Başbakan Davutoğlu, Sepetçiler Kasrı'nda dini azınlıklar ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerine verilen iftarda yaptığı konuşmada, davet nedeniyle İstanbul Müftülüğü'ne teşekkür etti.
Kurulan sofrayı "Halil İbrahim sofrası" olarak nitelendiren Davutoğlu, "Bu sofra bir Halil İbrahim sofrası, bereket sofrası, rahmet ve mağfiret sofrası. Sadece bedeni veya fiziki anlamda bir gıda bereketi değil ruhi ve manevi anlamda bir muhabbet bereketi" ifadelerini kullandı.
Davutoğlu, yılbaşında dini liderler ve cemaat öncülerine İstanbul'da verdikleri yemek için de "Halil İbrahim sofrası" nitelendirmesi yaptığını hatırlatarak, "Bu da bir İbrahimi sofra. Biraz önce sofrada sohbet ederken dahi Hazreti İbrahim'e yaptığımız atıf hepimizin üzerinde ittifak ettiği, o kadim geleneğin ulu önderine, ulu öncüsüne yaptığımız atıftı. Şanlıurfa deyince Hazreti İbrahim'i hatırlarız, Kudüs Halil-ür Rahman deyince Hazreti İbrahim'i hatırlarız ve onun tevhid akidesini, bize nihai ve mutlak bir var oluş hakikati olarak getiren vahyi tekrar tekrar tezekkür ederiz. Hazreti İbrahim'e ruhunun yolunda yürüyen bütün din mensuplarına selamlar olsun, muhabbetler olsun. Hazreti İbrahim'in, son nübüvvetinin ve tevhid akidesinin son temsilcisi mümessili Hazreti Peygambere salatü selam olsun" diye konuştu.
- "İstanbul kimseyi dışlamadı"
İstanbul'un da "İbrahimi anlayışla" asırlarca her dinden topluluklara mekan olduğunu dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Kimin başı daralmışsa, kim, 'Acaba katından bana yardımcı gönderecek bir yardımcı var mı?' diye sormuşsa Kuran'ın hükmüyle o yardımcılar hep İstanbul'dan çıktılar. Museviler için 1492'de, İstanbul, 'Gelin biz size yardımcı oluruz' dedi. Yine Polonya'da savaşlar olduğunda, şimdi Polonezköy'de oturan Hristiyanların ataları için İstanbul seslendi, 'Başınız sıkışmışsa buyurun burası selam diyarıdır, burası barış diyarıdır, buraya gelen huzur bulur, merhamet bulur ve burada kimseye zulmedilmez'... Kimin başı sıkışmışsa en zor zamanlarda İstanbul'a yöneldi. Balkan Harbi'nde Müslümanlar fevç fevç İstanbul'a yürüdüklerine onlara 'buyur' dedi. Daha sonra ne zaman kimin başı sıkışmışsa İstanbul bir ramazan sofrası gibi her zaman açık oldu. Bir mekanın açık olması demek, ramazan sofrası olması demek, o mekana gelenin kendisine orada maddi ve manevi rızıklara muhatap olması demektir. İstanbul hep bunu yaptı. İstanbul başşehir olması hasebiyle bütün bir ülke asırlarca kimseyi dışlamadı, kimseyi ötekileştirmedi, kadim geleneğin temsilcisi olan herkese 'Buyurun, burası barış diyarıdır, İbrahimi geleneğin mekanıdır' diye seslendi."
"Gelin her yeri İstanbul kılalım. Her yeri barış diyarı kılalım, her yeri mazlumların sığınacakları mekanlar kılalım" diyen Davutoğlu, herkesi zulme karşı çıkmaya ve onu lanetlemeye çağırdı.
Başbakan Davutoğlu, insanların acılar karşısında "Bu benim tarafımın acısı mıdır?" diyerek bu acılara yaklaştığını ancak bunun insani bir yaklaşım değil etnik bir yaklaşım olduğunu aktararak, "(Müslümanlar acı çekiyorsa susulabilir, Hristiyanlar acı çekiyorsa susulabilir, Museviler acı çekiyorsa, Hindular acı çekiyorsa susulabilir) dediğiniz anda aslında bir adım sonra kendi acınızın da kapısını aralamış olursunuz. Bugün maalesef dünyada böyle bir anlayış egemen oldu. İnsana insan olarak bakılmıyor. Eğer bir Hristiyan bir yerde bir zulme uğramışsa sadece Hristiyanların sesi yükseliyor veya bir Müslüman uğramışsa sadece Müslümanların. İşte korkulacak şey budur" değerlendirmesinde bulundu.
- "İstanbul'u ve Türkiye'yi korumaya mecburuz"
İstanbul'daki huzurun korunmasından herkesin mükellef olduğunu da vurgulayan Davutoğlu, "Hep beraber bütün bu ateş çemberinin içinde biraz önce zikredildiği gibi İstanbul'u ve Türkiye'yi bir gül bahçesi olarak korumaya mecburuz. Gül bahçesi, Hazreti Peygamberi gül ile anmamızın hikmeti de burada olsa gerek. Etrafa sadece güzel kokular saçan, nefret, öfke ve rövanş kokuları değil merhamet, affetme ve mağfiret kokuları saçan bir gül bahçesine İstanbul'u ve Türkiye'yi dönüştürmek zorundayız, sonra da diğer bölgeleri" ifadelerini kullandı.
Davutoğlu, İstanbul'un kardeşleri olarak nitelendirdiği diğer şehirlerin durumlarına da dikkati çekerek, "Bakınız şimdi İstanbul'un kardeşleri ne durumda? Bağdat, İstanbul'un kardeşidir. Bunu hamasi bir niyetle söylemiyorum aksine Bağdat'taki medeniyet birikimi, İstanbul'a yansıdığı için İstanbul dersaadet olmuştur. Şam, İstanbul'un kardeşidir ama acaba şu anda Bağdat'ta böyle bir sofrada Müslümanların, Hristiyanların, Musevilerin bir araya gelmesi mümkün mü? Harun Reşid Bağdatında mümkündü. Bin 100- bin 200 sene önce ama çağdaş Bağdat'ta mümkün değilse o Bağdatlıların, Bağdat'ın etrafında yaşayanların herkesin sorması lazım, 'Nerede medeniyet diyarı Bağdat'a ne oldu? diye. Eğer Şam Emevi Camisi'yle dahi bütün bir geleneği temsil ediyorsa ve orada İpek Yolu'ndan gelen kervanlar selam ile emniyet içinde seyretmişse ve şimdi Şam'da bırakın Hristiyanları, Musevileri, farklı dine mensup olanları bir aşiretin iki kolu bile, bir mezhebin iki kanadı bile aynı sofrayı paylaşamıyorsa 'sorumlusu kimdir?' diye sormak icap eder" diye konuştu.
- "Nefret tohumlarının ekilmemesi için gece gündüz çalışacağız"
"Nasılsanız öyle idare edilirsiniz" hadisini hatırlatan Davutoğlu, "Şunu büyük bir teminat olarak hem sizlere hem de ülkemizde 78 milyon vatandaşımıza ve dünyaya seslenmek istiyorum. Bu ülkenin ve bu huzurun ağır sorumluluğu omuzlarımızdayken bu gül bahçesine nefret tohumlarının ekilmemesi için, bu mağfiret ve barış sofralarına zehir lokmaların sızmaması için gece gündüz çalışacağız ve her zaman bu sorumluluk içinde bu devleti idare etmeye çalışacağız" değerlendirmesini yaptı.
Başbakan Davutoğlu, Ortadoğu'daki birçok devlet adamını geçmişte tanıdığını anlatarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Şimdi hallerini gördüğümde gerçekten hayretle ve 'Allah'ım hiçbir şekilde bir daha bu duruma kimseyi düşürme' diye niyaz ettiğim ve ürperdiğim değişimler yaşandı. Halep'i hatırladım biraz önce, Türk İslam Eserleri Müzesi'nde, Selçuklular Sergisi'ni açtıktan sonra Sultanahmet'in oraya indiğimde neşe içinde iftarı bekleyen kardeşlerimi gördüğümde. 2004 veya 2005'ti Halep'e bir ramazan günü gittiğimde Halep'in parklarında, bahçelerinde insanların nasıl ramazanı beklediklerini şimdi hatırlıyorum. O Halep'i yıkan her bombayı, o Halep'i yerle bir eden her uçağa, o Halep'i topa tutan her atışa, o Halep'i yakıp yıkan Esed'in zulmüne de DAEŞ'in zulmüne de Halep'te yetimlere ve dullara zulmeden her türlü zalime de buradan gerçekten Allah'tan önce onlara merhamet duasında bulunuyoruz ama aynı zamanda onları bu tarihin çok kötü örnekleri olarak lanetliyoruz, kınıyoruz. Halep, o güzel Halep, o güzel Şam, şimdi Tel Abyad, Kobani, Haseke, İdlip, Lazkiye huzur ve barışı kaybettiyse bunun arkasında kendi halkına zulmetmeye yönelen ve kendi otoritesini sürdürmek için halkı diz çöktürmeye çalışan zalim yöneticiler ve bir maşa gibi kullanılan bir maşa gibi kullanılmakla birlikte kendileri de bir katliam makinesine dönüşen DAEŞ benzeri terör örgütlerinin ağır suçları, katliamları var. Hepsine hiçbir ayrım gözetmeden, 'Müslüman mısın, Hristiyan mısın, Sünni misin, Şii misin, Arap mısın, Türk müsün, Kürt müsün?' demeden hepsini bu ramazan sofrasında kınıyoruz, lanet ediyoruz ve onların ezdiği, mağdur ettiği kardeşlerimize de sahip çıkacağımızı ifade ediyoruz."
- "TBMM'de olup da iftira edenlere sesleniyorum..."
Suriyeli sığınmacılara Türkiye'nin kapılarını açtıkları için çok eleştiri aldıklarını anlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Türkmenleri kabul ettiğimizde Türkiye'de başka etnik grubu temsil ettiğini iddia eden siyasiler karşı çıktılar. Kürtleri kabul ettiğimizde diğer bir kanat karşı çıktı, Arapları kabul ettiğimizde başkaları ama bu mevkide oturan birisi, İstanbul'un bu mazisini bilen birisi İstanbul'a sığınanın herkesin merhametle karşılandığı geleneğin takipçisi olan bir devlet adamı olarak kim ne derse desin, nasıl eleştirirse eleştirsin Allah şahit ki kapımıza ve soframıza gelen hiçbir mazluma, ırkını, cinsiyetini, dinini, mezhebini sormayacağız. 'O geldi mi onunla birlikte insanlığın vicdanı da gelir' deyip kabul edeceğiz. Endülüs'ün yıkılmasıyla birlikte oradaki katliamlardan kaçan Musevilere sormadığımız gibi. Orta ve doğu Avrupa'dan gelen Hristiyanlara sormadığımız gibi. Irak'tan gelen Kürtlere, Bulgaristan'dan gelen Türklere, Bosna'dan gelen Boşnaklara sormadığımız gibi. Bugün de sormayacağız. Şimdi Türkiye hakkında iftira edenler ve TBMM'de olup da iftira edenlere sesleniyorum: Kobani'den gelen kardeşlerimize biz açtık kapıyı. Ayırım gözetmedik. Hepsinin gözyaşını silmeye çalıştık. Ben gittim, geldikleri günden hemen sonra onların ellerini tuttum, yetimlerin başlarını okşadım. Bunu da bir lütuf gibi yapmadık bir vazife olarak yaptık. Böylesi barış sofrasından sesleniyorum. Hele hele bir ramazan gününde Türkiye'nin DAEŞ gibi bir terör örgütüyle iş birliği yaptığını iddia edenler, vicdanlarını kaybetmişlerdir. Gözleri kapanmış, kalpleri mühürlenmiştir. Türkiye hiçbir zaman, hiçbir zalimin yanında yer almadı, yer almayacak. Bunun da şahitleri Kobani'den gelen Kürt kardeşlerimizdir. Tel Abyad'dan gelen Arap kardeşlerimizdir, Bayırbucak'tan gelen Türkmen kardeşlerimizdir."
(Sürecek)
Dini Azınlıklar Ve Sivil Toplum Kuruluşları Temsilcilerine Verilen İftar
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Halep, o güzel Halep, o güzel Şam, şimdi Tel Abyad, Kobani, Haseke, İdlip, Lazkiye huzur ve barışı kaybettiyse bunun arkasında kendi halkına zulmetmeye yönelen ve kendi otoritesini sürdürmek için halkı diz çöktürmeye çalışan zalim yöneticiler ve bir maşa gibi kullanılan, bir maşa gibi kullanılmakla birlikte kendileri de bir katliam makinesine dönüşen DAEŞ benzeri terör örgütlerinin ağır suçları, katliamları var. Hepsine hiçbir ayrım gözetmeden, 'Müslüman mısın, Hristiyan mısın, Sünni misin, Şii misin, Arap mısın, Türk müsün, Kürt müsün?' demeden hepsini bu ramazan sofrasında kınıyoruz, lanet ediyoruz ve onların ezdiği mağdur ettiği kardeşlerimize de sahip çıkacağımızı ifade ediyoruz" dedi.