'Hafter'in Muhatap Alınması Libya'da Kaosu Körükler'

ORSAM Başkanı Prof. Dr. Ahmet Uysal: 'Cezayir'de en çok gelire sahip olması nedeniyle enerji bakanlığı ülkenin en zengin ve en güçlü kurumu. Diğer kurumlardaki soruşturmalar, yargı süreçleri göstermelik olarak görülebilir fakat enerji bakanlığına sıçraması ile beraber ciddi bir durum var diyebiliriz' İNSAMER Afrika Uzmanı Serhat Orakçı: 'Ömer El Beşir'in iktidarını kaybetmesinden sonra Sudan'da belirsiz bir süreç olduğunu söylemek mümkün. Askeri bir darbe gerçekleşmiş olsa bile halk ciddi bir direniş sergiliyor, halen sokakta. Asker ise meşruiyetini korumak için müdahaleye devam ediyor' SETA Dış Politika Araştırmacısı Emrah Kekilli: 'Hafter'in muhatap alınması Libya'nın bugün yaşadığı kaosu körükler niteliktedir. BM Ulusal Mütabakat Hükümetine ülkede istikrarı kurması adına yetki vermiş, dünya devletleri de buna şahitlik etmiştir'

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) tarafından "Sudan, Cezayir ve Libya'daki gelişmeler ve Arap dünyasında askerlerin rolü" konulu panel düzenlendi.

Moderatörlüğünü SETA Koordinatör Yardımcısı Prof. Dr. Kemal İnat'ın yaptığı panelde konuşan Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) Başkanı Prof. Dr. Ahmet Uysal, Arap dünyasındaki birçok topluluğun birbirine benzediğini ama Cezayir'in istisnai bir durumunun olduğunu söyledi

Cezayir'in de diğer Körfez ülkeleri gibi zengin doğal gaz ve petrol kaynaklarına sahip olduğunu aktaran Uysal, "Cezayir sahip olduğu bu kaynaklar nedeniyle çok uzunca bir süre çok şiddetli, çok ağır bir sömürge süreci geçirdi. Fransız sömürgesinden bunalan Cezayir halkı bağımsızlığını kazanabilmek için çok çetin bir mücadele verdi ve çok sayıda insanını kaybetti." diye konuştu.

Arap Baharının Cezayir'de biraz geç başladığını dile getiren Uysal, "2011'de başlayan Arap Baharı sürecinde yönetim henüz gençti, petrol ve doğal gaz gelirleri iyiydi. Cezayir genç nüfusa sahip ülke ve beklentiler çok farklı. Petrol ve doğal gaz ülkesi olmasının 'rentier state' olmasında, devletin zengin halkın fakir olmasında etkisi olduğu söylenebilir." değerlendirmesinde bulundu.

Uysal, Cezayir'de Fransız sömürgesinin sona ermesinden sonra cunta rejimi sürecinin başladığını anımsatarak, şöyle konuştu:

"Askerlere oldukça fazla ayrıcalık verildi bu süreçte. Asker kökenli komutanlar yönetimde etkili oldu. Asker ülkeyi özgürleştiren aktör olarak algılandı, kendini o şekilde sundu çünkü. Muhalefetin sisteme entegre edilmesiyle onlara da pastadan pay verilmeye çalışıldı. Ancak siyasi elitlerin daha da güçlendiği aşikar. Cezayir'in sömürgeden kurtulma mücadelesinden kalma çok özgürlükçü, milliyetçi bir yanı var. Ancak Fransa'nın da halen etkili olduğunu söylemek mümkün.

Son 20 yıla baktığımızda ise Rusya'nın yanı sıra ABD'nin, Çin'in, Türkiye’nin ülkede etkili olduğunu söylemek de mümkün. Cezayir'de Türkiye’ye olumlu bakıldığı, eski Osmanlı olmaktan gurur duyulduğu da söylenebilir. Halkın da devreye girmesiyle bir karışıklık ortaya çıktı, halkın sahaya inmesiyle yönetim açısından zorluklar başladı. Seçimler uzun zaman süresiz olarak iptal edildi. Değişim yolunda gemideki mürettebatı yavaş yavaş azaltarak statükoyu korumaya çalışan bir anlayış ortaya çıktı."

Ülkede en fazla gelire sahip olması nedeniyle enerji bakanlığının en zengin ve en güçlü kurum olduğuna dikkati çeken Uysal, "Diğer kurumlardaki soruşturmalar, yargı süreçleri göstermelik olarak görülebilir fakat enerji bakanlığına sıçraması ile beraber ciddi bir durum var diyebiliriz." dedi.

- "El-Beşir sonrası süreç belirsiz"

İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (İNSAMER) Afrika Uzmanı Serhat Orakçı ise Sudan'da bir kimlik krizinin bulunduğunu, Afro-Arap nitelendirmesinin yanlış olduğunu söyledi.

Sudan'da yaşayan insanların kendilerini Arap olarak nitelendirmediklerini kaydeden Orakçı, "Sudan'ın Afrika'ya bakışında da birtakım eksiklikler var ve bu da Sudan'ın Afrika politikasını etkilemekte. Afrika ülkeleri geçmişte sömürge devletler olarak idare edildikleri için demokrasiye çok uygun görülmemekte. Ayrıca çok parçalı, çok kültürlü bir etnik yapı söz konusu. Afrika ülkelerinde tek parti sistemleri çok parti sistemlerini davet etmiş, çok partililik ise karmaşaya neden olmuş ve askeri müdahaleyle karşılanmıştır. Askeri müdahale sonrası ise yeniden tek partili sisteme geçilmiştir." ifadelerini kullandı.

Diğer Kuzey Afrika ülkelerinden farklı olarak Sudan'da İslam Devleti kurulmaya çalışıldığına dikkati çeken Orakçı, şöyle konuştu:

"Devlet mekanizmasının Müslümanların yönetimden uzaklaştırılması ile işletilemeyeceğine karar verilmiştir, Hasan El Turabi de askeri darbeyi bu şekilde meşrulaştırmıştır. 1999-2019 arasında çok kısır bir İslami hareket söz konusu. Sudan'da, toplum ile devlet arasındaki ilişkilerdeki sorunları toplumun yararına çözebilecek bir akıl yok.

Ülke 1999 yılında petrol satmaya başladı, Çin'in başı çektiği alıcılara diğer Asya ülkelerinin de katılması ile petrol gelirlerinin artışı bazı sorunları görülmez hale getirdi. Ancak petrol yataklarının güneyde yer alması birtakım zorluklar doğurmaya başladı. 2011'den itibaren Güney Sudan'da kalan petrol yatakları ülkenin dış politikasında da değişikliklere neden oldu."

Orakçı, 2011'e kadar Sudan'ın en ciddi bir gelir kaynağı petrolün artık olmadığını, Asya ülkelerinin daha çok Güney Sudan ile ilgilendiğini, dolayısıyla Sudan'ın kendisine yeni bir yol haritası çizmek zorunda kaldığını anlattı.

Sudan'ın varlığını sürdürmek için Katar ve Suudi Arabistan arasında denge politikası izlemeye çalıştığına dikkati çeken Orakçı "Ancak denge politikası bir süre sonra sürdürülemez hale geldi, bugün ülkede yaşanan zorlukların başlamasına yol açtı. Ekonomisini düzeltmesi gereken ülke petrol gelirlerinin yerine tarımı koymaya çalıştı ancak bu alanda da başarılı olduğu söylenemez." değerlendirmesinde bulundu.

Ömer El Beşir'in iktidarını kaybetmesinden sonra Sudan'da belirsiz bir sürecin başladığına vurgu yapan Orakçı, sözlerini şöyle tamamladı:

"Ömer El Beşir'in anayasada imzası bulunan devlet başkanı görev süresi iktidar partisi tarafından değiştirilmek ve uzatılmak istendi. Ancak gerek halk gerek muhalefet partileri buna itiraz etti. Sudan'da ekonomik zorlukların da belirleyici rol oynadığı rahatsızlık halkı sokak protestolarına itti. El Beşir hükümetince halkın taleplerinin meşru olduğu ancak bunun yolunun sokaktan geçmediği açıklandı ama bu halkın sokaklardan ayrılması için yeterli olmadı. Askeri bir darbe gerçekleşmiş olsa bile halk ciddi bir direniş sergiliyor halen sokakta. Asker ise meşruiyetini korumak için müdahaleye devam ediyor."

- "BM'nin Libya'da hiçbir garantisi yok"

Libya'daki gelişmeleri değerlendiren SETA Dış Politika Araştırmacısı Emrah Kekilli, Tel Aviv liderliğindeki güçlerin bu dakikadan sonra Libya'nın doğusundaki askeri güçlerin lideri Halife Hafter'i defakto aktör olarak göreceğini ve muhatap alacağını söyledi.

Trablus'a giremese dahi çözüm masasında Hafter'in yerini koruyacaklarını belirten Kekilli, "Bugün Trablus'taki yerli ve milli aktörler Hafter'i püskürtmeyi başarmıştır. Hafter'in dünya başkentlerinde kendisini Libya'daki güvenliği koruyabilecek aktör olarak tanıtması boşa çıkarılmıştır. Ancak Hafter'in yeniden Trablus'a girmesi beklenmektedir. Şu anda Ulusal Mütabakat Hükümeti yetkilileri Hafter'i suçlu ilan etti, Fransa ile, Hafter'a verdiği açık destekten ötürü, ilişkisini kestiğini açıkladı." bilgisini paylaştı.

Rusya'nın da ABD ile birlikte BMGK'da Hafter'i korumak adına hazırlık yaptığını kaydeden Kekilli, şunları anlattı:

"Suudi Arabistan da Trablus ve birçok yerdeki Ulusal Mütabakat Hükümeti askerlerini kendi safına çekmek için finansal yolları kullanmaya başladı.Hafter'in Trablus'a gittiğini gördüğümde ülke içinden, dışından Ulusal Mütabakat Hükümeti yetkilileri dahil birçok kişi ile görüşme yaptım ve onlara 'Buna karşılık bir şey yapamayacak mısınız?' diye sordum.Aldığım cevap, 'Trablus bizim kırmızı çizgimizdir, Hafter'in Trablus'a girmesine müsaade etmeyiz' oldu. ABD'li, Fransız aktörler dahi bu cevabı verdiler.‏

Eğer BM Libya'nın iç hukukunu ve durumunu bilmeden bunu yapıyorsa ciddi bir sorunla karşı karşıyayız demektir. Eğer bunu bilmesine rağmen böyle hareket ediyorsa ortada çok daha ciddi bir sorun var demektir. Hafter, uluslararası hukuka göre, Libya Anayasasına göre Libya adına görüşme yetkisine sahip değildir. Ancak kendisi uluslararası arenada yapılan birçok görüşmede devlet protokolü ile karşılanmış ve başkentlerin desteği ile meşru bir aktöre dönüştürülmüştür."

BM'nin Libya'da hiçbir garantisi olmadığının net bir şekilde anlaşıldığını dile getiren Kekilli, "Hafter'in muhatap alınması Libya'nın bugün yaşadığı kaosu körükler niteliktedir. BM Ulusal Mütabakat Hükümetine ülkede istikrarı kurması adına yetki vermiş, dünya devletleri de buna şahitlik etmiştir, Halifa Hafter ile yapılan görüşme sonrasında. Halifa Hafter Libya'daki çözüm sürecinin muhatabı mıdır? İllegal bir şekilde darbe yapan eski bir komutanın hiçbir kurumdan güç almamasına rağmen." değerlendirmesinde bulundu.

Ana Sayfa
Manşetler
Video
Yenile