Dünyayı güzellik kurtaracak...
Bu ülkede spor konusunda değiştirecek çok şey, alınacak çok yol, yaşanacak 'sportif devrimler' var ama eğer dünyayı güzellik kurtaracaksa, bir sporu sevmekle başlar mı gerçekten her şey?
Biliyorsunuz 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası ülkemizde yapılıyor. Biliyorsunuz, çünkü ‘12 Dev Adam’ımız şu ana kadar harika bir turnuva çıkarıyor. Oysa bugüne kadar ülkemizde yapılmış en büyük spor organizasyonu olma özelliği taşıyan şampiyona öncesi hiç kimse, daha doğrusu basketbolu yakından takip eden hiç kimse, bu kadar başarılı olacağımızı beklemiyordu.
Önceki gün Fransa’yı güle oynaya yenerken güçlü olan biz miydik, zayıf olan Fransa mıydı konuşmalarını yapmamıza gerek bırakmayacak kadar iyi oynuyoruz. Her galibiyetten sonra yendiğimiz takımın artık o eski takım olmadığı konusunda kompleks yapmaya alışkın bir millet olarak, ‘kendimiz gibi oynadığımızda’ gerçekten çok güçlü olabileceğimizi görmek güzelmiş.
Şampiyonayı bilmeyenler var
Bu şampiyonadan sonra Türkiye’de 1992 Barcelona Yaz Olimpiyatları sonrasında İspanya sporunda yaşanan devrim tadında bir gelecek beklentim yok. Turnuva ülke geneline o kadar yayılmış değil ve o kadar tesis de yapılmadı zaten. Üstelik Türkiye maçlarında bile sokaklarda insan görülüyor hâlâ. Bahse girerim ülkemizde bir dünya şampiyonası yapıldığının farkında olmayanlar bile vardır. Zaten bu ülkenin spor konusundaki problemleri öyle bir şampiyonayla çözülebilecek kıvamda değil. Önce divana uzanıp çocukluğumuzdan başlamalıyız anlatmaya; küçükken nasıl spor yapamadığımızdan, tesis yetersizliğinden, antrenörlerin kifayetsizliğinden, altyapılardan, okullara sporu bir türlü sokamayışımızdan, milli sporculara bile bir noktada ya okul ya spor tercihi yaptırdığımızdan, A takım seviyesine kimbilir ne badireler atlatarak gelmiş sporcularımıza elbirliğiyle çektirdiklerimizden, medyamızdan, spor kültürümüzden bahsetmeliyiz uzun uzun. Bu sürekli şikayet halimizin sebepsiz olduğunu kimse söyleyemeyecektir ama bunca değiştirilemez faktör arasında en azından birini değiştirebileceğimizi de bilerek kalkmalıyız o divandan: Kendimizi.
Bir kişi bile değiştirebilir!
İflah olmaz bir iyimser olarak hala umudum var. Önceki akşam oynanan Türkiye-Fransa basketbol maçında sahanın hemen kenarında ‘12 Dev Adam’ı destekleyen turkuaz eşofmanlı takımı gördüğümden beri yüzümde bir tebessüm. Adet yerini bulsun tadında bir destek değildi bu. Basketbol salonunda ayağa kalkmaya yeltenenin ‘çök çök’lendiği bir ülkede neredeyse maç boyunca oturmadan, coşkuyla, maç sonunda takımı kenara çağıran türden bir destek verdiler. ‘Basketbol maçını seyretmeye gelmiş cool futbolcu’ desteği değildi. Bildiğin taraftar desteğiydi. Güleryüzlü bir destek.
Basketbol takımının çeyrek final başarısı da güleryüzlü bir başarı zaten. O alıştığımız, ‘birilerine rağmen’ kazanıldığı vurgulanan, eleştiriler sonrası kenetlenmiş, bütün olmuş, bize bizden başka dost yok başarısı değil. Bu 6 senedir aynı hocayla oynayan, birbirini tanıyan, birlikte büyümüş, takım içi görevleri belli, kenardan da fazla ‘oynanmayan’ bir takımın başarısı. Ha takım çeyrek finalde Slovenlere elenir, toprağa gömülmüş anti-Tanjeviç baltaları çıkar, “Ben zaten..” cümleleri başlar... Orasını bilemem. Bu rüzgar ispanya’daki gibi bir fırtınaya dönüşür mü? Orasını da bilemem. Ama gelecekte ne olacağını beklerken, sahada ve kenarda güleryüzlü sporcular görmek bile çok sevindirici. Hasret kalmışız. Oh be...