Yargıtay Başkanı Kaynak: Tutuklu Sayısının Fazlalığı İş Yükünden Kaynaklanıyor

Yargıtay Başkanı Kaynak: Tutuklu Sayısının Fazlalığı İş Yükünden Kaynaklanıyor

Yargıtay Başkanı Nazım Kaynak, Türkiye'deki tutuklu sayısının başka ülkelerle kıyaslandığında hükümlü sayısına göre daha fazla olmasının nedeninin, tutuklama müessesesinin hatalı uygulamasından çok, iş yoğunluğu ve benzeri sebeplerle davaların makul sürede bitirelememesinden kaynaklandığını söyledi.

Salt tutuklama sürelerinden yola çıkılarak, uzun tutukluluk sorununa çözüm aramanın bugünden öngörülemeyen sakıncalı başka sonuçlara sebebiyet verebileceğine dikkat çeken Kaynak, yeni Anayasa hazırlanırken toplumun bütün kesimlerinin görüşlerinin alınmasını istedi.
Yargı reformu sonrası üye sayısının 250'den 387'ye çıkmasından dolayı bu yıl adli yılın açılış töreni, Yargıtay binasında değil Ankara Ticaret Odası'nda yapıldı. Yargıtay Başkanı Nazım Kaynak'ın açılış konuşması yaptığı törene, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Yardımcıları Bülent Arınç ve Beşir Atalay, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Hasan Erbil ile Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu ve Sayıştay başkanları ile askeri ve sivil yüksek yargı üyeleri katıldı.

Saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunmasının ardından, TRT Ankara Gençlik Korosu mini bir konser verdi. Törende konuşan Yargıtay Başkanı Nazım Kaynak, yargının haksızlığa uğramış, mağdur olmuş insanların en önemli sığınağı olduğunu vurguladı. Bu sığınağa olan inancı devam ettirmenin ise hukukçulara düşen bir görev olduğunun altını çizen Kaynak, hukuksuzluğun anarşiyi ve kaosu beraberinde getirdiğini belirtti. Türkiye'de ve dünyada süren terörün, insan hakları ve özellikle yaşam hakkı için tehdit oluşturduğunu dile getiren Kaynak, terörün bir insanlık suçu olduğunu, teröre karşı tüm devletlerin birlikte mücadele etmelerinin zorunluluk olduğunu kaydetti. Terörle mücadelede bütün devletlere görev düştüğünü anlatan Kaynak, Anayasanın 3. maddesinde "Türkiye devleti, ilkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür" denilerek, devletin, milli devlet olduğunun vurgulandığını hatırlattı.
Anayasanın bu hükmünün değiştirilmesinin de mümkün bulunmadığını dile getiren Kaynak, "Kuruluş yıllarında Atatürk, milleti 'Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir' biçiminde tanımlamıştır. Anayasanın 66/1. maddesi 'Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı bulunan herkes Türktür' hükmüne yer vermiştir. Her iki tanımda da Türk sözcüğünün etnik anlamda kullanılmadığı, ülke üzerinde yaşayan bütün bireyleri kapsadığı görülmektedir. Bir başka anlatımla Türk milleti kavramı ırka, dine ve etnik kökene dayanmamakta, bireyler arasında hiçbir ayrım kabul etmemektedir." dedi.

"KORUMA TEDBİRLERİ SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA MAKAMLARINA AİTTİR"
Yüce milletin vatan sevgisinin somut göstergesi olan silahlı kuvvetlerine ve emniyet mensuplarına yönelik saldırılarda şehit olan evlatların acısının yürekleri dağladığını vurgulayan Kaynak, gizli soruşturma tedbirleri olarak adlandırılan iletişimin denetlenmesinin, gizli görevli kullanma ve teknik izlemenin ise ancak suçun işlendiği hususunda kuvvetli şüphenin bulunduğu fakat başka şekilde delil elde etme imkanı bulunmayan hallerde son çare olarak başvurulması gereken koruma tedbirleri olduğunu söyledi. Kaynak, tutuklama kararı verilebilmesi için tüm koruma tedbirleri bakımından ortak koşul olan ölçülülük yanında, kişinin suçu işlediğine ilişkin somut olgulara dayanan kuvvetli şüphe ile tutuklama nedenlerinden birisinin de bulunmasına gerek olduğunu ifade etti.

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100. maddesinin ikinci fıkrasında tutuklama nedenlerinin, şüpheli ya da sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı kuşkusunu uyandıran somut olayların varlığı veya şüpheli ya da sanığın, davranışlarıyla kanıtları yok edeceğine, gizleyeceğine, değiştireceğine ya da tanık, mağdur ve başkaları üzerinde baskı girişiminde bulunacağına dair güçlü şüphe uyandırması olarak sayıldığını anlatan Kaynak, şöyle devam etti: "Aynı maddenin 3. fıkrasında ise şüpheli veya sanığın katalog halinde sayılan bazı suçları işlediklerine ya da teşebbüs ettiklerine ilişkin kuvvetli şüphenin bulunması halinde, 2. fıkradaki durumlardan hiçbirisi bulunmasa bile tutuklama nedeninin varsayılacağı ve kişilerin tutuklanabileceği düzenlenmiştir. Bu ayrık düzenlemenin nedeni, yasa koyucu tarafından önemsenen bazı suçları işleyen kişilerinin kaçacaklarına veya delilleri karartacaklarının varsayılmış olmasıdır. Koruma tedbirlerine başvurmanın gerekli olup olmadığını takdir etme yetkisi soruşturma ve kovuşturma makamlarına aittir. Soruşturma ve kovuşturma sırasında gerekmediği hallerde koruma tedbirlerine başvurmak insan hak ve özgürlüklerinin ihlali bakımından ne kadar yanlış ise gerektiği halde bu tedbirleri uygulamamak da soruşturma ve kovuşturmanın selameti açısından sakıncalı sonuçlar doğurabilir. Nitekim bu konudaki kararlara karşı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun sistematiği içerisinden yasa yollarına başvurmak mümkündür."

"TUTUKLULUK SÜRELERİNDEN YOLA ÇIKILARAK ÇÖZÜM ARAMAK SAKINCALI SONUÇLAR DOĞURABİLİR"
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Ceza Mahakemesi Kanunu'nun, koruma tedbirleri yönünden oldukça modern sistem getirdiğini dile getiren Kaynak, "Ülkemizde tutuklu sayısının başka ülkelerle kıyaslandığında hükümlü sayısına göre daha fazla olmasının nedeni, tutuklama müessesesinin hatalı uygulamasından çok, iş yoğunluğu ve benzeri sebeplerle davaların makul sürede bitirelememesidir. Yargının iş yüküne fiziksel imkan ve personel yetersizliğine bağlı olarak gelişen yavaş işlemesi sorunu göz önünde tutulmadan, salt tutuklama sürelerinden yola çıkılarak uzun tutukluluk sorununa çözüm aramak, bugünden öngörülemeyen sakıncalı başka sonuçlara sebebiyet verebilecektir. Nitekim kanundaki süre sınırlaması sebebiyle bazı ceza dairelerimizce gerçekleştirilen tahliyeler nedeniyle Yargıtay'a yöneltilen haksız eleştiriler hafızalardadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, 2010 yılı dahil uzun tutukluluk sürelerini gerekçe göstermek suretiyle sözleşmenin 5. maddesine aykırılıktan ülkemiz aleyhine verdiği ihlal kararları bulunmakta ise de 31 Aralık 2010 tarihinde Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 102. maddesinin 2. fıkrasının yürürlüğe girmiş olması nedeniyle sorun büyük ölçüde çözüme kavuşmuş görünmektedir. Zira bu düzenleme ile ağır cezalık işlerdeki tutukluluk süreleri iki yılla, uzatma halinde ise 5 yılla sınırlandırılmıştır. Aynı kanunun 250. maddesi kapsamında kalan suçlarda ise bu süreler iki katı olarak uygulanacaktır." diye konuştu.

"YENİ ANAYASA İÇİN TOPLUMUN BÜTÜN KESİMLERİNİN GÖRÜŞLERİ ALINMALI"
Yeni Anayasa değişikliklerine ilişkin görüşlerini de açıklayan Kaynak, şunları söyledi: "Yakın geçmişte yapılan referandumdan sonra Anayasamızın özellikle yargıyı ilgilendiren maddelerinde değişiklikler yapılmıştır. Ancak bu değişikliklerin yeterli olmadığı ve ülkenin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu bütün kesimlerce dile getirilmektedir. Yapılacak yeni anayasa, toplumun beklenti ve ihtiyaçlarını karşılayan, demokratik standartlara uygun, temel hak ve özgürlükleri koruyan, çoğulcu, uzlaştırıcı, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesini önde tutan bir anlayışla hazırlanmalıdır. Anayasalar toplumsal uzlaşma belgeleridir. Yeni Anayasa, toplumun bütün kesimlerinin görüşleri doğrultusunda, geniş, katılımcı, bir anlayış ile hazırlanmalı ve toplumun değerlerine aykırılık teşkil etmemelidir. Yeni anayasa yapılırken evrensel hukuk ve evrensel demokrasi ilkeleri de göz ardı edilmemelidir. Yargıyı ilgilendiren değişiklikler yapılırken yüksek mahkemelerin, ilk derece mahkemelerinin, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun, barolar ile üniversitelerin görüşlerine de başvurulmasının yerinde olacağı kanaatindeyim."
Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile