İSTANBUL -KAAN DEVECİOĞLU- Eski sömürgeleri bağımsızlıklarını elde etmiş olsalar da Fransa hâlâ onlar üzerinde kayda değer bir seviyede güç kullanmayı sürdürüyor. Fransa bu bağlamda tasarladığı Afrika Finans Topluluğu (Communauté Financière Africaine [CFA]) bölgesi çerçevesindeki yeni sömürgecilik faaliyetini, söz konusu ülkelerdeki ekonomi-politik, sosyolojik ve kültürel çıkarları bağlamında yaklaşık 60 yıldır hâkim olan bir model üzerine inşa etmiştir. Bu durumun temelinde yatan sebep ise Fransa’nın ucuz hammadde temini için Frankofon (Fransızca konuşan) Afrika kaynaklarına olan aşırı bağımlılığıdır.
Bu yazı, Fransa’nın Afrika politikasındaki ana hedefinin, nükleer enerji geliştirmek ve düzenli şekilde temin edebilmek için hayati öneme sahip olan “stratejik” hammaddelere serbest ve sürekli olarak erişim sağlamak olduğu varsayımına dayanıyor. Fransa uzun yıllardır uranyum ihtiyacının çoğunu ayrıcalıklı bir ilişki içinde bulunduğu (Afrika’nın “çekirdeği” olarak nitelendirilebilecek) Nijer, Gabon ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nden ithal ediyor. Bu minvalde yazı, Fransa’nın başlıca uranyum tedarikçileri olarak bu ülkelerin önemi ile Fransa’nın buralarda devam eden ağır ekonomi-politik varlığı arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermeye çalışıyor.
- Fransız Afrikası, CFA Frangı ve yeni nesil sömürge stratejileri
Fransa günümüzde Fransız Afrikası diye adlandırılan eski sömürgelerinin bağımsızlıklarını tanıdıktan sonra da onlarla siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik boyutlardaki derin bağlarını korumuştur. Bu bağlamda Fransa, çıkarları çerçevesinde, söz konusu Afrika ülkelerinin doğal kaynaklarına ve pazarlarına ulaşım için bu organizasyonu etkin bir şekilde kullanmıştır.
Fransa’nın beka kaygılarını giderebilmesinde Afrika’nın hayati bir önemi vardır. Örneğin Fransa elektrik üretiminin yüzde 80’ini nükleer enerjiden sağlamaktadır ki bu bağlamda uranyum ihtiyacının büyük bir bölümünü Nijer, Mali, Gabon ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi “Fransız Afrikası” ülkelerden karşılamaktadır. Buna ek olarak, Fransız silah sanayisi ve diğer sanayi kollarındaki üretim için, söz konusu Afrika ülkelerinde bulunan magnezyum, fosfat ve krom gibi hammaddeler de kayda değer anlamda önemlidir. Bu minvalde Afrika’da ticari faaliyetler yürüten uluslararası Fransız şirketleri (ve dolayısıyla Fransa’nın çıkarları) için CFA Frangının hayati bir önemi vardır. Bu önem, sabit paritede olması (Fransız şirketlerini ortak para birimindeki sıkıntılardan korumak anlamına gelmektedir), serbest transfer ilkesi (kıtadan elde edilen kâr, kıta dışına rahatça aktarılabilir) ve işlenmiş Fransız mallarının CFA bölgesi ülkelerine düşük maliyetle ihraç edilebilmesinden kaynaklanmaktadır.
Afrika’da oluşturulan “ekonomi politik paternalizm” Fransa’ya alan kazandırmış olsa da, Afrika’daki küresel rekabetin daha da arttığı günümüzde onu giderek çıkmaza sokmaktadır. Fakat yine de Fransa Afrika’da kendisine önemli bir alan meydana getirmiş ve dolayısıyla söz konusu küresel rekabet dahilinde mücadele edebilecek gücünü sürdürme imkânı bulmuştur. Dolayısıyla Frankofon Afrika’da devletler teoride bağımsız olsalar da (hâlâ başta Fransa olmak üzere küresel güçlerin kıskacında olduklarından) hareket alanları kısıtlı ve sınırlıdır. Nitekim bu durum yeni sömürgeciliğin Fransız Afrikası'nın ekonomi-politiğini anlamak için iyi bir analitik çerçeve de sunmaktadır.
- CFA bölgesinin kökleri ve gelişimi
1930’lar ve 1940’lar boyunca Fransa, Afrika’da sömürge yönetimi altında tuttuğu bölgelerde Fransız Frangını (FF) sabitledi. İkinci Dünya Savaşı sürecinde 1943’te Cezayir’de bulunan Serbest Fransa Merkez Fonu (Caisse Centrale de la France Libre) vasıtasıyla banknotlar basarak paranın dolaşımını sağladı. Savaş sonrası dönemde ise Fransa 1945 yılında imzaladığı Bretton Woods anlaşmasını onayladı ve FF’yi Amerikan doları karşısında sabit olacak şekilde devalüe etti. Böylece Fransa hem Afrika’nın doğal kaynakları üzerindeki hegemonyasını sürdürdü hem de ticari faaliyetlerini kolaylaştırdı.
Kurulduğu yıllarda 21 ülkede uygulanan FF, günümüzde 14 ülkede hâlâ geçerliliğini sürdürüyor. Bazı Afrika ülkeleri, CFA bölgesinden çıkmak istemelerine rağmen, Fransa’nın engeliyle karşılaşmakta. Örneğin 2012 yılında Mali’de yaşanan askeri darbe kalkışmasında, darbeciler FF’den vazgeçeceklerini belirtmişler ve buna mukabil Fransa’nın müdahalesiyle karşılaşmışlardır.
CFA Frangı bölgesi günümüzde şu 5 temel norma göre işliyor: Birincisi, Paris ile yapılan istişareler ve para birliğindeki tüm üye devletlerin oybirliğiyle alınan karar çerçevesinde, Avroya karşı gerektiğinde ayarlanabilen sabit bir paritenin belirlenmesi; ikincisi, CFA Frangının Avroya çevrilebilirliği; üçüncüsü, Fransız Hazinesi’nde faaliyet gösteren her bölgesel merkez bankası vasıtasıyla CFA Frangının Fransa tarafından güvence altına alınması; dördüncüsü, iki CFA bölgesi (Kamerun ve Ekvatoryal Afrika Devletleri Merkez Bankası ve Batı Afrika Ülkeleri Merkez Bankası) ve Fransa arasında sermaye hareketliliği serbestisi; beşincisi ise her bir bölgesel birlikteki döviz rezervlerinin paylaşımı.
Sonuç olarak, bu normlar çerçevesinde oluşturulan yapı, Fransa’nın sömürge sürecinde kurduğu düzeni akabinde de sürdürebilmesine imkân sağlamış, ülkelerin bağımlılık pozisyonlarını korumuş ve Fransa’nın düşük fiyatlı hammadde kaynaklarına erişimini kolaylaştırmıştır. Böylece Afrika ülkelerindeki hammaddelerin çıkış noktası Fransa pazarı olmuştur. Bu bağlamda Afrika ülkelerinde süregelen azgelişmişlik ve bağımlılık ise apaçık bir sonuç olmuştur. Dolayısıyla “Fransız Afrikası” olarak tanımlanan bölgedeki ülkelerin sömürge prangalarından kurtulabilmesinin en önemli adımı, sömürge para birimlerinden kurtularak kendi milli para sistemini hayata geçirmeleri olacaktır.
- Fransız Afrika’sında uranyum
Fransa elektrik tüketiminin yüzde 80’ini nükleer enerji santrallerinden sağlıyor. Yerel kaynakları mevcut uranyum talebini karşılamaya müsait değil ve var olanın çıkarılması da oldukça maliyetli. Dolayısıyla Fransa’nın uranyuma ve uranyum rezervi açısından zengin olan Afrika ülkelerine bağımlılığı ciddi bir seviyede. Bu minvalde, Fransa’nın uranyum ihtiyacı, yukarıda anlatılan sistemin kurulmasını -yani yeni sömürgeciliği- bir zorunluluk haline getirmiş durumda. Bu yüzden Paris (özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte) Fransız kolonilerinden uranyum ithalatını avantajlı bir biçime dönüştürmüştür.
1973 petrol krizi enerji santralleri projelerine ve dolayısıyla uranyum talebinin artmasına yol açtı. Bu bağlamda Fransız hükümeti 1976 yılında Atom Enerjisi Komisyonu’nun (Commissariat à l’Energie Atomique [CEA]) üretim bölümünde Nükleer Malzemeler Genel Şirketi’ni (Compagnie Générale des Matières Nucléaires [COGEMA]) kurdu. 1990’lara gelindiğinde ise Fransa’nın yerli uranyum üretimi 3 bin 720 tona ulaşarak iç talebinin yarısını karşılar hale geldi. Fakat yerli üretimin maliyeti yabancı üretimden fazla olduğundan, COGEMA 1983 ve 2001 yıllarında iki aşamalı bir süreçte AREVA’yı kurdu ve diğer kamu kurumlarıyla birleştirdi. Günümüzde Fransız nükleer santrallerinin, yıllara bağlı olarak 1000-1200 ton arasında değişen oranlarda uranyum talebi mevcut. AREVA ve WESTINGHOUSE şirketleri ise yılda yaklaşık 8 bin ton doğal uranyum arzı sağlıyor.
Fransız nükleer güç reaktörlerini işleten EDF (Electricité de France) Avustralya, Kanada, Nijer ve Kazakistan’dan doğal uranyum tedariki için anlaşmalar yapmıştır. Bu anlaşmalar 58 Fransız elektrik santralinin talebinin yaklaşık yüzde 90’ını karşılıyor. Son yıllarda AREVA’nın sunduğu uranyum EDF’nin talebinin yaklaşık yüzde 60’ını karşılıyor ve bu uranyumun yüzde 50’si de Nijer’deki tesislerinden elde ediliyor. Uzmanlar, Nijer’den sağlanan rezerv kesildiği takdirde AREVA stoklarının ve spot piyasanın talebi karşılayacak güçte olduğunu belirtiyorlar. Dolayısıyla Nijer (Namibya ve Güney Afrika gibi) Fransa için artık eskisi kadar önemli değil. Bununla birlikte AREVA 2012 yılında Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki uranyum arama faaliyetlerini de durdurdu.
Son yıllarda çıkan bu söylentilere rağmen AREVA, Nijer Imouraren’da dev bir uranyum madeni projesi başlattı. Dolayısıyla bu söylentiler, AREVA’nın Nijer hükümeti nezdinde daha iyi şartlar kazanmak amacıyla uyguladığı bir baskı aracı olarak okunabilir. Fakat yine de Nijer’deki uranyumun düşük piyasa fiyatından ve zorlu uluslararası siyaset koşullarından dolayı, AREVA’nın Afrika’daki genel stratejisini gözden geçirdiği de düşünülebilir.
Sonuç olarak, CFA bölgesinin bir ülkenin bir ülke grubunu kullanarak ekonomisini geliştirme ve genişletmesine imkan sağladığı, yolsuzluğu teşvik ettiği, CFA Frangının bir kalkınma aracı olmadığı ve Fransa lehine “karşılaştırmalı üstünlüğe” sebep olduğun açık şekilde ortadadır. Sadece uranyum özelinde ülke ekonomisine yüksek girdiler sağlayan Fransa, meseleye makro bağlamda bakıldığında, “Fransız Afrikası” olarak tanımlanan ülkelerin ekonomilerini adeta “suyu sıkılmış limona” çevirmektedir. Bu bağlamda, Fransa için hayati bir öneme sahip olan uranyum hammaddesi de çarpıcı bir örnek olarak karşımızda durmaktadır.
[Politik ekonomi ve Sudan özelinde Afrika konularında yoğunlaşan Kaan Devecioğlu çalışmalarını Afrika Araştırmacıları Derneği’nde (AFAM) sürdürmektedir]
ANALİZ - CFA Açıklaması Fransa'nın Afrika'daki Yeni Sömürgecilik Anlayışı
Frankofon Afrika’da devletler teoride bağımsız olsalar da (hâlâ başta Fransa olmak üzere küresel güçlerin kıskacında olduklarından) hareket alanları kısıtlı ve sınırlı Fransa’nın beka kaygılarını giderebilmesinde Afrika’nın hayati bir önemi vardır. Örneğin Fransa elektrik üretiminin yüzde 80’ini nükleer enerjiden sağlamaktadır ki bu bağlamda uranyum ihtiyacının büyük bir bölümünü Nijer, Mali, Gabon ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi “Fransız Afrikası” ülkelerden karşılamaktadır Sadece uranyum özelinde bile ülke ekonomisine yüksek girdiler sağlayan Fransa, meseleye makro bağlamda bakıldığında, “Fransız Afrikası” olarak tanımlanan ülkelerin ekonomilerini adeta “suyu sıkılmış limona” çevirmektedir