3 Kasım 1996'da meydana gelen Susurluk kazasından kısa bir süre sonra ortaya çıkan Yüksekova Çetesi, itirafçı Kahraman Bilgiç'in Jandarma İstihbarat Astsubayı Hüseyin Oğuz'a verdiği ifadeyle deşifre oldu. Aralarında yüksek rütbeli subay ve astsubay, özel harekâtçı, köy korucuları ve bazı yerel yöneticilerin yer aldığı çetenin fidye için adam kaçırmak, faili meçhul cinayetler, askeri araçlarla uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapmak gibi ağır suçlar işlediği ileri sürüldü. Bunun üzerine peş peşe davalar açıldı. Ancak çok sayıdaki delil ve tanığa rağmen açılan davalar ya beraatla sonuçlandı ya da sürüncemede kaldı. Haklarında 553 yıl 4 ay hapis cezası istenen sanıklar tek tek salıverildi. Yıllar süren yargılamalardan sonra sadece itirafçı Bilgiç'e 8 yıl ceza verildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, zaman aşımına uğramak üzere olan dava nedeniyle Türkiye'yi 103 bin Euro tazminat ödemeye mahkûm etti.
1990'lı yıllarda çok sayıda Kürt kökenli bürokrat ve işadamı öldürüldü. Savaş Buldan, Behçet Cantük gibi işadamlarının yanı sıra Ankara Altındağ Nüfus Müdürü iken 1993 Ekim gecesi evinin önünden kaçırılan Yüksekovalı Abdülmecit Baskın, Gölbaşı'nda öldürüldü. Cesedi 4 gün sonra bulundu. Yine Hakkarili Sağlık Müsteşarı Namık Erdoğan (Sanatçı Yılmaz Erdoğan'ın amcası) da bu dönemde öldürülen Kürt bürokratlar arasında. Cinayetler bir türlü aydınlatılamadı.
Cihan Haber Ajansı, Yüksekova'da Çetesi tarafından kaçırılan işadamı Necip Baskın, öldürülen Abdullah Canan ve Sabri Çardakçı'nın yakınları ve o dönemin tanıkları ile görüştü, 27 Ağustos'ta zaman aşımına uğrayacak olan Yüksekova dosyasını yeniden raftan indirdi.
ÖLDÜRÜLDÜLER, FAİLİ MEÇHUL KALDILAR
Bu dönemde kaçırılarak öldürülen işadamlarından biri de Abdullah Canan'dı. Dönemin CHP milletvekili olan Esat Canan'ın da yeğeni olan Abdullah Canan, Karlı köyüne yapılan operasyonlarda evinin hasar gördüğünü ileri sürüp Yüksekova Dağ Komando Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Canan, yapılan tüm baskı ve tehditlere rağmen şikâyetini geri almayınca, 17 Ocak 1996'da gözaltına alındı. Canan, 4 gün sonra elleri ve kolları bağlanmış, ağzı tıkanmış halde işkence edildikten sonra Yüksekova-Esendere yolunda kurşuna dizilerek öldürülmüş olarak bulundu. Jandarma Tugayı İstihbarat Şube Müdürü Albay Kamber Oğur, mahkemeye verdiği ifadesinde Canan'ı gözaltında olduğu tarihte Yüksekova Dağ Komando Tabur Komutanlığı revirinde başı sarılı vaziyette gördüğünü söyledi. Ancak, Canan'ı öldürtmekle suçlanan Binbaşı Yurdakul, Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi'nce beraat etti.
O dönemde 23 yaşında bir üniversite öğrencisi olan Abdullah Canan'ın oğlu Teyyüp Canan, babasının suçsuz yere öldürüldüğünü söyledi. Canan, suçlular korunduğu için Türkiye'deki davalardan bir sonuç alamadıklarını kaydetti. Canan, babasının ağır işkencelerden geçirilerek öldürüldüğünü söylerken, bu durumu 'Tek kelime ile vahşet' sözcükleri ile ifa etti.
Yüksekova'da ilk öldürülenlerden biri de ilçeye bağlı Beşbulak (Dara) köyünden Sabri Çardakçı. Sabri Çardakçı, gece yarısı gelen kişiler tarafından ismi ile hitap edilerek dışarı çağrılır. Çardakçı, ağabeyinin uyarılarına rağmen çıkar, birkaç metre ileride taranarak öldürülür. Çardakçı'yı öldüren şahıslar, köyün ilerisinde bekleyen panzerlere doğru koşmaya başlar. Ancak, olayın duyulma ile birlikte vatandaşların yollarını kesmesi üzerine şahıslar başka bir köye yönelerek panzerlerle olay yerinden uzaklaşmayı başarır.
Diğer olaylarda olduğu gibi Çardakçı'nın olayı da yıllar süren yargılamalara rağmen faili meçhul kalır. Yılladır suskun olan Sabri Çardakçı'nın ağabeyi İsfendiyar Çardakçı, olayın üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala aydınlatılamamasının devletin bir ayıbı olduğunu söyledi. PKK'ya bugüne kadar bir ekmek bile vermediğini anlatan Çardakçı, suçlarının ispatlanması halinde idam edilmeye razı olduğunu, işin içyüzünün çok farklı olduğunu kaydetti.
ÇETENİN FİDYE İÇİN KAÇIRDIĞI NECİP BASKIN: BENİ PKK'LI SÜSÜ VEREREK ÖLDÜRECEKLERDİ
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da öldürülen insanların yanında çok sayıda işadamı da fidye için kaçırıldı. Bunlardan biri de Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi Vezirli köyünden Necip Baskın. İddianamelere de yansıyan bilgilere göre Baskın'ın başından geçen olay şöyle gelişti: 21 Eylül 1996 gecesi itirafçı Kahraman Bilgiç ile bazı korucular, PKK'ya özgü kıyafetler giyerek köye geldi. Kendilerini PKK'lı olarak tanıtan kişiler, Necip ve İlhan Baskın kardeşlerle bir süre konuştuktan sonra ellerindeki ERNK mühürlü 200 bin Mark'lık makbuzu bırakıp Necip Baskın'ı yanlarına alarak uzaklaştı. Kaçırılan Necip Baskın, gözleri kapalı vaziyette emniyet müdürlüğüne götürülerek Özel Harekat'a ait bir odaya kapatıldı. Bunun üzerine baba Tahir Baskın, durumu ilçe jandarma komutanlığı ve Yüksekova 21. Jandarma Sınır Tabur Komutanlığı'na bildirdi. Durumdan şüphelenen Tabur Komutanı Yarbay Hami Çakır, Kahraman Bilgiç'i komutanlığa çağırarak olay hakkında bilgisi istedi. Bilgiç, önce olumsuz yanıt verdi; ancak daha sonra olup bitenleri itiraf etti. Bunun üzerine Baskın, gözleri kapalı olarak gece yarısı şehir merkezine bırakıldı.
Son anda öldürülmekten kurtulan Necip Baskın, yıllardır bu konudaki suskunluğunu ilk kez Cihan için bozdu. Baskın, asıl amacın kendisine PKK'lı süsü verilerek öldürülmek olduğunu; ancak olayın duyulması üzerine bundan vazgeçtiklerini söyledi. Bugüne kadar hiçbir örgüt ve parti ile bağlantısının olmadığını anlatan işadamı Baskın, öldürülme planını ise şöyle anlattı: "Özel Harekat Tim'i ile 9 korucu beni alacaklar, daha sonra para gelecek. Bana gerilla kıyafeti giydirilerek, serbest bırakılacak. Bu sırada başka bir grup ateş edecek, benimle birlikte beni almaya gelen bizim aileden birkaç kişi vurulacak. Sonra 'PKK ile askerler arasında çıkan çatışmada öldürüldüler' denilerek bizi PKK'lı olarak gösterip suçlayacaklar, diğer yandan parayı almış olacaklar."
YÜKSEKOVA'DAKİ OLAYLARIN ÇETE OLDUĞUNA İNANMIYORLAR
Yüksekova Çetesi mağdurları, yıllar önce başlarından olayların basit bir çete işi olmadığını düşünüyor. Necip Baskın, çete denilerek işin içinden çıkıldığını; ancak bunun her tarafa uzanan çok daha organizeli bir yapı olduğuna dikkat çekti. Baskın, şöyle devam etti: "Beni aldıktan sonra 'operasyonlar burası ile sınırlı değil' dediler. Bir komutan 'şu an Ankara'da operasyonlar yapılıyor. Hatta banka soygunları ve saldırılar olacak.' dedi. Gerçekten aynı gece Ankara'da bir sürü operasyonlar yapıldı. Otellere roketatarlı saldırılar oldu. Lojmanlara saldırılar oldu."
Necip Baskın, yaşadıkları ile bugün Türkiye'de ortaya çıkan bazı planların büyük benzerlikler gösterdiğine dikkat çekiyor. Bu fotoğrafı bugün çok daha net gördüklerini anlatan Baskın, "Özellikle Erzincan'daki olaya çok benziyor. O günlere bakıyoruz bugün çıkan şeylerle hemen aynı. Senaryo yazmışlar ve hayata geçirmişler. Yani bir insan önce suçlu ilan ediyor, sonra kılıf uyduruluyor. Masum insanları çok kolay bir şekilde harcayabiliyorlar. Üstelik bunu vatan, millet, laiklik ve cumhuriyet adına yaptıklarını söylüyorlar." dedi.
Yüksekova'da, bugün ülkede uygulanmak istenen kirli komploların hepsini gördüklerini anlatan işadamı Necip Baskın, şunları söyledi: "Olaylar çok farklı. Senaryolar var. Biz hepini gördük, yaşadık. Biri çıktı 'PKK'ya yardım eden işadamlarını biliyoruz listeleri elimizde' dedi. Bunun üzerine herkes kendine göre bir liste hazırladı. Bu en büyük talihsizlik açıklama oldu. Bu karanlık güçler de bu karanlık ortamda kendi listelerini oluşturdular. Ergenekon gibi bir yapı vardı. Bağlantıları hala ortadadır. Gidip nerelere dayanıyor. O dönemde JİTEM diyorduk, 'yok' deniyordu ama vardı. Biz bunu biliyorduk. Kimseden çekindikleri bir şey de değildi. JİTEM komutanı olarak biliyorduk. Büyük bir organizasyondu."
HER AŞAMADA ENGELLENMİŞLER
Baskın, o dönemde yaşadıklarını kimseye anlatamadıklarını söyledi. Necip Baskın, "15 yıl önce bunları konuşmuş olsak, herkes 'bunlar ne kadar hayalci, komplocu insanlar' diyecekti. İnandırmamız mümkün değildi. İyi komutanlar bile inanmadı. 'Böyle bir şey nasıl olabilir?' diye inanamadılar. Siz de haber yapmış olsaydınız, çarpıtma, uydurma ve senaryo diyeceklerdi. Biz o fotoğrafı o gün çok net gördük ama ne biz anlatabildik, ne kimse anladı. Ama bugün Türkiye'de ortaya çıkan fotoğrafta bu olaylar netleşiyor. Çünkü her şey yerli yerine oturuyor. Biz kurtulduk ama bizim kadar şanslı olmayan faili meçhuller var. Kaymakam, komutanlar ve istihbarat birimleri bir araya geldi. Olay öyle dağıldı ki bu sefer baskılar olmaya başladı. Ki konu fazla dağılmasın, duyulmasın. 'Sakın üstünü fazla gitmeyin' dendi. Bir başsavcıya, Ankara'dan arayıp bu konuyu gündemden indirin şeklinde baskılar oldu." diye konuştu.
