30 yıl sonra Türkiye'ye dönen Kemal Burkay, Star gazetesinden Fadime Özkan'ın sorularını yanıtladı..
Sanki memlekete barış geliyormuş gibi karşıladı Türkiye şair-yazar-siyasetçi Kemal Burkay'ı. Büyük acılar, açık yaralar ama büyük umutlar, taze heyecanlarla kucakladı, ömrünün 31 yılını İsveç'te sürgünde geçiren 74 yaşındaki oğlunu.
Türkiye'de demokrasinin geliştiğini, Kürt sorunun çözümünde önemli bir evreye gelindiğini düşünerek ve Gülümse şiirindeki gibi "iklim değişti" diyerek memleketine döndü. Amacı barış sürecine katkıda bulunmak.
YAZILI BASINA VERDİĞİ İLK RÖPORTAJ
Neredeyse geldiği günden beri onlarca meslektaşım gibi ben de Kemal Bey'in hem gelişini, hem süreci konuşmak için görüşme talebime "evet" demesini bekledim. Nihayet beklediğime değdi, cevapsız sorum kalmadı. Burkay bir iki kez televizyona çıkmak dışında gazetelere de konuşmamıştı. O yüzden bu röportaj Kemal Burkay'ın yazılı basına verdiği ilk röportaj.
'İklim değişti' dediniz ve 31 yıllık sürgünü sonlandırarak memleketinize döndünüz. Hoş geldiniz. Gelişinizle birlikte hem büyük neşe ve umut doğdu buralarda, hem artan beklentilerle birlikte şahsınıza yönelen eleştireler ağırlaştı. Nasılsınız, iyi ki geldim mi diyorsunuz, ahir ömrümde bunca sıkıntıya telaşa üzüntüye ne gerek vardı mı?
Tabi, çok rahat koşullar düşünseydim gelmemem lazımdı. Veya Türkiye'de her şeyin çok daha rahat olacağı, baş ağrıtmayacak bir dönem bekleseydim gelmezdim. Belli ki sıkıntılar zorluklar bir süre devam edecek. Ama benim açımdan dönüş koşulları vardı. En azından görüşlerimi serbestçe açıklayabileceğim bir ortamda dönebileceğimi düşündüm. Nitekim öyle de oldu. Mesajlarımı serbestçe verebiliyorum.
Kürtler açısından bugün durum nasıl sizce?
Bazı iyileşmeler var ama Kürt sorununun boyutları düşünüldüğünde bunlar son derece küçük. Kürt sorununun tartışılması, Kürtçe kitapların gazetelerin serbestçe çıkması ve bir devlet televizyonunun her gün her saat Kürtçe yayın yapması önemli. Bazıları bunlara bakıp Kürtler bakımından her şeyin yapıldığını söyleyebiliyorlar ama gerçek öyle değil. Bunlar elbette önemli ama Kürt sorunu çok geniş boyutlu bir sorun. Dünyadaki benzerlerini göz önüne aldığımızda henüz çözümden çok uzak. Daha yapılması gereken çok şey var, sorunun adil biçimde çözülebilmesi için.
'ŞİDDETİN SAHNEYİ TERK ETMESİ GEREKİYOR'
Aslında toplum artık her şeyi konuşuyor; federasyonu, özerkliği, genel affı, Öcalan'ın durumunu... Ama şiddet sürdükçe diyalog zemini kayboluyor, toplum konuşmaktan savaşmaya savruluyor. Durum size nasıl görünüyor?
Kürt sorunu serbestçe konuşuluyor. Legal biçimde, Kürt adını taşımasa bile Kürtler tarafından örgütlenmiş, Kürt sorununu ana ekseni kabul etmiş partiler var. Böyle bir ortamda sorunları dile getirmek için şiddet pek anlamlı görünmüyor. Ne var ki yaşadığımız ve hala süren şiddet ortamı geçmişin mirası. Geçmişteki yanlış politikaların ve bunların tepkilerinin mirası. Bunu aşmak da ne yazık ki kolay olmuyor. Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi bizde de önce şiddetin sahneyi terk etmesi gerekiyor. Bunu da bir türlü başaramadık toplum olarak.
'BDP HATA YAPTI'
Neden başaramadık?
Silahlı eylem yürüten bir örgüt var, PKK. Buna karşı devlet operasyonlar yapmakta. Zaman zaman PKK tek yanlı silah susturduğunu söylüyor. Ama operasyonlar devam ediyor. Sanki bu istenmezmiş gibi. Buna karşılık bazen operasyonlar duruyor, bir diyalog ortamı başlıyor, tam da o sıra PKK eylemleri yükseliyor. Bir de boykot olayı var. Ben bunu haklı da bulmadım, gerekli de. BDP'nin parlamentoya gelerek oynayabileceği çok önemli bir rol vardı, yapmadılar. Bu, Kürt halkının mücadelesine de yarayan bir şey değil. Türkiye'deki demokratikleşme mücadelesine de genel olarak hizmet etmeyecektir. Ne yazık ki yeniden bir şiddet sarmalına girdik.
"PKK'nın bir Kürt sorunu yok ama Kürtlerin ve Kürt meselesinin artık ciddi bir PKK sorunu var" yorumuna katılır mısınız; PKK Kürtler için de bir sorun mu?
Biliyorsunuz PKK sahneye çıktığı 1970'den beri biz PKK ile ilgili sorunlar yaşıyoruz. Bizim hareketimiz -ki Özgürlük Yolu olarak bilinir- o tarihlerde gayet kitleselleşmişti. Yanımız sıra başka gruplar vardı. Kürdistan Demokrat Partinin yandaşları KUK diye nitelendirilen bir grup vardı ve başkaları vardı. Daha 12 Eylül öncesinde. Ama PKK bizden sonra sahneye çıktı ve bizleri hedef gösterdi. Kürt halkının kurtuluşu amacına yönelik olduğunu iddia ediyordu. Keskin sloganlar kullanıyordu.
Kitlesellik bakımından nasıldı?
Bizden çok zayıftı. Marjinal bir örgüttü. Mesela bizim Özgürlük Yolu grubumuz, -Kürdistan Sosyalist Partisi idi gerçek adı- çok daha kitleseldik.
'PKK BİZİ HEDEF GÖSTERDİ'
Bu "kitleselliğin" ifade edebilir rakamsal, oransal bir karşılığı var mı?
Diyarbakır belediye seçimlerini kazandık biz 1977'de. Mehdi Zana bizim adayımızdı, arkadaşımızdı. PKK küçük bir gruptu, yeni yeni sahneye çıkmıştı. 78'den itibaren silahlı eylemlerle sesini duyurmaya çalışıyordu. Biz, 1978 ve 79'da Ağrı belediye seçimlerini kazandık. Arkadaşlarımız 4 yıl boyuncu TÖBDER'in yönetiminde yer aldılar. Yani biz de kitleseldik, diğer gruplar da. PKK ortaya çıktı ve bizi hedef gösterdi, çok ilginç bir şey. İşin ironisi de burada. Bizimle ittifak kurmak için uğraşabilirdi ama bizi hedef gösterdi. Bize karşı da şiddet kullandı.
Nasıl bir şiddetti bu?
Arkadaşlarımız öldürüldü PKK'lı militanlar tarafından. Başka örgütlerden öldürülenler de oldu.
'PKK İLE SORUNLARIMIZ ÇOK ESKİ'
Mesajları neydi? Bu alanı boşaltın, Kürt siyasetini ben yapacağım, gibi bir şey mi?
Biz şöyle yorumladık: PKK Kürt hareketini şiddet minderine çekmek istiyor. Bu 12 Eylül öncesi idi, şiddetin terör eylemlerinin tırmandığı bir ortamdı. Sağ ve sol birçok yerde çatışma içindeydi. Biz bunun pek hayra alamet olmadığı kanısındaydık. Demek istediğim; bizim PKK ile sorunlarımız çok eski. Ama süreç içinde özellikle 12 Eylül'den sonra aramızda diyalog oluştuğu da oldu, sorun olduğu da.
Mesela?
Mesela bize yönelik şiddet yurt dışında da devam etti. 1980'lerin ortalarında yoldaşlarımız katledildi yurt dışında. Bunun için bir neden yoktu çünkü biz yurt dışında da, yurt içinde de cuntaya karşı mücadele ediyorduk. Biran önce demokrasiye dönülmesi, cuntanın teşhir edilmesi, sendikaların emekçilerin demokrasi güçlerinin ve bizzat bizim üzerimizdeki baskıları teşhir için çaba gösteriyorduk. Ama böyle bir dönemde ne yazık ki PKK'nın hedefi olduk. Derneklerimiz yakıldı, Newroz toplantılarımız saldırıya uğradı. Avrupa'da son derece demokratik kültürel çalışmalarımız saldırıya uğradı. Biz şiddete de şiddetle cevap vermedik.
'BİZ PKK'YI 1984'TE UYARDIK'
Ne diye cevap vermediniz?
Avrupa'da Kürtler arasındaki bir şiddetin Kürtlerin iyiliğine hizmet etmeyeceğini, tam tersine yurt dışında bize karşı var olan sempatinin de yok olabileceğini düşündük. Nitekim bu tür eylemler gerçekten zarar verdi Kürt halkının demokratların mücadelesine. Yalnız bizim arkadaşlarımız değil diğer kesimlerde de aydınlar, yazarlar hedef oldu PKK'ya. Yani bizim PKK ile sorunlarımız oldukça eski. Ama biz bunu bir kan davası gibi görmedik. Her şeye rağmen PKK'nın bu yanlış yöntemleri terk etmesi için çaba gösterdik.
Bunu onlarla da konuştunuz mu, PKK'ya "silahı bırak, bu yolla hak aranmaz" dediniz mi?
Tabi, silahlı mücadele bize göre doğru bir yöntem değil. PKK 1984'te silahlı eylemlere başladı biliyorsunuz. Biz o zaman yayınladığımız bildirilerde bu eylemleri doğru bulmadık.
'PKK OLMASAYDI SORUN ÇOKTAN ÇÖZÜLÜRDÜ'
Neden? Sonuçta darbe sonrası dönemde toplumun tamamı şiddet-baskı görüyordu ama Kürtlerle özel ilgileniliyordu. Kürtler ağır şiddet görüyordu. Karşı şiddeti siz neden doğru bulmadınız?
Cuntanın baskıları Kürtler ve demokrasi güçleri üzerinde çok ağırdı evet. Buna rağmen biz silahlı eylemlerin sonuç vereceği kanısında değildik. Zamansız bulduk, yarardan çok zarar getirebileceğini düşündük. Süreç de bizi doğruladı. Bölgede 4 bine yakın köy boşaltıldı. Milyonlarca insanımız göç etti. Büyük kentlerin varoşlarına yığıldılar, çok acılar çektiler, hala çekiyorlar. İşsiz, evsiz, eğitimsiz... Bunlar büyük şehirlerin sorunlarını da ağırlaştırdılar. Ve zamanla metropollerde Kürtlere karşı tepkiler oluştu, Türk kamuoyunda. Hâlbuki tüm bu çatışma, dökülen kan, 40-50 bin ölü –ki çoğu genç insanlar, 17 bin faili meçhul, toplumun karşılıklı olarak kirlenmesi, devletin çetelerle kirlenmesi. Eğer bizler, solcular ve Kürtler, hakları yenen toplum kesimleri, mücadelemizi daha akıllıca sürdürebilseydik bunlar yaşanmayabilirdi. Egemen güçlere bu fırsat verilmeyebilirdi.
Ne oldu da böyle oldu peki? Kürt kimliğini ve haklarını 60'larda ilk kez TİP dile getiriliyor, Doğu mitingleri yapılıyor. Siz Kürdistan Sosyalist Partisi'ni kuruyorsunuz. Kürtler, kimlik ve haklar üzerine örgütlenip siyaset üretirken birden bire bir şey oluyor, PKK çıkıyor ortaya, "Kürtlere ait siyaset alanı bana aittir" diyor, şiddeti yöntem olarak seçiyor ve iş bambaşka bir yere varıyor. Ne oluyor işte o ilk kırılmada? Ki, devletin Kürt hareketini kontrol için PKK'yı devreye soktuğu, sonra da kontrol edemediği söylenir. Dönemin aktörlerinden birisiniz, siz söyleyin, nasıldır?
Kanımca 12 Mart öncesinden 60'lardan başlıyor, solun canlanması, TİP'in kurulması, sol yayınevlerinin devreye girmesi, Türkiye'de gerek işçi hareketinin gerekse Kürt hareketinin canlanması. Mesela ilk doğu mitingi 1962'de oldu. Bunlar oldukça kitlesel eylemlerdi. 1970'lerde ortaya çıkan Kürt gruplar ve sol partiler henüz yoktu. TİP vardı, doğu mitingleri yapılıyordu. Ve daha o zaman bu hareketi bastırmak ve yanlışa yönlendirmek için bir takım girişimler oldu. Devlet kanalıyla. Biliyorsunuz kontrgerilla örgütlenmesi 50'lerde başlar, 6-7 Eylül olayları ve sonrakiler. Bunlar bölgede de varlıklarını 60'larda göstermeye başladı. Kontrgerilla eylemleri, halka yönelik baskılar, bir bakıma barışçı biçimde gelişen mücadeleyi şiddete yöneltmek için yapıldı. Bu 70'lerde de devam etti. Ben o dönemde devletin -devlet mi dersiniz, derin devlet mi bilmem- hem sol, hem Kürt hareketini bastırmak için devreye girdiğinden eminim.
Sizin nasıl bir "temas"ınız oldu derin devletle?
Biz parti olarak da, TİP döneminde de barışçı yöntemleri savunduk. Onun için pek etkili olamadılar. Yeni sol, maceraya girmedi TİP'te. Ama başkaları girdi. Gençlik hareketi, özellikle de sol gençlik bana göre zamansız şekilde 60'lardan başlayarak silahlı eyleme yöneldi. Kürt hareketi için de aynı şey yaşandı. Özellikle 60'larda. Bir takım gizli yerlerin Kürt hareketinde de rol oynadığından benim hiç şüphem yok.
ÖCALAN: EKMEĞİMİZ SİLAHIMIZ 3 YIL DERİN DEVLETTEN
Ya PKK özelinde?
PKK içinde herhalde bir elleri vardı. Çünkü Öcalan yıllar sonra şunu söyledi, yazdı. Dedi ki "Biz PKK'yı kurduk, üç yıl süreyle bizim ekmeğimizi, silahımızı, paramızı devlet verdi. Karşılığında bizden istedikleri, diğer Kürt örgütlerine karşı savaşmamızdı. Üç yıl boyunca ne istedilerse yaptık. Sonra ben onların ellerinden sıyrıldım ve Suriye'ye geçtim. Ben Suriye'ye geçtikten sonra 'Yahu bu adam avucumuzun içindeydi, nasıl bunu kaçırdık' dediler". Yani Öcalan, 3 yıl süreyle Türk devletini oyuna getirdiği iddiasında. Öcalan aynen bunları söyledi. Bizzat PKK yanlısı basılan gazetelerde, kitaplarda çıktı. Başkalarının Öcalan'a attığı bir iftira değil bu.
'DEVLET BİR OYUNUN İÇİNDE'
Yani?
Öcalan'ın da itiraf ettiği gibi devlet bir oyunun içinde, Kürt hareketini birbirine karşı kullanmak için. Ne yazık ki ateşle oynuyor. Ve bu derin devletin çaktığı kıvılcım ateş bölgeyi yaktı. Çünkü bölge çok fazla patlayıcı madde vardı. Daha o zaman ben o kanıdaydım. Çok baskı vardı, kitleler ezikti. Ve bir kıvılcım bu bozkırı tutuşturabilir, dedim. Bir bakıma kendi evimizi yakmış olduk, karşılıklı olarak, Kürtler ve Türkler olarak. Devlet ateşle oynadı. Öcalan Suriye'ye geçtikten sonra ne olduğu ayrı bir hikâye. Şam'da barındı, Bekaa'da üstlendi ve bu Türkiye ile Suriye arasında sorunlara yol açtı, en sonunda da Öcalan'ın sınır dışı edilmesiyle sonuçlandı. Başka türlü de olamazdı. Ben o zaman da şunu söyledim: Suriye'nin ve İran'ın desteğiyle Türkiye Kürtleri kurtulamaz. Biz halk gücünü, doğru yöntemleri kullanacağız, Türk halkıyla demokratik dayanışma içinde olacağız. İzlenecek doğru yöntemler bence bunlardı.
'12 EYLÜL BİZİ EZDİ PKK'YI GÜÇLENDİRDİ, MEYDAN PKK'YA KALDI'
Tamam, bütün bu sürede PKK, başlangıçta önce devletin desteğini alarak, sonra da kendi silahlı gücüne dayanarak, Kürtlerin haklarını farklı yöntemlerle savunmak için oluşmuş sivil siyasi hareketleri boğdu. 80 darbesi oldu, Türkiye'nin üzerinden dozer gibi geçti, PKK da güçlendi vesaire ama yani aradan da 30 yıl geçti! Çok uzun bir süre. Bu sürede PKK'dan farklı olarak şiddet içermeyen bir Kürt siyaseti neden var olup güçlenemedi kitleselleşemedi?
Bu bir gerçek, düşündüren de bir soru ama 12 Eylül öncesi dengeler çok farklıydı. Darbeden sonra dengeler değişti. Bunu sırf PKK'ya bağlamak yanlış olur. Tamam, PKK'nın eylemleri bize yönelikti. Bize zarar verdi ama asıl bize zarar veren 12 Eylül cuntası oldu. Cunta 12 Eylül öncesi şiddeti bahane ederek –ki bana göre o şiddette o cuntanın birebir eli vardı- bütün demokrasi güçlerini ve solu ezdi. Meydan o zaman PKK'ya kaldı.
Biz 12 Eylül öncesinde de sonrasında da çok aktiftik. Ama devlet bizim sesimizin kitlelere yayılmaması için çabaladı, sesimizi kıstı. Bizim demokratik çalışmalarımızı da PKK'ya mal etti.
Politika şuydu: Kürt hareketini şiddete yöneltmek, terör diye suçlamak ve onun dışında da başka bir şey yok demek. Sadece PKK var, o da terör demek. Bu politika yıllar boyu izlendi. Buna rağmen biz 90'lara kadar yurt dışında kitleseldik, yurt içinde de etkindik. PKK dışındaki yurt sever Kürt kesimlerinde, diyelim ki HEP'in kuruluşunda arkadaşlarımız aktif rol oynadılar. Diyarbakır belediye seçimlerini kıl payı kaybettiler. Adayları Refik Karakoç'tu. O zaman PKK henüz kitlesel değildi. 90'dan sonra durum değişti. Silahlı eylem yaptı ve toplum başka türlü kümeleşti. Silah kullananlar ön plana çıktı. Baskılara tepki duyan Kürt kesimleri PKK'nin etrafında kümelendiler. Bu savaşıyor, dendi. Türklerde de sonuç, demokrasi güçlerinin güdükleşmesi ve militarizmin güçlenmesi oldu. Bu işi ancak ordu yapar, bunu ancak silahla engelleriz fikri yerleşti, sivil Kürt hareketi de vatanı bölme olarak gösterildi.
'KÜRTLER BAĞIMSIZLIK DEĞİL EŞİTLİK İSTİYOR'
PKK'nın uzun zaman bağımsızlık amacıyla hareket ettiği biliniyor. Bu hedef, tüm siyasi Kürtlerin nihai hedefi olarak gösterildi, öyle de bilindi. Gelinen noktayı nasıl görüyorsunuz? PKK "tüm Kürtlerden ben sorumluyum, Kürtlerin hakları benden sorulur, beni muhatap alacaksınız" diyor. Öte yandan PKK'nın meşru sözcüsü durumundaki BDP muhatap Öcalan diyor, Öcalan önce şartlarımı düzeltin, diyor. Ne dersiniz, PKK'nın, Öcalan'ın bir Kürt meselesi var mı?
Görünüşte var, en azından öyle iddia ediyorlar. Kitlesel bir güçleri var. Nasıl ortaya çıktığı, ne yaptığı, Kürtlere yararının zararının ne olduğu ayrı bir konu ama artık öyle bir noktaya geldik ki, PKK güçlendi, kitlesel destek kazandı. Legal planda PKK yandaşı kesimler oluştu. Parlamentoda temsil edecek bir parti oluştu. BDP, PKK değildir ama PKK ile aynı tabanı bölüşüyoruz diyor. Aradaki bağları kavramak zor değil, kendileri de söylüyorlar zaten. Diğer Kürt örgütlerinin olmadığı kadar büyük bir kitle gücü var BDP'nin. Ama AK Parti de Kürtlerden oy alıyor, temsil gücü var. Yani "Kürt kesimini tamamen PKK temsil ediyor" sonucuna varmamak lazım. Diğer Kürt kesimleri güçleri zayıflamış olsa da varlar. Kürt politikası tek renkli değil çok renklidir. İllegaliteyi bir yana bırakalım, bence Kürt siyasi hareketini legal planda yürütme şansı var, ben buna çok önem veriyorum, örneğin bir HAK-PAR var, programına federasyonu koymuş. Ama bu yüzden Anayasa Mahkemesi onu kapatmamış.
Üstelik davasını görmüş ama kapatmamış...
Evet tabi, bunu bir talep olarak haklı bulmuş, bu talep edilebilir demiş. Bu bir kazanımdır Kürt hareketi bakımından, legal planda da önemlidir. HAK-PAR dışında başka gruplar da var.
Peki, federasyon da önerdiği halde, HAK-PAR neden teveccüh görmüyor Kürtlerden?
80 öncesi dengeler 80 sonrasında değişti. Bu dengeler şimdi birdenbire aksi yönde değişmez. Siz doğru bir politikayı savunursunuz ama bunun nesnel koşulları olmaz ve güç etkinlik kazanamayabilirsiniz. Ama bana göre, sonunda doğru olan kazanacaktır. Mesela BDP'yi eleştiriyoruz inisiyatif kullanmadığı, PKK'nın etkisinden kurtulamadığı, Öcalan'ı muhatap gösterdiği için değil mi? Gerçekten de bu, legal kitlesel demokratik bir parti için talihsizliktir. Bu oluyor çünkü bu meydan hâlâ silahlı güçler tarafından denetleniyor. Türk politikasının normalleşmesi kolay olmadı. Bakın askeri vesayet rejimini geriletmek için neler yapıldı. Bir onbaşıya bile dokunulamazken şimdi orgeneraller tutuklanıyor. Darbe yapmaya giriştikleri, suç işledikleri için. Kürt politikasının normalleşmesi için de silahların susması gerekiyor.
'KÜRTLER SİLAH BASKISIYLA SUSUYOR'
Türkiye'de siyasetin askeri vesayetten kurtulması evet bir siyasi parti eliyle gerçekleşiyor ama aslında o irade toplum geneline ait. Kürtler PKK vesayetinden kurtulmaya, bunu talep ve ısrar etmeye hazır mı? Kimi Kürt yazar ve aydınları PKK tehdidine rağmen ses yükseltebiliyor fakat Kürt halkı PKK'ya 'hayır benim adıma cinayet işleyemezsin' deme duygu ve bilinç durumuna geldi mi sizce?
Hayır, henüz kitlesel bir talep yok. Ya de kitlelerin gönlünde olsa da bu, henüz söze ve eyleme dökülmedi. Bunu diye getiren kesimler de oldu ama. Mesela ben bunu hep söyledim. Başka Kürt aydınları bunu söyledi. Kürtler arasında bunu söyleyen oldukça güçlü bir taban var. Silahlı eylemlerin sonuç vermeyeceğini, aksine bu aşamadan sonra fayda yerine zarar vereceğini düşünen güçlü bir kitle olduğunu düşünüyorum. Hatta bunun Kürtler arasında çoğunluk olduğu iddiasındayım. Ama silahların yarattığı baskı ortamı bu sesin duyulmasına fırsat vermiyor. Ben bunu bizzat BDP için de düşünüyorum. BDP'yi yönetenlerin birçoğu deneyimli. Seçimlerden sonra olan PKK eylemlerine bu tecrübeli siyasetçilerin buna hayır diyememesi, kınayamaması aslında öyle düşündüklerini göstermiyor. Bana göre bir korku var.
İyi de Kemal Bey, şimdi değilse ne zaman? Artık bu sorun sadece Kürtlerin sorunu değil. Sırf ahlaki anlamda demiyorum, birebir yanan can bakımından diyorum. 30 yıllık savaş Türklerin de bağrını yaktı ve çözümsüzlüğe tahammül kalmadı. Daha düne dek "bebek katili" denilen Öcalan'la devlet müzakere ediyor, bu biliniyor, devlet de reddetmiyor ama halk da ses çıkarmıyor, görüşmenin gerekliliğini idrak ediyor. Ya da BDP ile PKK bağı artık aşikar ama halk bunu tolere ediyor. Sırf bu bile, çözümün silahla değil sözle gelmesi için BDP'lilere açık destek değil midir? Şimdi değilse ne zaman?
Tabi bir kere şiddet bir alışkanlık yaratıyor ve kendi varlığını şiddetin sürmesine bağlıyor. Ama ben PKK'yı askeri ve siyasi açıdan yönetenlerin bu savaştan bir zafer bekledikleri kanısında değilim. Ama işte silahı bıraktıklarında boşlukta kalacaklarını, belli bir güvencenin onlara verilmesini istiyorlar. Silahlar konuşurken siyaset normalleşmiyor. Bunlar birbirine bağlı şeyler. Silahlar susacaksa o zaman PKK ile bunların nasıl susacağına dair gerçekçi politikalar üretmesi lazım devletin.
Mesela Öcalan yakalandıktan sonra PKK uzunca bir dönem 4, 5 yıl silahları susturdu. Yurt dışına taşıdılar örgütü. Hatta dediler ki, biz tümden silahları bırakabiliriz ama bunun için koşulları oluşturun. Nitekim o zaman iki grup geldi Türkiye'ye, bir grup güney Kürdistan'dan, bir grup yurt dışından. Ama bunlar tutuklandı ve mahkum oldular. Aklen düşünülmedi. Silahları susturmak ta o zaman, Öcalan yakalandığında 1999'da, 2000'de mümkündü. Ne yazık ki devlet buna yanaşmadı. Tabi silahların karşılıklı susması ve ona uygun başka adımların atılması lazım. Mesela PKK silahları susturuyor, asker operasyon yapıyor. Ya da asker duruyor PKK vuruyor. Hükümetin silahları susturmak konusunda daha kararlı olması lazım. Bunu gelmiş geçmiş hükümetler gösteremedi. Açılım süreci başladığında Habur dönüşü bir umuttu. Ama belli kesimler çok şiddetli tepki gösterdi. CHP, MHP, ordu. Ve hükümet geri çekildi. Daha kararlı olmalıydı. Türkiye kamuoyunu ikna etmek için daha cesur olmalıydı. Fransa'nın Cezayir sorununu çözerken De Gaulle büyük kararlılık gösterdi, adını tarihe yazdırdı. Biliyorsunuz kitlelere rağmen Cezayir'e kendi kaderini tayin hakkı tanıdı. Cezayir Fransa'dır demekten vazgeçti.
'HABUR'DAKİ BAYRAMI HOŞ GÖRMEK GEREKİRDİ'
Evet, ama durum benziyor mu ki, Fransa Cezayir'i sömürgeleştirmişti?
Ben zaten aynı şey demek istemiyorum. Durumun ne kadar benzeyip benzemediği tartışılabilir. Demek istediğim, savaşı sonlandırmak ve Cezayir halkının taleplerine saygı göstermek gerektiğini söyledi. Sorunu böylece çözdü. O zaman da Cezayir'de görevli Fransız ordusu tepki gösterdi. Çünkü savaşmaya alışmışlardı, vatan için savaştıklarını söylüyorlardı. De Gaulle'ün o kararını generaller saygıyla karşılamadı ve Paris üzerine yürümeye kalktılar. De Gaulle Fransız halkına hitap etti ve yardıma çağırdı. Paris sokağa döküldü. Ondan sonra generaller durdular, sorun böyle çözüldü. O zaman hem Fransa barışa kavuştu, hem Cezayir özgür oldu. O kirli savaştan kurtuldular.
Aynı şey olmasa bile Habur'da silahların susmasında önemli bir fırsat elde edilmişti. Kürtler bu havaya girmişlerdi. Dağdakiler inecekler, diye bayram yapıyorlardı. Habur'daki o bayramı hoşgörüyle karşılamak gerekiyordu. Ama süreci engellemek isteyenler bunu hükümete karşı çok acımasızca kullandılar, ihanetle suçladılar. Hükümet de bu baskı sonucu geri çekildi ve açılım süreci giderek tıkandı.
'PKK'NIN ELİNDE SİLAH OLDUKÇA, KÜRT SİYASETİ ÖZGÜRLEŞEMEZ'
Silahların susması tek yol mudur çözüm için?
Tek yoldur. Çünkü silahlar susmadan ne Türk siyaseti tamamen normalleşecektir ne Kürt siyaseti. Militarizmin her zaman bir ağırlığı olacak yoksa Türkiye'de. İkincisi PKK'nin elinde silah oldukça Kürt siyaseti özgürleşemeyecek ve bağımsız politika izleyemeyecek. Çatışma ortamında oluşmuş dengeler devam edecek -ki o denge çözüme elverişli değil. Değişmesi lazım. Kürt siyasetinin tümüyle vesayetten kurtulması lazım. Kürtler taleplerini açıkça, hiç kimseden, ne devletten ne PKK'den ürkmeden özgürce dile getirmeli. Bu, demokratik bir Türkiye demek ve bu karşılıklı çabalarla olur.
Kürtler bunun ne kadar farkında, kendilerini, durumlarını ne kadar doğru değerlendiriyorlar?
Şimdi tabi sadece devleti, hükümeti suçlamak yetmiyor. Kürtlerin de kendi yanlışlarından kurtulmaları lazım. Örneğin operasyonlar yapıldığında tepki gösteriyoruz, liberal, demokrat sol aydınlar. Ama öte yandan PKK'nın bu silahlı eylemlerini de eleştirmek lazım. 12 Haziran sonrası yeni anayasa gündemdeyken, diyalog oluşmuşken, önemli bir umut doğmuşken PKK'nin o zincirleme silahlı eylemleri süreci zehirledi. Hükümetin sesi de tabiî ki sertleşti. Hükümeti suçluyoruz ama hükümetin o yanlışa düşmesi için ne lazımsa yapıldı.
PKK'YA "HAYIR" DİYORUM
Sonuç da o da bir siyasetçi, hesap vermek zorunda topluma. Kürt siyasiler neden bu ülkede yaşamıyor gibi konuşuyor?
Tabi Başbakan'ın da bir tabanı var. Hükümeti suçlamak kolaydır, kolaycılıktır. Haklı da olabiliriz, geçmişten beri hükümetler sorunu çözmemekte direndiler, savaş, baskı politikası uyguladılar ama öte yandan diyalog ortamını saboteden eylemler Kürt tarafından geliyorsa buna karşı da açıkça hiç korkmadan cesaretle hayır diyebilmeliyiz. PKK'nin son eylemlerine ben açıkça hayır diyorum.
Tam da popüler bir futbolcu Arda Turan çıkıp da hayır, iki halkın çocukları da ölmesin dediği günlerde PKK Tunceli'de halı sahayı kana boyadı, kadın öldürdü!
Bu tür şeyler iki halk arasında gerginlik yaratır, ülkenin değişik yerlerinde Kürtlerle Türkler arasında hiç istemeyeceğimiz şeylere yol açar. Şimdiye kadar olmadı ama risk vardır. Sorumlu davranmak lazım.
'PKK'NIN ÖNEMLİ BİR KİTLE DESTEĞİ VAR'
Kürtlerde PKK'ya karşı bir "minnet" duygusu var mı peki? "Devlet Kürtleri asimile ediyordu. Bugün 7/24 Kürtçe yayın yapan bir devlet kanalı varsa bu da diğer haklar gibi PKK sayesindedir" şeklinde bir borçluluk hissi seziyor musunuz?
PKK'ya destek veren kesimde vardır bu. Ben bu kanıda değilim. PKK'nin silahlı mücadelesi olmasaydı belki de biz bu 30 yılı barışçı, sözsel siyasal yöntemlerle çok daha iyi değerlendirecektik. 1977'de Diyarbakır'da belediye seçimlerini kazandığımız gibi, bölgenin diğer illerini kazanabilirdik. Bu ortam vardı. Kürt halkının yurtsever demokratik insanları el ele verdikten sonra bunu başarabilirlerdi. TRT Şeş çok daha önce gündeme gelebilirdi. Çatışma ortamı bunu geciktirdi. Bugün de çatışma ortamı Kürtlerin hakları için yeni adımlar atılmasına yol açmıyor, tam tersi güçleştiriyor.
Ama şu var PKK ister istemez bir güç olarak ortaya çıkmış durumda ve PKK olmasaydı bunlar olmazdı diyorlar. Bu yanlış da olsa hesaba katacaksınız. En azından PKK'nın önemli bir kitle desteği var, BDP'nin önemli bir varlığı var. Yok saymak ya da savaşla onları sindiririz demek yerine sorunu nasıl çözebiliriz, silahlar nasıl susabilir, hangi adımları atarsak Kürtler bu toplumda kendilerini yabancı hissetmeyecekler, haksızlık duygusu nasıl giderilecek, buna bakmak lazım.
'BARIŞ SÜRECİNDE ISRARCI OLMAK LAZIM'
Türkler de artık kendilerini mağdur hissetmeye başladı. Kürtler, toplum geneli açısından Türklerin gözünde haklı bir noktadan PKK'nın kullandığı yöntem nedeniyle haksız bir noktaya geldi. 30 yılın ardından bugün "kanlımla barışmam" diyen Türkler var, "verelim güneydoğuyu ama bu tarafta da hiç Kürt kalmasın" diyen, "dağdan şehre inişlere hayır" diyen Türkler var. Yani iki uç var ve barış onları da kapsayacak. Nasıl olacak? Hükümet, Kürt siyasiler o iradeyi gösterse bile iki halkın farklı hissettiğini ve bunun nasıl kolay alevlendirildiğini gördük Habur'da?
Karşılıklı olarak Kürt ve Türk tarafında silahın bir çözüm olmadığını anlayan kesimler kararlı şekilde cesurca silahların susturulması ve diyalog ortamının oluşması için çaba gösterecekler. Türk kamuoyunda Kürt sorunu konusunda geçmişten farklı bir algılama var her şeye rağmen. Bugün artık Kürtler yok hepimiz Türk'üz denmiyor. Gerçi daha dün Yargıtay Başkanı neredeyse bunu dedi. Ne yazık ki böyle bir anlayış bizim yüce Yargıtay'ımızın başında bulunabiliyor. Ama artık herkes aydınımız da sokaktaki insan da Kürtlerin varlığını biliyor. Buna karşılık Kürtler arasında da, geçmişten gelen baskılara, oluşan önyargılara rağmen bu sorunu barış yoluyla çözmek konusunda oldukça güçlü bir eğilim var. Kanımca bu iki eğilimi teşvik etmeliyiz. Bize düşen budur. Çözümün kolay olduğunu söylemiyorum. Ama başka yol yok. Barış sürecinde ısrarcı olmak lazım. İrlanda'da çözümü sağlayanlar da bunu söylüyor.
Bisiklete binmek gibi, pedala bas yoksa düşersin...
Evet. Öyle sanıyorum ki barış güçleri az değil. Bunu nasıl örgütleyebiliriz, bütün mesele burada.
ÖCALAN ÖRGÜTE DEĞİLSE DE TABANA HAKİM
PKK peki bütün mü? Lideri tutsak. Karayılan'ın durumu net değil. Tunceli grubu, Suriye grubu var... Öcalan ne kadar hakim sizce örgüte?
Bence PKK gibi bir örgütün -ki hem askeri, hem siyasi gücü var, medya ve mali gücü var, örgütlenmesi bölgeden Avrupa'ya yayılıyor- liderine bağlılığı ne olursa olsun liderine tam bağlılık göstermesi zordur. Özellikle de böylesi geçiş dönemlerinde. Bu tür örgütlerde zaman içinde oluşmuş çeşitli etkiler, örgüte uzanmış eller olabilir. Mesela biz geçmişten beri PKK'nın içinde derin devletin bir eli olduğunu söyledik. Hala belli ölçüde etkili olabilir. Geçmişte Suriye'de PKK uzun dönem kaldı oradaki ilişkiler devam ediyor olabilir. İran'da PJAK dolayısıyla belli ilişkiler olabilir. Bölge ülkeleri birbirlerine karşı PKK'yı hep kullanmaya çalıştılar ve kullandılar da. Yaşananları bu bütünlük içinde görmek lazım... Öcalan'ın her dediği örgütte aynen uygulanır düşüncesi yanlış olur. Bazıları sabote etmek isteyebilir. Son olaylar bunu gösterir. Buna rağmen Öcalan hala örgüt üzerinde oldukça etkilidir. Öcalan'ın da silah bıraktırmak konusunda kararlı olması gerekir. Öcalan zaman zaman öyle bazen de böyle konuştu.
Öcalan'ın farklı farklı konuşması bir politika mı, taktik mi yoksa dengesizlik hali mi? Sonuçta kaç yıldır hapiste, tecrit yaşıyor, psikolojisi dengesi bozuk olabilir?
İmralı biliyorsunuz askerin yönetimde. Orada komutanlık yapanların bazıları da şu anda Ergenekon davasından yargılanıyor. Bu çok şey ifade ediyor. Öcalan'ın durumunu, politikalarını etkileyebilirler. En azından Öcalan ordu güçlüdür, bu sorun çözülecekse orduyla çözülür, sivillerle değil, diye düşünebilir. Geçmişte böyle düşünüyordu hala böyle düşünüyor olabilir. Şu an siviller belli devlet kurumları aracılığıyla da konuşuluyor kendisiyle, bu inkar edilmiyor ama Öcalan muhtemelen iki etki arasında kalıyor. Bence yapılacak önemli ve gerekli işlerden biri Öcalan'ın sivil bir cezaevine alınmasıdır. Hem doğru bilgi alabilmesi, hem barış konusunda daha tutarlı kararlı olabilmesi için. Öcalan'ı geçmişten beri tanıyorum. O ilk ateşkes döneminde Özal döneminde –bizim de bir protokolümüz vardı- Öcalan diyaloga barışa açıktı ama süreç sabote edildi.
33 asker şaibeli şekilde şehit edildi...
Evet maalesef. Öcalan şimdi de, kendi durumu için, başka etkenlerle silahların tümden susmasını isteyebilir. Bunun koşulları oluşmalı. Soyutlanmayacağı sivil bir cezaevine alınmalı ki devlet içindeki silahlar sussun diyenlerle daha açık diyaloga girebilsin ve kolaylaştırıcı olabilsin. Kendi kitlesine de kararlılıkla silahları bırakın diyebilsin. Siyaset güçlensin. O zaman PKK içinde buna itiraz edenler olsa da yalnız kalır soyutlanırlar. Tabanda Öcalan'a karşı önemli bir güven var.
PKK çevrelerinin ortaya attığı bir iddia var, sizin Türkiye'ye dönüşünüzün bir devlet projesi olduğu yönünde. Devlet sorunu PKK ile çözemeyeceğini anlayınca ya da zaten onunla çözmek istemediği için sizin zarafetinizi, barışçıl dilinizi kullanıp federasyon isteyen HAK-Par'ı da dayanak yaparak PKK'ya olan ilgiyi, desteği size yönlendirmek istiyormuş. Öyle mi?
Geçmişte devlet bizim varlığımızı yok etmek için politikalar uyguladı. PKK'yı kullanarak bizi etkisizleştirmek istedi. Ve bir bakıma meydan PKK'ya kaldı. Amacı barışçıl siyasete dayalı Kürt hareketini engellemekti. Sonra da PKK ile savaşı tercih etti. Ama bu, umdukları sonuçları vermedi. Biz zayıfladık, PKK güçlendi, ülke şiddet sarmalına girdi, kirlendi, çözüm de olmadı. Medya bize boykot uyguladı. Çok önemli büyük organizasyonlar, sivil eylemler yaptığımız halde bizden bahsedilmedi. Avrupa'da ilk kez Kürtlerin insan haklarıyla ilgili büyük bir konferans düzenledik Bremen'de. 200 kadar seçkin devlet adamı katıldı. Bonn'da sonradan Alman şansölyesi olan Schröder himayesinde konferanslar düzenledik, ben de konuşmacılardan biriydim. Bunlardan Türkiye'de tek kelime söz edilmedi.
'BİZİ HEP YOK SAYDILAR'
Halbuki Kürt sorununun uluslararası kamuoyunca bilinme sebebi PKK'dır diye bilinir...
Tabi, bizi hep yok saydılar. Bizimle yapılan tv röportajları yayınlanamadı. Özal'ın açılım yıllarından sonra Ak Parti açılım başlatınca da barışçı sesler yeniden önem kazandı. Olay budur. Elbette AK Parti bir parti olarak kendi çıkarını düşünür ona göre Kürt kesiminde diyaloglar arar. Bu doğaldır. Ama ben de tecrübeli bir politikacıyım. Ve 50 yılın politikacısıyım ve görüşlerimi kararlılıkla savunmakla tanınan biriyim. Ben inatçı biriyimdir. İnandığım şeyleri hep savundum, ödün vermedim. Yurt içine geldim diye, ben diyelim ki AK Parti yandaşı olacak değilim. Ama bu konuda hiçbir kompleksim de yok, ön yargılarım da. Doğru yaptıklarını destekledim, açılım sürecini, referandumu, Ergenekon davasını, TRT Şeş'i. Ki biliyorsunuz PKK karşı çıktı şaşılacak biçimde. Bu desteklerim nedeniyle farklı düşünen çevrelerin, Ergenekoncuların, PKK çevrelerinin şimşeklerine de uğradım. Övücü tepkiler aldım dönüşüm sırasında, medyanın kamuoyunun ilgisini gördüm. Tanımadığım insanlar sıcak ilgi gösterdi Kürtler arasında da Türkler arasında da.
Devletin ve toplumun yerleşik bir korkusu var; bölgenin günün birinde Türkiye'den kopacağı korkusu. Bölgede üç devlette daha Kürt nüfus ve bir "büyük Kürdistan" düşü var. Ne dersiniz bu düş yaygın mı sizce, sizin de düşlediğiniz bir şey mi bu?
Bu korku aslında Kürtlere baskı yapan rejimlerin korkusudur. Halklara da bir ölçüde yansımıştır. Kürtler ayaklanırlar, memleketi bölerler! Halbuki Kürtler neyi bölecek, Kürtler zaten bu coğrafyada yaşıyorlar ve bu bölgenin adı Kürdistan. Kürtler Türkiye'de Türklerle, Irak'ta ve Suriye'de Araplarla İran'da Acemlerle beraber yaşıyorlar. Bu ülkeler Kürt sorununu adil ve demokratik biçimde çözseydi Kürt sorunu olmazdı. İlk çözen ülke de üstün konuma geçerdi. Bakın Irak'ta Kürtler rejime karşı yıllarca savaştılar. Sonra bir otonomi elde ettiler, federasyona dönüştü. Irak içinde federal bir bölge orası. Irak'ın birliği bölünmedi, tersine Kürtlerle Araplar arasındaki savaş bitti. Şudur: İnsanlar, halklar bir arada yaşamanın formüllerini bulurlarsa savaşmazlar. Bence bizim de birlikte yaşamayı öğrenmemiz lazım. Bugüne kadar öğrenemedik. Şu andaki birliktelik zoraki bir birliktelik. Tamam, birlikte yaşadık, komşularımızı sevdik ama bir taraf diğer tarafa baskı yaparsa sorun çıkar. Nitekim çıktı. Kürt sorunu var, Alevi sorunu var, başka sorunlar var. Yani ben, hakları adil şekilde tanınırsa Kürtlerin ayrı bir devlet peşinde koşmayacaklarını düşünüyorum.
Klişe söylenişle, Kürtlerin hiç devleti olmadığı için ille de bir devlet istedikleri, küçük olsun benim olsun dedikleri yok, öyle mi?
Siz bakmayın o resmi tarih anlayışına. Kürtlerin tarih boyunca hep devletleri oldu. Ben Kürtlerin tarihini iyi bilirim, yazdığım kitap beşinci baskısını yaptı. Kürtler çok devletler kurmuş. Biri Mervani devletidir, Silvan'da kurulmuştur, Diyarbakır'dır merkez. Bir tanesi Eyyubi devletidir, Selahaddin'in kurduğu. Yalnız Kürdistan'ı da kapsamamış Suriye'yi, Mısır'ı Yemen'i Kuzey Afrika'yı kapsamış. Yani geçmişte Türklerin de Kürtlerin de devletleri oldu. Bugün biz aynı devletin sınırları içinde yaşıyoruz. Eğer eşitlikçi bir yol bulabilirsek birlikte yaşamaya devam ederiz. Bunun için Anayasayı değiştirmek lazım. Bu üniter devlet yapısıyla olmaz, federal devlet yapısıyla olur.
Siz zaten özerklik değil federasyon istiyorsunuz değil mi?
Evet, eşitlikçi adil çözüm federasyondur, diyoruz. Ama özerklik de önemli haklar kazandırır, otonomidir onun adı. Ben bunu mutlaklaştırmıyorum, bir otonomi bazen federasyondan daha güçlü haklar kazandırır. Kanada Qebek bölgesi böyledir.
İklim değişti dediniz ve ülkenize döndünüz. Kendinize nasıl bir rol biçiyorsunuz bu süreçte?
Ben yıllardır bir siyasi çizginin temsilcisiyim. Barışçı, siyasal çalışmayı öne alan, federasyonu çözüm olarak öneren, Türk halkıyla birlikte yaşamayı seçen, savaşı değil dayanışmayı esas alan bir siyasi hareketin temsilciyim. Bana gösterilen ilgi de bence bundan kaynaklanıyor. Toplum çözüme doğru bir aşamaya geldi, bu aşamada benim ismim sembolik bir anlam taşıyor. Yoksa benim elimde büyük güçler yok. Ben de gerçekçiyim, hayalci değilim. Devlet benimle oturacak, Kürt sorununu çözecek demiyorum. Ama devletle hükümetle diyalogum olabilir tabi, bundan da korkmam. Sayın Egemen Bağış ile ve Sayın Ertuğrul Günay ile görüştüm, özgürce konuştum. Bunlar tabiyet yahut kullanılma ilişkileri değil, normal ilişkilerdir.
HAK-PAR'A GENEL BAŞKAN OLUR MU?
Siz siyaseten HAK-PAR'ı destekleyeceğinizi ilan ettiniz zaten?
Programı bana yakın dedim. HAK-PAR Kürt sorununun çözümünü eksen almış bir parti ve programında federatif çözüm var. Bu nedenle bana yakın. Ama çözüm için atılacak her adımı desteklerim dedim. AK Parti'ye düşmanlık üzerine kurulu politikayı yanlış buluyorum. Ama AK Parti'nin yanlışlarını da elbette eleştirmeliyiz. Yanı sıra CHP'deki olumlu değişikliklere önyargılı yaklaşmam. Kılıçdaroğlu'nun Kürt sorunu var demesi, genel aftan söz etmesi bence olumludur. BDP'nin Meclise dönüp aktif rol almasından yanayım.
Sizi desteklediğiniz HAK-PAR genel başkanı olarak da görecek miyiz?
Şu an böyle bir düşüncem yok ama aktif politika yapıyorum, değerlendireceğim koşulları. Ben HAK-PAR'ı da kapsar şekilde demokratik barışçıl Kürt siyasi hareketinin genişlemesine destek veririm.
PKK çevrelerinden bir de şöyle bir eleştiri var: 30 yıl boyunca İsveç'te oturup, burada Kürtlerin yaşadığı hiçbir acıyı yaşamadan ve Kürtlerin mücadelesi için mesela Diyarbakır'da bir bildiri dahi dağıtmadan Kürtlerin kazanımları üzerine mi oturacak?
Benim anlayışa verilecek cevabım var. Bir kere ben 30 yıl boyunca oturmadım, çok aktif çalıştım, hem Kürtlerin haklarının kazanılması, hem Türklerin demokratikleşmesi için. 90'lara dek en etkin olan bizdik, Kürdistan Dernekleri Birliği olarak. Sonrasında PKK güçlendi. Çok önemli konferanslar düzenledik. Üç kez Avrupa Parlamentosunda konuştum. Yanı sıra yazdım, dergilerde gazetelerde yayınlandı. Yurt içinde de aktiftik. HEP'in kurulması girişimi bizzat benim yazılarımdan başladı, bunu bazıları bilmez, bazıları da bilmezden gelir. DEP'in kuruluşu da böyle oldu. 90'da Diyarbakır seçimlerini bize yakın bir dost kıl payı kaybetti. Bir şey yapmadık değil, çok şey yapıyoruz. Döndüğüm zaman böylesi bir ilgiyle karşılaştımsa bu hiçbir şey yapmadığım için değildir.
'PKK MİRASINI REDDİ MİRAS EDİYORUM'
Ya PKK mirası?
Ben PKK'nın oluşturduğu bir şeylerin üzerine oturuyor değilim, ne oluşturduğu da ayrıca tartışabilirim. Bilakis PKK bizim mirasımızın üzerine oturdu ve kötü biçimde kullandı. Bense PKK'nın mirasını reddi miras ediyorum. Bizim politikalarımız yöntemlerimiz farklı. Biz barışçı bir politika izledik. Demokrasiyi savunduk, bizden ayrılanlara şiddet uygulamadık. Farklı düşünenlere düşmanlık yapmadık. Dolayısıyla bizim politikamız PKK'nınkinden çok farklıdır. Ben onların mirasına talip değilim.
Peki. Siz 1981'de yurt dışına çıktınız. Gıyabınızda burada hiç dava açılmadı mı? Aranmadınız mı, Türkiye sizi hiç İsveç'ten istemedi mi? Bu 30 yılda TC ile nasıl bir ilişkiniz oldu?
Yurttaşlıktan ilk çıkarılanlardan biriyim ben. Özal döneminde bir af oldu ve vatandaşlık iade edildi. Yurt içinde aranıyordum, o yüzden dönemedim ama sanıyorum bu İnterpol'e yansımadı. Yurt dışında hiçbir zaman suçlu olarak görülmedim. Gittiğim her yerde Türkiye'den bir Kürt politikacı olarak görüldüm, saygı gördüm. Çok başbakan ile görüştüm, o kadar ki "Kürtlerin dışişleri bakanı" diyorlardı bana. (gülüyor)
Kemal Burkay denilince herkesin aklına ilk gelen hep "Gülümse" oluyor. Herkesin gönlünü en umutsuz durumlarda bile açıp havalandırır o sözler. Siz de neye tekabül eder?
Hiçbir şair şiirini yazarken onun nasıl karşılanacağını düşünerek yazmaz. Başka güzel şiirler de yazar ama şair bazen bunların bir tanesiyle, Cemal Süreya'nın dediği gibi "uçar". Benimki de öyle olmuştur.
Ya Arto Tunçboyaciyan'ın bestesi, Sezen Aksu'nun yorumu?
Şiirin tanınmasında Sezen Hanım'ın katkısı büyüktür. Bestesi de güzeldi, yorumu da, sözlerle uyumlu olunca çok tutuldu. Ben yurtdışındaydım, aranıyordum, medya ambargosu vardı, yasaklıydım, ama bu şarkı okunduğu zaman benim adım TRT ekranlarına yazılıyordu. Bir bakıma boykot duvarını bir şiirle aşmıştım. Bunu biraz siyahi sporcuların olimpiyatlardaki durumlarına benzetiyorum. Ülkelerinde ikinci sınıftırlar ama orada tüm boykot duvarlarını yıkar herkesin sevgilisi olurlar. Gülümse de onun gibi.
PKK olmasaydı kürt meselesi çoktan çözülürdü
Kemal Burkay: Cunta 12 Eylül öncesinde şiddeti bahane edip bizi, barışçı Kürt Siyasi hareketini ezdi. Büyümemize engel oldu. "Kürt hareketi terör"dür diyebilmek için hareketi şiddete yöneltti. Meydan PKK'ya kaldı.