Uluslararası Müslüman Alimler Dayanışma Derneği 1. Yüksek İstişare Kurulu Toplantısı Gerçekleştirildi

Uluslararası Müslüman Alimler Dayanışma Derneği 1. Yüksek İstişare Kurulu Toplantısı Gerçekleştirildi

İstanbul’da gerçekleştirilen Uluslararası Müslüman Alimler Dayanışma Derneği 1. Yüksek İstişare Kurulu Toplantısına katılan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, bilgiyi, hikmet, ahlak ve hukuk boyutuyla yeniden inşa etmenin, müminlerin kulluk sorumluluğu olduğunu söyledi.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Uluslararası Müslüman Alimler Dayanışma Derneği (UMAD) 1. Yüksek İstişare Kurulu Toplantısına katıldı.

İstanbul’da gerçekleştirilen ve 4 oturumdan oluşan toplantının açılışında bir konuşma yapan Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, Müslümanların ve bütün insanlığın maruz kaldığı bireysel bunalımlardan küresel krizlere kadar bütün meselelerin çözümünde nirengi noktasının ilim ve alimler olduğunu söyledi.

Ulemanın küreselleşen dünyada sadece bölgesinin değil, bütün insanlığın meselelerini gündemine almaya mecbur olduğuna dikkati çeken Başkan Erbaş, “İnsanlığın sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel alanda yaşadığı bireysel ve küresel sorunların hangisinin İslam’ı ve Müslümanları ilgilendirmediğini söyleyebiliriz” değerlendirmesinde bulundu.

Başkan Erbaş, dini alanda yaşanan bilgi karmaşası, yanlış dini algı ve tasavvurlar, bireysel ve sosyal sorunlara neden olduğunu ifade ederek, “Din istismarı bugün sosyal boyutları aşarak bir güvenlik meselesi haline gelmiştir. Yüce dinimiz İslam değişik isim, görüntü, tutum, davranış ve söylemlerle maalesef istismar edilmektedir” diye konuştu.

“Din adına hakikatlerle bağdaşmayan söz ve davranışlardan en fazla yine Müslümanlar ve bilhassa genç nesiller olumsuz etkilenmektedir” diyen Başkan Erbaş, şöyle konuştu:

“Referansını dinden aldığını iddia ederek toplumda bozgunculuk yapan FETÖ, DEAŞ, Boko Haram gibi terör örgütlerinin, Müslümanlara, birlik beraberliğimize ve geleceğimize verdiği zarar ortadadır. Bunlar hangi planların sonucudur. Alimler olarak bunlarla ilgili çalışmalarımızı değerlendirmemiz gerekiyor. Artık evlerimizde televizyon ekranlarında görüyoruz bunların zararlarını. İslam dünyası bilim, teknik, tıp, sosyal bilimler, dahası ilahiyat alanında bilgi üretme, bilgiyi güncelleme, değere dönüştürme ve hayata kılavuz yapma konusunda, maalesef, zamanın gerisinde kalmanın bedelini ödemektedir. Vahye, köklü bir medeniyete, dinamik insan kaynaklarına sahip olduğu halde İslam dünyasının, insanı ve hayatı inşa edecek bir bilgi ve dünya tasavvurunu güçlendirip izah ederek yeryüzüne henüz teklif edebilmiş değildir. Bilgiyi, hikmet, ahlak ve hukuk boyutuyla beraber yeniden inşa etmek, müminler için bir iman ve kulluk sorumluluğu olduğu gibi, daha yaşanabilir bir dünya kurmanın da yegane yoludur. Bize düşen, bilgiye, ferasete, şuura ve ahlaka dayalı bir dindarlığı geliştirip güçlendirerek hikmet ve tefekkürle yeniden öze dönmek, ortak zeminimizi sağlamlaştırmak ve yaşadığımız çağın sorunlarına çözüm bulmaktır.”

"Müslümanlar büyük bir özgüven ve hakikat bilinciyle insanlığın kadim birikimiyle yüzleşmekten çekinmemişler"

Müslümanların insanlık tarihine ve ilim dünyasına ilim ve hikmet açısından yaptıkları katkıları dile getiren Başkan Erbaş, "Müslümanlar asırlarca insanlığın ufkunu aydınlatmış, ilmin, icadın öncüsü olmuşlardır. Vahyin ilk asrından itibaren İslam toplumu kısa sürede büyük bir ilmi inkişaf ve inkılap gerçekleştirmiştir. Öyle ki 7. yüzyıldan batıda ortaya çıkan Rönesans’a kadar yaklaşık 7 asır bilimin bütün alanlarında Müslümanlar insanlığın ufkunu aydınlatmış, ilmin, icadın öncüsü olmuşlardır. Müslümanlar ilmin bizatihi kendisini muhterem kabul ederek kısa sürede din, matematik, tıp, felsefe, fizik, kimya gibi ilmin bütün dallarında büyük bir müktesebat oluşturmuşlardır. Binlerce eser telif etmişler ve buluşlar gerçekleştirmişlerdir. Müslümanlar ilimle ilişkilerini ibadet anlayışı, kulluk bilinci, sorumluluk duygusu ve güzel ahlak ekseninde kurmuşlar ve geliştirmişlerdir. Müslümanlar, ilmi hayatın içinde ve sosyal gerçekliklerden koparmadan, çağının meselelerini dikkate alan bir yaklaşımla ele almışlar, bilgiyi güç devşirmek için değil, insanlığın huzuru için kullanmışlardır. Günümüzde ise bilgi güç devşirmek için insanlara zulüm etmek için kullanılıyor. Müslümanlar hiçbir dönemde ilmi bugünkü manada İslami olan/olmayan şeklinde tasnif etmemişlerdir. Dini ilimlerde zirve olan bir alim müspet ilimlerde de zirve olabilmiştir. Örneğin İbn-i Sina, Akşemseddin. Müslümanlar büyük bir özgüven ve hakikat bilinciyle insanlığın kadim birikimiyle yüzleşmekten çekinmemişler, Roma, Pers, Hint vb. havzalarla karşılaşmaktan kaçınmamışlar ve diğer kültürlerin meydan okumalarının üstesinden gelmişler, hatta kadim birikimi vahiy potasında eriterek içselleştirmişlerdir. Son iki asırdır dünyada her alanda köklü değişikliklerin yaşandığı hepimizin malumudur. 18. yüzyıldan itibaren, batı merkezli bir yaklaşımla insanın metafizikle ilişkisi yeniden belirlenmeye çalışılmış, özellikle bilgi alanında yaratıcıyı ve aşkın boyutu öteleyen parçacı bir bakış öne çıkmış ve bu yaklaşım dünyanın her yerini az veya çok etkilemiştir. Bugün, küresel olarak yaşanan birçok sorun ve krizin temelinde, işte batı merkezli gelişen bu bilim anlayışının insana, evrene ve hayata bakışındaki bencillik ve insanın Allah’la ilişkisi bağlamında oluşturduğu marazi ve paradoksal yaklaşım vardır. Dolayısıyla bilhassa bugün tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşayan İslam dünyası için önemli ve öncelikli mesele son iki asırdır yaşanan bu değişimler içinde bütün boyutlarıyla bilgi ve ilim dünyası ile kurduğu iletişim ve etkileşimin şekli, metodu ve niteliği hususunda ciddi ve kapsamlı bir tefekkür, muhasebe ve öz eleştiri yapmak ihtiyacıdır. Bugün Müslümanların ve bütün insanlığın maruz kaldığı bireysel bunalımlardan küresel krizlere kadar bütün meselelerin çözümünde nirengi noktası ilim ve alimlerdir. Dolayısıyla ulema, medeniyetinin ilmi birikimi ile güçlü ve doğru bir ilişki kurarak, mefkure boyutunda evrensel bir bakış açısını tahkim etmelidir. Geleneği toptan reddetmek ya da geçmişi her şeyiyle bugüne taşımak gibi bir imkansızlığı teklif etmek yerine; geçmişin büyük ilmi müktesebatını sağlam bir zemine ve geleceği inşa sürecinde motivasyona vesile kılmak, dünü, bugünü ve yarını bütünlük içinde ele almak önemsenmelidir" diye konuştu.



“Bilimsel ve sosyal alanda yaşanan gelişmeler, insanlığı neden daha güzel bir hayata taşımıyor”

İslami ilimlerin ve topluma rehberlik eden alimlerin nihai amacı insanın Rabbiyle, toplumla ve çevreyle olumlu ilişkiler kurmasını temin etmek olduğunu ifade eden Erbaş, "Yaşadığımız son iki asra yakından baktığımızda, bilim, bilgi ve felsefenin oldukça öne çıkmasına rağmen bireysel ve toplumsal anlamda, tarihin en büyük krizlerinin yaşandığını görmekteyiz. Bilimsel, teknik ve sosyal alanında yaşanan gelişmelerin, insanlığı neden daha güzel bir hayata taşımadığı sorusu oldukça önemli ve üzerinde düşünmeye değer bir mevzudur. Ulema, ilimleri dini olan veya dini olmayan şeklinde keskin çizgilerle tasnif etmenin ötesinde hayata külli yaklaşmalıdır, bütüncül yaklaşmalıdır. Bugün insanlığın sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel alanda yaşadığı bireysel ve küresel sorunların hangisinin İslam’ı ve Müslümanları ilgilendirmediğini söyleyebiliriz? Dinin makasıdı, hayatın gerçekleri ve ulemanın gündemi arasında güçlü bir ilişki kurulması zorunludur. İnsanlığın temel meselelerini gündemine almayan, yaşanan hayata dair sorunların çözümüne öncülük etmeyen, sosyal gerçeklikleri dikkate almayan bir yaklaşımın, ilgi çekmesi ve karşılık bulması mümkün olmadığı gibi dünyanın olumlu geleceğine katkı sunması da imkansızdır. Yaşanan, dini, sosyal ya da insanı ilgilendiren diğer meselelere İslam adına doğru, gerçekçi ve pratik boyutu olan çözümler getirilememesi; hayatın içinden konularda inancın ikinci planda kalmasına sebep olmaktadır. Dolayısıyla yaşanan sorunlar hakkında hem İslam’ın bakışını, hem vakıayı okuyabilecek; başka bir ifadeyle, hem dinin özüne ve esasına uygun, hem de vakıayı iyi gözlemleyen yaklaşımlara ve bu doğrultuda ortaya konacak çözümlere şiddetle ihtiyaç olduğu açıktır. Elbette İslam coğrafyasında yaşanan sorunların, acıların, küresel müdahalelerle, uluslararası faktörlerin sömürgeci politikalarıyla ilgili boyutunun varlığı inkar edilemez. Yaşanan her travmanın küresel emperyalizmle elbette ilişkisi vardır. Ancak bu durum, sorunlarımızı tamamen harici unsurlara indirgeyerek, sorumluluklarımızı ve hatalarımızı görmezden gelmeye mazeret olamaz. Kabul edelim ki bizim ümmet olarak maalesef çok ciddi hatalarımız, zaaflarımız ve ihmallerimiz var. Bugün öncelikle İslam tasavvurumuzu ve din anlayışımızı ciddi şekilde konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Dini alanda yaşanan bilgi karmaşası, yanlış dini algı ve tasavvurlar, bireysel ve sosyal sorunlara neden olmaktadır. Din istismarı bugün sosyal boyutları aşarak bir güvenlik meselesi haline gelmiştir. Yüce dinimiz İslam değişik isim, görüntü, tutum, davranış ve söylemlerle maalesef istismar edilmektedir. İnanç esaslarını cedel konusu yapmak; fıkhın özünü ve makasıdını gözetmeksizin, zahiri boyutu dikte etmek; ibadetlerde şekilciliği öne çıkararak, ibadetin ahlaka ve hayata yansıyan boyutunu ihmal etmek önemli bir sorundur. Tebliğde metodu kaybederek, kaba, katı ve itici bir tutum takınmak; öncelikleri dikkate almamak ciddi bir sorun olarak önümüzde durmaktadır" ifadelerini kullandı.

"Bilgi üretmeyenler, üretilen bilginin takipçisi hatta mahkumu olmaya mecburdur”

Bilgi üretmeyenlerin, üretilen bilginin takipçisi hatta mahkumu olmaya mecbur olduğunu belirten Erbaş, sözlerini şöyle tamamladı:

"İslam dünyası bilim, teknik, tıp, sosyal bilimler, dahası ilahiyat alanında bilgi üretme, bilgiyi güncelleme, değere dönüştürme ve hayata kılavuz yapma konusunda, maalesef, zamanın gerisinde kalmanın bedelini ödemektedir. Zira vahye, köklü bir medeniyete, dinamik insan kaynaklarına sahip olduğu halde İslam dünyası, insanı ve hayatı inşa edecek bir bilgi ve dünya tasavvurunu, güçlendirip izah ederek yeryüzüne henüz teklif edebilmiş değildir. Dolayısıyla bilgiyi, hikmet, ahlak ve hukuk boyutuyla beraber yeniden inşa etmek, müminler için bir iman ve kulluk sorumluluğu olduğu gibi, daha yaşanabilir bir dünya kurmanın da yegane yoludur. Bize düşen; Bilgiye, ferasete, şuura ve ahlaka dayalı bir dindarlığı geliştirip güçlendirerek hikmet ve tefekkürle yeniden öze dönmek, ortak zeminimizi sağlamlaştırmak ve yaşadığımız çağın sorunlarına çözüm bulmaktır."

Programa Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Selim Argun, İstanbul İl Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, Başkanlık Müşaviri Prof. Dr. Mustafa Karataş ve UMAD Yüksek İstişare Kurulu Üyeleri katıldı.

Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile