Zuhruf Suresinin Anlamı Nedir? Zuhruf Suresinin Meali Nasıldır? (Diyanet Meali)

Zuhruf Suresinin Anlamı Nedir? Zuhruf Suresinin Meali Nasıldır? (Diyanet Meali)

Zuhruf suresi, ismini 35. Ayetinde geçen ‘Zuhruf’ kelimesinden almıştır. Anlam olarak yıldız, mücevher, dünya anlamına gelen bu kelime surenin değerine işaret etmektedir. Surenin içerisinde başlıca; tevhitten, imandan, vahyin gerçeklerinden bahsedilir. Peki, Zuhruf suresinin anlamı nedir? Zuhruf suresinin meali nasıldır? İşte Zuhruf suresinin Arapça ve Türkçe okunuşu….

Zuhruf suresi; İslam alemi tarafından gerek anlamı gerekse tefsiri bakımından oldukça fazla merak sureler arasında yer almaktadır. Mekke döneminde inen ve 89 ayetten oluşan sure, insanların dünyanın geçici işleri ile uğraşıp ahiret hayatlarını hiçe saymalarından bahseder. Batıl inançların karşısında duran ve haklı olanın yanında ilerleyen İbrahim, Musa ve İsa peygamberler anlatılır. Peki, Zuhruf suresinin faziletleri nelerdir? İşte Zuhruf suresi hakkında merak edilenler…

ZUHRUF SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU


1.Ha mım

2.Vel kitabil mübın

3.İnna cealnahü kur'anen arabiyyen lealleküm ta'kılun

4.Ve innehu fı ümmil kitabi ledeyna le aliyyün hakım

5.E fe nadribü ankümüz zikra safhan en küntüm kavmem müsrifın

6.Ve kem erselna min nebiyyin fil evvelın

7.Ve ma yet'tıhim min nebiyyin illa kanu bihı yestehziun

8.Fe ehlekna eşedde minhüm batşev ve meda meselül evvelın
9.Ve lein seeltehüm men halekas semavati vel erda le yekulünne halekahünnel azızül alım

10.Ellezı ceale lekümül erda mehdev ve veale leküm fıha sübülel lealleküm tehtedun

11.Vellezı nezzele mines semai maem bi kader fe enşarna bihı beldetem meyta kezalike tuhracun

12.Vellezı halekal ezvace külleha ve ceale leküm minel fülki vel en'ami ma terkebun

13.Li testevu ala zuhurihı sümme tezküru nı'mete rabbiküm izesteveytüm aleyhi ve tekulu sübhanellezı sehhara lena haza ve ma künna lehu mukrinın

14.Ve inna ila rabbina le münkalibun

15.Ve cealu lehu min ıbadihı cüz'a innel insane le kefurum mübın

16.Emittehaze memma yahlüku benativ ve asfaküm bil benın

17.Ve iza büşşira ehadühüm bima darabe lir rahmani meselen zalle vechühu müsveddev ve hüze kezıym

18.E ve mey yüneşşeü fil hılyeti ve hüve fil hısami ğayrumübın

19.Ve cealül melaiketellezıne hüm ıbadür rahmani inasa e şehidu halkahüm setüktebü şehadetühüm ve yüs'elun

20.Ve kalu lev şaer rahmanü ma abednahüm ma lehüm bi zalike min ılmin in hüm illa yahrusun

21.Em ateynahüm kitabem min kablihı fe hüm bihı müstemsikun

22.Bel kalu inna vecedna abaena ala ümmetiv ve inna ala asarihim mühtedun

23.Ve kezalike ma erselna min kablike fı karyetim min nezırin illa kale mütrafuha inna vecedna abaena ala ümmetiv ve inna ala asarihim muktedun

24.Kale e ve lev ci'tüküm bi ehda mimma vecedtüm aleyhi abaeküm kalu inna bima ürsiltüm bihı kafirun
25.Fentekamna mihüm fenzur keyfe kane akıbetül mükezzibın

26.Ve iz kale ibrahımü li ebıhi ve kavmihı innenı beraüm mimma ta'büdun

27.İllellezı fetaranı fe innehu seyehdın

28.Ve cealeha kelimetem bakıyeten fı akıbihı leallehüm yarciun

29.Vel metta'tü haülai ve abaehüm hatta caehümül hakku ve rasulüm mübın

30.Ve lemma caehümül hakku kalu haza sıhruv ve inna bihı kafirun

31.Ve kalu lev la nüzzile hazel kur'anü ala racülim minel karyeteyni azıym

32.E hüm yaksimune rahmete rabbik nahnü kasemna beynahüm meıyşetehüm fil hayatid dünya ve rafa'na ba'dahüm fevka ba'dın deracatil li yettehıze ba'duhüm ba'dan suhriyya ve rahmetü rabbike hayrum mimma yecmeun
33.Ve lev la ey yekunen nasü ümmetev vahıdetel le cealna li mey yekfüru bir rahmani li büyutihim şükufem min fiddativ ve mearice aleyha yazherun

34.Ve li büyutihim ebvabev ve süruran aleyha yettekiun

35.Ve zuhrufa ve in küllü zalike lemma metaul haytiod dünya vel ahıratü ınde rabbike lil müttekıyn

36.Ve mey ya'şü an zikrir rahmani nükayyıd lehu şeytanen fe hüve lehu karın

37.Ve innehüm le yesuddunehüm anis sebıli ve yahsebune ennehüm anis sebıli ve yahsebune ennehüm mühtedun

38.Hatta iza caena kale ya leyte beynı ve beyneke bu'del meşrikayni fe bi'sel karın
39.Ve ley yenfeakümül yevme iz zalemtüm enneküm fil azabe müşterikun

40.E fe ente tüsmius summe ev tehdil umye ve men kane fı dalalim mübın

41.Fe imma nezhebenne bike fe inna minhüm müntekımun

42.Ev nüriyenne kellezı veadnahüm fe inna aleyhim muktedoirun

43.Festemsik billezı uhıye ileyk inneke ala sıratım müstekıym

44.Ve innehu lezikrul leke ve li kavmik ve sevfe tüs'elun

45.Ves'el men erselna min kablike mir rusülina e cealna min dunir rahmani alihetey yu'bedun

46.Ve le kad erselna musa bi ayatina ila fir'avne ve meleihı fe kale inni rasulü rabbil alemın
47.Felemma caehüm bi ayatina iza hüm minha yadhakun

48.Ve ma nürıhim min ayetin illa hiye ekberu min uhtiha ve ehaznahüm bil azabi leallehüm yarciun

49.Ve kalu ya eyyühes sahırud'u lena rabbeke bima ahide ındeke innena le mühtedun

50.Felemma keşefna anhümül azabe izahüm yenküsun

51.Ve nada fir'avnü fı kamihı kale ya kavmi e leyse lı mülkü mısra ve hazihil enharu tecrı min tahtı e fe la tübsırün

52.Em ene hayrum min hazellezı hüve mehınüv ve la yekadü yübın

53.Fe lev la ülkıye aleyhi esviratüm min zehebin ev cae meahül melaiketü mukterinın

54.Festehaffe kavmehu fe etauh innehüm kanu kavmen fasikıyn

55.Felemma asefununtekamna minhüm fe ağraknahüm ecmeıyn

56.Fe cealnahüm selefev ve meselel lil ahırın

57.Ve lemma duribebnü meryeme meselen iza kavmüke minhü yesıddun

58.Ve kalu e alihetüna hayrun em hu ma darabuhü leke illa cedela bel hüm kavmün hasımun

59.İn hüve illa abdün en'amna aleyhi ve cealnahü meselel li benı israıl

60.Ve lev neşaü le cealna minküm melaiketen fil erdı yahlüfun

61.Ve innehu le ılmül lissaati fe la temterunne biha vettebiun haza sıratum müstekıym

62.Ve la yesudodennekümüş şeytan innehu leküm adüvvün mübın

63.Ve lemma cae ıysa bil beyyinati kale kad ci'tüküm bil hıkmeti ve li übeyyine leküm ba'dallezı tahtelifune fıh fettekullahe ve etıy'un

64.İnnellahe hüve rabbı ve rabbüküm fa'büduh haza sıratum müstekıym

65.Fahtelefel ahzabü mim beynihim fe veylül lillezıne zalemu min azabi yevmin elım

66.Hel yenzurune illes saate en te'tiyehüm bağtetev ve hüm la yeş'urun

67.El ehıllaü yevmeizim ba'duhüm li ba'dın adüvvün illel müttekıyn

68.Ya ıbadi la havfün aleykümül yevme ve la entüm tanzenun

69.Ellezıne amenu bi ayatina ve kanu müslimın

70.Üdhulül cennete entüm ve ezvacüküm tuhberun

71.Yütafü aleyhim bi sıhafim min zehebiv ve ekvab ve fıha ma teştehıhil enfüsü ve telezzül a'yün ve entüm fıha halidün

72.Ve tilkel cennetülletı uristümuha bima küntüm ta'melun

73.Leküm fiha fakihetün kesıratüm miha te'külun

74.İnnel mücrimıne fı azabi cehenneme halidun

75.La yüfetteru anhüm ve hüm fıhi müblisun

76.Ve ma zalemnahüm ve lakin kanu hümüz zalimın

77.Ve nadev ya malikü li yakdı aleyna rabbük kale inneküm makisun

78.Lekad ci'naküm bil hakkı ve lakinne ekseraküm lil hakkı karihun

79.Em ebramu emran fe inna mübrimun

80.Em yahsebune enna la nesmeu sirrahüm ve necvahüm bela ve rusülüna ledeyhüm yektübun

81.Kul in kane lirrahmani veledün fe ene evvelül abidın

82.Sübhüne rabbis semavati vel erdı rabbil arşi amma yesıfun

83.Fezerhüm yahudu ve yel'abu hatta yülaku yevmehümüllezı yuadun

84.Ve hüvellezı fis semai ilahüv ve fil erdı ilah ve hüvel hakımül alım

85.Ve tebarakellezı lehu mülküs semavati vel erdı ve ma beynehüma ve ındehu ılmüs saah ve ileyhi türceun

86.Ve la yemliküllezıne yed'une min dunihiş şefaate illa men şehide bil hakkı ve hüm ya'lemun

87.Ve lein seeltehüm men halekahüm le yekulünnellahü fe enna yü'fekun

88.Ve kıylihı ya rabbi inne haülai kavmül la yü'minun

89.Fasfah anhüm ve kul selam fe sevfe ya'lemun

Zuhruf Suresinin Anlamı Nedir? Zuhruf Suresinin Meali Nasıldır? (Diyanet Meali)

ZUHRUF SURESİ ANLAMI VE MEALİ


Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla;

Hâ Mîm. ﴾1﴿ Apaçık Kitab'a andolsun ki, iyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kur'an yaptık. ﴾2-3﴿ Şüphesiz o, katımızdaki ana kitapta (Levh-i Mahfuz'da) mevcuttur, çok yücedir, hikmetlerle doludur. ﴾4﴿ Haddi aşan bir topluluk oldunuz diye vazgeçip Zikir'le (Kur'an'la) sizi uyarmaktan geri mi duralım? ﴾5﴿ Halbuki daha önceki toplumlara da nice peygamberler göndermiştik. ﴾6﴿ (Onlar da) kendilerine gelen her peygamberle mutlaka alay ediyorlardı. ﴾7﴿ Biz, onlardan daha çetinlerini de helak ettik. Öncekilerin örneği geçti! ﴾8﴿ Andolsun, onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka, "Onları mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen (Allah) yarattı" diyeceklerdir. ﴾9﴿ O, yeryüzünü size beşik yapan ve gideceğiniz yere ulaşasınız diye sizin için orada yollar var edendir.

O gökten bir ölçüye göre yağmur indirendir. Biz onunla ölü araziyi canlandırdık. İşte siz de, böyle diriltileceksiniz. ﴾11﴿ O bütün çiftleri yaratan, üzerlerine kurulasınız, sonra da, kurulduğunuzda, Rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve "Bunu hizmetimize veren Allah'ın şanı yücedir. Bunlara bizim gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz" diyesiniz diye sizin için bindiğiniz gemileri ve hayvanları yaratandır. ﴾12-14﴿ Böyle iken ("melekler Allah'ın kızlarıdır" demek suretiyle) kullarından bir kısmını O'nun parçası saydılar. Şüphesiz insan apaçık bir nankördür. ﴾15﴿ Yoksa, Allah, yarattıklarından kendisine kızlar edindi de, oğulları size mi seçip ayırdı? ﴾16﴿ Onlardan biri, Rahmân'a örnek kıldığı (isnad ettiği kız çocuğu) ile müjdelendiği zaman, öfkesinden yüzü simsiyah kesilir. ﴾17﴿ Süs içerisinde (narin bir biçimde) yetiştirilen ve tartışmada (delilini erkekler gibi) açıklayamayanı mı Allah'a isnad ediyorlar? ﴾18﴿ Onlar, Rahmân'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onların yaratılışına şahit mi oldular? Onların (yalan) şahitlikleri yazılacak ve sorgulanacaklardır. ﴾19﴿ "Eğer Rahmân dileseydi biz onlara kulluk etmezdik" dediler. Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar. ﴾20﴿ Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı sarılıyorlar? ﴾21﴿ Hayır! Onlar sadece, "Şüphesiz biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, ve biz onların izlerinden gitmekteyiz" dediler. ﴾22﴿

İşte böyle, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki, oranın şımarık zenginleri, "Şüphe yok ki biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de elbette onların izlerinden gitmekteyiz" demiş olmasınlar. ﴾23﴿ (Gönderilen uyarıcı,) "Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?" dedi. Onlar, "Biz kesinlikle sizinle gönderilen şeyi inkar ediyoruz" dediler. ﴾24﴿ . Biz de onlardan intikam aldık. Yalanlayanların sonu, bak nasıl oldu! ﴾25﴿ Hani İbrahim babasına ve kavmine şöyle demişti: "Şüphesiz ben sizin taptıklarınızdan uzağım." ﴾26﴿ "Ben ancak O, beni yaratana taparım. Şüphesiz O beni doğru yola iletecektir." ﴾27﴿ İbrahim bunu, belki dönerler diye, ardından gelecekler arasında kalıcı bir söz yaptı. ﴾28﴿ Doğrusu onları (Mekke müşriklerini) ve atalarını kendilerine hak olan Kur'an ve onu açıklayan bir peygamber gelinceye kadar (dünya nimetlerinden) yararlandırırım. ﴾29﴿ Fakat kendilerine Hak gelince, "Bu bir büyüdür, biz onu kesinlikle inkar ediyoruz" dediler. ﴾30﴿ "Bu Kur'an iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!" dediler. ﴾31﴿ Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır. ﴾32﴿ Eğer bütün insanlar (kafirlere verdiğimiz nimetlere bakıp küfürde birleşen) bir tek ümmet olacak olmasalardı, Rahmân'ı inkar edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık. ﴾33﴿ Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler yapardık. Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında ahiret ise, O'na karşı gelmekten sakınanlarındır. ﴾34-35﴿ Kim, Rahmân'ın Zikri'ni görmezlikten gelirse biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. ﴾36﴿ Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar. ﴾37﴿ Sonunda bize geldiğinde, arkadaşına, "Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı! Ne kötü arkadaşmışsın!" der. ﴾38﴿ Onlara, "(Bu temenniniz) bugün size asla fayda vermez. Çünkü zulmettiniz. Hepiniz azapta ortaksınız" denir. ﴾39﴿ Sağırlara sen mi duyuracaksın; yahut körleri ve apaçık bir sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola ileteceksin? ﴾40﴿ Ya biz seni (bu dünyadan) alır götürürüz de, onlardan intikam alırız. ﴾41﴿ Yahut da, onlara yaptığımız tehdidi sana gösteririz ki, bizim onlara gücümüz yeter. ﴾42﴿ Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin. ﴾43﴿ Şüphesiz bu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan hesaba çekileceksiniz. ﴾44﴿ Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor: Rahmân'dan başka kulluk edilecek ilahlar var etmiş miyiz? ﴾45﴿ Andolsun, biz Mûsâ'yı mucizelerimizle Firavun'a ve ileri gelen adamlarına göndermiştik de o, "Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim" demişti. ﴾46﴿ (Mûsâ) mucizelerimizi kendilerine getirince, bir de bakmışsın, o mucizelere gülüyorlar! ﴾47﴿ Onlara gösterdiğimiz her bir mucize önceki benzerinden daha büyüktü. Doğru yola dönsünler diye, onları azaba uğrattık. ﴾48﴿ (Onlar azabı görünce) "Ey büyücü! Sana verdiği söze dayanarak, bizim için Rabbine dua et. Çünkü biz artık doğru yola gireceğiz" dediler. ﴾49﴿ Fakat biz onlardan azabı kaldırınca bir de bakmışsın sözlerinden dönüyorlar. ﴾50﴿ Firavun kavmine seslenerek dedi ki: "Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi? Şu nehirler de benim altımdan akıyor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz?" ﴾51﴿ "Yoksa ben, şu zavallı, nerede ise maksadını anlatamayacak durumda olan bu adamdan daha hayırlı değil miyim?" ﴾52﴿ "(Eğer doğru söylüyorsa) ona altın bilezikler atılmalı, yahut onunla beraber bulunmak üzere melekler gelmeli değil miydi?" ﴾53﴿ Firavun kavmini küçük düşürdü (ezdi). Onlar da kendisine itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplumdu. ﴾54﴿ Onlar bizi bu şekilde öfkelendirince biz de onlardan öc aldık, hepsini suda boğduk. ﴾55﴿ Onları, sonradan gelecek inkârcılara, geçmiş bir ibret ve bir örnek kıldık. ﴾56﴿ Meryem oğlu İsa bir örnek olarak anlatılınca bir de ne göresin senin kavmin (seni susturacak bir delil buldukları zannıyla) hemen şamata etmeye başlar. ﴾57﴿ "Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa İsa mı?" dediler. Bunu sadece seninle tartışmak için ortaya attılar. Şüphesiz onlar kavgacı bir toplumdur. ﴾58﴿ İsa, sadece, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğulları'na örnek kıldığımız bir kuldur. ﴾59﴿ Eğer dileseydik, içinizden yeryüzünde sizin yerinize geçecek melekler yaratırdık. ﴾60﴿ Şüphesiz o Kıyametin (kopacağının) bir bilgisidir. Artık onun hakkında asla şüphe etmeyin, bana uyun, bu doğru bir yoldur. ﴾61﴿ Sakın şeytan sizi yoldan çevirmesin. Çünkü o size apaçık bir düşmandır. ﴾62﴿ İsa, apaçık mucizeleri getirdiği zaman şöyle demişti: "Ben size hikmeti getirdim ve hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyle ise, Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin." ﴾63﴿ Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na kulluk edin, işte bu doğru bir yoldur. ﴾64﴿ Ama aralarından çıkan gruplar ayrılığa düştüler. Elem dolu bir günün azâbından vay o zulmedenlerin haline! ﴾65﴿ Onlar (bu tavırlarıyla) ancak, kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesini beklemektedirler, halbuki bunun farkında değillerdir. ﴾66﴿ O gün Allah'a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dostlar birbirine düşman olurlar. ﴾67﴿ (Allah şöyle der:) "Ey ayetlerimize inanan ve müslüman olan kullarım! Bugün size korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de." ﴾68-69﴿ "Siz ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde cennete giriniz." ﴾70﴿ Onlar için altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada ebedî olarak kalacaksınız. ﴾71﴿ İşte, bu yapmakta olduklarınıza karşılık size mîras verilen cennettir. ﴾72﴿ Orada sizin için bol bol meyve var, onlardan yersiniz. ﴾73﴿ Şüphesiz suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklardır. ﴾74﴿ Azapları hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde ümitsizdirler. ﴾75﴿ Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar, kendileri zâlim idiler. ﴾76﴿ (Görevli meleğe şöyle seslenirler:) "Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin." O da, "Siz hep böyle kalacaksınız" der. ﴾77﴿ Andolsun, size hakkı getirdik. Fakat çoğunuz haktan hoşlanmayanlarsınız. ﴾78﴿ Yoksa (gerçeği kabul etmeme konusunda) bir işe kesin karar mı verdiler? Şüphesiz biz de (onları cezalandırmakta) kararlıyız. ﴾79﴿ Yoksa onların sırlarını ve gizli konuşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır öyle değil, yanlarındaki elçilerimiz (melekler) yazmaktadırlar. ﴾80﴿ (Ey Muhammed!) De ki: "Eğer Rahmân'ın bir çocuğu olsaydı, ona kulluk edenlerin ilki ben olurdum." ﴾81﴿ Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah, onların nitelendirmelerinden uzaktır. ﴾82﴿ Bırak onları, tehdit edildikleri güne kavuşana kadar, (batıl inançlarına) dalsınlar ve (dünya hayatlarında) oynayadursunlar. ﴾83﴿ O, gökte de ilâh olandır, yerde de ilah olandır. O hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir. ﴾84﴿ Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin hükümranlığı kendisine ait olan Allah yücedir! Kıyametin bilgisi de yalnız O'nun katındadır ve yalnızca O'na döndürüleceksiniz. ﴾85﴿ Onu bırakıp taptıkları şeyler şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler şefaat edebilirler. ﴾86﴿ Andolsun, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette, "Allah" derler. Öyleyken nasıl döndürülüyorlar? ﴾87﴿ Onun (Muhammed'in), "Ya Rabbi!" demesine andolsun ki, şüphesiz bunlar iman etmeyen bir kavimdir. ﴾88﴿ Şimdilik sen onları hoş gör ve "size selam olsun" de. Yakında bilecekler. ﴾89﴿ Peki, Zuhruf suresinin tefsiri nasıldır?

