
sağlanmalıdır. Yükseköğretimde kapasitenin artırılmasında niteliğe önem verilmelidir. Üniversitelerde yeterli alt yapı oluşturulmadan, yükseköğretim programlarının gerektirdiği donanım, tesis ve uygulama alanları sağlanmadan yapılacak kontenjan artışları, yeni işsizlerin üretilmesi ile sonuçlanacaktır. İstihdam edilebilirliği sağlayacak becerileri/yeterlikleri kazanmamış mezunlar vermek, toplumsal ve ekonomik açıdan bir artı değer katmaktan çok, toplumsal ve ekonomik gelecek açısından bir tehdit
oluşturacaktır. Toplumsal bütünlüğe ve ekonomik kalkınmaya katkı sağlayacak bir yükseköğretim, ulusal ve evrensel temel insanî değerleri kazandırma yanında bireyin istihdam edilebilirliğini de güvence altına alacak iş/çalışma becerilerini kazanmasına aynı ölçüde değer ve önem vermelidir. Açık öğretim uygulaması örgün eğitime devam edemeyen öğrenciler için bir seçenek olmakla birlikte, örgün eğitim alabilecek bir öğrenci için alternatif haline gelmemelidir. Açık öğretim yoluyla yükseköğretimde öğrenci
sayısını artırmak gerçek bir çözüm olmaktan uzaktır. Bu nedenle, açık öğretimin yükseköğretim içindeki payı yüzde 42'den yüzde 20 düzeyine indirilmelidir.Ortaöğretimde mesleki-teknik eğitimin niteliği geliştirilerek, mezunların istihdam edilebilirliği sağlanmalıdır. İstihdam edilebilirliği sağlanmış mezunlar üniversite kapısında daha az bir yığılma oluşturacaktır. Meslek yüksek okullarının niteliği geliştirilerek, endüstriyel mesleki ve teknik eğitime yönelmeyi teşvik edecek iyileştirmeler
gerçekleştirilmelidir. MYO'larda ekonominin ihtiyaçları doğrultusunda istihdam edilebilirliği sağlayacak yeterliklerin kazandırılması halinde bu okullara olan talep artacaktır. Bu nedenle, MYO'ların geliştirilmesinde ve kurulmasında ekonominin ihtiyaçları ile birlikte, bu ihtiyaçlara uygun nitelikte eğitim verilmesi, eğitimin kalitesinin geliştirilmesi gerekir. Sonuç olarak, sınavların okullarda eğitim öğretimi baskı altına aldığını, öğrencilerin ve ailelerin ruh sağlığını bozduğunu ve her yıl
yükseköğretim bütçesinin iki katı miktarda bir kaynağın heba olmasına neden olduğunu görüyoruz. En önemlisi de çocuklarımız çocukluklarını yaşayamıyor. Bir insan olarak bütünde gelişmelerini sağlayamıyoruz. Her yıl yeni bir kuşağı daha sınav uğruna heba ediyoruz. Türk Eğitim Derneği olarak herkesi bu gidişe "dur" demeye çağırıyoruz" denildi.
(YC-YC-E)



Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile