13 günlük suskunluğunu bozan OYAK Güvenlik, resmi imzalı bilirkişi raporu ve eklerine bütün uğraşlarına rağmen ulaşamadığını açıkladı. Raporun 'TÜBİTAK tarafından hazırlanmadığının anlaşıldığını' ileri süren OYAK'ın görmediğini iddia ettiği rapordaki bilirkişi tutanağı güvenlik şirketini yalanlıyor. 17 Aralık 2009 tarihli tutanakta, mahkemenin TÜBİTAK'tan bilirkişi incelemesini talep etmesi üzerine Hayretdin Bahşi'nin görevlendirildiği açık bir dille yazılıyor. OYAK'ın açıklamasında, görüntülerin silindiğine yönelik iddialara değinmemesi de dikkat çekiyor.
Ergenekon davasının en önemli delillerinden biri olan Danıştay saldırısında, Alparslan Arslan, Tekin Irşi, Osman Yıldırım, İsmail Sağır, Erhan Timuroğlu'ndan oluşan ekip, tüm yurtta laik kesimi tehdit altında göstermek amacıyla 5, 10 ve 11 Mayıs 2006 tarihlerinde 3 kez İstanbul Şişli'de bulunan Cumhuriyet Gazetesi'ne bomba attı.
Bu bombaların ilk ikisi patlamadığı için saldırılarda zarar gören olmadı. Saldırganlara bombalar ise Alparslan Arslan'ın kaldığı Ataşehir'deki villada, Muzaffer Tekin tarafından Arslan ve Osman Yıldırım'a verildiği gündeme geldi. Tekin'in bu esnada "Bunlar Cumhuriyet Gazetesi'ne atılacak. Rahat olun kimse ölmeyecek. O şekilde olsun. İş bitince size beşyüz bin dolar para vereceğiz. Sizin, attıracağınız kişilere vereceğiniz paraya karışmayız." dediği ifadelere ve iddianamelere yansıdı.
Alparslan Arslan'ın olaydan önce "Danıştay 2. Daire'nin yerini keşfe çıktı. Avukat kimliği bütün kapıları açan Arslan, 2. Daire'nin Ek Bina'daki yerini ve kaçış yollarını kontrol etti." iddiaları ise TÜBİTAK'ın son raporuyla ayrı bir önem kazandı. Danıştay'da dikkat çekici güvenlik zafiyetleri de saldırının ayrı bir noktası. Önce 8 sonra da 11 Mayıs'ta güvenlik kameraları arızalandı.
OYAK'tan gelen görevliler 11 Mayıs'ta güvenlik kameralarının görüntülerini kaydeden harddiski değiştirdiler. Görüntülerin silindiği iddiaları bu noktada önem kazanıyor. Yani saldırı öncesi kayıtlar, ilk kez 11 Mayıs'ta yok edildi. Eylemin asıl fizibilitesini yapan ekip kimlerse bulunmaları artık mümkün değildi.
16 Mayıs sabahı Danıştay güvenlikçileri kameraların kayıt yapmadığını fark etti. OYAK'tan gelen yetkililer bu sefer harddiskleri yanlarında götürerek, güvenlik kamera sistemini tamamen devre dışı bıraktı. Böylece Alparslan Arslan'ın o günkü keşif çalışmalarının görüntüleri kayıtdışı kaldı ya da görüntülendiyse de harddiskler arızalanıp teknik servis tarafından önce sökülüp sonra da geri getirilemeyecek şekilde silinince kayıtların yok olduğu iddiaları ortaya atıldı.
ARSLAN'IN KEŞİF YAPIP YAPMADIĞI SİLİNEN GÖRÜNTÜLERDE SAKLI
Güvenlik kameraları da saldırı oluncaya kadar bir daha çalışmadı. Danıştay eyleminden sonra bir temizlik görevlisinin verdiği ifadede Alparslan Arslan'ın keşif yaptığı sırada bina içerisindeki kapılardan birini zorladığını "ne aradığını" sorduğunda ise "Avukat olduğunu bir dava takip ettiğini" söylediğini ve hemen aşağıya doğru yöneldiğini, şüphelenerek durumu güvenliğe bildirdiğini anlattı.
Alparslan Arslan, 17 Mayıs sabah saatlerinde saldırıyı gerçekleştirdi. Kapıdan avukat kimliğini göstererek girdi. 2. Daire Başkanlığı'nın bulunduğu kata çıktı ve Başkanlığın kapısını açmaya çalıştı ancak kilitli olduğunu görünce, karşıdan gelen çaycıyı takip edip 2. Daire'nin toplantı odasına girdi.
İçerde 6-7 kişinin oturduğunu gördü. Danıştay 2. Dairesi başkan ve üyelerini teşhis etmeye çalıştı, evrak çantasındaki tabancayı çıkarak ilk önce Başkan Mustafa Birden'e bir el ateş etti. Daha sonra seçtiği hedeflerin göğüs ve kafa bölgelerini nişan alarak seri biçimde kurşun yağdırdı. Arkasından gelmesinler diye sekreter odasının tavanına da bir el ateş etti ve 2. Daire'yi terketti.
Bulunduğu bloğun merdivenlerinden hızla aşağıya indi. İki bloğu birbirine bağlayan tüp geçide yöneldi. Arka kapı açık olarak kendisini bekliyordu. Bu sırada müracaattın telefonu çaldı. Panik haldeki ses "2. Dairede olay var, burası karıştı" diyebildi. Müracaat görevlisi, polis memurlarına seslenerek, "2. Dairede olay var." dedi.
Polislerden Şenol Altan, hızla tüp geçide yöneldi, diğeri yerinde kaldı. İkisi de cinayetten habersizdi ve dava görüşmelerinde her zaman yaşanan tartışmalardan biri diye düşündüler.
Alparslan Arslan tesadüf eseri kendisinin yanından geçen polise gülümsedi ve yoluna devam etti. Ancak polis Arslan birkaç adım geçtikten sonra tedirgin ve telaşlı hareketleri, terli halinden şüphelenerek kim olduğunu sordu. Arslan, avukat olduğunu söyleyerek yoluna devam ederken, şüphesi artan polis, Arslan'dan kimliğini istedi. Telaşlanan Arslan kimliğini çıkarır gibi yaparak çantasından silahını çıkardı. Polis ani bir refleksle tabancaya sarıldı. Namlu yön değiştirdi, silah ateş aldı.
Boğuşma başladı. Silah sesini duyan diğer polis de tüp geçide koştu. Alparslan etkisiz hale getirilmiş, kelepçelenmişti ama polisler hala kimi, neden yakaladıklarını, neden ateş ettiğini bilmiyordu. Arslan'ı güvenlik odasına götürdüler. Neden ateş ettiğini sordular. Arslan, polislerin olaydan haberleri olmadığını anladı. "Avukat olduğunu söylemesine rağmen kimlik sormasına kızdığını" söylüyordu. Polislerle arasında laf dalaşı başladı.
Yukarısı kan gölüydü. Polis kısa süre sonra binayı ablukaya aldı. TEM polisleri, olay yerindeki ilk incelemenin ardından güvenlik odasına inip Alparslan Arslan'ı teşhis ettiklerinde, Arslan'ı yakalayan iki polis, yakaladıkları şahsın silahlı saldırgan olduğunu ancak farkedebildi. Katilin silahında hala 4 mermi ve çantasında dolu 2 şarjör vardı.
İNANAN İNSANLARIN ÜZERİNE YIKMAYA ÇALIŞTILAR
Arslan'ın kaçmayı planlarken yakalanması, hain saldırıyı planlayanları hedef saptırmaya yöneltti. Planlayıcılar saldırıyı inanan insanların üzerine yıkmak istiyordu. Buna zemin hazırlamak için de çeşitli yöntemlere başvurdu. 17 Mayıs günü Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan, "Arslan'ın saldırı esnasında tekbir getirdiğini ve saldırıyı Danıştay 2. Dairenin başörtüsü kararı nedeniyle gerçekleştirdiğini söylediğini" açıkladı.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer benzer biçimde saldırıyı rejime yönelik olarak niteledi. CHP Lideri Deniz Baykal başta olmak üzere muhalefet partileri iktidar partisini saldırıya zemin hazırlamakla suçladılar. Alparslan Arslan ise "Şeyhim" dediği ve "Saldırı emrini o verdi" iddiasında bulunduğu Salih Kunter'i hedef gösterdi.
Salih Kunter ise Ankara 11. Ağır Ceza'da verdiği ifadelerde cinayeti dindarların üzerine yıkma senaryosunun ustalıkla işlendiğini gösterdi. Kunter'in anlattıklarını güvenilir bulan mahkeme, hakkında beraat kararı verdi. Kunter ifadesinde şunları anlattı: "Danıştay eyleminden birkaç gün önce Alparslan yanıma geldi, yere oturdu ve bana 'Ankara'ya gideceğim' dedi. Ben de kendisine ne yapacağını sordum, cevap vermedi. Ertesi gün yine aynı saatlerde geldi. Bana 'Benim ismim ne' dedi. Ben de 'Ne demek istiyorsun, bilmiyor musun ismini' dedim, yine cevap vermedi. Ben de arkadaşlarına 'Bunun aklında bir şey var buna sahip çıkın' dedim. Ondan sonra gitmiş Danıştay olayını yapmış."
Dava sürecinin başlı başına çok fazlaca soru işaretini kendi içinde taşıdığını dile getiren Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar da saldırının inananların üzerine yıkılmaya çalışılmasını şöyle özetledi:
"Fail Alparslan Aslan yakalandığı zaman eylemle ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştı. Daha çok susma hakkını kullanmıştı. Verdiği sınırlı bilgi de birşey ifade etmiyordu. Yakalandıktan 40 gün sonra Sincan F Tipi Cezaevinde kalırken bir dilekçe verdi ve konuşmak istediğini duyurdu. 40 gün sessiz kalması zaten başlı başına bir hadiseydi; 40 gün sonra konuşma ihtiyacı duyması da ilginçti. Sincan'a Alparslan Aslan'a ziyarete giden çok önemli, özel ve gizli bir takım devlet görevlilerinin olduğu ifade ediliyordu. Hatta Alparslan Aslan'ın kimi zaman geceleri Sincan'dan çıkartılarak başka özel yerlere götürüldüğü şeklinde bir takım söylentiler de ayyuka çıkmıştı. Ama ona ilişkin çok somut ve tatmin edici açıklamalar yapılmamıştı. Alparslan Aslan 40 gün sonra ifade verdi ve iki ismin kendine yardım ettiğini söyledi. Birisi 83 yaşında Salih Kurter'di. Çevresinde daha çok şeyh, hoca olarak bilinen birisiydi. Diğeride muhafazakar kimliğiyle tanına Süleyman Esen isimli bir avukattı. Bu iki isim şu açıdan önemliydi; çünkü o ana kadar gözaltına alınanların hiçbirisi, hayatları boyunca alınları birkez olsun secdeye değmemiş isimlerdi. Böyle bir gruptan türban çetesi çıkarmak asla mümkün değildi. O nedenle bu son iki isimle, eksik olan pazunun parçalarını tamamlamaya çalıştılar. İki muhafazakar ismi ekibe dahil ederek bir türban çetesi oluşturmaya çalıştılar."
"OYAK GÜVENLİK ŞİRKETİNİN BAŞINDAKİ ALBAYIN İFADESİ ALINMALI"
Daha önceki bilgiler ışığında Ergenekon'la bağlantılı olabileceği düşüncesiyle davanın bozulduğunu hatırlatan Tayyar, TÜBİTAK raporuyla bu algıyı, kanıyı güçlendirecek bir sonuçla karşı karşıya bulunulduğunu söyledi. Kayıtların silinmiş olmasının "bir delil gizleme kaygısını ön plana çıkardığını" vurgulayan Tayyar, kayıtlar olsaydı Alparslan Aslan'ın arkasındaki güçlerin deşifre edilmesinin daha kolay olacağını belirtti. Danıştay'daki yargıçların konuya ilişkin tavırlarını da eleştiren Tayyar, saldırıda yaralanan; ama şimdi Danıştay Başkanlığı koltuğunda oturan yargıcın hala sessiz kalmasını anlamadığını belirterek "Dolayısıyla hala o eski alışkanlıkların, ideolojik taassubun, meslek taassubunun esaretinde kalmış gibi gözüküyorlar. Zaman içerisinde birçok daha önemli bilgiler ve bulgular ortaya çıktığında, belki kafalarına vuracaklar ama iş işten geçmiş olabilir." dedi.
TÜBİTAK'ın raporunun son derece önemli olduğunu anlatan Tayyar, davanın görüldüğü Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin bu bilgileri, belgeleri çok iyi değerlendiremediğini düşündüğünü kaydetti. 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin iddiaların üzerine gitmediğini savunan Tayyar, şöyle devam etti: "OYAK Güvenlik Şirketi'nin başındaki emekli albayın mutlaka ifadesine başvurulmalı. Mehmet Eymür'ün o şahsa yönelik çok ağır iddiaları var. Buna karşılık bulunmalı. Danıştay cinayetine katıldıkları iddia edilen bazı şahısların Ankara'ya geldiklerinde kaldıkları otelin kayıtları, son derece önemli. Ankara'da irtibat kurdukları bir avukatın ismi geçiyor. O avukatla kurulan irtibatın sırrı mutlaka çözülmeli. Hala cevap bekleyen ve boşlukta kalan çok fazlaca soru var. Eğer İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, bu sorulara cevap bulursa Danıştay cinayeti ile Ergenekon arasındaki bağlantının daha da güçlü bir şekilde ortaya çıkacağını düşünüyorum."
"SALDIRI DERİN BİR YERLERİN OPERASYONU"
Danıştay saldırısının yapıldığı 59. Hükümet döneminde devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olan ve şuna Türkiye Partisi Genel Başkanı olan Abdüllatif Şener, olayı 1909 yılındaki 31 Mart Vak'ası dönemine benzettiğini söyledi. Danıştay saldırısının Türkiye'nin 11 Eylül'ü olarak algılanmasının doğru olmadığını vurgulayan Şener, saldırıyı öğrendiğinde 'derin bir yerlerin operasyonu' diye düşündüğünü belirtti. Failin yakalanmaması halinde hükümetin daha çok töhmet altında kalacağını dile getiren Şener, bu töhmetin de sürekli gittikçe büyüyeceğini ifade etti. Şener şunları anlattı:
"Olayı ilk duyduğumda ne hissettim derseniz; ülkenin geçmişinde pek çok faili meçhul cinayetleri var ve bunların pek çoğunda da derin ilişkiler var. 'Derin bir yerlerin operasyonu' diye düşündüm, ilk başta. Duyar duymaz, hemen ne olabilir diye; yine 'derin bir şeyler var' galiba diye düşündüğümü iyi hatırlıyorum. Sonra arkadaşlarla da paylaşırken de bu düşüncelerimi orda ifade etmiştim. Bir vatandaş olarak yargı sürecinde doğrunun çıkmasını umut ederiz. Türkiye'de olaylar ne ise, hangi boyutta hangi organizasyonlarla ortaya çıkıyorsa bu bilinmelidir. Kanuna aykırı bir takım eylemler yapanlar, olaylar meydana çıkaranlar da cezasını çekmelidir."
Saldırı sırasında güvenlik kameralarının çalışmamasıyla ilgili olarak ise Şener, bu tür olayları yapanların senaryo kurduğunu ve bunun uygulandığını dile getirdi.