ZUHRUF SURESİ TEFSİRİ


“Ayrılmış, tek başına harfler” mânasındaki “hurûf-ı mukattaa” hakkında, ikinci sûrenin başında gerekli bilgi verilmiştir. Burada alfabeden iki harfin zikredilerek sûreye giriş yapılmasının şöyle bir özel hikmetinden söz edilebilir: Kur’an Arapça’dır, sizin konuştuğunuz Arapça nasıl hâ, mîm gibi harflerden oluşuyorsa bu da o harflerden oluşturulmuştur. Onu anlamanız ve üzerinde düşünerek, aynı harflerden benzerini yapmayı deneyerek eşsizliğini kabul etmeniz için hiçbir engel yoktur.

Kur’an’la ilgili gerçekleri bildirmek üzere söze başlanırken yine Kur’an’a yemin edilmesi, onun eşsizliğini, önemini ve ilâhî kaynaklı olduğunu anlamak için kendisinden başka bir şâhide ve delile ihtiyaç bulunmadığına işaret etmektedir.

Kur’an yazıldığı için bir kitaptır; fakat onun okunması, yazılmasına bağlı değildir. Kur’an nâzil olduğu günden beri yalnızca yazı bilenler tarafından değil, okuyup yazma bilmeyenler tarafından da ezberlenmiş ve okunmuştur; o yazılsın yazılmasın daima “okunan” bir kitaptır.

Kur’an levh-i mahfûz denilen “korunmuş bir kaynak”tan gelmiştir; o yücedir ve hikmetlerle doludur. Levh-i mahfûz terkibine “Allah’ın ilmi” mânasını verenler de olmuştur. Buna göre mâna şöyle olur: Kur’an Allah’ın yüce ve hikmetlerle dolu ilminden gelmiştir, onun vahiy yoluyla bir yansımasıdır.

İnsanlar her zaman ellerinde bulunanın kıymetini bilmeyebilirler; bu yüzden değerli şeyleri saçıp savururlar, onlardan gerektiği gibi istifade edemezler. Kur’an da çok değerli bir nimettir; insanlar onun kıymetini bilmeseler, ondan uzak dursalar bile peygamberin ve ümmetin vazifelileri onunla insanları uyarmaktır; Kur’an’ın değerini, vazgeçilemezliğini onlara anlatmaktır.

Bundan sonraki âyetlerde putperestliğin anlamsızlığı ve çelişkileri, bir Allah’tan başka tanrı olmadığı, peygamberin söylediklerinin doğru olduğu konuları, müşriklerle tartışma üslûbu içinde verilecektir. Hz. Peygamber onlarla tartışırken üzülmesin, kendine kusur bulmasın ve gönül rahatlığı içinde tebliğ görevini yerine getirsin diye geçmiş ümmetler ile peygamberleri arasındaki benzer ilişkiler hatırlatılmaktadır.

“Gelip geçenlerin örnek hikâyeleri (Kur’an’da) daha önce de anlatılmıştır” diye tercüme ettiğimiz kısmı, “Öncekilerden nice benzerleri tarihe karışmıştır” şeklinde çevirmek de mümkündür.

Hz. Peygamber’in muhatabı olan müşrik Araplar taptıkları putları, bütün nitelikleri bakımından Allah’a eş ve eşit tutmuyorlardı; meselâ yaratma fiilinin Allah’a mahsus olduğunu, bu kâinatı ancak büyük bir güce ve bilgiye sahip bir varlığın yaratabileceğini biliyor ve itiraf ediyorlardı. Onlara göre putların işi iyiliği elde etmek, kötülüklerden korunmak için kendileri ile Allah arasında aracı olmak ve onları Allah’a yaklaştırmaktı; putlara bunun için tapınıyorlardı (Yûnus 10/18; Zümer39/3).

Bu âyetten itibaren müşriklerin düşüncelerindeki çelişkilere, inançlarındaki temelsizliğe dikkat çekilmekte ve dolaylı olarak kendileri tevhide davet edilmektedir.

Yerin döşek kılınmasından maksat üzerinde yürümeye, çalışmaya ve istirahat etmeye; yani yaşamaya uygun bir şekilde olmasıdır. Yolların yaratılmasına iki mâna verilmiştir: a) Dünyanın bir yerinden diğer yerine ulaşmayı mümkün kılacak vadilerin, düzlüklerin, geçitlerin yani üzerinde yürümeye ve yol açmaya müsait arazinin yaratılması. Bu yorum, “yollar” diye çevirdiğimiz sübül kelimesinin birinci mânasını esas almaktadır. b) Kelimenin ikinci (vesîle, çare) mânasına göre yaratılanyollardan maksat, insanların çeşitli ihtiyaçlarını giderecek imkânların yaratılmasıdır.

Gökten ölçülü olarak su indiren de O’dur. Bununla ölü bir beldeye yeniden hayat veririz. İşte siz de böyle diriltilip çıkarılacaksınız.

Bütün çiftleri yaratan, bineceğiniz gemileri ve hayvanları var eden de O’dur. Hayvanlardan binme, yük taşıma, bekçilik, tarla ve harman sürme gibi işlerde yararlanabilmek için onların ehlîleşme kabiliyetlerinin olması şarttır. Eğer yüce yaratıcı hayvanlara bu kabiliyeti vermeseydi, zikredilen hizmetlerinden istifade etmek mümkün olmazdı. Var etti ki, sırtlarına binesiniz, üzerine yerleştiğinizde rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve şöyle diyesiniz: “Bunu bize boyun eğdiren Allah noksanlardan münezzehtir, yoksa biz buna güç yetiremezdik! Ve biz kuşkusuz rabbimize geri döneceğiz.” Müşrik Araplar kız çocuklarını istemedikleri, onları doğru dürüst insan saymadıkları, savaşa dayanıklı olmadıkları ve ömürlerini güzel görünmek için süslenmekle geçirdikleri gerekçesiyle onları hor gördükleri halde hem meleklerin hem de Allah’a ortak kıldıkları putların dişi olduklarına inanır, ayrıca bu dişi putları Allah’ın kızları olarak kabul ederlerdi. Çocuk ana babanın vücudundan bir parça gibidir; yapı olarak onların özelliklerine sahiptir. Eğer putlar Allah’ın kızları ise ya bunların eksik ve değersiz olmamaları gerekirdi, ya da –eksik, değersiz iseler– Allah’ın çocuğu (parçası) olamazlardı. Burada işte bu çelişkiye dikkat çekilmektedir. “Rahmânın kulları” tamlamasındaki kulları kelimesinin metindeki karşılığı, kul mânasındaki abdin çoğulu olan ibâddır. Kelime, “yanında, katında” mânasındaki “inde” şeklinde de okunmuştur. Buna göre meleklerin Tanrı katında olmaları onların şeref, mevki ve Allah’a olan yakınlıklarını ifade etmektedir.

“Yaratılışlarına tanık mı oldular?” cümlesi bilgi teorisi bakımından oldukça önemlidir. Kur’an’ın bilgi anlayışına göre madde âlemine ait varlıkların bilgisi tanıklıkla (gözlem ve deney) elde edilir. Melekler ise madde âlemine dahil olmayan varlıklardır, insanlar onlar hakkında gözleme dayalı bilgi sahibi olamazlar. Bilmek için geriye kalan yol vahiydir; ya ona inanılacaktır ya da karanlıkta taş atarcasına isabetsiz sözler söylenmiş, aslı olmayan şeylere inanılmış olacaktır. Akıl ve duyu organları yoluyla bilinmesi mümkün olmayan bir varlık alanı da Allah’ın zâtı ve sıfatlarıdır. Allah’ın dilemesinin (meşîetinin) nasıl işlediğini ancak Allah bilir ve bildirir. O’ndan alınan bir bilgiye (vahye, kitaba) dayanmadan “O isteseydi biz putlara tapmazdık, şöyle veya böyle yapardık” demek, bilmeden konuşmaya örnek olmanın ötesinde bir anlam taşımaz.

âyetin ortaya koyduğu gerçek evrenseldir; tarihte ve günümüzde inanç ve kanaatlerin büyük bir kısmı taklide dayanır. Burada taklitten maksat, kanıt aramadan, aklını işletmeden, şüphe ve test etmeden bir otoritenin söylediklerini kabul etmek ve ona inanmaktır. Müşrik Araplar da Allah, din, putlar ve melekler gibi konulardaki bilgilerini vahiy, akıl, gözlem gibi muteber bilgi kaynaklarına değil, taklide dayandırıyorlardı. 3-28. Peygamberi inkâr etmek, onun tebliğini engellemeye çalışmak yalnızca son peygamberin mâruz kaldığı bir tepki değildir; hak dinden uzaklaşmış, şirki bir kültür mirası olarak içselleştirmiş bütün topluluklar peygamberlerine karşı bu tepkiyi göstermişlerdir. Bunun tipik bir örneği de Peygamber efendimizin hem soyundan geldiği hem de onun nesilden nesile miras bıraktığı tevhit bayrağının en kâmil mânada taşıyıcısı olduğu Hz. İbrâhim ve kavmidir. 28. âyeti, Allah’ı özne yaparak “Allah tevhid ilkesini İbrâhim’in soyundan gelenler içinde devam ettirdi” şeklinde anlayanlar da olmuştur. Hz. İbrâhim’in nesline vasiyetinden söz eden âyet bizim meâldeki tercihimizi teyit etmektedir (Bakara 2/132). Aynı şekilde senden önce de hiçbir topluluğa bir uyarıcı göndermedik ki, topluluğun zevku sefâya dalmış kesimi şöyle demiş olmasınlar: “Biz atalarımızı bir inanç üzerinde bulduk ve biz onların izlerinden gitmekteyiz.” Peygamber, “Size, atalarınızı üzerinde bulduğunuz yoldan daha doğrusunu getirsem de mi?” diye sordu. Onlar da, “Biz sizin getirdiğiniz mesajı inkâr ediyoruz” cevabını verdiler. Onlara hak ettikleri cezayı verdik; gerçeği yalan sayanların sonlarının nasıl olduğuna bir bak! Bir zaman İbrâhim babasına ve topluluğuna şöyle demişti: “Ben sizin taptıklarınızdan uzağım, beni yaratan başkadır (ancak O’na ibadet ederim). O bana doğru yolu gösterecektir.”
Bir zaman İbrâhim babasına ve topluluğuna şöyle demişti: “Ben sizin taptıklarınızdan uzağım, beni yaratan başkadır (ancak O’na ibadet ederim). O bana doğru yolu gösterecektir.”

Bunu, peşinden gelecekler arasında devam edecek bir söz olarak dile getirdi. Umulur ki buna dönerler. Önceki âyetlerde Hz. İbrâhim ve ümmeti örnek gösterilerek peygamberlerin yürüttüğü tevhit mücadelesi hatırlatılmıştı. Tarih boyunca bu mücadele karşısında iki tavır oluştu: İman ve inkâr. Allah dünyada murat buyurduğu imtihanı gerçekleştirmek için her iki tavır erbabına da dünya nimetlerini lutfetti, onlara yaşama imkânı verdi, nesiller birbirini takip etti ve nihayet sıra Hz. Muhammed ve ümmetine geldi. O, ilâhî mesajı kavmine tebliğ edince inanmayanlar, kendi değerler kültürüne uygun bir tepki gösterdiler. Onlara göre değerli olan soy sop, zenginlik, iktidar, sosyal itibar gibi maddî, dünya ile ilgili ve tabii olarak geçici şeylerdi; insanları ancak bu değerler büyük kılardı. Peygamberlik değerli bir şey idiyse Muhammed’e değil, kendilerine göre Mekke ve Tâif’in büyüklerinden birine gelmeliydi. Bu mantığa Kur’an’ın verdiği cevap aynı zamanda İslâm’ın hedeflediği sosyal ve ahlâkî değişimin nirengi noktalarına ışık tutmaktadır: Allah maddî, dünyada geçerli olan ve orada kalan nimeti, imtihan gereği herkese verir; peygamberlik gibi, Allah nezdinde değerli ve bu yüzden rahmet olan mânevî nimetini ise herkese değil, üstün meziyetleri sebebiyle seçtiğine verir ve bu rahmet (nimet) onların değer verdiği asaletten, servetten, iktidardan çok daha iyidir, hayırlıdır, insanlar için kurtuluş ve mutluluk vesilesidir.

Allah Teâlâ insanlar için yaratıp düzenlediği dünya hayatında kabiliyet, servet, düşünce ve inanç bakımından hepsi birbirine benzeyen, aynı özellikleri taşıyan insanların olmasını değil, toplu hayatı oluşturmak ve devam ettirmek, hür irade ile seçim yapmaya imkân vermek ve böylece imtihan maksadını gerçekleştirmek için gerekli bulunan farklılığı murat buyurmuştur. O’nun katında geçici dünya nimetlerinin değeri yoktur, bunlara sahip olmak da Allah sevgisinin kanıtı değildir; pek çok hikmet çerçevesinde Allah sevdiklerini ve sevmediklerini zengin de kılar yoksul da; kimi zaman birilerini iktidara getirir, kimi zaman diğerlerini. O’nun sevdiklerine tahsis ettiği nimetler burada değil, ebedî âlemdedir. Müşrikler büyüklüğü, Allah’ın rahmetine mazhar olma şansını asalet ve servete bağlamakla yanılıyorlar. Eğer Allah’ın yukarıda özetlenen “dünya düzeni” muradı olmasaydı, inansın inanmasın bütün insanları servette ve refahta eşit kılardı; bu takdirde kâfirlere servet ve iktidar verirse bütün insanlar küfrü, müminlere servet ve iktidar verirse bütün insanlar imanı seçmeye yönelirlerdi. Halbuki Allah böyle dolaylı yoldan da olsa insan iradesine müdahale etmek istemiyor, onların serbest seçimleri ile farklı olmalarını istiyor. İnsanın iç dünyasında daima bir ikilik, çelişkili eğilim ve çekim vardır. Bunların iyi olan, yani Allah rızasına çeken kısmı, insan fıtratına yüklenmiş bulunan din duygusundan, ezelî sözleşmeden, ilâhî ruhtan ve melekten gelir. İnsan gördüğü eğitimin de yardımıyla iradesini kullanarak kendini bu çekime bıraktığı (İslâm’ın anlamı da budur), resulün mesajını rehber edindiği sürece nefsin ilâhî ruha dönük yönü gelişir, bunun rengi bütünü kaplar. Kötüye, aşağı varlık tabakalarına çeken güce teslim olduğu, ilâhî mesaja kulaklarını tıkadığı sürece de artık onun danışmanı kendine mahsus şeytandır. Şeytanın işi, meleğinkinin tersine insanı Allah’tan uzaklaştırmak, beşerî arzuların tutsağı haline getirmektir. Böyle bir ömür geçirip ölen insan rabbinin huzuruna çıkarıldığında yaptıklarının ve seçiminin ne kadar yanlış olduğunu anlayacak, fakat iş işten geçmiş olacaktır.

Dünyada arkadaşların acılara ortak olmaları bazan acıları hafifletir. Ancak âhirette herkesin hak ettiği cezayı çekmesi murat edildiği için şeytan türünden arkadaşların aynı cezayı çekmesi, çekilen cezaya bu mânada ortak olmaları, çekenlerin acılarını azaltmayacak, onlara bir fayda vermeyecektir.

Şartlanmışlık sebebiyle doğruyu dinleme, görme ve doğru düşünme kabiliyetlerini kaybetmiş kimselere laf anlatmak imkânsız gibidir. Bu gerçekten hareketle Hz. Peygamber’in ve onun tebliğ sünnetini yerine getiren ümmetin, “Neden bizi dinlemiyor ve anlamıyorlar?” veya “Bunca zulme ve sapkın inançlarda ısrara rağmen niçin bunlara hak ettikleri ceza verilmiyor?” sorularıyla bunalmamaları, aksine sabretmeleri, işi Allah’a bırakmaları gerekmektedir. Allah, Hz. Peygamber’e müşriklerin âkıbetini gösterse de (nitekim bir kısmını Medine döneminde göstermiştir) göstermese de gerekeni yapacak, herkese hak ettiğini verecektir; çünkü O’nun kudreti karşısında duracak bir güç yoktur.

Hz. Peygamber’in daveti ve tevhid mücadelesi anlatılırken yeri geldikçe geçmiş tecrübelere temas edilmektedir. Buradaki örnek Hz. Mûsâ ile Mısır’ın tanrı kralı Firavun ve tebaası arasında geçen olaylar, tartışmalar ve alınan ibretlik sonuçlardır. Bu âyetlerde iki nokta dikkat çekmektedir: 1. İnkârcıların bilinçlerinin derinliklerinde bir Allah inancı vardır, çeşitli telkinler ve dünyanın çekici menfaatleri bu temel duyguyu köreltmiş veya üstünü küllerle örtmüştür. Allah yine rahmetinin eseri olarak inkârcıları bazı felâketlerle uyarınca bu temel duygu ve inanç açığa çıkmakta, ona sığınılmakta, sıkıntı geçince yine inkâra dönülmektedir. 2. Tevhid inancı bütün peygamberlerin ortak tebliğleri ve inanç ilkeleridir. Kendilerine kitap gönderilmiş topluluklara sorulduğunda veya eski kitapların kalıntıları okunduğunda anlaşılmaktadır ki, Allah hiçbir zaman kendisi dışında bir varlığa kulluk edilmesine izin vermemiştir. Hz. Mûsâ’nın mücadelesi de bunun bir kanıtıdır. 54. âyette “halkının aklını çeldi” şeklinde çevirdiğimiz cümle, yöneten ve yönetilen ilişkisi bakımından çok önemlidir. Kelimenin aslı, Türkçe’de de kullanılan istihfâf kökündendir. Bu kelime Arapça’da “acele ettirdi, aldattı, bilgisizliklerinden yararlandı, onları bilgisizlikleri ve güçsüzlükleri yüzünden hafife aldı, istediği gibi yönlendirdi” mânalarını ifade etmektedir. Totaliter yönetimlerde yöneticilerin istemediği şey, halkın bilgilenmesi, doğruyu öğrenmesi, örgütlenerek hakkını talep edecek kadar güçlenmesidir. Firavun da aynı yola başvurmuş, Hz. Mûsâ’nın gerçeğe ve tevhide yönelik davetini sabote etmiş, halkın sağlıklı düşünmesini engellemiş, geleneklerden ve gözler önündeki alâyişten yararlanarak toplumu âdeta büyülemiş ve saltanatını devam ettirmenin yolunu bulmuştur. Ancak, şairin dediği gibi, “Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde!” “O, kıyamete ait bir bilgidir” cümlesi ile müşriklere kıyamet hatırlatılmakta, dünyada düzenlerini bozmamak için saplandıkları putperestliğin âhirette başlarına neler getireceğine dikkat çekilmektedir. “Kıyamete ait bilgi”nin ne olduğu konusunda “Kur’an, âhir zaman peygamberi, Hz. Îsâ’nın tekrar dünyaya gelmesi” şeklinde farklı yorumlar yapılmıştır. Bazı tefsirciler, bu âyetten biraz önce Hz. Îsa’dan söz edildiği için “o” zamirinin Hz. Îsâ’ya işaret ettiği yorumunu yapmışlardır. Halbuki Îsâ’dan bahseden âyetler bittikten sonra başka bir konuya, 40-44. âyetlerde zikredilen “son peygambere tâbi olmanın gerekliliği” konusuna geçilmiştir. Zaten diğer peygamberlerin örnek olarak zikredilmesi de ana konuyla (son peygambere inanma ve onu izleme konusu) ilgilidir. Ayrıca bu âyetler gelirken henüz Hz. Îsâ gelmiş olmadığına göre âyetin müşrikler için bir şey ifade etmesi, “kıyamet bilgisi veya alâmeti”nin, görüp anlayabilecekleri bir şey olmasına bağlıdır; bu da Îsâ değil, Kur’an’dır, kendisinin son peygamber olduğunu söyleyen hâtemü’l-enbiyâdır. Müşriklere düşen görev, akıllarını başlarına devşirmeleri, şeytana değil, kıyametten önce gelen son peygambere kulak vermeleri ve böylece doğru yolu bulmalarıdır. Hz. Îsâ’nın getirdiği hikmet, beşer aklına yol gösterecek ve yalnızca akılla bilinemez konuları aydınlatacak, ihtilâfa düştükleri alanlarda son sözü söyleyecek olan vahiydir. Vahiy bu fonksiyonu yerine getirmiş, fakat gerek yahudiler ve gerekse daha sonra hıristiyanlar yine de ihtilâfa düşmüşler, çeşitli mezheplere ayrılmışlardır. Bunun sebebi zulümdür. Burada zulmün anlamı, şeytana uyarak ve geçici dünya menfaatlerine öncelik vererek vahyin kıymetini bilmemek, peygambere kulak asmamak, bu büyük rahmet ve nimetten istifade etmemektir. Tabii bu zulmün sonu da cehennemdir, ebedî saadet fırsatının zayi edilmesidir. Peygamberlerin olağan üstü gayretlerine rağmen yola gelmeyen inkârcıların gerçeği kabul edebilmeleri için kıyametin kopması gerekmektedir, onlar ancak bunu gördükten sonra inanacaklardır. Fakat kıyamet birden kopacağı, kendilerini inançsız ve hazırlıksız yakalayacağı için bu bilgi ve kabulün bir faydası olmayacaktır. Zıtların yan yana getirilmesi ve bu şekilde karşılaştırma yapılması her birinin farkını daha açık ve canlı bir şekilde ortaya çıkarır. Bu sebeple cennetliklerin mazhar olacakları nimetler açıklandıktan hemen sonra cehennemliklerin durumu tasvir edilmiştir. Herkes cehenneme ateşini dünyadan götürür. Allah hiçbir kuluna zulmetmez. İnsana hem bazı ödevler yüklemek hem de bunları yapacak güç ve imkân vermemek zulümdür. Şu halde Allah kullarına bu imkânı ve gücü vermiştir. Ancak inkârcı ve günahkâr kullar ellerindeki imkânı kötüye kullanmış, kendilerine cehennemin yolunu yine kendileri açmışlardır.

Gåfir sûresinde (40/49) cehennemliklerin, burada görevli meleklerden, “azaplarının hafifletilmesi için Allah’a aracı olup dua etmelerini istedikleri”, ancak bu taleplerinin kabul görmediği zikredilmişti. Burada ise kurtuluştan ümit kesen cehennemliklerin, son çare olarak Mâlik isimli üst görevliye başvurarak öldürülüp yok edilmelerini istediklerini görüyoruz. Kendilerine verilen cevap, dünyada iken peygamberlerin anlattıklarına uygundur: “Cehennem azabı, Allah’a ortak koşanlar, O’nu ve âhireti inkâr edenler için ebedîdir.”

Bu âyette Allah’ın, sözü, Mâlik’ten alarak kendisinin devam ettirmesi ve “onlar” yerine “siz” zamirini kullanması, âyetlerin amacı bakımından ilgi çekicidir. Böylece cehennemliklerin şahsında Hz. Peygamber’in muhataplarına da hitap edilmekte, inkârcılıkta devam ettikleri takdirde âkıbetlerinin böyle olacağı hatırlatılmaktadır. Sûrenin sonunda yine ana konuya, peygamberin tevhid mücadelesine dönülüyor. Fıtrî aklın hükümlerinden, müşriklerin inanç ve pratiklerinden de yararlanılarak putların tanrı olamayacağı, Allah’tan başka hiçbir varlıkta tanrılık niteliklerinin bulunmadığı, Allah’ın çocuğunun olmasının düşünülemeyeceği, bunun Tanrı kavramına ve O’nun temel niteliklerine ters düştüğü ikna edici bir üslûp içinde açıklanıyor.

âyetin geliş sebebi olarak, hicrete yakın günlerde Mekkeli müşriklerin toplanıp Hz. Peygamber’i öldürme kararı almaları olayı zikredilmiştir. Onlar bu kararı almışlar, fakat Allah’ın ezelde verdiği karar gerçekleşmiş, Peygamber efendimiz kurulan tuzaktan kurtulmuştur.

âyet bütün tebliğciler için geçerli bir ilkeyi ifade etmektedir: Tebliğcinin vazifesi bildirmektir, yapılacak her şey yapıldıktan sonra inkârda direnenler kendi hallerine bırakılır, insanları zorla imana getirmek için savaşılmaz, farklı inanç taşıyanlarla barış içinde yaşanır. Savaşın sebebi karşı tarafın hukuk tanımazlığıdır, insan hak ve hürriyetlerine saldırmasıdır. Bunlar engellenir, hak ve özgürlükler kurtarılır, hür düşünceleri ve iradeleri ile inkârı seçenlerin gerçeği anlamaları ya zamana veya âhirete bırakılır.

Zuhruf Suresinin Faziletleri Nelerdir?

Zuhruf suresinin faziletleri İslami kişilikler tarafından çeşitli şekillerde açıklanmıştır. Bunun yanı sıra Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da Zuhruf suresinin faziletleri belirtilmiştir.

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Zuhruf suresini okuyan kişiye (kıyamet gününde Allah’u Teala): ‘Ey ayetlerimize iman eden ve müslüman olan kullarım! Bugün size korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de, Siz ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde cennete giriniz‘ şeklinde hitap edilen (cennetlikler) zümresine nail olur.”(Ebu Suud Efendi, Ebu Suud Tefsiri (İrşadü Aklis-Selim), 8/58)
İmam Bakır’dan (a.s) şöyle bir rivayet nakledilmiştir: Her kim, Zuhruf suresini okumayı devam ettirirse, Yüce Allah’ın huzuruna çıkana ve Zuhruf suresi gelip o şahsı Allah’ın emriyle Cennete sokana dek, Allah Teâlâ onu kabirde haşerelerden ve kabir azabından âmânda kılar. [ İbn Babıveyh, Muhammed bin Ali, Sevabu’l-Amal ve İkabu’l-Amal, h.ş 1382, c 1, s 221.]
Peygamber Efendimizden (s.a.a) şöyle bir hadis-i şerif nakledilmiştir: Her kim, Zuhruf suresini okursa, kıyamet gününde o şahıslara şu şekilde hitap edilecektir: Ey benim kullarım! Bugün size ne bir korku ve nede bir üzüntü vardır; sorgusuz sualsiz Cennete giriverin. [Behrani, Haşim bin Süleyman, el-Burhan fi Tefsiri’l-Kur’an, h.ş 1389, c 4, s 843.]

Zuhruf Suresinin Anlamı Nedir? Zuhruf Suresinin Meali Nasıldır? (Diyanet Meali) 

İslam aleminin merakla araştırdığı Zuhruf suresinin meali ve  konusu bu şekilde açıklanmıştır.
Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile