Uzun zamandır televizyonun çıtasını bu kadar yükselten bir yapım çıkmamıştı. ‘Leyla ile Mecnun’ kendine has dünyası, mizahı, karakterleri ve muhteşem oyunculuklarıyla kısa sürede fenomen oldu. Evet, Türkiye’de fenomen olmak zor değil! Ama böyle iyi bir işin geniş kitlelere yayılması çok sık olan bir şey değildi. O yüzden, bu kadar kopyanın olduğu televizyonda dizi şablonlarına sağmayan, kuralları hiçe sayan Burak Aksak her anlamda hayranlık uyandıran bir ‘şey’ yaratmıştı. ‘TV senaristi olarak anılmak istemem’ derken aslında yapmak istediği şeyi basit bir şekilde özetliyor. Televizyonda dayatılan fabrikasyon dizilere inat ‘gerçekten sevdiğimiz, yaşadığımız şeylerin olduğu’ bir dünya onunki: Aşk acısı, çaresizlik, ‘o eski mahalleler’, Ferdi Tayfur, Cemal Süreya, Yurttaş Kane, Büyük Lebowski, Dolls… Ve şimdi o dünyayı biraz da ondan dinleme zamanı:
Her şey Ak Sakallı Dede ile başladı değil mi?
Hikayenin başlangıcı oydu. Bazen insan kendini çok çaresiz hisseder ya işte öyle bir dönemimdi. Ve o ara bir proje yapmamız lazımdı. Yazsam mı durumu vardı. Her hafta bir şey yazmak istemiyordum ama bir yandan da paraya ihtiyacım vardı. Ve dedim ki, biri çıksa ve ‘’Evlat bunu seçersen senin için en iyisi budur’’ dese diye düşündüm. Peki, böyle bir adam bize yardım etse, bir aşığa yardım etse ne olurdu? Bize öyle gelen bir adam beceriksizin önde gideni olurdu dedim ve ortaya Aksakallı Dede çıktı. Sonra da diğer karakterler. Önce karakter, sonra hikaye... Benim yolum bu: iyi yazılmış karakterler varsa hikaye kendiliğinden gelir.
Peki, seyircinin çok alışık olmadığı mizaha sahip bu proje nasıl kabul edildi?
Böyle bir şeyi yazayım ve kanallara gideyim gibi bir derdim olmadığı için rahattım. Bunun film senaryosunu da yazayım diyordum, belki çekilir çekilmez bilmiyordum. Mesela, çok resmi olmasa da birkaç yapımcı vasıtasıyla bazı özel kanallara hikaye gitti ve ‘Bu da çok abartı’ dediklerini biliyorum. TRT’nin ise reytinglere göre karar vermeyeceğini biliyorduk ve ufak bir kitlesi olur, iyi bir iş ortaya çıkar diye başladık. Ve biz eğlenerek diziyi çekerken baktık ki, 20 bölüm sonra iş büyüdü, başka bir şeye dönüştü.
Haberin devamı ↓reklam
Dizinin kendine has bir dili var. Bu dilin oluşmasını sağlayan sadece hikayenin absürt bir dünyada geçmesi mi?
Ak Sakallı Dede yardım etsin diye tasarlarken asla absürt bir şey olsun diye düşünmedim. Gerçekten de çaresizlik üzerineydi ve bence samimiyeti katan şey bu. Absürt bir şey var ama asıl olarak bir çaresizlik var. Hayatım komik hüzünlü ve saçma. Bunun üzerine yazıyorum. Tamamen kendimden besleniyorum. Kendi yaşadıklarımla ilgili yazıyorum. Dizinin tutması ise absürtlükten ve içtenlikten öte, her şeyin çok güzel bir şekilde bir araya gelmesi. Bazen İsmail karakterini ‘ben yazmıyorum mu’ acaba dediğim bile oluyor. Çünkü çok başka bir adam oluyor orada. Serkan Keskin oynayınca o kadar güzel bir şey çıkarıyor ki ortaya, sizin kendi yazdığınız metni sanki doğaçmış gibi izliyorsunuz. Bu çok keyifli bir şey... Kendi yazdığımın aynısını televizyonda görsem bu çok sıkıcı gelir bana. Tüm oyuncular böyle.
Leyla ile Mecnun'un dili gündelik dili de içinde barındırıyor değil mi?
Tabii ki. Mesela, Mecnun’un çoğu tepkisini ben gündelik hayatta da veriyorum. Karakterleri yazarken de bu gündelik dili kullanıyorum.
Bunun seyirciye ulaştığını görmek nasıl bir şey?
Bizim hoşumuza gidiyorsa gördük ki, onların da hoşuna gidiyor. Diziyi seven insanlarla benzer şeyler hissediyoruz. Yazarken insan kendini yalnız hissediyor ama sonra yalnız değilmişiz diye de teselli buluyor. Öyle bir şey…
Peki, Leyla ile Mecnun’un dünyasını absürt kelimesi karşılıyor mu?
O kadar çok absürt deniyor ki, bir süre sonra ‘’demek ki benim absürt bir hayatım var’’ diyorsunuz. O terminolojiyi de çok iyi bilmem. Absürtse adı absürt olsun sorun yok. Ben yine aynı hikayeyi anlatacağım.
Karakterler tam olarak ilk üç bölümden sonra kendilerini bulmaya ya da göstermeye başladı diyebilir miyiz?
Tabii, ilk iki bölüm zaten yazılıydı, üçüncü bölüm oyuncularla çalıştıktan sonra yazıldı. Onları tanıdıkça, izledikçe daha da gelişti. Bir süre sonra paslaşmaya başladık biz. Onların kattığı doğaçlama üzerine bir sonraki bölümde ben bir şey yazabiliyorum. Böyle güzel paslaşmalar çıkıyor ortaya. Karakterleri tanımak da şüphesiz elinizi güçlendiriyor. Şunu biliyorsunuz; ortalama bir şey yazsam bile bu oyuncular onu coşturabiliyor. Ama şimdi 23. bölümü yazdım, 23. bölümde ne yazdıysam onu izleyeceğimi biliyorum. Çünkü artık Mecnun’u değil Ali Atay’ı kafamda canlandırıyorum, ona göre yazıyorum. Tüm oyuncular için böyle.
Doğaçlama her zaman var mı?
Tabii, doğaçlama her zaman geçerli. Ben senaryomda olması gereken her şeyi yazıyorum. Sahnenin bir matematiği var. Birbirimizi tanıdığımız için o matematik çok iyi işliyor. O sahneyi yazıp, ne anlatmak istiyorsam orada anlatıyorum. Ufak tefek esprilerle ilgili boşluklar var ve oyuncular o boşlukları çok iyi biliyor ve dolduruyor. Her şey o matematiğin içinde kalıyor doğal olarak. İşi güzelleştiren de bu. Müzikal sahnelerin ortaya çıkışı da böyle... O sahneler oyuncuların yetenekleriyle alakalı. O kadar yetenekli oyuncular olunca işin güzelliği artıyor.
‘ÇAKAL ESNAF’ OLMAK İSTEMEM
Diğer karakterlerin (İskender, İsmail, Yavuz, Erdal) bazen Leyla ile Mecnun’un aşkını gölgede bıraktığını söyleyebilir miyiz?
Bazen gerekiyor bu. Uzun vadede televizyon senaristliği nedir bilmiyorum. Nasıl yapsak daha iyi olur gibi bir şeyin içine de giremiyorum. O hafta ne hissediyorsam onunla ilgili. Mesela, o hafta Yavuz’la Zeynep’in aşkı daha sıcak gelebiliyor. Yavuz’un Zeynep’e kitap okuması benim için çok güzel bir durumdur. Ya da İsmail’in Şekerpare aşkı gibi... Bizim dizinin öyle bir yanı var. Çok kurgulanmış, planlanmış bir durumu yok. Ne hissediyorsak o duyguları yansıtmaya çalışıyoruz. Bunu yansıtabiliyor muyuz bilemem. Ama şey demiştim; senaryo yazmak yazarların esnaflık hali gibi. O esnaflık olayına çok girmek istemiyorum. Tamam, işimizi yapıyoruz, paramızı kazanıyoruz ama o ‘çakal esnaf’ durumuna girmek istemiyorum. Girersem de inşallah biri beni uyarır, ben de bırakırım.
Dizide sinema tarihine, popüler kültüre çok sayıda gönderme var. Bu bakımdan seyirciye güveniyor musun?
Bazen seyircinin yakaladıklarını ben yakalayamıyorum. (Gülüyor) Geçen bahsetmişler şu bölümde şu diziye gönderme var diye. Ben diziyi izlemedim fakat ‘’öyle bir şey yapmış olabilir miyim?’’ dedim. Bir süre sonra insan öyle izlemeye başlıyor çünkü. Ama göndermeler planlı değil. Yani ‘Back to the Future’ bölümü yapalım dedik, o planlıydı ama sahneler arasında repliklerdeki göndermeler tamamen bilinçaltıyla alakalı bir şey. Sahneyi yazarken başka bir şey geliyor aklınıza. Mesela, bir spoiler vereyim! Bugün yayınlanacak 21. bölümde Mecnun’un bir sahnesi var: Varilin önünde, ateş yanıyor. Orada ısınmaya gelen evsizler var. Güzel espri olur diye yazdım. Daha sonra aklıma nasıl geldiyse, Savaş Ay’ın A Takımı progamını hatırladım. Savaş Ay o varillerin, ateşin yanında ‘’Bomba gibi, fişek gibi program’’ derdi. Ve o benim kafamda… Bir insan bunu bilmem kaç sene sonra neden hatırlar? Bir şekilde atmak istiyorsunuz herhalde. Yaptığınız o yani. Yoksa, göndermek yapmak için yazarsanız o çok sırıtır. Hikayenin tadı bozuluyor sırf yapmak için yaparsanız.
‘Burak Aksak’ın sevdikleri’ merak ediliyor muhakkak, senin ağzından duymak farklı bir şey ne de olsa...
Aslında neyi sevdiğim dizinin içinde. Sevmediğim şeyi çok koymuyorum. Bir bölümde hoşluk olsun diye; Yavuz, Cezmi Ersöz okuyordu ve Zeynep ‘yeter’ diyordu. Yani bir dönem, ergenken Cezmi Ersöz okuduk ama şimdi olmuyor. Yani sevmediğimiz şeyleri de öyle koyuyoruz. Yoksa, musakka, cacık, pilav seviyorum (Gülüyorum)
Ahmet Mümtaz Taylan’ın Kırmızı Halı-Deja vu sahnesi gibi daha az kişinin anlayabileceği şık göndermeler de var örneğin…
O espri daha az kişiye hitap ediyor ama sahnenin devamında, oraya girerken takım elbiseyle girdi, çıkarken palyaço kıyafetiyle kaçtı ve kaçarken sağı solu selamladı. Ahmet Mümtaz Taylan’ın Cannes’a gittiğini bilmeyen biri bile buna gülebilir. Ama kimse bilmese bile onu yazardık yine. Çok hoş bir şeydi. Ahmet Abi Cannes’da yürüdü, sonra geldi Kırmızı Halı’da palyaço kıyafetiyle yürüdü. Çok korktum Ahmet Abi bir şey der mi diye çok güzel bir insan severek de oynadı…
Popüler göndermelerin yanı sıra ‘Dolls (Bebekler) gibi kült bir filmi Leyla ile Mecnun’un dünyasında görmek de hayranlığı artıran bir şey. Asıl olay da bu işi yaratan kişinin senin gibi bir sinema manyağı olması galiba değil mi?
Sevdiğim işleri oraya koymak çok zevkli. İzlemek çok zevkli ama onu yazarken oraya yerleştirmek Türk televizyonunda bir dizi yapıyorsunuz ve oraya Dolls’u koyuyorsunuz. Bu çok güzel bir avantaj. Hikaye de buna müsaade ediyor. Belli sınırları olan dizileri yazmak benim için çok zor olurdu galiba.
TV SENARİSTİ OLARAK ANILMAK İSTEMEM
Peki tutmasaydı ‘’ben bu işi beceremiyor muşum’’ der miydin?
Vallahi 23. bölümü yazdım ama tüm samimiyetimle söylüyorum, hala ben bu işi beceriyorum diyemiyorum. Bir sonraki hafta ne yazacağımı bilmiyorsam hiç öyle büyük konuşmak istemem. Ve böyle tadında giderse ve öyle biterse iyi, ama televizyona iyi bir dizi senaristi olarak anılmak istemem ‘Ne olarak anılmak istersin?’ diye sorarsan bilmiyorum ama o şekilde anılmak istemem.
Bundan sonra televizyonda devam etmez misin?
Çok fazla televizyonu seven ve izleyebilen bir insan değilim. Evde televizyonum da yok. Nasıl bir televizyon kariyeri düşünebilirim ki. TV’de ne olup bitiyor bilmiyorum .Para kazanmamız lazım, tembel bir insanım. Şimdilik böyle.
Peki televizyonda sevdiğin işler yok mu?
Yerli dizilerden çok azdır. Ama Bizimkiler’in tekrarını görünce izliyorum. Bu dizinin çok iyi olmasından mı yoksa çocuklukla ilgili bir şey mi bilmiyorum. Ama bana göre çok iyi diziydi. Onun dışında şu an aklıma gelmiyor. Şu an aklıma gelmiyorsa da yok demektir zaten.
Dizinin bu kadar fenomen olması bundan sonrası için ne düşündürüyor?
Sadece tedirginlik veriyor. Bu kadar konuşulan bir şey yazmak insanı daha da zorluyor. Evet, belli bir kalite tutturmuşsunuz ama orası zor bir nokta.
‘Kısıtlamalar yaratıcılığı tetikler’ diye bir şey var. Leyla ile Mecnun’da içki yerine üzüm, sigara yerine sakızın kullanımı bununla mı alakalı?
Evet bunun yansıması. Tamamen yasaklarla ilgili. O kadar saçma gelir ki bana sansür kelimesi… Sonuçta Leyla ile Mecnun diye bir dizi yapıyoruz. RTÜK bize karışmasa en fazla ne yaparmışız diye düşündüm. Çok da farklı bir şey yapmazdık. Ama iş böyle olunca kışkırtılıyorsunuz. Çünkü bir sahnede bunların içki, sigara içmesi gerekiyor ama televizyonda bunu söyleyemiyorsunuz bile. Böyle olunca da sakız, üzüm çıkıyor. Ama o yoldan devam etmeyeceğiz. Yeni sezonda da bir iki şey var ama sonra keseceğiz.
Leyla ile Mecnun aynı zamanda bir mahalle dizisi. O hissiyat hep var dizide. Senin mahalleyle ilişkin nasıl/ nasıldı?
Mahalleyle ilişki çocukluktan. Samatya’da büyüdüm ve hakkaten öyle bir yerdi. Ben çocuktum binamızda birbirinden farklı diller konuşulurdu ve o dillerin hangi etnik kökene ait olduğunu bilmezdik. Komşuluk öyle güzel bir şeydi. Daha sonra biz öğrenmeye mi başladık, öğretilmeye mi başlandı bilmiyorum. ‘Onlar başkaları, şunlar başkaları’ gibi bir şey ortaya çıktı. Ve, bu mahalle havasını bitirdi. Bizim oralarda kalmadı. Dizide bunu tasarlamadım ama yine o bilinçaltı durumu ortaya çıkıyor galiba.
Muhteşem performanslar sergileyen Ali Atay (Mecnun) ve Sekan Keskin (İsmail)
YENİ SEZON
Yeni girecek karakterler olacak mı?
Bugüne kadar çok planlı olmadı bu ama girebilir tabii. Zaten birdenbire olmuyor. Konuk oyuncu girenler kalıyor genellikle. Zeynep gibi, Benjamin/ Bünyamin gibi…
Dizi ne kadar daha devam edecek?
Hiç belli değil. Net olan Aralık’a kadar devam edeceğimiz. Daha sonrası gidişatla, kanalın memnuniyetiyle ilgili... Yani 39’a kadar gidecek hikayemiz var ama sonrası belli değil.
Film kesinleşti mi?
O da net değil. Onur abiyle konuştuğumuz bir film hikayesi var ama Aralık’tan sonra da dizi devam ederse o hikayeyi dizide kullanabiliriz. Erken biterse filmini yapabiliriz. Dizinin bölümü gibi bir hikaye değil. Onur abinin kafasında olan bir hikayeydi. Bunu Leyla ile Mecnun’a uyarlarsak nasıl olur dedik ve güzel oldu. Daha fazla üzerine konuşmayalım yoksa diziyi bitirip filme başlarız dedik. (Gülüyor) O nedenle biraz geride duruyor.
Sosyal medyada en fazla adı geçen dizilerden Leyla ile Mecnun. Sen de sosyal medyayı takip ediyor musun?
Sözlüklerin çok faydası oluyor dizilerin, filmlerin takipleri konusunda. Sosyal medyasız bir iş yapsaydık bu kadar geniş kitlelere ulaşamazdık galiba. 20 bölümde bir işin bu kadar izlenmesi çok normal değil. Yine devam ederdi dizi ama bu kadar büyümezdi.
Ekşi Sözlük’e ve diğer sözlüklerdeki yorumlara bakıyor musun?
Ara ara bakıyorum. Daha doğrusu dizi yayınlandıktan bir gün sonra bakıyordum ama bir süre sonra yazılanlar artmaya başlayınca bakamamaya başladım.
Senin için yazılanlar arasında da bir tanesi dikkat çekiyor. ‘Cemaate yakınlığıyla tanınan senarist’ denilmiş.
Evet gördüm onu da. Öyle saçma şeyler de yazılıyor. Ama o kadar erkeğin olduğu bir yere girmem ben. Cemaati bırak o kadar erkek var diye Cuma Namazı’na gitmiyorum ben. (Gülüyor) Çok saçma geldi bana. Ama yazılıyor işte. Biz bir hikaye anlatıyoruz gerisi çok da önemli değil.
Leyla ile Mecnun
Yönetmen: Onur Ünlü
Senaryo: Burak Aksak
Oyuncular: Ali Atay, Ezgi Asaroğlu, Ahmet Mümtaz Taylan, Asuman Dabak, Köksal Engür, İşdar Gökseven, Cengiz Bozkurt, Köksal Engür, Serkan Keskin, Osman Sonant
'TV senaristi olarak anılmak istemem'
Leyla ile Mecnun'un senaristi Burak Aksak ile dizinin absürt dünyasını, göndermelerini, neden fenomen olduğunu ve yeni sezonunu konuştuk. Aksak'ın televizyon kariyeriyle ilgili düşüncesi net: ''Televizyondaki o esnaflık haline girmek istemiyorum. O hafta ne hissediyorsam onu yazıyorum. Zaten iyi bir TV senaristi olarak da anılmak istemem.''