KARA VE KAPALI DOSYALAR YENİDEN AÇILACAK
Bugün 200'ün üzerinde kişiye istihdam sağlayan işadamı Necip Baskın, bu kirli ilişki ağının çözüleceğine dair umutlarının Türkiye'deki demokratikleşmeye bağlı olduğunu vurguladı. Bu konuda umutlu olduklarını ve kapanan dosyaların yeniden açılacağına inandıklarını anlatan Baskın, şu görüşleri dile getirdi: "Türkiye demokratikleştikçe bunların bir gün ortaya çıkacağını düşünüyoruz. Yaşadıklarımızın üzerinden 15 yıl geçmesine rağmen, benzer konularda bazı gelişmelerin olması olumlu. Bunların devamının gelmesi gerekir. Ama Şemdinli olayında sonuç çıkmadı, failler ortalıkta dolaşıyorlar. Bugün bazı gerçeklerin ortaya çıkması ve kamuoyunun artık bunların farkında olması gibi onlar da onların da ortaya çıkması halinde insanların ne kadar masum olduklarını görülecek. O zaman da gerçeğin bir gün ortaya çıkacağına inanıyorduk. Ama bu kadar umutlu değildik. Gerçekler artık gizlenemez hale gelmiş. Artık dağ başındaki bir çoban Türkiye'deki karanlık olayları rahatlıkla anlatacak bir duruma geldi. Her şey demokratikleşmeye bağlı. Türkiye demokratikleştikçe bu sorunların da olmayacağını, olmuşların hesabının sorulacağına da inanıyoruz. Çünkü bizi baskı altına alan irade hep aynıdır. Herkes bundan nasibini alıyor. Hepimiz bu süreçlerde çok acılar çektik. Bugün de devam eden olaylar var. Bu hepimizin canının çok acıtıyor. Hepimizin artık buna yoğunlaşmamız gerekir."
"BİZ YÜKSEKOVA'DA ERGENEKON'U GÖRDÜK"
Babası Abdullah Canan'ın öldürüldüğünde üniversite öğrencisiyken bugün mali müşavir olan Teyyüp Canan da büyük engellerle karşılaştıklarını söyledi. Canan, ailesi özellikle mahkeme aşamasında büyük zorluklarla karşılaşmış. Teyyüp Canan, yaşadıklarını şöyle anlattı: "Mahkemeye gitmemizi bile engellediler. Biz kontrol noktalarında iki saat bekletilirken, başkalarına 'geç' deniyordu. Amaç bizim mahkemeye gitmemizi engellemekti. İnsanlar geldi, 'babanızı bulabiliriz' diye bizden parayı aldıktan sonra kayboldu. 'Babanız, JİTEM'in merkezi olan Elazığ'da Cem Ersever'in yanında' dediler. Bizim dosyayı soruşturan savcı 5-10 günlüğüne izne çıkarken, dosyada neler var, ne tür şikayetler yer alıyor gibi tüm bilgileri alıyorlar. Çünkü ona göre ifade veriyorlar. Şahıslar ifade bile vermek istemediler. Başsavcı, bugün olduğu gibi bir uzman çavuşu ya da yüzbaşının ifadesini alamıyordu. Dava sonuçları bize tebliğ edilmiyordu. Yani bu insanları aklamak için her yol denendi."
Canan, Ergenekon'un soğuk yüzü ile o dönemde karşılaştıklarını söyledi. "Ergenekon'un temeli bu dönemde atıldı." diyen Canan, "Biz Ergenekon'un asıl yüzünü gördük. Yüksekova'da temelini attılar ama başarılı olamadılar. Bu konuda en başarılı il Batman'dır. Adamlar uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapıyorlar, adam öldürüyorlar. Zaten Yüksekova davası uyuşturucu, bombalama ve adam öldürmekten oluşuyor. İş yerlerini bombalıyorlar. Ergenekon ve Balyoz'da geçen planlar, burada hayata geçirildi. Hak ve adalet yoktu. Adamlar, dileğince at oynattılar. Terör estirdiler adeta. Devlet görevlilerine bile iş yaptırmadılar. Kaymakamlar, savcılar iş yapamıyordu. Davalara bakan savcılara, 'bugünün gecesi de var' diyerek tehdit ediyorlardı." dedi.
ERGENEKON'UN DOĞU VE GÜNYEDOĞU AYAĞI EKSİK
Yüksekovalılar, Ergenekon süreciyle birlikte umutlanmışlar. Bunun için Ergenekon davasının bir an önce Doğu ve Güneydoğu'ya da inmesini isteyen Teyyüp Canan, "Ergenekon'da umutluyuz. İnşallah Doğu ve Güneydoğu'ya da iner ve yapılan haksızlıklar araştırılır. Ergenekon savcıları, araştırmalarını derinleştirip yapılan yargılamaları gözden geçirirlerse gerçeklerle karşılaşırlar. Eğer Ergenekon'un Doğu ve Güneydoğu ayağı eksik kalırsa bence o zaman bu meselenin ancak yüzde biri açığa çıkmış olur." diye konuştu. Canan, herkesi suçlamadıklarının altını çizdi. İlçelerinde çalışmış bazı görevlileri unutmadıklarını anlatan Canan, şöyle devam etti: "Bazılarına saygımız sonsuz ve onları halen arıyoruz. Ama bu olaylara karışanlar örneğin M. Emin Yurdakul Ergenekon'un önemli bir ayağıdır. Korgeneral Atilla Kıyat, 'Doğu ve Güneydoğu'daki yapılan tüm faili meçhullerde dönemin Genelkurmay Başkanı, Başbakanı herkes bu konuda bilgi sahibiydi, devletin bir politikası ve sindirme amaçlıydı.' dedi. Niyeti TSK'yı aklama olabilir ama bunlara katılıyorum. Çünkü biz bunları yaşadık. Adamlar, çok emin yerlerden güvence almışlar Yargılansalar bile aklanacaklarını baştan biliyorlar. TSK bir gün kendini burada olan faili meçhullerden haberdar olduğunu açıklayacağından eminim. Bugün, bir paşa 'komutanım yapmaz' diyor ama bakıyoruz paşanın kendisi başka yerde yargılanıyor. Bir binbaşı, destek almazsa kimseyi öldüremez. Bir askeri görevli gizli tanık olarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı'na ifade vermiştir. Demek ki bunlar yapılmış, insanlar ortaya çıkıp itiraflarda bulunuyorlar. Biz bir gün bunları yapanların da gelip itiraflarda bulunacaklarına inanıyoruz."
AMCASI GÖZLERİNİN ÖNÜNDE TARANAN MUHTAR: DEVLET İSTESE OYUNLARI ÇÖZER
Beşbulak Köyü Muhtarı ve öldürülen Sabri Çardakçı'nın yakını olan Esat Dara, Yüksekova'daki oluşumun bir çete işi olmadığını, devletin içinde hareket eden organizeli büyük bir yapı olduğunu dile getirdi. Muhtar Dara, aksi takdirde insanların bu kadar pervasızca davranmalarının mümkün olmadığını kaydetti. Dara, olay gecesini anlatırken, faillerin bugüne kadar ortaya çıkmamış olmasının şüphelerini artırdığını söyledi. Muhtar Dara, şu görüşleri dile getirdi: "Silahların kime ait olduğunu anlayamadık. Olay yerinde bir telsiz bulundu. Telsizler de kayıplara karıştı. Patlamamış mermiler vardı. Devlet istese kimin yaptığını ortaya çıkartabilir. Bunun dosyası var, günü ve saati belli. Ancak olay karanlıkta kaldı. İşin içinden çıkamadık. Ama devlet de üzerine düşerse kimin yaptığını ortaya çıkarabilir. Silahlar, kurşunlar ve suç aletleri var çünkü." diye konuştu. Esat Dara, devletin bugüne kadar sessiz kalmasının şüphelerini artırdığını söyledi. "Bir vatandaşı gece saat üçte çoluk çocuğunun yanında annesinin, eşinin abisinin ve çocuklarının gözü önünde götürüp taramak büyük cesaret ister." diyen Dara, "Devletten bunun çıkarmasını bekliyoruz. Türkiye'nin her yerinde olduğuna göre bu devletin içindeki bir yapıdır. Benle sen bunu yapamayız. Devlet buna göz yumuyor. İstese bir ay içinde çıkartır. Ergenekon'da olduğu gibi bunları çıkartabilir. Ben umutluyum." yorumunu yaptı.
ACILI AĞABEY SAVCILARA SESLENDİ: İFADE VERMEYE HAZIRIM
Bugüne kadar konuşmayan Sabri Çardakçı'nın büyük ağabeyi İsfendiyar Çardakçı da o dönemde bölgede yaşananların devleti yönetenlerin bir politikası olduğunu düşünüyor. Dedesi Hamidiye Alayı Komutanlığı da yapan Çardakçı, "Bunu neden yaptılar? Bana suçumu söylesin devlet. Suçlu olduğumu ispat etsinler asılmaya razıyım. Bir kişi çıksın PKK'ya bir ekmek bile verdiğimi söyleyemez. O dönemde kimin kimden emir aldığını çok iyi biliyoruz. Bir gün gelecek tüm bildiklerimizi anlatacağız." dedi. Çardakçı, bu konudaki umutlarının söndüğünü ancak Ergenekon süreciyle birlikte yeniden yeşerdiğini söyledi. Bölgede yaşanan faili meçhulleri ortaya çıkarmak üzere Ergenekon savcılarını göreve çağıran Çardakçı, "Davaya müdahil olmaya hazırım. Bu mesele sadece benim meselem değil, tüm Türkiye'nin sorunudur. Devlet istese bu olayları aydınlatır. Olayların iç yüzü çok farklı. Biz Ergenekon'u 20 yıl önce yaşadık. Parçaları yan yana getirdiğimizde bugün Türkiye'de yaşananlarla aynı çıkıyor." dedi. Çardakçı, bölgede yaşanan olaylarla ilgili kendisinin çok önemli bazı bilgilere sahip olduğunu, Ergenekon savcılarının istemesi halinde ise gidip seve seve ifade vermeye hazır olduğunu söyledi.
YÜKSEKOVA'DA NELER YAŞANDI?
'Yüksekova Çetesi' davası 1996'da itirafçı Kahraman Bilgiç'in jandarma istihbarat astsubay Hüseyin Oğuz'a verdiği ve Meclis Susurluk Komisyonu tutanaklarına geçen ifadeleri üzerine açıldı. Bilgiç, Diyarbakır DGM'de alınan ifadesinde, 'bölgede PKK adı altında para toplama faaliyetlerinin yürütüldüğü, uyuşturucu kaçakçılığına yönelik operasyonlarda şahsi çıkar karşılığında kanunsuz uygulamaların yapıldığını, bölgenin ileri gelen aile mensuplarının kaçırılarak fidye istendiği' açıkladı. Albay Hamdi Poyraz, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul, Üsteğmen Bülent Yetüt, Korucubaşı Kemal Ölmez, PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç, Özel Harekâtçı polis memuru Enver Çırak ile bazı belediye yöneticileri çete ''cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, teşekkül halinde otel roketlemek, meskun mahalde patlayıcı madde atmak ve devlete ait araçlarla uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapmak' suçlamasıyla yargı önüne çıkarıldı. Çeteye atfedilen suçlar arasında CHP 22. Dönem Hakkari Milletvekili Esat Canan'ın yeğeni Abdullah Canan'ın öldürülmesi dahil, 9 faili meçhul cinayet ve haraç toplanması da yer aldı. Diyarbakır DGM'deki duruşmalar büyük gizlilik içerisinde basına kapalı olarak yapıldı. 5 asker, 1 özel harekâtçı, 1 belediye başkanı ile şoförü, 1 kurum müdürü, 1 terör örgütü itirafçısı ve 3 geçici köy korucusu hakkında toplam 553 yıl 4 ay hapis cezası istendi. Sanıklardan Albay Poyraz, 1997'de cezaevine konuldu, ancak bir ay sonra tahliye edildi.
Mahkeme heyeti, 22 Mart 2001'de yapılan karar duruşmasında, sanıklardan terör örgütü PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç'e 24 yıl 22 ay ağır, 4 yıl 2 ay hapis olmak üzere toplam 30 yıl, korucubaşı sanık Kemal Ölmez'e 12 yıl 16 ay, Binbaşı Yurdakul'a 17 yıl 9 ay 10 gün ağır, 7 yıl 4 ay 26 gün hapis olmak üzere toplam 25 yıl 2 ay 6 gün, Özel Harekâtçı olan sanık Enver Çırak'ı 3 yıl 8 ay 13 gün, Üsteğmen Bülent Yetüt'ü 7 yıl 4 ay 26 gün hapis cezasına çarptırdı.
YARGITAY 6. DAİRE İKİ KEZ KARARI BOZDU
Temyize giden dosyayı Yargıtay 6. Ceza Dairesi, yaklaşık 11 ay sonra kara bağladı. Daire, 8 Şubat 2002'de, 5 sanığın çeşitli hapis cezalarına çarptırılmalarına ilişin kararı "eksik inceleme ve soruşturma" gerekçesiyle bozdu. 8 sanık hakkında verilen beraat kararlarını onadı. Yurdakul ile Ölmez hakkındaki gıyabi tutuklama kararlarını kaldırdı.
Daire, TCK'nın, "cürüm işlemek için teşekkül oluşturma" fiilini düzenleyen 313. maddesine ilişkin suçların DGM'lerin görev kapsamından çıkarılmasını dikkate alarak, dosyanın Diyarbakır DGM'deki esası kapatıldıktan sonra, Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmesini kararlaştırdı. Bu kararın ardından 5 sanık Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi'ne yeniden yargılandı. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Yargıtay 6. Ceza Dairesi'nin, "Yüksekova Çetesi" davasında verdiği bozma kararına, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yaptığı itirazı kısmen kabul etti. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 7 Mayıs 2002'de yaptığı toplantıda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun 6. Ceza Dairesi'nin, söz konusu davada verdiği karara yönelik 7 farklı noktada yaptığı itirazı sonuçlandırarak 4 konudaki itirazı kabul etti.
Bunun üzerine dava yeniden Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü ve ikinci karar Kasım 2003'te verildi. Bu tarihte emekli edilen binbaşı Yurdakul 29, yüzbaşı Yetüt 7, özel timci Enver Çırak 4, korucubaşı Kemal Ölmez 14 ve Kahraman Bilgiç de 31 yıl 4 ay hapse mahkûm edildi. Mahkeme, Kurmay Albay Poyraz ve eski Yüksekova Belediye Başkanı Ali İhsan Zeydan'ın da aralarında bulunduğu diğer sanıkları beraat ettirdi. Bu karar yine Yargıtay'a gitti ve 6. Ceza Dairesi'nce bozuldu. Böylece dava üçüncü kez başladı.
Hakkari Ağır Ceza'da görülen Yüksekova davası, Kasım 2005'te sürpriz kararla bitti. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi, daha önce hapse mahkûm edilen emekli binbaşı Yurdakul, üsteğmen Yetüt'ün de bulunduğu sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Davada ceza alan tek sanık ise ünlü PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç oldu. Aynı suçlamalardan dolayı 8 yıldır cezaevinde bulunan Bilgiç'e 10 yıl hapis cezası verdi. Bilgiç, cezaevinde kaldığı süre göz önünde bulundurularak tahliye edildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Aralık 2007'de beraat kararı gerekçesiyle Yüksekova Çetesi davasından Türkiye"yi 103 bin Euro ödemeye mahkûm etti.