Türkiye ve Kürdistan

Türkiye'nin Kürt Devleti ile ilgili ilk doğru stratejisini önceki gün Başbakan Tayyip Erdoğan açıkladı. Başbakan, “Kuzey Irak'taki bölgesel Kürt hükümeti ile ilişkileri geliştirecek adımlar atılabilir. Yeter ki bu yakınlaşma barış ve huzur getirsin” diyerek dostluk ve iyi komşuluk ilişkilerinin bölge barışının sağlanması için ne kadar önemli oldu

Kerkük’ün sorunu lrak’ın bir iç sorunudur. Hiçbir devletin de Kerkük’ün içişlerine karışma hakkı yoktur. Çünkü, lrak Daimi Anayasası bu sorunun çözüm formülünü bulmuştur. Bu da 140.maddedir. Araplaştırma politikasından büyük oranda nasibini alan Kerkük Kürdistan’ın bir sembolüdür. Geçmiş süreçte Irak hükümeti, tüm gücüyle Araplaştırma politikası çerçevesinde Kerkük’ün Kürdistani kimliğini silmeye çalışmış, Kürtleri sistematik olarak göçerten Baas rejimi, kentin demografik yapısını da değiştirmiştir.

Türkiye, Kürtlerin Kerkük’ü kontrol etmeleri durumunda güçlü bir ekonomiye sahip olacakları ve bunun da bir Kürt devletinin oluşumuna yol açacağını ya da yeni Irak’ta güçlü bir konuma geleceklerinden endişe duymaktadır. Oysa, Türkiye, Irak’ta sadece ne istemediğini söyledi. Ne istediğini ise hiç söylemedi, hatta ne istediği konusunda kendisinin bile şüpheleri var. Kuzey Irak’taki güç boşluğu ortada. Kürtler dahil Irak halkının devlet ihtiyacı bir şekilde karşılanacak. Türkiye için bundan sonra önemli olan bir Kürt devletinin kurulup kurulmaması olmamalıdır. Önemli olan bağımsız bir Kürt devletinden çok, bunun nasıl şekilleneceğidir.

Türkiye’nin en önemli Kürdistan stratejisi, bölgede Türkiye’ye dost bir gücün bulunması olmalıdır. Bunun Arap ya da Kürt olması ikincil bir mesele. Kürdistan bölgesinde Türkiye’nin dostu olacak ve böyle kalacak bir oluşum Türkiye’nin Kürt sorununa da kesin bir çözüm getirebilir. Şu an ki durum Türkiye’nin Kürdistan’ dan bağımsız olarak Kürt sorununu çözme ihtimalinin çok zayıf olduğunu gösteriyor. Kürdistan’da ve diğer bölge ülkelerinde Kürt sorununda inisiyatifi alamayan bir Türkiye, diğer ülkelerin alacağı inisiyatiflere yanıt vermek zorunda kalacaktır.

Buraya, Kürtlerin dediği gibi Kürdistan veya Türklerin dediği gibi Kuzey Irak diyebilirsiniz. Ama her iki halde de, 4 milyonluk halkın 2005 referandumunda ortaya koyduğu gibi yüzde 98’lik ezici çoğunluğu Irak’ın bir parçası olarak kalmak istemiyor. Onları bu nedenle kim suçlayabilir?.. Kürdistan bölgesinde Ortadoğu’da olduğunuz hiç hissedilmiyor. Irak bayrağı yasak; sadece Kürdistan bayrağı dalgalanıyor ve sadece Kürtçe konuşuluyor. Özerk bir Kürt Devleti’nin kurulmasının Türkiye’ye sağlayacaklarına bir göz atalım: Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmuş olması Türkiye üzerinde oluşan baskıları azaltacaktır. Şu anda yeryüzünde 25 milyondan fazla Kürt yaşamasına rağmen tek devletleri yok. Bu durum, Kürt nüfusa sahip tüm devletlerde gerginliğe yol açıyor. Özerk bir Kürt devleti ise bu baskıları azaltır.

Hatta Irak Kürdistanı, diğer bölge ülkeleri yerine Türkiye’yi model olarak alabilir. Şu anda Kürt devleti inisiyatifi ABD, İsrail ve İngiltere etkisi altındadır. Bu ülkeler, tarihsel ve coğrafi olarak Kürtlerle ilgili söz söyleyecek durumda değil. Bu devletlerin inisiyatifi Araplarla-Kürtleri çatışmaya itecektir. Bu da Türkiye sınırında kanlı bir savaş demek olacaktır. Oysa Kürdistan bölgesindeki istikrar Türkiye için hayatidir. İstikrarı temin edecek Kürt Devleti’nin devamı Türkiye’nin çıkarlarına uygun düşecektir.

Türkiye, bu gün gelinen süreçte, Irak siyasetinin dışına itilmiş durumdadır. Dolayısıyla Irak’ın parçalanması ve birkaç devlete ayrılması planlarını Türkiye’nin kısa ve orta vadede durdurması mümkün değildir. Irak sorunu için en iyi çözüm formülü, lrak’ta federal bir sisteme geçiştir. Irak’ın parçalanmasının kaçınılmaz göründüğü şu durumda Türkiye’nin planlarını buna göre yapması bir zorunluluktur. Irak’ın parçalanması durumunda Kürdistan, tampon bir bölge olarak Türkiye’nin parçalanmadan göreceği zararları absorbe edebilir.

Türkiye, Irak’ın kuzeyinde Kürtler vasıtasıyla bir etki sahası oluşturamaz ise ABD, İsrail ve İran’ın tüm bölgede kuracağı düzeni kabul etmiş sayılır. İran devletinin Irak Şiileri üzerinde etkin bir durumda olması Türkiye açısından oldukça tehlikelidir. Çünkü İran, ilerleyen süreçte bu etkisini Kürtler üzerinde de kurabilir. Irak Kürtleri, Türkiye’yi devlet kurmaları önünde en büyük engel olarak görmekteler. Türkiye’nin, Kürdistan’ın güvenliğini ve kalkınmasını umursamadığı kanısına sahipler. Türkiye, Kürtlerin bu güvensizliğini ortadan kaldırmalıdır.

Böylece, Kürdistan, Türkiye’yi bölgedeki diğer tüm ülkelerden daha fazla kendilerine yakın hissedebilir. Türkiye Kürtlerin güvenini kazanmak zorundadır. Çünkü, dünyadaki en fazla Kürt nüfus Türkiye’de ve Osmanlı geçmişleri nedeniyle aynı tarih ve değerleri paylaşıyor. Türkiye, bölgedeki en gelişmiş demokrasi ve ekonomiye sahip, Kürt Devletine yardımcı olabilecek tek devlet ve bölgedeki tek NATO üyesi.

Türkiye bugüne kadar büyük bir hatayla, Türkmenler ve Kürtlerin çıkarları zıtmış gibi bir tablo çizdi. Oysa çıkarlar zıt olmak zorunda değil. Kürtler ve Türkmenler bütün bir geleceklerini birlikte paylaşmak durumundalar. Bunlar arasına nifak sokmak, en azından, geleceklerini paylaşan insanların huzurunu bozmaktan ve barışı engellemekten öte bir anlam taşımayacak. Türkiye, Kürtleşmiş ya da Kürtler üzerinde etkili Türkmenler ile iletişimi güçlendirmelidir. Kürtlere yaklaşan Türkmenlere “hain” gözüyle bakmaktan da vazgeçilmelidir

Türkiye, artık, Türkmenler ile diğer grupların kutuplaşmasını engelleyecek projelere odaklanmalıdır. Irak’ın parçalanması durumunda, en doğrusu bir Kürt-Türkmen Federasyonu’nun oluşmasıdır. Arkalarındaki tarih ne olursa olsun, Türkiye ve Irak Kürdistanı birbirlerine muhtaçtır. Kürdistan, Türkiye ile güneydeki kaos arasında bir tampon olabilir. Buna karşılık, Türkiye de, teknik olarak Irak’ın parçası olsa da, işlevselliğini yitirmiş bir Bağdat hükümetinden fiilen kopmuş bir Kürdistan’ın hamiliğini üstlenebilir.

Dahası, Türkiye’nin Kürdistan’da büyük ekonomik çıkarları bulunmaktadır. Şu anda ki Kürt kalkınmasının ana motoru durumunda 400’den fazla Türk şirketi ve bunların kayda değer yatırımları Kürdistan bölgesindedir. Hatta, askeri kuruluş olan OYAK bile Kürt devleti ile ticaret yapmaktadır..... Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarda başarı kazanması ve kendini haklı çıkarması artık söz konusu değildir.

Kürt Devlet Başkanı Barzani, “Biz Kürtler, bu çelişki ve sorunlara taraf olmayacağız. Fakat, gerek Kürdistan bölgesi ve gerekse de lrak’a yönelik gelişebilecek müdahalelere karşı sessiz kalmayacağız” uyarısını yaparak bu konudaki düşüncelerini net bir biçimde zaten açıklamıştı.. Öyleyse bu tehlikeli süreçte, Türkiye’nin tek çözüm yolu “Kürtlerin kalbine oynamasıdır”.

Winston Churchill ve Gertrude Bell tarafından 1921 Kahire Konferansı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından Irak denilen bir ulus ortaya çıkartıldıktan sonra, Türkiye ve İran kuzey Irak’taki Kürtlerin bağımsızlığından, sınırlarının dibindeki bağımsız bir Kürdistan’ın kendi büyük Kürt nüfuslarında ayrılıkçı hareketleri teşvik edecek olması ihtimalinden korktular. Tarih ve efsaneler, bir Türk-Kürt anlaşmasını son derece zor hale getirse de tarihin akış yönünü değiştirmek için vizyon sahibi liderlere ihtiyaç vardır.

Charles de Gaulle ile Konrad Adenauer bunu Fransa ve Almanya için yaptılar. Nelson Mandela, bunu Güney Afrika’da yaptı. Bu günkü süreçte yapılması gereken, Türklerin ve Kürtlerin ülkelerinin ortak çıkarlarını düşünmesi zorunluluğudur. Bu gerçekle yüzleşecek ve bu misyonu üstlenecek Türk ve Kürt liderlerinin tarihe yeni bir yön vermeleri ve böylece tarihe geçme fırsatları bulunmaktadır. Türk-Kürt barışını ve dostluğunu gerçekleştirecek olan liderler tarih sayfalarında hiç şüphesiz ki yerlerini alacaklardır.

Türkiye Başbakanı Erdoğan ile Kürdistan Başkanı Mesut Barzani’nin sadece bir krizle değil, aynı zamanda bir fırsatla da yüz yüze oldukları gerçeğini artık kabul etmeleri gerekiyor. Bugün, ülkenin geri kalanı için özgürlük modeli oluşturan bir liberal demokrasi kurmak üzere, aralarında uzun yıllardır sürdürdükleri anlaşmazlıkları bir kenara bırakarak birleşen Sayın Barzani ve Sayın Talabani’yle, yine AB süreci eşiğinde, demokratik bir hukuk devleti olma mücadelesi veren ve bölgeye örnek teşkil edecek bir Türkiye’nin dostluk kurmasından daha doğal bir şey olamaz.

Asırlarca aynı topraklar üzerinde dost ve kardeşçe yaşamış, birbirleriyle akrabalık ilişkileri kurmuş, yeri geldiğinde birbirlerine destek olarak stratejilerini birlikte belirlemiş Türk ve Kürt halklarının, yeni dünya düzeninin değişimi ve biçimlenmesiyle, birbirleriyle barışçıl ilişkiler kurmaları kendi çıkarları açısından bir zorunluluktur.

Türkiye, barışı sevmeye çaba göstermelidir. Türk Devleti, Kürt halkına karşı duyduğu korkularından, kin, şiddet ve düşmanlık duygularından arınarak, “Barışı muktedir kılma” mantığını keşfetmeye çalışmalıdır.

Çünkü, 20 milyon Kürt nüfusa sahip olan Türkiye ; laik, Arap olmayan, Batı ve demokrasi yanlısı bağımsız bir Kürt Devleti’nin, Türkiye'nin yararına olacağı gerçeğini kabul etmek zorundadır.
Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile