Ayanoğlu, hayat hikayesinden öğeler içeren romanı "İstanbul'dan Montreal'e, Bir Göçmenin Hikayesi"nin tanıtımı için geldiği İstanbul'da, AA muhabirinin sorularını yanıtladı.
Sirkeci'de, babasının işlettiği matbaanın bulunduğu babaannesine ait evde 1946 yılında dünyaya gelen Byron Ayanoğlu, bir süre de Samatya'da yaşadıktan sonra 5 yaşındayken ailesiyle Kadıköy Moda'ya taşındı. Anne tarafı Konya'dan, baba tarafı Kayseri'den İstanbul'a gelen Ayanoğlu, anne ve babasının İstanbul'da doğup büyüdüğünü söyledi.
Ayanoğlu, duygularını "Biz İstanbulluyuz. Başka yer bilmedik. Rum, Ermeni, Yahudi, Katolik ve Türklerin iç içe yaşadığı Moda benim için terk etmek zorunda kaldığım İstanbul'un özü gibi" sözleriyle aktardı.
Ayanoğlu, İstanbul'dan ayrılmak zorunda kaldıkları 6-7 Eylül olaylarını şöyle anlattı:
"Selanik'te Atatürk'ün evine Yunanlılar tarafından bomba atıldığı haberinin yayılması üzerine, 6 Eylül 1955'te ellerinde kazma, balta ve sopalarla sokaklara dökülen binlerce kişi, gayrimüslimlere ait ev ve iş yerlerini yakıp yıkmıştı. Olayların durdurulamaması üzerine, ordu devreye girmiş, İstiklal Caddesi dahil sokaklar tanklarla kontrol altına alınabilmişti. 6-7 Eylül olayları enfes bir günde, herkes plajdayken, tam bir sürprizle gelen dev dalga gibiydi. Ani başlayan olaylar, son derece organize şekilde gelişti. O zamanlar sadece Rumların ya da Türklerin yaşadığı yerler yoktu, her yerde herkes iç içe yaşıyordu. Fakat listeler yapılmıştı, hangi evde Rum, hangi evde Türk yaşıyor biliyorlardı. O dönem Moda'da oturuyorduk, Türk komşularımız bizi koruduğu için evimize giremediler. Olayların akabinde birkaç gün evden çıkamadık, perdeler kapalı evde oturduk. Ailemin, İstanbul'u terk etmeye o gün karar verdiğini düşünüyorum."
-Düğüne gidiyoruz diye çıkılan göç yolculuğu-
Ayanoğlu, olaylardan 3 yıl sonra bir gün annesinin hazırladığı bavullarla annesi, babası ve anneannesiyle "Yunanistan'a düğüne gidiyoruz" diye evden çıktıklarını, bindikleri gemide ise İstanbul'u temelli terk ettiklerini, Kanada'ya göç etmekte olduklarını öğrendiğini söyledi.
Ailesinin, ülke dışına çıkışta herhangi bir sorunla karşılaşmaktan korktuğu için göç niyetini kimseye söylemediğini anlatan Ayanoğlu, önce Yunanistan'ın başkenti Atina'ya, oradan Almanya'nın Düsseldorf şehrine, oradan da Danimarka'nın başkenti Kopenhag'a geçtiklerini kaydetti.
Byron Ayanoğlu, "Babam Kopenhag-New York uçağı için rezervasyon yaptırmamıştı ve birinci sınıf hariç uçak tamamen doluydu. Görevliler, bizi uçağa alamayacaklarını söyledi.
Ağlamaya başlamıştık. Ellerinde bavullarla gözyaşı döken göçmen aileye dayanamadılar, bizi birinci sınıfa kabul ettiler" ifadelerini kullandı.
-Medeniyetin başkentinden Kanada'nın köyüne-
New York'ta aktarma yaparak doğruca Kanada'nın Montreal kentine geçtiklerini dile getiren Ayanoğlu, yeni memleketi ilgili ilk deneyimini "Montreal bir köyden farksızdı. Yolculuk ettiğimiz küçük uçak kente inince annem etrafa şöyle bir bakıp, 'Ben burada kalamam. Geri dönmeliyiz' dedi.
Medeniyetin başkentinden, İstanbul'dan gelmiş, Kanada'da bir köyle karşılaşmıştık. Kentte İstanbul'dan gelen hiç kimse yoktu. Rum çoktu ama hepsi Yunanistan'daki köylerden gelmişlerdi. Annem için onlar muhatap değillerdi. Ama yıllar içinde ister istemez onlarla da arkadaş oldu" sözleriyle dile getirdi.
Kanada'da ilk 10 yılın ekonomik zorluklarla geçtiğini anlatan Ayanoğlu, "Annem de babam da çalışıyordu ama ellerine geçen para toplam 65 dolardı. 65 dolara bugün bir öğün yemek yeniyor, o zaman da bir yemekte harcanırdı" diye konuştu.
Ayanoğlu, babasının Kanada'da da Anadolu geleneklerini sürdürdüğünü ifade ederek, "Babam annemin çalışmasına bir şartla izin vermişti. Kendisi akşam işten eve geldiğinde yemek sofrada hazır olacaktı. Annem bir gün olsun bunu aksatmadı. İşten çıkar, yolda Lübnan, Yunanistan ve Türkiye'den gelen yemeklik malzeme satan dükkandan alışverişini yapar, babama İstanbul yemekleri pişirirdi" dedi.
-Yıllar sonra turistik İstanbul gezisi-
Zor yılların ardından babasının Montreal'de bir matbaa açtığını, ekonomik olarak iyi düzeye geldiklerini aktaran Ayanoğlu, annesiyle babasının İstanbul'a bu kez turist olarak döndüğünü söyledi.
Ayanoğlu, "Annem ve babam, İstanbul'da yaşarken bir kez olsun gidemedikleri Pera Palas'a turist olarak gittiler. Babam İstanbul'a sadece bir kez döndü, annem 5-6 defa daha geldi. Burada arkadaşları vardı. Ama ikisi de İstanbul'u hiç unutamadı" ifadelerini kullandı.
Kendisinin de 51 sene yaşadığı Kanada'ya hiç alışamadığını, özellikle ağır ve uzun geçen kış mevsimine dayanamadığını anlatan Ayanoğlu, o kışlardan kaçarken dünyayı gezdiğini dile getirdi.
-"İstanbul'a her sene geliyorum"-
Türkiye'ye ilk kez 2003'te, Türkçe'ye çevrilen "İstiridye Üstü Girit" kitabı vesilesiyle döndüğünü belirten Ayanoğlu, o günden bu yana her sene düzenli olarak İstanbul'a geldiğini söyledi.
Yayınevinin talebi üzerine, ailesinin İstanbul'dan Montreal'e göçünün hikayesini roman formatında kaleme aldığını anlatan Ayanoğlu, kitapta gerçek olaylardan yola çıktığını, ancak kurgusal öğelere de yer verdiğini kaydetti.
Ayanoğlu, 6-7 Eylül olaylarına kadar Türkler ile Rumlar arasında önemli bir sorun yaşanmadığına dikkati çekerek, şunları söyledi:
"Bir lisan meselesi vardı. Lisan çok mühim insanlar için. Yollarda Rumca konuşmazdık, Türkçe konuşurduk. Annem tam bir Türk kadını gibi konuşurdu. Bir de hayat tarzı meselesi vardı. Rumlar genellikle orta sınıftı. Çok paraları olmasa bile giyim kuşama, hayat tarzı alışkanlıklarına çok harcama yaparlardı. Güzel yaşamaya meraklıydılar. Görünüşteki bu zenginlik, genellikle daha fakir olan Türklerin gözünde bir sorundu.
İstanbul o zaman 800 bin nüfuslu deniyordu ama 2 milyon insan vardı. 1 milyon 200 bin insan varoşlarda yaşıyordu. Her gün İstanbul'a gelip, sonra dönüyorlardı. Burası onların memleketiydi ve böyle yaşanmazdı. Onlar hamal, öbürleri mösyö-madam kalamazdı, olmazdı, sonunda patlayacaktı."
-Erol Evgin çocukluk arkadaşı-
Moda'da komşularından, çocukluk arkadaşlarından birinin de müzisyen Erol Evgin olduğunu belirten Ayanoğlu, "Türkiye'nin Julio Iglesisas'ı" diye nitelediği sanatçıyla ilgili "9-10 yaşlarındaydık, Erol'la oturur, bütün dünyanın sorunlarını çözerdik, hatırlıyorum" diye konuştu.
Asıl tutkusunun yazarlık olduğunu vurgulayan Ayanoğlu, "yazarlıktan ekmek çıkartamayınca, aşçılığa soyunduğunu, tiyatro oyunları yazıp sahnelemek üzere gittiği Londra'da, 20'li yaşlarında yemek işine bulaştığını" anlattı.
Ayanoğlu, "Aslında bütün Türk erkek çocukları gibi ben de mutfağa giremezdim. 'Kız mı olacaksın-' denilirdi. Kızıp kovalarlardı. Ben işi, annemin yaptığı yemekleri yerken öğrendim. Bir de tabii anneme sorardım, bunların nasıl yapıldığını. Yani küçüklükten bir eğilimim de vardı" dedi.
-Ünlülerin aşçısı-
Bir dönem müzisyen Mick Jagger'in aşçılığını yapan Ayanoğlu, 6 süren beraberliğin Jagger'in turneye çıkmasıyla son erdiğini anlattı.
Kanada'da çekilen Hollywood filmlerinin setlerinde de çalışan Ayanoğlu, Robert de Niro'dan Matt Dilon'a pek çok ünlünün rol aldığı filmlerin setleri için dağ başlarında günü birlik çadır lokantalar da açtığını ifade etti.
Ayanoğlu, o günleri şöyle anlattı:
"Her gün bir dağ başına gidiyorduk. Bir tek gün için 250 kişilik restoran açardık, topu topu yarım saat sürecek bir yemek için. Yemek bitti mi, bütün ekipmanı toplar setin ertesi gün kurulacağı yere giderdik. Bir film çekimi 6-7 hafta sürerdi. Günde 20-21 saat çalışırdım. Özelliğim, diğerleri gibi başka yerde yapılmış yemeği sete taşımak yerine her şeyi orada, sette pişirmem ve sıcak sıcak, tam yemek saatinde servis etmemdi. Senede 2 filmde çalışır, yılın geri kalanını milyonerler gibi yaşayarak geçirirdim."
Byron Ayanoğlu'nun setinde aşçılık yaptığı en önemli film ise Serigo Leone'nin yönettiği "Once Upon A Time In America/Bir Zamanlar Amerika"...
-Yazarlığı ve yemeği birleştirdi-
Byron Ayanoğlu sonunda başlıca tutkuları yazarlık ve yemeği birleştirmeyi de başardı. Kanada'nın Toronto kentinde yayımlanan Now dergisine yolladığı yemek eleştirisi beğenilince orada işe başlayan ve bu alanda kendine özgü bir yol tutturan Ayanoğlu, başarısının sırrını şöyle anlattı:
"Başkaları gibi restoranlara reklam yapmaya gitmezdim. Mutlaka kimliğimi gizlerdim. Yer, içer, dönünce de kritiğini yapardım. En önemli kriterlerimden biri; ülserimdi. Bir yemeğin tadı güzel olabilir ama yanlış yapılmışsa, ülserim bunu bana söyler. Yediğim yemek bana bir antiasit hapı içitirse bir yıldız, iki tane içitirse iki yıldız düşerdim notundan. 4 hap içitmişse sıfır alırdı restoran. Bu işi böyle 10 yıl yaptım. Ama haftada 7 kere restoranda yemek yemeyi sonunda ülserim kaldıramaz oldu."
Bunun üzerine yemek kitapları yazmaya başladığını anlatan Ayanoğlu, dünya mutfaklarını anlattığı toplam 14 kitap yazdı. Ayanoğlu, Tayland mutfağıyla ilgili kitabının yıllardır bu alanda birinci sırada geldiği bilgisini verdi.
-"Yunanistan AB'den çıksın, Türkiye de girmeyi düşünmesin bile"-
Ayanoğlu'nun, Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişkilere de kendine özgü bir bakışı var. Ayanoğlu, 500 yıl birlikte yaşamış halklar arasında bazı sorunların bulunmasının kaçınılmaz olduğunu vurgulayarak, şunları söyledi:
"Fakat bugün akıllı Yunanlılar anlıyorlar ki onların en iyi dostu Türklerdir. Yunanistan'da insanlar eski sorunların engel olarak kalmasını istemiyor. 'Eski eskide kaldı' görüşü var. İki halkın mantalitesi aynı. Aynı yemekleri yiyorlar. Yemek meselesi çok önemlidir. Aynı yemeği yediğin insanla daha iyi ilişkiler kurarsın. Kültürler birbirine yakın. Mesela babam bir Türk. Kadının yeri, çocuğun hal ve hareketi, erkeğin görevleri... Bütün bu konularda Türk gibi düşünürdü."
Yunanistan'ın bugün yaşadığı ekonomik krizin çözümünün de Türkiye ile kuracağı ilişkiler olabileceğini anlatan Ayanoğlu, "Yunanistan Türkiye'ye, Türkiye'nin Yunanistan'a olduğundan daha fazla muhtaç" görüşünü dile getirdi.
Yazar Byron Ayanoğlu, Avrupa Birliği konusunda da "Türkiye Yunanistan'a AB'den daha yakın. Bence Yunanistan AB'den çıkmalı, Türkiye de AB'ye girmeyi düşünmemeli bile. Türkiye, Yunanistan ve Arap dünyası kendi birliğini kurabilirse bu herkes için daha iyi olur" görüşünü dile getirdi.
Yayıncı: Sibel Ertürk Kurtoğlu
Yazar Byron Ayanoğlu Açıklama Yaptı
Tarihe "6-7 Eylül Olayları" olarak geçen azınlıklara yönelik hareketin İstanbul'dan ayrılmak zorunda bıraktığı bir Rum ailenin oğlu Byron Ayanoğlu, Moda'dan Montreal'e uzanan "acı göçün" romanını yazdı.